Bölüm 569

avatar
5823 15

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 569


Bölüm 569: Ke Yunhai

Dördüncü Zirveye Meng Hao’yu yaptığı şey konusunda ikna etmek için akın eden öğrencilerin sayısı giderek artıyordu.   Meng Hao’nun yüzü soluktu ve aniden derin bir bunalıma girdi. İşlerin böyle olacağını nasıl hayal edebilirdi?   “Hatalı olduğumu söylemeye beni ikna edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Bunu unutun!” Ama sonra Meng Hao’nun gözleri kararlılıkla parladı. Hemen derin bir nefes aldı ve ardından hızlıca devam etti, “Jiusi hatalıydı! Bu sefer Jiusi gerçekten hatalıydı!”   Bu sözler aniden ortamın sessizleşmesine neden oldu. Herkesin gözleri inanamaz ifadelerle ona bakarken şaşkınlıkla açılmıştı.Herkes onu ikna etmeye çalışsa da Küçük Patriğin mizacını biliyordu. Hatalı olduğunu kabul etmektense ölmeyi yeğleyecek biriydi.   Fakat onları yanıltmıştı.   Şaşkınlığa uğrayan sadece onlar değildi. Aniden şiddetli bir rüzgar eserek havada devasa hayali bir el şekillendi. Bu el aşağı doğru uzanarak şaşkın Meng Hao’yu kavradı ve onu Dördüncü Dağdaki bir Ölümsüz mağarasına doğru çekti.   Aynı zamanda öfke ve acıyla dolu antik bir ses tüm Şeytan Ölümsüzü Tarikatında yankılandı.   “Yaşlı Altıncı, oğlum hatasını kabul etti. Şuandan itibaren bu mesele hakkında nefesini tüketen olursa tepemin atmasından beni suçlu tutmasın!”   Ses şiddetli bir otoriter havayla doluydu ve dört bir yanda gürledi. Devasa rüzgar el Meng Hao’yu geniş bir Ölümsüzler mağarasına sürükledi, ardından onu sertçe yere attı. Fakat yere indiği anda güç dağıldığı için geriye doğru sendelese de canı yanmadı.   Meng Hao’nun gözleri döndü ve beyni uğuldadı. İçten içe gizliliğinin açığa çıkmış olmasından endişe etti. Fakat, burasının hayali bir dünya olduğunu hatırlayınca biraz rahatladı. Üstündeki tozları çırparak ayağa kalktı ve etrafa baktı.   Ölümsüzler mağarası o kadar basitti ki daha basit olamazdı. Büyüktü ama içeride sadece tek bir taş yatak barındırıyordu. Yatağın üzerinde meditasyon pozisyonunda oturmuş olan orta yaşlı bir adam vardı.   O kişi Şeytan Ölümsüzü Tarikatının Dördüncü Zirve Lorduydu. O ilk Göğün Paragonlarından biri, tüm Dokuzuncu Dağda genelinde ünlü bir isimdi. Ke Yunhai.   Onun yanında parlak bir şekilde titreşen yağ lambası tüm mağarayı aydınlatıyordu. Dikkatli bakarsan lambanın fitilinin şaşırtıcı şekilde yaklaşık bir parmak büyüklüğüne kadar büzülmüş bir anka olduğunu görebilirdin!   Yağ lambası bronzdan değil küçülmüş bir altın ejderhadan yapılmıştı. Bu gerçek bir altın ejderha gibi görünüyordu, ağzı açıktı ve bıyıkları sanki tüm ejderha bir yağ lambasına dönüşmüş gibi dalgalanıyordu!   Eğer ejderhadan lamba ve ankadan fitili olan bu nesne Meng Hao’nun çağında ortaya çıksaydı tüm Güney Gök topraklarında büyük bir karmaşa yaratırdı. Hatta yıldızlı gökyüzünde bile şaşkınlığa sebep olabilirdi.   Yatağın üzerinde oturan adamın yakışıklı bir çehresi vardı. Belli ki gençken daha da çekici biriydi. Şuan ifadesi gururluydu ve üzerinde uzun gri bir cübbe vardı. O anda çaresizce Meng Hao’ya doğru kaşlarını çatmıştı.   “Canın yandı mı?” diye sordu yumuşak bir tonla.   Meng Hao bir an tereddüt etti ve ardından oldukça temkinli bir şekilde başını aşağı yukarı salladı.   Meng Hao’nun cevabını gören Ke Yunhai abartılı bir kıkırdama sesi çıkarttı. “Korkunun ne olduğunu biliyor musun? Senin korktuğun hiç kimse yok mu? Bana böyle saçmalıklarla gelmeyi kes artık!”   “Pekala. Bir süre Altıncı Zirveye yaklaşma. Ve düşük bir profil sergile. Jiusi, artık etrafta saçmalamayı bırak! Artık çocuk değilsin. Kısa bir süre sonra sana bir eş bulmanın ve senin ustalaştığın Taoist büyümü sana teslim etmemin zamanı gelecek. Anladın mı!?!?” Adam konuştukça daha da sinirleniyor gibiydi. Fakat, oğluna baktığı zaman ister istemez iç geçirdi. Bakışı yumuşadı ve öfkesi dindi.   “Pekala,” dedi, sesi yumuşaktı. “Sana devrettiğim bazı Taoist büyüleri sergilemeni istiyorum. Hadi göster bana.”   Meng Hao yutkundu. Aslında o an oldukça gergindi, öyle ki kendini kontrol edemeyecek seviyedeydi. Hatırladığı kadarıyla şimdiye kadar hiç böyle gerilmemişti. Karşısındaki orta yaşlı adama bakınca ister istemez kendi babasını düşünüyordu.   Anılar bulanıktı ama hala oradalardı.   “Sorun ne?” diye sordu Ke Yunhai somurtarak.   “Ben… unuttum,” diye cevapladı Meng Hao kendini zorlayarak. Gerçekten de yapabileceği başka bir şey yoktu. Ke Jiusi’nin anılarında herhangi bir Taoist büyü yoktu.   Ke Yunhai ona uzun bir süre baktıktan sonra tekrar iç geçirdi. Gözleri hayal kırıklığıyla titreşti. Fakat, sanki ifadesinin Ke Jiusi’yi inciteceğinden korkuyormuş gibi yüzünün sıcak bir bakışla kaplanmasını sağladı.   “Jiusi, böyle olmaz….” konuşurken parmağını havaya doğru sallayarak bölgedeki ruhsal enerjinin bir araya toplanmasını sağladı. Ruhsal enerji onun önünde sayısız büyülü sembol şekillendirdikten sonra bir yeşim kayışa dönüşerek gelip Meng Hao’nun önünde durdu.   “Bu Ruh Iraksama Efsunu. Gidip ona dair aydınlanma kazanmaya çalış. Git.” Ke Yunhai ona bakarken Meng Hao’nun kalbi deli gibi çarpmaya başladı. Kimliği ve antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatında elde edebileceği iyi talih hakkında düşündü. Nasıl bu kadar çabuk bir şeyler elde edebileceğini hayal edebilirdi ki?   Yeşim kayışı aldı, ardından başını eğdi ve ellerini kenetledi. Ayrılmak için döndüğünde Ke Yunhai’nin yorgunluk ve tarif edilemez bir yaşlanmayla dolu olan sesi aniden tekrar duyuldu.   “Lord Li’nin Göksel hükmü yaşayan varlıklar için belli bir ömür sınırı emreder. Baban… sana tüm hayatın boyunca eşlik edemeyecek. Artık biraz daha duyarlı hareket etmen lazım….” Onun sözlerindeki sevgi çok netti. Belli ki oğlunun hayatta başarılı olmasını çok istiyordu.   Meng Hao duraksadı. Bir sebepten ötürü içten içe çok etkilenmişti. Arkasındaki Ke Yunhai’ye baktı ve aniden kısa bir süre içinde adamın saçlarının bir kısmının beyazladığını fark etti.   “Git.” dedi Ke Yunhai gülümseyerek. “Ben iyiyim. Arkadaşlarını bul ve biraz eğlen.” Elini ilgisizce salladı. Meng Hao’nun kalbi titredi ve oradan sessizce ayrıldı.   Ölümsüz mağarasından çıktığında Birinci Zirvenin tepesindeki tapınağa doğru gözlerini dikti. Bir anda antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatının Dördüncü Zirvesinde gördüğü adamın onun buraya gelmesine izin verdiğini anladığını hissetti.   “Pişman olduğu için miydi…?” diye mırıldandı. Bir an sonra gözlerinde Ke Yunhai yada Ke Jiusi ile alakası olmayan, yalnızca Güney Gök Gelişimcilerine ait olan sert bir ışık titreşti.   “Antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatı dünyası tamamen rekabete dayalı. Bu kimliği elde ettiğime göre bana tehdit oluşturabilecek herhangi bir şeye karşı elimden geleni yapmalıyım. Eğer yumuşak davranırsam filizlenme fırsatı bulurlar.”   “Tek kötü olan şey her bir zirvede on binlerce İç Tarikat öğrencisinin olması. Onları arayıp bulmak çok zor olacak. Fakat… Ji Klanı bir Oturum öğrencisine sahip, yani onunla ilgili bazı ip uçları bulabilirim.” Meng Hao Ji Mingfeng ile kısa sürelik çekişmesini anımsayınca gözleri titreşti. Ayrılmadan önce gülümsemişti. Fakat Meng hao belli ki onun planlarını mahvetmiş ve o gülümseme de bir nebze öldürme arzusu hissedilmişti.   “Beni öldürmek mi istiyorsun? O zaman rakibini bulan ilk kişi olmaya bak,” Meng Hao gülümsedi. Yoluna devam ederken bir çok insan onun iyi olup olmadığını sormak için gelmişti. En sonunda etrafı otuzdan fazla insanla çevrelenmişti.   Meng Hao bu insanların Gelişim merkezlerini göremiyordu. Fakat, hissedebildiği şey inanılmaz bir güçtü. Hatta bazıları güçlü öldürme arzusuna sahipti.   Bir çoğunun etrafında Şeytani Qi serbestçe dolanıyordu. Bazıları sıradan Gelişimciler gibi gözükürken bazıları Şeytani Gelişimcilerdi. Böylelerin vücutları pul yada kürk ile kaplıydı ve son derece vahşi görünüyorlardı.   “Gidip diğer zirveleri dolaşalım,” dedi aniden. “Beni kızdırıp kaçan bir Oturum öğrencisi vardı. Gidip onu bulalım!” Çevresindeki kalabalık sanki bu çok doğal bir şeymiş gibi gülümsediler. Belli ki bu tarz şeylere alışıklardı. Meng Hao ve Küçük Kardeşleri bir araya toplanıp Üçüncü Zirveye doğru havalanırken gümbürtü sesleri çınladı.   Giderken, Üçüncü Zirveden havalanan bir çok insan gördüler ve hepsi de kibirli ve baskın bir tavra sahipti. Belli ki Meng Hao’yu tanıyorlardı, hepsi de birbirlerine baktılar ve selamlarını sunarak gruba katıldılar. Meng Hao daha sonra Ke Yunhai’nin arkadaşlarını bulup biraz eğlenmesini söyleyen sözlerini hatırladı. Sanki bahsettiği bu arkadaşlar… Şeytan Ölümsüzü Tarikatının altın kaşıklı diğer insanlarıydı.   Alnında balık pulu olan genç bir adam harekete geçmek için hevesli gibi görünüyordu. “Jiusi, başkalarını da çağırabilir miyiz? Bir Oturum öğrencisinin seni kızdırdığını duydum. Hangi budala çöp seni kızdırmaya cüret edebilir?”   Meng Hao hemen başını aşağı yukarı salladı. “Herkesi çağırın! Ben biraz önce yıldırımlar tarafından çarpılırken en çok o gülüyordu!”   Üçüncü Zirveden gelen Gelişimciler anında gülümsediler ve ellerini salladılar. Hemen gökyüzünde ışık saçan devasa beyaz bir nilüfer belirdi.   Beyaz nilüfer ortaya çıktığı anda onu gören bütün Şeytan Ölümsüzü Tarikatı öğrencilerinin kalpleri titredi. Hemen hemen sanki katılmaları gereken önemli bir mesele varmış gibi başlarını eğdiler ve ardından evlerine doğru yöneldiler.   Biliyorlardı ki beyaz nilüferin görünmesi gümüş kaşık canavarlarının ortaya çıkacağı anlamına geliyordu….   Bununla birlikte Şeytan Ölümsüzü Tarikatının her bir dağ zirvesinden yedi yada sekiz tane ışık ışını havalandı. Tüm bu kadın ve erkekler lükse elbiseler giymiş kişilerdi. Onlar inanılmaz statülere sahip kişilerdi, her birinin görünüşü farklıydı. Bazılarının sırtlarında kanatlar vardı, bazıları devasa kuyruklara sahipti ve bazıları ise son derece güzel yada yakışıklı Şeytanlardı. Hepsinin de ataları Tarikat içinde güçlü uzmanlardı.   Beyaz nilüferi gördüklerinde yüzlerinde gülümsemeler açtı ve o yöne doğru yaklaştılar.   Dördüncü Zirvenin arkasında Ke Yunhai taş yatakta oturuyordu. Kafasını kaldırdı ve beyaz nilüferi görünce başını sağa sola salladı. İfadesi biraz daha bitkinleşti ve saçları biraz daha beyazlaştı.   Çok geçmeden yedi yada sekiz kişi Meng Hao’nun yanına geldi. Meng Hao buna şaşırsa da bu şaşkınlık uzun sürmedi. Kanatlarının altındaki insanlara bakınca gözleri parladı. Şuan biliyordu ki buraya gelen diğer bütün Güney Gök Gelişimcilerini yerle bir edebilecek güce sahipti.   “Burada Ke Jiusi’nin kimliğiyle,” diye düşündü, “Dağ ve Deniz Yazıtını almak bile… imkansız sayılmaz!” Aniden ağır ağır nefeslenmeye başladı ve gözleri pırıldadı.   “Fakat, Şeytan Ölümsüzü Tarikatında üç bin tane Taoist büyü var. İlk 100 tanesi hariç geriye kalanlar Tarikata katkı yaparak elde edilebilir. Bu katkılar… kolay kolay başarılabilen şeyler değil.” Tüm bu bilgiler Meng Hao’nun kafasındaki Ke Jiusi’nin anılarında bulunuyordu. Şeytan Ölümsüzü Tarikatına dair oldukça iyi bir anlayışa sahip olmuştu.   Taoist büyüleri zayıf şeyler değildi ve bu yüzden iş katkılarıyla elde edilebiliyordu. Ne yazık ki bir savaş olmadığı sürece bir Oturum öğrencisi bile yıllar boyunca biriktirdiği katkıyla iki yadan en fazla üç tane alabilirdi.   İç Tarikat öğrencileri ise ne kadar iş katkısı biriktirseler de asla temel tekniklerden başka bir şey elde edemeyeceklerdi.   “Eğer bu benim için zor ise, diğerleri için çok daha zor olacak,” diye düşündü. “Görünüşe göre Şeytan Ölümsüz Tarikatının İkinci Düzleminde teknik yada miras kazanmak tamamen iş katkısına bağlı.” Meng Hao grubuna Üçüncü Zirveye doğru önderlik ederken bu meseleyi düşünmeye devam etti.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44240 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr