Bölüm 566

avatar
5934 17

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 566


Bölüm 566:xxxx


Meng Hao Gelişim dünyasında artık bir çaylak değildi. Şuan Tarikat ve Klanların Seçilmiş ve Tao Çocuklarına dair daha fazla anlayışa sahipti. Anlayışı her bir detay anlamında mutlak doğru olmasa da bir Tao Çocuğunun ve bir Seçilmişin ne olduğunu genel anlamda biliyordu.   Aslında ‘Tao Çocuğu’ ve ‘Seçilmiş’ sadece bir sıfattan ibaretti, statü ve tanınmayı işaret ediyordu. Böyle tanınmalar o kişinin Tarikat içindeki kuvvetlerini sürdürme becerilerinin kanıtıydı. Bu ayrıca Tarikatın kendisinin geleceğe dair iyi umutlarının da dış dünyaya karşı kanıtı gibiydi.   Eğer bir Tarikatta bir çok Seçilmiş varsa, o Tarikatın gelecekte inanılmaz bir büyüme yaşayacağını tahmin etme olanağı verecekti.   Tao Çocukları ise bir Tarikat veya Klan içinde herhangi bir Gelişim aşamasında verilen en görkemli ünvandı. Onlar Tarikatı yada Klanı dış dünyadaki çoğu olayda temsil edecekti.   Her Klan ve Tarikatta üç tane Tao çocuğu olacaktı; bir tane Temel Kurulum Tao çocuğu, bir Nüve Formasyonu Tao Çocuğu ve bir Gelişen Ruh Tao çocuğu.   Her aşamada sadece bir tane Tao çocuğu olacak ve onların özel statüleri sayesinde Tarikatlar ve Klanlar genelde bu bireyler dışarı çıktıklarında yanlarına güçlü Tao Koruyucuları gönderecekti.   Dış dünyada Tao Çocukları son derece etkileyici ve hatta ünlüydü. Onlar diğer bütün Gelişimcilerin sonsuz bir kıskançlık duyacağı bir statüye sahiplerdi.   Fakat, bir Tao Çocuğu yeni bir aşamaya geçtiğinde, o aşamada iki tane Tao Çocuğu olacak ve sonuçta çetin bir rekabet yaşanacaktı. Genelde o aşamanın halihazırdaki Tao Çocuğu pozisyonundan feragat etmediği sürece yeni gelenin Tao çocuğu statüsünü sürdürmesi zor olacaktı. Bu gerçeklik yüzünden Tao Çocukları dış dünyadayken oldukça gururlu ve kibirlilerdi. Fakat Tarikat ve Klanların içinde sanki ince bir buzun üstünde yürüyormuş gibi yollarına dikkatlice devam etmeleri gerekiyordu.   Eğer bir Tao Çocuğu statüsünü elinde tutmaya devam ederse diğer Gelişimcilere göre sürekli Gelişim kaynağı avantajını kullanmaya zorlanacaklardı. Hatta Gelişim merkezlerini yükseltmek ve daha güçlü olmak için Tarikattaki diğer güçlü uzmanlardan nüfuz ve güç anlamında yardım almak zorunda bile kalıyorlardı. Ancak bu yolla diğer aynı nesil öğrencilerin üzerindeki pozisyonlarını ellerinde tutabilirler ve belki de eskileri geçebilirlerdi.   Seçilmişlerde ise rekabet daha da acımasızdı. Onların dış dünyadaki şöhretleri Tao Çocuklarının hemen arkasındaydı ve Klan yada Tarikatlarından daha fazla kaynak alıyorlardı. Aynı zamanda sıralamada arkaya düşme yada Gelişim anlamında ilerleyememe yoluyla ünvanlarını kaybetme ihtimaliyle baş etmeleri gerekiyordu. Ayrıca aynı aşamadaki diğer uzmanlarla kaynaklar için rekabet etmeleri gerekiyordu.   Tüm bu nedenlerden dolayı bir Seçilmiş de kendini ince bir buzun üstünde yürüyormuş gibi hissediyor ve daha da güçlenmek için sıkı çalışmaktan başka şansı kalmıyordu.   Doğal olarak Tarikatlarda ve Klanlarda farklı farklı kurallar vardı. Fakat genel olarak her şey bir çeşit rekabete dayanıyordu. Tabii ki öldürmek sert bir şekilde yasaklanmıştı.   Wang Lihai tabii ki Güney Diyarının üç büyük Klanından biri olan Wang Klanının Tao Çocuğuydu. O sabırlı bir kişiliğe sahipti ve gelişimini gururla gösterme pratikleri yapmıyordu. Onun ölüm haberi tün Güney Diyarında yayıldığı zaman o Wang Klanının Temel Kurulum Tao Çocuğu pozisyonundaydı. Nüve Formasyonuna ulaşmasının ardından aslında statüsünü kaybetmişti. Fakat, sabırla yıllarca bekledikten sonra aniden geri dönüş yapmış ve Wang Klanının Gelişen Ruh Tao Çocuğunu tek bir darbeyle yenmişti. Tao çocuğu pozisyonun elde ettiğinde bu olay Güney Diyarında büyük yankı uyandırmıştı.   Şuan Meng Hao elinde bir yeşim kayış tutuyordu. Olaya müdahale etmeye karar verdiği anda bu yeşim kayışı çıkartarak olan biten her şeyi kaydediyordu. Wang Lihai’ye doğru baktı ve antik Tao Gayzerinin dışındaki olaylarda bu Wang Klanı Tao Çocuğuna meydan okuduğu zamanı düşündü. O aslında o zamanki haline benziyordu, yalnızca vücudundaki zaman hissiyatı çok daha güçlüydü.   Meng Hao ona bakınca Wang Lihai’nin zihni titredi ve korkuyla gerildi. Eğer demirden bir iradeye sahip olmasaydı şimdiye kadar çoktan kontrolünü kaybetmiş olacaktı.   Gözlerini Meng Hao’ya dikince göz bebekleri büzüldü. Kalbi hiç sakin değildi. Şuan Meng Hao’yu tanımıştı ve yıllar önceki o savaşı da düşünmüştü. Yenildiği o savaşı.   Wang Lihai hayatında üç kez yenilmişti o da bunlardan biriydi. Bu aynı zamanda onun yıllar boyunca gelişim pratiğinde bu kadar inatçı olmasının sebebiydi. Daha önce kendisini aynı aşamada olan herkesi yenebilecek kadar güçlü görüyordu. Kendini zirvedeki kişi sanıyordu, Güney Diyarındaki diğer Tao Çocuklarının üstündeki bir numaralı kişiydi.   Ama şimdi Meng Hao’yu gören ve onun Gelişim merkezini hisseden Wang Lihai’nin zihni dönmeye başladı.   Gururu yerle bir oldu. Sanki özgüveni parçalanıyormuş gibi hissetti. Derin bir nefes aldı, ardından ellerini kenetledi ve Meng Hao’ya baş selamı verdi.   “Uzun yıllar oldu, Kıdemli Kardeş Meng. Her zamanki gibi yüce görünüyorsun.”   Diğer taraftaki Han Bei sakinliğini biraz kazanmış olsa da hala ağır ağır nefesleniyordu. Meng Hao ile karşılaştığı zamana dair anıları zihninde süzüldü. İlk karşılaşmaları, Song Klanındaki buluşmalarında yüzleri neredeyse birbirine değecekti. Başka şeyler de vardı, tüm bunlar onun tamamen sakin kalmasını imkansız kılıyordu.   Meng Hao olduğu yerde dururken uzun, yeşil cübbesi adeta su gibi hareleniyordu. Wang Lihai’ye bakarken ifadesi kayıtsızdı ve ardından başını aşağı yukarı salladı.   “Sizinle eski dost olduğumuz için, gitmenize izin vereceğim.” dedi sakince.   Han Bei derin derin nefeslendi. Ellerini kenetledi, başını eğdi ve ardından Meng Hao’ya derin bir bakış attı. Yüz ifadesi kurnalıkla doluydu ve gözleri güzellikle titreşti.   “Kıdemli Kardeş Meng, daha yeni karşılaştık, bizi hemen gönderiyor musun?” Elini ağzını üstüne kapatarak hafifçe kıkırdadı. “Gerçekten de benimle eski günlerden konuşmak istemiyor musun? Pekala o zaman. Gidiyorum.” Zhao Fang ve Wang Lihai’yi tamamen görmezden gelerek arkasını döndü ve havada adeta güzel bir kırlangıç gibi uçtu.   “Kıdemli Kardeş Meng, Yoldaş Taoist Zhao’nun bu cesedin konumunu bulduğuyla ilgili haber çoktan yayılmış durumda. Eğer biz gitsek bile başkalarının gelmeyeceğini söylemek güç olur.” Han Bei’nin sesindeki yumuşaklık onun biraz önceki şaşkınlıktan tamamen kurtulduğunu gösteriyordu. Uzaklara doğru uçmaya başladığı anda bir düşüncesini daha dile getirdi.   “Bir şey daha var, Kıdemli Kardeş Meng,” dedi, sesi garip bir tonla doluydu. “Sana vermek istediğim son bir hediye var. Buraya Güney Diyarından başka kimin geldiğinden çok emin değilim. Fakat, benimle birlikte gelen bir kişi daha var. O… Xu Qing.” Hafifçe gülerek uzaklardan kayboldu.   Meng Hao şaşırmış gibi göründü ama hiçbir şey söylemedi. Bakışlarını tekrar Wang Lihai’ye çevirdi.   Wang Lihai de ona doğru baktı ve gözleri buluşunca Wang Lihai’nin gözleri aniden savaşma isteğiyle titreşti.   Bir adım öne geldi ve aurası patladı. Meng Hao’ya baktı, ellerini kenetledi ve başını eğdi. “Kıdemli Kardeş Meng, sözlerini göz önüne alınca doğal olarak bu konumla ilgili bütün haklarımdan vazgeçeceğim. Fakat son karşılaşmamızdan beri çok birden fazla altmış yıllık döngü geçti. Burada tekrar karşılaşma şansımız olduğuna göre belki Kıdemli Kardeş Meng bana bazı tavsiyeler verebilir!” Bununla birlikte aurası daha da şiddetli bir şekilde yükseldi.

Meng Hao kaşlarını çattı. Zaman kısıtlıydı ve buna ayıracak vakti yoktu. Wang Lihai kendini ifade ettiği sırada Meng Hao uzun elbise kolunu fiskeledi ve bir adım öne geldi. Büyük döngü Gelişen Ruh aşamasının inanılmaz baskısı aniden Wang Lihai’nin üzerine çöktü.   Güüm!   Wang Lihai soluk bir suratla yedi sekiz adım geriledi. Meng Hao’ya son bir derin bakış attıktan sonra döndü ve oradan ayrıldı.   Meng Hao onun gidişini izledi. Bu Wang Klanı Tao Çocuğu onun üzerinde oldukça etki bırakmıştı.   “Birinci Anima bana geç Gelişen Ruh aşamasındaki birinden tam bir evre yüksekte olma olanağı veriyor,” diye düşündü. “Onun yüzü soldu, olan buydu. Kan yoktu. Görünüşe göre Wang Lihai’nin savaş hüneri gerçekte büyük döngüdeki birine denk durumda.” En sonunda dönerek Zhao Fang’a baktı.   Zhao Fang hemen gerilmeye başlamıştı. Meng Hao’nun ne kadar korkunç biri olduğunu biliyordu; ne de olsa o kendi başına Patrik Huyan’a karşı koyabiliyordu. Acaba kurdu kovan kaplan şimdi insanı mı yiyecekti?   Bir kaç adım gerileyen Zhao Fang kelimelerini dikkatle seçerek konuşmaya başladı. “Büyük Meng, beni kurtarma nezaketi gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Bu genç nesil bu olayı kesinlikle Patriğe rapor edecek. O sizi gerektiği şekilde ödüllendirecektir, büyüğüm.” Tabii ki Meng Hao’ya Kıdemli Kardeş diye hitap edemiyordu ve bu yüzden ona daha saygılı bir şekilde sesleniyordu.   Meng Hao onun sözlerinin ardındaki anlamı kavramıştı. Fakat Fang Yu’nun temin ettiği İç Tarikat öğrencisi cesedini terk ettiği düşünülünce Meng Hao buradaki cesetle kesinlikle ilgilenmeyecekti. “Bulutlu Gökyüzü Patriğine seni elimden geldiğince koruyacağıma dair söz verdim. Görünüşe göre görevimi yerine getirdim. Burası güvenli değil. Eğer burada kalırsan kendi hayatını savunmak için hazırlık yapmalısın.”   Zhao Fang bir an tereddüt etti ve ardından kendini sertleştirdi. “İlginiz için çok teşekkürler, büyüğüm. Sınırlarımı biliyorum ve Patrik de bazı özel hazırlıklar yapmak konusunda bana yardım etti….”   Meng Hao ona bir an baktı ve bu Zhao Fang’ın daha da gerilmesine neden oldu.   Meng Hao en sonunda başını aşağı yukarı salladı. “Ben burada kalamam. Eğer kararın buysa o zaman kendine çok dikkat et.” Bununla birlikte yeşim kayışı bir kenara koydu. Yeşim kayışın içinde şuan olan bitenlerin kaydı vardı, Meng Hao bunu daha sonra kanıt olarak Bulutlu Gökyüzü Patriğine teslim edecekti.   Zhao Fang’ı artık bırakan Meng Hao arkasını döndü ve yoluna devam etti.   Meng Hao’nun gerçekten de ayrıldığını gören Zhao Fang rahat bir nefes aldı. Etrafına temkinli bir şekilde baktı ve biraz tereddütteydi. En sonunda dişlerini sıktı ve ayrılmamaya karar verdi. Orijinal planına ve yöntemlerine sadık kalarak kendisini cesedin yakınında gizleyecek ve gergin bir şekilde zamanın geçmesini bekleyecekti.   Meng Hao dördüncü zirveye doğru hiç duraksamadan devam etti. Han Bei’nin sözleri zihninde yankılanmaya devam ediyordu. Aniden gözlerinde sıcak bir ışık belirdi.   “Xu Qing gerçekten de burada mı…?” Meng Hao etrafındaki Şeytan Ölümsüzü Tarikatına düşünceli bir şekilde bakındı ve ardından hızını artırdı.   Saatler sonra üç gün neredeyse dolmak üzereydi. Şuan Birinci Düzlemin kapanmasına sadece dört saat kalmıştı. Bu noktada Meng Hao dördüncü dağın eteklerine ulaşmıştı.   Kafasını kaldırarak önünde yükselen dağa baktı. Tepesi görünmeyecek kadar büyük ve devasaydı. Meng Hao onun yanında ufak bir böcek gibi tamamen önemsiz görünüyordu. Fakat gözlerinde canlı bir ışık parladı. Derin bir nefes aldı ve dağa tırmanmaya başladı.   İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzleminin Birinci Düzleminin çoğu yeri kısıtlayıcı büyülerle doluydu. Onlardan birine sadece dokunmak bile ölümcül bir tehlike yaratacaktı. Meng Hao dağa tırmanırken onu rotasını değiştirmeye zorlayan bir çok bölgeyle karşılaştı. İki saatten fazla sürenin ardından en sonunda dağın zirvesini nihayet görebiliyordu.   “Hala bir saatim var….” dedi. Şuan dağın kenarındaki bir çıkıntının üstünde durmuş zirveye bakıyordu. Aniden bir nebze tereddüt hissetti. Zaman neredeyse dolmak üzereydi ve şuan doğru seçimi yapıp yapmadığı konusunda emin değildi.   Eğer bu yanlış seçimse her şey boşa gidecekti. Xu Long’dan ayrılmadan önce cesedi de fiziksel olarak beraberinde getirmeyi denemişti. Fakat anında cesedin olduğu yere kilitlenmiş olduğunu keşfetmişti. Ne yaparsa yapsın onu hareket ettirememişti.   “Her şey tamamen benim. Yalvarsalar bile başkalarından bir şeyleri kabul etmeyeceğim. En nihayetinde herhangi bir pişmanlığım olmayacak.” Meng Hao kayıtsız bir gülme sesi koparttı ve ardından kar zarar endişesini bir kenara bıraktı. Son saatini dağın tepesine doğru ilerlemeye devam ederek kullandı. Hareket ederken etrafındaki harabelere bakıyor, Şeytan Ölümsüzü Tarikatının eski görkemini daha iyi kavrıyordu.   Meng Hao kar zarar konusunda endişelenmediği için artık gergin hissetmiyordu ve zamanını istediği gibi kullanmıştı. Dördüncü zirvenin tepesine ulaştığında geriye sadece üç nefeslik süre kalmıştı!   Bölüm İsmi: O Xu Qing!

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44332 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr