Bölüm 540

avatar
6395 18

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 540


  Bölüm 540: Patrik Huyan!

Onuncu İleri karakol bütün hazırlıklarını yapmış, büyü formasyonunu tamamen etkinleştirmiş halde can düşmanını bekliyordu.  


Vakit geceydi ve büyü formasyonunun ışığı yumuşak değil, aksine görkemliydi. Deniz suyunun üzerinde canlı renklerle parlıyordu. Yayılan ışık bu büyü formasyonunun diğer ileri karakollarda bulunanlara göre çok daha güçlü olduğunu kanıtlar nitelikteydi.


  Aslında diğerleriyle kıyaslanmasına imkan bile yoktu. Onuncu ileri karakoldaki büyü formasyonu inanılmaz güçlüydü ve Meng Hao için aşılması zor bir engel gibi görünüyordu.


  Büyü formasyonunun içindeki Gelişimcileri Qi’lerini yatıştırmış ve zihinlerini sakinleştirmiş bir halde tetikte bekliyorlardı.


  Orada oturmakta olan on altı tane Gelişen Ruh Gelişimcisi görülüyordu. Üç tanesi zirve Geç Gelişen Ruh aşamasındaydı. o üçü farklı yönlere oturmuşlar ve büyü formasyonu tarafından yaratılan geri tepmeyi eşit şekilde paylaşıyorlardı.


  Hatta büyü formasyonunun genel harekatını destekleyen daha fazla Gelişimci bulunuyordu. Tüm ileri karakol tamamen sessizliğe bürünmüş durumdaydı.


  Herkes diğer ileri karakolların yok edildiğini ve Meng Hao tarafından katledildiği biliyordu. Karşılarında tam anlamıyla bir canavar olduğunun farkındalardı.


  Fakat korkmuyorlardı. Çünkü Patrik Huyan’ın oraya geldiğini biliyorlardı ve bu yüzden büyü formasyonundan ayrılmamaya karar vermişlerdi. Büyü formasyonunun gücüne oldukça güveniyorlardı ve bir arada dururlarsa Meng Hao’nun onu aşamayacağına inanıyorlardı.


  Patrik Huyan gelene kadar direnebilirselerse gökyüzü fırtınadan sonra berraklaşacak, yani her şey normale dönecekti. Meng Hao kesinlikle öldürülmüş olacaktı!


  Onuncu ileri karakoldaki neredeyse herkes bu şekilde düşünüyordu. Burada da Altın Karga Kabilesi üyelerinin asılı durduğu uzun bir kafes yer alıyordu. Elli kişilik gruptan hiçbiri canlı değildi. Hepsi de ölmüştü….


  Aslında günlerce öncesinde ölmüşlerdi. Özellikle ölü kabile üyelerinden birinden geriye sadece kafasının kaldığını ve bu kişinin yaşlı bir adam olduğunu söylemek gerekiyordu. Onun Gelişim merkezi ölmeden önce yok edilmiş ve bir ölümlüye dönüştürülmüştü.


  Ayrıca büyü formasyonunun içinde iki tane de arbalet şekilde devasa savaş arabası yer alıyordu. Arabalar siyah bir ışıkla parlıyorlardı ve belirsiz, vahşi bir auraya sahiplerdi. Onların üzerine binmiş olan Gelişimciler her an harekete geçmeye hazırlardı.


  Zaman geçti. Kısa süre sonra gecenin geç saatleri yaklaştı. Gökyüzü simsiyahtı. Duyulan tek ses dalgaların yükselip düşmesiyle ortaya çıkan nazik seslerdi. Bir anda gökyüzünde parlak bir ışık ışını görüldü. Bu ışık anında bütün Gelişimcilerin dikkatini çekmişti.


  “O burada!


  “Meng Hao gerçekten de cesurmuş. Fakat, bize saldırmaya cüret etmesi önemli değil. Büyü formasyonunu asla aşamayacak!” Bir çok insan uzaklara doğru yüzlerinde soğuk gülümsemelerle baktılar. Fakat, kırmızı parıltıyı gördükleri anda….


  Onuncu ileri karakolun etrafındaki Mor Deniz aniden büyük bir girdapla kabardı. Girdap giderek hızlandı ve içerideki bütün Gelişimcilerin yüzlerinin titreşmesine sebep oldu. Deniz suyu çalkalandı ve uçan gemiler aşağı yukarı sallandı. Hava gümbürtüyle doldu.


  Daha sonra havadaki parlak ışık ışını yaklaştı ve mastifin devasa cüssesi gözler önüne serildi. Kalabalık aynı zamanda onun kafasının üstündeki Meng Hao’yu fark etti. Meng Hao’nun üzerinde uzun yeşil bir cübbe vardı ve yüzü son derece sert ve karanlıktı. Etrafında şok edici bir aura kaynadı.


  Meng Hao gözleriyle ileri karakolu şöyle bir süzdü, ardından duraksadı. Kafeste asılı duran Kabile üyelerini ve tek kafayı gördüğünde göz bebekleri büzüldü.


  Kafayı gördüğü anda adeta kalbine bir bıçak saplanmıştı.


  O Gu La idi!


  “Patrik Huyan….” diye mırıldandı. “Göksel Takip Kabilesi.” Gözlerindeki öldürme arzusu değişerek acımasızlığı daha da yoğunlaştı. Aşağıdaki onuncu ileri karakola baktı ve parmağını doğrulttu.


  Aniden Mor Deniz kükrerken onuncu karakolun etrafındaki girdap bir anda havaya yükseldi.


  Üç bin metre genişliğindeki devasa bir su sütunu ileri karakolu tamamen sardı. Hava gürültüyle dolmuştu. Sanki bir gayzer fışkırmış gibiydi. İleri karakolun büyü formasyonu böylesi bir güç karşısında tamamen dirençsiz kalmıştı. Hemen patladı.


  Aynı esnada uçan gemiler parçalanmaya başladı. Gelişimci kalabalığı acınası çığlıklar atmaya başlamıştı. Kendi vücutlarını bile kontrol edemeyerek deniz suyu tarafından süpürüldüler. Deniz suyu onlara dokunduğu anda suyun ölüm iradesi onların hayat kuvvetleriyle buluştu ve imha gücünün ortaya çıkmasına neden oldu.


  Göz açıp kapayıncaya kadar, Gelişimciler herhangi bir kutsal beceri bile kullanamadan vücutları patladı. Ne direnebilmişler, ne engelleyebilmişler ne de kaçınabilmişlerdi!


  Onlar bütün güçlerini yukarıdan gelecek saldırılara karşı savunma yapmak için odaklamışlardı. Aldıkları bütün raporlar Meng Hao’nun gelişim merkezi ve korkunç masitifiyle ilgiliydi. Mor Deniden gelebilecek patlayıcı bir saldırıya hazırlıklı değillerdi!


  Nasıl bir insanın Batı Çölü Kıyametinin Mor Denizini kontrol edebileceğini tahmin edebilirlerdi ki!?


  Bir insanın bunu yapabileceğine inanmak adeta imkansızdı. Bu nedenle ileri karakolun güçlü ve vahşi görünen büyü formasyonunun ölümcül bir açığı ortaya çıkmıştı: alt taraf!


  Tüm ileri karakol tamamen parçalanıp ezilirken hava gürültü sesiyle çınladı. Bütün hazırlıklar Mor Deniz tarafından adeta kuru otlar gibi ezilip gitmişti. İki savaş arabası bile deniz suyuyla ezilip yok olmadan önce tek bir saldırı bile yapamamıştı.


  İnsanlar Meng Hao’nun bizzat saldırı yapmasına bile gerek kalmadan ölüp gitmişlerdi. Tek bir düşüncesiyle Mor Denizin patlamasına ve onuncu ileri karakolu tamamen yok etmesine sebep olmuştu.


  Burası Meng Hao’nun eviydi!


  Batı Çölünün Mor Denizi!


  Cesetler denize gömülürken şehirden geriye sadece enkaz kalmıştı. Onuncu ileri karakoldaki tek bir kişi bile Mor Denizin imha gücü karşısında varlığını sürdürememişti. Hepsi de ölüp gitmişlerdi!


  Ölüm çoğu zaman oldukça basitti.

  Hayat çoğu zaman oldukça hassastı.


  Daha önce hiç ölüme hiç şahitlik etmemiş insanların bu iki ifadeyi anlamalarına imkan yoktu. Bazen, sadece ölüme şahitlik ederek hayata dair gerçek bir anlayış elde edilebilirdi.


  Meng Hao havada aşağıdaki sahneye bakıyordu. Hiçbir şey söylemedi. Mor Denizin havaya fırlayan suları şuan bir mor yağmura dönüşmüştü ve aşağıdaki enkazı yavaş yavaş batırıyordu.


  Meng Hao başını yavaşça kaldırarak uzaklara doğru baktı.


  Mor Denizin devasa dalgasının üzerinde Altın Karga Kabilesinin yaşayan yüz civarında üyesi duruyordu. Geri kalanların hepsi… cesetti.



  Yaşayan üyelerin burada olmalarının tek sebebi Meng Hao’nun onları kurtarmasıydı. Sadece bir kaç gün daha geçse onlar da şuan ölmüş olacaklardı.


  Bu ölü sayısı göç zamanındaki kayıplara nazaran adeta hiçbir şeydi. Fakat, o zamanki ölümler kelimenin tam anlamıyla kaçınılmaz zayiatlardı. Dahası, bu seferki meselenin Altın Karga Kabilesi iler herhangi bir alakası da yoktu.


  Meng Hao bile bu durumda kurban konumundaydı. Şuan Meng Hao Patrik Huyan’ın gerçekte neler olduğunu bildiğinden kesin emindi.


  Mastifin üzerinde sessizce dururken soğuk gözleri pırıldadı.


  Bekliyordu. Patrik Huyan’ın gelmesini bekliyordu!


  Çok zaman geçmeden gökyüzünde geceden bile daha karanlık bir siyah ışın ortaya çıktı. O yaklaşırken şok edici fırtına rüzgarlarını da beraberinde getiriyordu.  


Fırtınanın içinde siyah cübbeli orta yaşlı bir adam vardı. Ellerini arkasından bağlamış bir halde havada uzun adımlarla yürüyordu.


  Uzun saçları rüzgarla dans ediyordu ve gözleri keskin bir canlılığa sahipti. Yaydığı aura sanki onu Gök ve Yer ile bütünleşmiş gibi gösteriyordu. Aurası sanki kendine ait doğa kanunları barındırıyor gibiydi ve göz açıp kapayıncaya kadar adamı anında saydam bir hale getirdi.


  Bir anda duyguyu yok eden bir İhtisas Gök ve Yer ile etkileşime geçerek her yeri sardı. Bir anda Meng Hao’nun etrafında çırpınan siyah kar taneleri ortaya çıkmaya başladı.


  Bu kişi Patrik Huyan idi!


  “Meng Hao” havada uzun adımlarla ilerlerken soğuk bir tonla konuştu. Aşağıdaki Mor Denizde buz katmanları oluşurken çatırdama sesleri kulaklarını doldurdu.


  Hatta çevredeki hava bile donmaya başlarken Patrik Huyan’ın etrafı siyah bir fırtınayla sarıldı. Ardından sanki binlerce kişi aynı anda Meng Hao’nun ismini söylüyormuş gibi bir ses daha çınladı.


  Aniden Meng Hao’nun daha önce hiç karşılaşmadığı bir güç üzerine çöktü. Bu tıpkı bölgedeki doğa kanunu gibiydi. Meng Hao’nun zihninde belirdi ve ardından gök gürültüsü ve yıldırımlardan bile yüksek gürültüdeki benzersiz bir sese dönüştü.


  Sanki ölmüş ruhların dağılmış olan parçalarını bir araya toplamak için bağırmaları gibiydi. Aslında Patrik Huyan’ın kutsal becerisi şöyle daha iyi tarif edilebilirdi...


  Şok edici bir kırılmış ruh çağrısı!


  Bölgedeki soğukluk sanki bir duygusuzlukla* dolu gibiydi. Seslerin soğukluğu sanki duygu eksikliğinin kudretli gücünü içinde barındırıyordu. Sesler bir araya toplandı ve asla görmezden gelinemeyecek bir doğa kanunu benzeri bir şeye dönüştü!   R.N: Buradaki “duygusuzluk” ifadesi acımasızlık, duyarsızlık ve soğukluk gibi anlamlarda da çevrilebilir.


  Bu Ruh Bölme aşamasıydı. Basit bir ses bütün Gelişen Ruh Gelişimcilerini yok etmek için yeterli olacaktı. Hatta Gelişen Ruh aşamasının büyük döngüsünde olanlar bile bir Ruh Bölme Gelişimcisi karşısında son derece önemsiz bir böcek gibiydi.


  Boom!


  Meng Hao’nun zihni titredi ve ruhu sanki parçalanacak ve vücudundan dışarı patlayacak gibi oldu. hayat alevi sanki sönmek üzereymiş gibi titreşti. Fakat… Meng Hao sıradan bir Gelişen Ruh Gelişimcisi değildi. O, menzili 29,999 metre olan Kutsal Duyuya sahip bir Yetkin Gelişen Ruh Gelişim merkezine sahipti.


  Sahip olduğu yedi Gelişen Ruh sanki uyuyormuş gibi dantian bölgesinde bacaklarını çaprazlamış oturuyordu. O anda hepsi de birden gözlerini açtılar.


  O anda Meng Hao’nun Kutsal Duyu gücü içinden dışarı patladı ve Meng Hao’ya dayatılan kanun gücüne karşı koymaya hazırlandı.


  Meng Hao havayı dolduran gürlemeyle beraber geriye doğru çekildi. Kafasını kaldırdı, gözleri canlı ve berraktı.


  “Demek sen patrik Huyan’sın!” yaklaşan orta yaşlı adama bakarak yavaşça konuştu. Meng Hao’nun gözleri vahşi bir parıltıyla aydınlandı. Tabii ki bu adamı daha önce de görmüştü. Onu Siyah Topraklarda öldürmeye çalışan kişinin ta kendisiydi.


  Meng Hao konuştuğu sırada ifadesi öldürme arzusu saçmaya başladı. Zhixiang’ın bu adam için sadece bir klon dediğini anımsadı!


  Patrik Huyan Meng Hao’nun kendi kanun gücü karşısında direnebildiğini görünce bunu garipsemiş gibi gözleri pırıldadı.  Yine de ilerlemeye devam ederek bir an bile duraksamadan Meng Hao’ya yaklaştı.


  Böyle hareketler kişilikle yakından akalalıydı ve Huyan Yunming’in özel dövüşme tarzı buydu. Herhangi biriyle savaşırken rakibine şiddetli bir baskıyla saldırıyordu.


  Adam Meng Hao’ya yaklaştıkça aurası çevreyle bütünleşip ayrılmaz bir hale geliyormuş gibi giderek güçleniyordu.


  Ruh Bölmenin kudretini küçümsemek imkansızdı. Çevre sanki sadece onun için değişime uğruyormuş gibiydi.


  Patrik Huyan aşağıdaki enkaza bakmaya tenezzül bile etmemişti, sanki hiç umurdan değildi. “Cevap ver bana. Oğlum Huyan Qing’i kim öldürdü?


  Adam aniden havada duraksadı. Sesi yankılandı ve ifadesi sakin ve soğukkanlıydı. Önce Meng Hao’ya sonra da mastife bir bakış attı. O anda göz bebekleri büzülmüştü.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44260 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr