Bölüm 561

avatar
6572 16

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 561


Bölüm 561: Karşılaşmayı İsteyeceği En Son Kişi

Meng Hao diğer katılımcıların kendisi gibi uyanmadığının gayet farkındaydı. Şuan içinde bulundukları durumu ise anlatmak imkansızdı. Meng Hao hiç tereddüt etmeden Kutsal Duyusunu etrafa gönderdi.   Kısa süre sonra yüzünde sert bir ifade büyüdü. Dış dünyada Kutsal Duyusunun menzili 29,999 metreydi. Fakat burada sadece 299 metreye düşmüştü. Tam olarak yüz kat küçülmüş durumdaydı.   “İlkel Şeytan Ölümsüz Düzlemi her bin yılda bir açılıyor. Diğer Tarikatların Seçilmişleri hiç şüphesiz içeriyle ilgili bilgiye sahipler ve bu nedenle bölge konusunda benden daha avantajlılar. Diğer taraftan benim anlayışım kıyaslama yaparsak önemli ölçüde az olacak.”   “Şuan durumla ilgili anlayabileceğim her şeyi mümkün olduğunca almalıyım. Ardından gidip biraz talih arayabilirim.” Pırıldayan gözlerle kafasını havaya kaldırdı. Bir anlık düşünme seansının ardından aceleci şekilde havaya yükselmek yerine yürüyerek ilerlemeye karar verdi.   Yerler çatlak kireç taşlarıyla kaplıydı. Antik kan lekelerinin üzerinden sayısız yıl geçtiği çok belli oluyordu. Ayrıca görüntüsü Meng Hao’yu şok eden cesetler her yerde uzanmış yatıyordu.   Çökmüş olan binalar, kırık sütunlar ve ara sıra derin çukurlarla vardı. İlk bakışta burası sanki ikinci zirveye daha yakın gibi görünse de Meng Hao kısa süre sonra aslında uzaklığın oldukça fazla olduğunu fark etti.   Yaklaşık iki saatlik bir zaman periyodunun ardından Meng Hao binlerce cesetle karşılaşmıştı. Bazıları büyük bazılar ise küçüktü. Bazıları tam bazıları da değildi. Bazıları Gelişimci bazıları da Şeytandı.   Depolama çantalarını düşününce onlardan düzinelercesi vardı. Fakat onları Kutsal Duyusuyla incelediğinde aniden çantalar küle dönüştü. Belli ki ilkel zamanlardan beri geçen süre onları çürütmüştü. Depolama çantalarının içindeki eşyalar da küle dönüşmüştü.   “Bu depolama çantalarının küle dönüşmesi antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatının var olduğu günlerden beri ne kadar inanılmaz bir zamanın geçtiğini gösteriyor. Fakat bu cesetler bütün olmasalar da hala yerli yerinde duruyor. Acaba onlarda özel bir şey mi var?” O sırada yarı insan yarı canavar bir cesedin yanına düşünceli bir şekilde çömeldi. Bu Gelişimci çağlar öncesinde ölmüş olsa da Meng Hao hala onun etten vücudunun içinde inanılmaz bir güç hissedebiliyordu.   Kendi kendine mırıldanırken sağ elini uzatarak cesedin kolunu tuttu. Biraz baskı uyguladı, ardından baskıyı artırdı ve en sonunda Birinci Animaya girene kadar devam etti. Buna rağmen cesette herhangi bir hasar yada hareketliliğe sebep olamadı.   Bu olay Meng Hao’yu oldukça şaşırtmıştı. Gözleri titreşti ve anında Dördüncü Animaya geçiş yaptı. Kolu tekrar büktü ve sonuç sadece ufak bir çatlak oldu.   Meng Hao Dördüncü Animadan çıktı ve düşünceli bir şekilde ayağa kalktı. Ardından hızlıca uzaklaştı. Yola devam ederken karşılaştığı bütün cesetleri incelemek için duruyordu.   Yaklaşık bin tane cesedi inceledikten sonra nihayet bir iç geçirdi ve gözlerinde garip bir ışık parladı.   “Bir cesedin inanılmaz bir etten vücuda sahip olması akla yatkın olabilir. Belki de bu eşsiz bir şeydir. Ama bütün cesetlerin aynı olması! Bu basit bir istisna meselesi asla değil!”   “Bu antik Tarikatın gelişim pratiği belli ki günümüz pratiğinden çok farklı. Onlar sadece içsel gelişim yapmıyor, aynı zamanda etten vücuda yönelik gelişim de yapıyorlardı. Böylesine uzun bir süre önce ölmelerine rağmen yine de Altıncı Animaya hasar almadan direnebiliyorlar.”   “Eğer onlar canlı olsaydı… Yedinci Animada bile onlara rakip olamazdım. Ne inanılmaz bir güç! Ve gördüğüm sadece binlercesiydi, belki de on binlercesi var. Yada yüz binlercesi….” Meng Hao bir nebze acı ifadeyle gülümsedi, en sonunda bu antik Tarikatın öğrencilerinin ne kadar korku verici olduğunu fark etmişti.   Ayrıca bu insanlar öldükleri zaman karşılaştıkları vahşi saldırı gerçekten de vücutlarının parçalanmasına sebep olmuştu.Bunu göz önüne alınca bunların İç Tarikat Öğrencileri olmadıkları söylenebilirdi. Onların çoğu… sıradan öğrencilerdi.   Meng Hao’nun gözleri ışıl ışıl parladı ve antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatına olan ilgisi daha da arttı. En başta buraya sadece Zhixiang ve Şeytani Silah Yalnızlahit için gelmişti.   Fakat şimdi onu buraya çeken başka şeyler de vardı. Antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatı öğrencilerinin geliştirdiği tekniği ve bununla ilgili hala var olan mirasları bilmek istiyordu.   “Eğer antik zamanlara ait bir miras elde edebilirsem….” Meng Hao’nun kalbi hevesle çarpmaya başladı. Hızla ilerlemeye devam ederken gözleri parladı. Zaman akıp gidiyordu. Meng Hao buraya vardığı zaman öğle vaktiydi. Şimdi ise akşam vakti çökmekteydi.   Meng Hao kafasını kaldırdığında gördüğü gökyüzü ile Güney Gök topraklarında gördüğü gökyüzü arasında herhangi bir benzerlik göremiyordu. Gerçekten de sanki farklı bir dünyada, sadece antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatına ait bir dünyadaymış gibiydi.   Meng Hao yürümeye devam ederken ara sıra yukarıda kararan gökyüzüne yada etrafına bakınıyordu. “Tüm Tarikat adeta bir dünya gibi. Acaba Yer ve Gökte yada yıldızlı gökyüzünde kaç tane böyle görkemli Tarikat var….”   Belki son derece büyük olduğu için yada belki başka nedenlerden dolayı Meng Hao burada başka Güney Gök Gelişimcisiyle karşılaşmamıştı. Görebildiği tek şey yıkılmış tapınaklar ve cesetlerdi.   Zengin süslemeli binalar çoktan kaybolmuştu. Zamanın lüks ve görkemli salonları şuan enkaza dönmüş durumdaydı. Kısıtlayıcı büyülerle kaplanmış olduğu belli olan bazı konumlar da vardı. Üzerinden yıllar geçse de bu büyülerin gücü hala Meng Hao’yu şaşkınlıkla duraksatmaya yetiyordu.   Meng Hao’nun tahminlerine göre Patrik Huyan gibi güçlü biri bile… eğer bu büyü formasyonlarına dokunursa hiç şüphesiz anında can verecekti.   “Şeytan Ölümsüzü Tarikatı… içinde Ölümsüz karakterine sahip. Yoksa bu Tarikatın bütün üyeleri… gerçekten de Ölümsüz müydü!?!?” Bu tek bir düşünce bile Meng Hao’yu sarsmaya yetti. Temkinli bir şekilde ilerlemeye devam ederken gözleri pırıldadı. Yol boyunca kısıtlayıcı büyüler görmeye devam etti. Bunların bazıları güçlü bazıları da zayıftı. Fakat en zayıfları bile Meng Hao’ya hiç şans tanımayacaktı.   Bir noktada gözüne hiç bir şekilde el değmemiş şekilde duran bir Ölümsüz mağarası çarptı. Fakat, inanılmaz kısıtlayıcı büyüden aldığı hissiyat Meng Hao’ya Köprü Harabeleri Aleminde karşılaştığı sekiz Ölümsüzden hissettiği şeyi andırmıştı.   Akşam vakti geçiyor ve gece çöküyordu. Bu sırada Meng Hao aniden bir yerde duraksadı. uzaklardaki yıkılmış bir saraya doğru baktı. Şaşırtıcı bir şekilde, saray harabelerinin diğer tarafında iki tane kadın görülüyordu.   Onlardan birisi Meng Hao’nun buraya gelirken yüzünü göğsündeki inanılmaz yumuşaklığa daldırdığı mavi cübbeli kadındı. Kadın gözleri kapalıyken bile soğuktu. Şuan gözleri açıktı ve öldürme arzusuyla parlıyordu.   Meng Hao diğer kadını gördüğü anda kaşlarını çattı. Zhixiang dışında görmeyi en son isteyeceği kadın bu olabilirdi.   Fang Yu!   Bu son derece şiddet yanlısı genç kadın Meng Hao üzerinde derin bir etki bırakmıştı. Yumruklarıyla yarattığı sarsıntı ve çukurlar, gözlerinde parlayan inanılmaz savaşma arzusu, Meng Hao’nun onu görünce soğuk duş almış gibi hissetmesine neden oldu.   O sadece hayatı boyunca gördüğü en ters kadın değil, aynı zamanda hayatı boyunca tekrar karşılaşmayı en son isteyeceği kişiydi!   Meng Hao boğazını temizledi ve istemsizce geri çekilmeye başladı. Bu iki kadınla da yüzleşmek istemiyordu. Birisi görüşünü uzun bir dağ gibi kaplamış olan kişi, diğeri ise tek bir kelime bile söylemeden adeta patlayıcı ejderhaya dönen bir Gelişimciydi.   Fakat tam Meng Hao onları gördüğü anda ikisi de bakışlarını ona çevirdiler.   Mavi elbiseli buz kadın ona doğru gözlerini çevirdi. Onun büyük döngü Gelişen Ruh aşamasında olduğunu görünce bakışlarının bir kez daha küçümseyici bir ifadeyle Fang Yu’ya çevirdi.   Onun düşüncesine göre büyük döngü Gelişen Ruh aşaması kesinlikle sıradanın üstündeydi. Fakat Ji Klanında böyle bir Gelişim merkezi Düzen’de olsan bile seni mümkün olduğunca en düşük pozisyona koyacaktı. Bu kadın gerçek anlamda Ruh Bölme aşamasında olmasa da bir Bölmenin yarısını gerçekleştirmişti. O, Ji Klanındaki son bin yılda Ölümsüzlük alemine aşmış olan en umut vadeden dokuz kişiden biriydi.   Onun ana rakibi, kendi Klanındaki diğer sekiz üyeden çok Fang Klanının Seçilmişi olan şuan yüzleştiği kadındı.   Fang Yu Meng Hao’Yu gördüğü anda şaşkınlıkla ağzı açık kaldı. Ne olursa olsun onunla burada karşılaşacağını hiç tahmin etmemişti.   Onun geriye doğru kaçtığını gördüğü anda hızlıca bağırdı, “Olduğun yerde kal!”   Eğer o bir şey söylemeseydi Meng Hao oradan ayrılmayacaktı. Fakat o seslendiği anda Meng Hao topukları üzerinde döndü ve hemen kaçmaya başlayacaktı.   “Gerçekten de bana karşı mı geliyorsun!?” diye bağırdı Fang Yu gözleri öfkeyle açılırken. Tam onun peşine düşecekken bu olayı şaşkınlıkla izleyen buz kadın soğukça güldü ve ardından ortadan kayboldu. Tekrar ortaya çıktığında Fan Yu’nun yoluna çıkmıştı.   “Ji Xiaoxiao, seni kahpe neden siktir olup gitmiyorsun!” Fang Yu kolunu geriye çekti ve ardından yere bir yumruk attı. Lok edici bir gümbürtü koptu ve yerin yarılmasına neden oldu. Bir şok dalgası saldırısı dört bir yana yayıldı.   Meng Hao kaçarken, arkasından gelen bir enerji boşalması hissetti ve aniden hızını artırdı. Bu patlayıcı ejderhayla hiçbir şekilde yüzleşmek istemiyordu ve kimin zayıf kimin güçlü olduğunu düşünmek bile gereksizdi. İkisi arasında bir düşmanlık yoktu ve eğer dövüşmeye başladılarsa bu ne Meng Hao’ya fayda sağlayacak ne de buradaki planlarına katkı sağlayacaktı.   Saldırı yayılırken gürleme sesi yankılandı. Bölgedeki kara kütlesi yok edildi ve güç hareleri dört bir yana yayılırken soğuk kadın elini bu saldırıyı engellemek için salladı. Fan Yu ise bir an kaçmakta olan Meng Hao’ya baktı ve ardından daha da öfkelendi. Dişlerini gıcırdattı, aniden depolama çantasından bir eldiven çıkartarak onu eline geçirdi. Ardından yumruğunu vahşice diğer kadına doğru savurdu.   İleri doğru fırlarken sürekli yumruğunu savurdu. Hava kırmızı bir parıltıyla doldu ve soğuk kadının yüzü düştü. Soğuk kadın geriye doğru fırlarken elini üzerine gelen yedi yada sekiz yumruk darbesine karşı koymak için salladı ve en sonunda ortadan kayboldu. Tekrar ortaya çıktığında biraz uzakta ağzından kanlar sızıyordu.   “Fang Yu deli misin sen? Birbirimizi çok fazla sevmiyor olabiliriz ve Chang’an’dayken senin yeşim kolyeni çalmış da olabilirim. Ama bu senin beni gördüğün anda delirmeni gerektirmez!”   “KAYBOL!” diye kükredi Fang Yu, öfkeyle kudurarak Meng Hao’nun peşinden fırladı. Görünüşe göre Ji Xiaoxiao umurunda değildi.   Ji Xiaoxiao o anda hayretler içinde kalarak Meng Hao’nun kaçtığı yöne doğru bakışlarını dikti. Aniden yüzünde bir gülümseme belirdi. Bu gülümsemeyle birlikte onun buz gibi tatlılığı müthiş bir güzellikle çiçek gibi açtı.   “Fang Yu daima gururlu ve kibirliydi. Sinirli bir insan olduğunu biliyorum ama bir adam için bu kadar deliye döndüğünü şimdiye kadar hiç görmemiştim. Acaba aralarında nasıl bir ilişki var….”   “Hmph. Küçüklüğümüzden beri bu böyleydi. İkimiz bu güne kadar ne gördüysek onun için kavga ettik. Pekala bu sefer de aynısı olacak!” Ji Xiaoxiao’nun hilal gibi gözleri parıltılı bir güzellikle ışıldadı. İnce vücudu titreşerek hemen diğerlerinin peşine düştü.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44223 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr