Bölüm 562

avatar
6375 17

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 562


Bölüm 562: Bana Abla De!


Meng Hao hızla kaçmaya devam ederken kötü şansı yüzünden kalbinden iç geçiriyordu. Soğuk kadının onu hiç umursamaması aslında biraz fazlaydı. Fakat Meng Hao böyle şeylere alışmıştı. Normal şartlar altında böyle bir durumla baş edebilirdi; bu o kadar kötü değildi.   Ne de olsa bu Meng Hao’nun içinde yaşayacağı bir durumdu. Bu nedenle affedilebilirdi.   Meng Hao bilgin kişiliğiyle bağışlayıcı e toleranslı olabilirdi.   Fakat, Fang Yu’ya rastlayacağını nasıl düşünebilirdi? Onun şiddet yanlısı tutumunu düşününce derin bir nefes aldı ve daha da hızlandı.   Arkasında yaklaşmakta olan bir uğultu sesi duydu. Kudretli bir hortum yaklaşıyordu ve onun tam ortasında Fang Yu vardı.   Esasen Fang Yu’nun güzel bir sesi vardı. Fakat Meng Hao için bu ses şuan sanki habis bir öcüden geliyormuş gibiydi. “Meng Hao, hemen dur! Gerçekten bana karşı mı geliyorsun!? Seni ölümüne pataklayacağım, duydun mu beni!”   Güüm!   Yan taraftaki zemin aniden Fang Yu’nun yumruk darbesiyle patlayarak parçalandı. Patlama bir saldırıya kendi kendine bir saldırıya dönüşerek Meng Hao’ya doğru fırladı. Meng Hao hiç tereddüt etmeden İkinci Animaya girerek hızını çarpıcı bir şekilde artırdı.   Ardından iç geçirdi. “Beni takip etmeyi bırak. Aramızda herhangi bir husumet yok. Niye böyle davranıyorsun? Üstelik beni yenebileceğinin de garantisi yok.”   “Ne dedin sen!?!?” diye kükredi Fang Yu. Aniden depolama çantasına vurarak bir tıbbi hap şişesi çıkarttı. Bir tanesini ağzına attı ve vücudu alevlere boğuldu. Aynı sırada hızı da çarpıcı biçimde arttı. Tekrar yumruğunu indirdi. Kadın öfkeli olsa da bu saldırı ölümcül değildi. Doğruca havada ilerleyerek Meng Hao’yu durdurmayı amaçladı.   Fakat tam yumruğun gücü indiği anda Meng Hao Üçüncü Animaya girdi. Hızı patladı, yeşil bir dumana dönüşerek uzaklara doğru fırladı. Fang Yu’nun yumruk saldırısı boşa gitmişti. Fang Yu bir an baktı, ardından aniden güldü.   “Seni küçük serseri. Görüşmeyeli uzun yıllar oldu, yeteneklerini gerçekten de geliştirmişsin.”   Bir yandan konuşurken bir yandan da takibe devam etti. İnanılmaz bir hızla ilerliyorlardı. Fang Yu her yaklaştığında Meng Hao daha büyük bir hızla patlıyordu. Fang Yu’nun ona yaklaşması bu durumda imkansız oluyordu.   Fakat bu aynı zamanda Fang Yu’nun sinirlerinin yatışmasına da zaman tanımıştı. En sonunda yüzünde mutlu bir gülümseme belirdi.Ara sıra yumruk sallıyordu ve Meng Hao’nun daha da hızlandığını görünce en sonunda kahkahalar atmaya başlamıştı.   Fang Yu mutlu bir şekilde gülerken Meng Hao da acı acı gülümsedi.   “Neden böyle bir manyağa bulaştım?” diye düşündü. “Yüz yıl geçti ve o neredeyse… Ruh Bölme aşamasına gelmiş!” Meng Hao’ya göre bu hiç adil görünmüyordu. Kapalı meditasyonda zorlu bir yüz yıl geçirmiş, Mor Denizde göç yaşamış, yedi Tane Gelişen Ruh şekillendirmiş, çok sayıda Göksel Felaket tecrübe etmiş ve yavaşça Kusursuzluğu elde etmişti.   Fakat tüm bunlara rağmen hala yarım adım Ruh Bölmedeydi. Ama Fang Yu da onunla aynıydı.   “Büyük Klanların Seçilmişleri böyle,” diye iç geçirdi. Ardından onu yıllar önce gördüğünde güç seviyesinin inanılmaz olduğunu ve işlerin şuan biraz daha dengelenmiş olduğunu fark etti.   İkili arkalı önlü kovalamacaya devam ederken ikinci zirveye yaklaşmaya başlamışlardı. Aniden havada yeşil bir ışık ışını ortaya çıkarak Fang Yu’ya doğru fırladı.   Onun hızı Fang Yu’nun yüzünün titreşmesine neden oldu. Hemen döndü ve sağ eliyle yumruğunu savurdu.   Bir gümbürtü duyuldu ve ardından Fang Yu bir kaç adım geriledi. Yeşil ışık ışını geriye doğru savrulurken bu esnada bir kırbaca dönüştü. Eş zamanlı olarak havadan bir adam beliriverdi. Adam uzun ve inceydi, uzun saçları ve yakışıklı bir yüzü vardı. Alnında pırıldayan uzun bir iz görülüyordu. Bu iz tıpkı bir yıldırıma benziyordu.   Adamın üzerinde yeşil bir cübbe vardı ve omuzuna bir karga tünemişti. Karganın görünüşü oldukça garipti; üç gözü vardı ve her bir gözü soğukça Fang Yu’ya dikilmişti.   Kargaya ek olarak adamın yanında duran beyaz renkli bir kurt delici bir aura yayarak etrafında soğukça bakıyordu.   Adam ortaya çıktığı anda aniden Fang Yu’nun etrafında sekiz ışık sütunu yükseldi. Yukarı doğru inanılmaz bir hızla fırlayarak tüm gökyüzünün renkli ışıklarla dolmasına neden oldular.   “Sekiz Nokta Aydınlatması!” dedi yeşil cübbeli adam soğuk bir sesle. Sekiz ışık sütunu aniden bir mühre dönüşerek Fang Yu’yu olduğu yere sıkıca kilitledi.   “Ji Mingfeng!” Fang Yu konuşurken yüzü düştü ve arkasından soğuk bir gülme sesi duyuldu. Bu gülen kişi anka gözleri öldürme arzusuyla titreşen ve ona yavaş yavaş yaklaşmakta olan Ji Xiaoxiao idi.   “Fang Klanı ataların sana İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzleminde etrafta deli gibi koşuşturmaman gerektiğini söylemedi mi?” dedi Ji Xiaoxiao. “Fang Yu, gerçekten de Ji Klanı Tao Çocuklarının kehanet sanatında uzman olduğunu unuttun mu?”   “Birbirimize rastlamamız tesadüftü. Eğer hemen ayrılmış olsaydın bir şey yapamayacaktım. Fakat bana Mingfeng’i bilgilendirme şansı verdin. Onun kehanet yeteneğiyle senin pozisyonunu saptamak zor olmadı!”   Meng Hao çoktan durmuş ve uzaklardaki olayı soğukça gözlemliyordu. Fang Yu’nun pusuya düşüp mühürlendiğini görünce kaşlarını çattı.   “Gerçekten de bana zarar vermeye cesaretin var mı?” diye cevapladı Fan Yu soğuk bir sesle. Gözlerinde herhangi bir öfke yoktu; daha doğrusu ondan yayılan korkunç aura giderek şiddetleniyordu.   “Zarar vermek mi? Neden?” dedi Ji Xiaoxiao hafifçe gülümseyerek. “Fang Klanı Güney Gök topraklarında yalnız olabilir ama Doğu Zaferi gezegeninde çok ünlü ve bir numaralı Klan. Sana zarar vermemize gerek yok, sadece seni üç gün burada kilitli tutacağız. Ardından antik zamanlara geri dönüş yolun kesilecek. Senin bir konak vücut bulmanı engellemek gayet yeterli olacak.”   Yan tarafta Ji Mingfeng de gülümsüyordu. Hiçbir şey söylemedi ama Meng Hao uzaklardan bile onun Ji Xiaoxiao’dan bile daha tehlikeli olduğunu görebiliyordu.   Aslında Meng Hao Ji Mingfeng’e baktığında sanki sırtına bir iğne saplanmış gibi hissetti.   Ji Xiaoxiao bir an Fang Yu’ya baktı ve ardından Meng Hao’ya döndü. Yüzünde geniş bir gülümseme yayıldı ve konuşmaya başladı, “Teşekkürler, Yoldaş Taoist. Görünüşe göre bugün karşılaşmamız kaderimizde varmış. Ne yazık ki seni bugün eğlendirmek için zamanım yok ama Karma dilerse günün birinde tekrar karşılaşabiliriz.”   Ji Mingfeng Meng Hao’ya doğru baktı, gülümsedi ve başını aşağı yukarı salladı. Fakat Meng Hao’nun gözlerindeki alaycılığı görebiliyordu.   Fang Yu’nun da gözleri Meng Hao’nun üzerindeydi.   Meng Hao orada bir an sessizce durduktan sonra ayrılmak için ardını döndü. Burada olan olaylara karışmak istemiyordu. Fang Yu’nun mühürlenmesi onun hayatını riske atmayacaktı. Onunla herhangi bir bağı olmadığını düşününce Meng Hao’nun bir hamle yapmasını gerektirecek bir durum yoktu.   Üstelik, iki Ji Klanı üyesini aynı anda alabileceğine dair kendine güvenmiyordu. Özellikle Ji Mingfeng ona tıpkı Patrik Huyan gibi bir tehlike hissiyatı veriyordu.   Meng Hao döndüğünde Ji Xiaoxiao’nun yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Şuan ki gülümsemesi önceki soğuk halinden tamamen farklıydı. Fang Yu’nun gözlerindeki karmaşık duyguları, umutsuzluk ve acıyı görünce mutluluğu daha da katlandı. Gitmekte olan Meng Hao’ya baktı ve gözlerinde bir hayranlık görüldü.   Bir anda ilerde Meng Hao’yu kullanarak Fang Yu’yu kızdırmaya devam etme fikri zihninde belirivermişti.   Meng Hao üç adım attı, ardından aniden dönerek Fang Yu’ya baktı.   Onun gözlerindeki umutsuzluk, acı ve diğer karmaşık duyguları net bir şekilde görebiliyordu. Bu acı romantizmle alakalı değildi; sanki birisi aile üyesi tarafından yüz üstü bırakılmış gibi hissettiğinde yaşadığı acıya benziyordu. Bu bakış aniden Meng Hao’nun zihninin titremesine neden oldu.   Hiçbir şey söylemedi ama gözleri aniden ışıl ışıl parlamaya başladı. Bir sebeple onun gözlerinde gördüğü bu acıyı görmezden gelemiyordu. Neden olduğunu bilmiyordu ama o anda bir karar verdi. Aniden içindeki öldürme arzusu yükseldi.   O anda Ji Xiaoxiao kaşlarını çattı. Ji Mingfeng’in dudakları ise soğuk bir gülümsemeyle kıvrıldı.   O sırada Meng Hao aniden Yedinci Animaya girdi.   GÜÜM!!   Vücudu aniden kabardı. Saçları uzadı ve aurası fırladı. İki kat, sekiz kat, on altı kat… savaş hüneri tam altmış dört katına kadar yükseldi. Kısacık bir anda patlayıcı güç çığlıklarla bir hortumun ortaya çıkmasına ve tüm alanı toz bulutlarıyla doldurmasına neden oldu.   Meng Hao şuan bir kaç kafa boyu daha uzundu. Uzun boyu ve duruşuyla tıpkı bir İblis Ölümsüzünü anımsatıyordu.   Ji Xiaoxiao’nun yüzü düştü ve Ji Mingfeng’in göz bebekleri büzüldü.   Fang Yu’nun gözleri ise ışıl ışıl parlamaya başlamıştı.   Meng Hao’dan bir gürleme sesi patladı ve bununla birlikte bütün hızıyla ileri doğru fırladı.   Meng Hao göz açıp kapayıncaya kadar onların yanına varmıştı. Ji Xiaoxiao elini kaldırdı ve ileri doğru işaret ederek önünde devasa bir kabarcığın ortaya çıkmasına neden oldu. O anda Meng Hao’nun yüzüne doğru parçalandı.   GÜM!   Kabarcığın patlaması Meng Hao’nun titremesine neden oldu, ama bu onda en ufak duraksama yaratmadı. O ileri doğru bastırırken Ji Mingfeng kayıtsızca ileri işaret ederek beyaz kurdun kafasını kaldırarak kükremesine neden oldu. Kurt Meng Hao’ya doğru atılırken mastif hemen kırmızı bir ışık ışınına dönüşerek Meng Hao’nun yanında belirdi. Hemen beyaz kurda doğru atılınca beyaz kurt bir anda titremeye başladı. Kurt daha hiçbir tepki veremeden önce çiğneme sesleriyle birlikte mastif onu yemeye başladı.   Her şey çok hızlı gelişmiş, Ji Mingfeng sadece hayretle bakakalmıştı. Daha sonra ise gözlerinde şiddetli bir öldürme arzusu belirmişti.   Ji Xiaoxiao afallamıştı; mastifin Ruh Bölme aurası onun yüzünün anında düşmesine neden olmuştu.   Aynı esnada Meng Hao Fang Yu’yu tutmak için mühre ulaşmıştı. Ona bir bakış attı ve oda Meng Hao’ya baktı ve sanki iletişim kuruyorlarmış gibi göründü. Fang Yu yumruğunu sıktı ve ardından aurası patlarken yumruğunu doğruca mühre doğru savurdu.   Meng Hao’nun yumruğu da aynı anda ileri yöneldi. İki yumruk aynı anda, aynı ışık sütununun aynı noktasına vurmuştu!   Sütun aniden sarsılmaya başladı. Çatırdama sesleri yankılandı ve göz açıp kapayıncaya kadar sütun patladı.   İlk sütunun patlamasının ardından diğer yedi sütun da otomatik olarak kendilerini güçlendirmeye başladılar. Fang Yu öfkeyle dolu bir halde aniden dışarı fırladı.   Doğruca Ji Xiaoxiao’ya doğru fırlayarak rakibi daha bir tepki gösteremeden önce yumruğunu savurdu. Ji Minfeng Meng Hao’ya anlamlı bir bakış attı, ardından gülümsedi ve dönüp Ji Xiaoxiao’yu da yanına alarak uzaklara doğru fırladı.   Fang Yu tam takip etmeye yeltenecekken Meng Hao onun önüne geçti.   Fang Yu dönerek ona baktı ve azarlar gibi bir ses tonuyla konuştu, “Ne diye önüme geçiyorsun!? Büyüklerine hiç mi saygın yok! Ve tam gücünü erkenden göstermenin ileride sana dezavantaj yaratacağını bilmiyor musun!?”   Meng Hao başını sağa sola salladı ve eğri bir gülümseme gösterdi. “Pekala, Yoldaş Taoist Fang. Eğer onların peşinden gitmek istiyorsan seni durdurmayacağım!”   “Benimle bu ses tonuyla konuşma!” dedi gözlerini dikerek. “Ve bu nasıl bir hitap tarzı böyle!? bana abla de!”   Meng Hao eğri bir gülümseme daha gösterdi. Aniden, onu kurtarmanın bir hata olduğu hissiyatına kapıldı.   “Bana abla demeyecek misin?” dedi Fang Yu. Ellerini kenetledi ve ellerinden çatırdama sesleri geldi. Yüzünü tehlikeli bir parıltı kapladı, sanki aniden patlayıcı ejderhaya dönecekmiş gibi göründü.   “Abla!!” dedi Meng Hao iç geçirerek. Aynı anda bir kaç adım geriledi. “Mutlu musun…?”   “Daha iyiyim. Yaralanmadın değil mi?” Bu sözlerle birlikte sesi hala öfkeli olsa bile gözleri yavaş yavaş nezaketle dolmaya başladı. Meng Hao onun neden öfkeli olduğunu anlayamıyordu. “Pekala,” diye devam etti Fang Yu, “şimdiye kadar olanları unutalım. Sen nasıl buraya geldin? Seçeceğin konak vücuda karar verdin mi?






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44306 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr