Bölüm 570

avatar
5954 16

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 570


Bölüm 570: xxxx

Dördüncü ve Üçüncü Zirvelerin arasındaki engin bölgede havaya soğukluk pompalayan devasa bir çukur yer alıyordu.   Meng Hao havada uçarken orayı hemen fark etmişti. Daha da dikkat çeken şey çukurun kenarında görülen sayısız yeşil sarmaşıktı. Tıpkı hazine gibi parlıyorlardı, her biri bir insan genişliğindeydi ve inanılmaz bir güç ile patlıyorlardı.   “Acaba o çukurun içinde ne var…?” diye düşündü. meng Hao nedenini bilmiyordu ama çukurun derinliklerine bakınca sanki tüm dünya bulanıklaşıyor ve birbirinin üstüne biniyormuş gibi bir hissiyat yaşıyordu. Zihni hızlıca normale dönse de yine de tamamen şaşkınlık içinde kalmıştı.   Yavaş yavaş Şeytan Mühürleyici kimliği ve Şeytani Qi hassasiyeti sayesinde tüm Şeytan Ölümsüzü Tarikatının şok edici bir Şeytani Qi ile dolu olduğunu fark etmeye başlamıştı. Dahası, çukurun içindeki Şeytani Qi daha da hayret vericiydi.   “İlk Düzlemdeyken buradan geçtiğimde böyle garip bir çukur görmemiştim.” Meng Hao Ke Jiusi’nin anılarında da bu çukura dair bir bilgi olmadığını fark edince gözleri pırıldadı.   Meng Hao’nun yanında ipek gibi narin, sivri kulaklı genç bir kız uçuyordu. Onun gözlerindeki pırıltı herhangi bir ruhu yanlış şeyler yapmaya tahrik edebilecek seviyedeydi. Meng Hao’nun çukura baktığını gören kız konuştu, “Jiusi, Şeytan Gediğiyle ilgilenme….”   Genç kadının yanında bir çift siyah kanadıyla sessizce uçan genç bir adam vardı. Adam iç geçirerek konuştu, “Şeytan Gediğine son gittiğimizde bir çok hazine harcadık ama sadece sarmaşıkları bir kaç bin metre çekmeyi başarabildik. Onun derinliklerinde kim bilir ne vardır.”   Meng Hao’nun diğer yanında parmakları ara ara keskin pençelerle bezeli olan genç bir adam vardı. Adam başını sağa sola salladı ve konuştu, “Efsaneye göre, bu çukur Şeytan Ölümsüzü Tarikatının Birinci Göğünü koruyan Şeytan Mabudunun yaşadığı yerdir.”   Meng Hao başını düşünceli bir şekilde aşağı yukarı salladı. Herkes Şeytan Gediğini bir kenara bırakarak Üçüncü Zirveye doğru yola devam etti.   Yaklaştıklarında Üçüncü Zirvenin gümüş kaşıklıları hemen Oturum öğrencilerini çağırmaya başladılar. İsteseler de istemeseler de Tarikatın bir numaralı zorbası kendini göstermişti, çıkmak zorundaydılar.   Meng Hao karşısındaki binlerce insana göz gezdirdi, kaşları hafiften çatılıyordu. Onların hiçbirini Ji Klanı konak vücudu olarak tanımlayamadı. Kendi kendine mırıldanarak biraz daha yaklaştı. Onları bir kez daha süzdükten sonra grubuyla birlikte İkinci Zirveye doğru yöneldi.   En sonunda Birinci Zirveye gelmişlerdi ama binlerce Oturum öğrencisine bakmasına rağmen yine de istediğini bulamamış ve bu durum kalbinden bir iç geçirmesine neden olmuştu. Bu sırada saatler geçmişti ve hiç şüphesiz diğerleri uyanmaya başlamıştı.   Meng Hao tam Beşinci Zirveye doğru yönelmişken toplanmış Oturum öğrencileri üzerinde uçtuğu sırada aniden zihninde zayıf bir harelenme hissiyatı belirdi. Aniden kemiklerine kadar sarsıldı ve hemen duraksadı. Aşağıdaki Oturum öğrencilerine doğru baktı.   Onlara yavaş yavaş yaklaştı ve bakışları belli bir genç adamın üzerine düştü. Genç adamın yüzü yakışıklıydı ve olduğu yerde ifadesizce duruyordu. Meng Hao ona baktığı anda sanki korkmuş gibi griye doğru çekildi.   “Bu o!” diye bağırdı. Genç adama yaklaştığında zayıf hissiyat fark edilebilir bir güçlenme sağlamıştı. Meng Hao detayları bilmese de bu hissiyatın konak vücutlarla alakalı bir şey olduğundan emindi.   Genç adam solan yüzüyle kekeledi, “Dördüncü Küçük Patrik, ben….”   Meng Hao’nun gözlerinde öldürme arzusu titreşti. Fakat onun daha önceki cezasının gölgesi hala etrafında ağır bir şekilde görülüyordu. Açık bir şekilde kimseyi öldürmek istemiyordu; ne de olsa Tarikat kuralları böyle bir eylemi kesin bir şekilde yasaklamıştı. Bu onun başını çok ağrıtırdı.   Genç adam aniden titremeye başladı ve gözlerinde karmaşık bir bakış belirdi. Aynı zamanda aniden içinde kimsenin hissedemediği eşsiz bir aura uyandı.   Meng Hao aniden genç adamın arkasında belli belirsiz, gölgeli bir görüntünün belirdiğini gördü. Görüntüde omuzuna karga tünemiş olan yakışıklı bir adam vardı. Ondan Ji Klanının eşsiz aurası yayılıyordu.   Meng Hao hemen bu adamı tanıdı. “Ji Mingfeng!” kelimeleri zihnini doldurdu. Adamın uyanmak üzere olduğunu fark edince aniden gözlerinde öldürme arzusu titreşti.   “Zaman yok,” diye düşündü Meng Hao adama bakarak. “Uyandığı zaman çok fazla öngörülemeyen şartlar oluşacak.”   “Söz konusu Ji Klanı olunca iki kişi öldürmek bir kişi öldürmekten farksız olacak. Ji Klanı Tao Çocuğu ha? Ji Mingfeng, uyanmak için fırsatın olmayacak!” Meng Hao tamamen kararlılıkla hareket etti. Vücudu titreşti ve göz açıp kapayıncaya kadar doğrudan Ji Mingfeng’in karşısında belirdi. Herkesin şaşkın bakışları altında aniden avucunu genç adamın göğsüne vurdu.   Meng Hao’nun Gelişim merkezinin seviyesini göz önüne alınca böyle bir avuç saldırısı temel olarak konak vücuda zarar veremeyecek cinstendi. Fakat Sadece Meng Hao’nun görebildiği Ji Mingfeng’in görüntüsü titriyordu ve gözlerini açmak için çaba sarf ediyor gibiydi.   Burası Şeytan Ölümsüzü Tarikatıydı!   Tarikat kuralları sert ve katıydı. Geçmişte Ke Jiusi bir gümüş kaşıklı olmasına rağmen asla topluma çık yerlerde dövüşmenin ötesine geçememişti. Öldürdüğü insanlar olsa da bunu gizlice yapmıştı. Eğer bir insanla çatışma yaşarsa statüsünü kullanarak o kişiyi Tarikatın dışına çekiyor ve orada öldürüyordu.   Bu nedenle Meng Hao’nun şuanki hareketi bazı telaşlı bağırışları beraberinde getirmişti. Aslında onun peşindeki yüzden fazla insan o sırada muhabbet edip gülüşüyordu ve olayları durdurmak gibi bir niyetleri yoktu. Birinci Zirvenin diğer Oturum öğrencileri bile sadece kaşlarını çatmışlardı. Ke Jiusi’nin Tarikattaki karanlık şöhretini biliyorlardı ve o asla kızdırılmaması gereken biriydi.   Ne de olsa bütün büyük Tarikatlarda Ke Jiusi gibi insanlar olacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçeklikti. Bütün Tarikatlar aynıydı.   Fakat Meng Hao’nun avucu Ji Mingfeng’in konak vücuduna indiğinde genç adam şiddetle titredi ve geriye doğru sendeledi. Çevredeki diğer Gelişimcilerin yüzleri aniden titreşti.   Bu Birinci Zirvenin Oturum öğrencisinin ruhunun yok olmanın eşiğinde olduğunu fark etmişlerdi. Böyle bir şey herkesi tamamen şaşkınlığa uğratmıştı.   Ruhun yok edilmesi etten vücudun ölmesinden farklı bir olaydı. Ruh yol edildiğinde geriye sadece yaşayan ceset kalacaktı. Bir çok yönden bu gerçek ölüme göre daha korku vericiydi.   Meng Hao’nun gözleri öldürme arzusuyla titreşti. Ji Mingfeng’in ruhunun şiddetle titriyor olduğunu görebiliyordu ve gözlerini açmanın eşiğindeydi. Meng Hao soğukça homurdandı, ona tekrar yaklaştı ve ardından bir avuç saldırısı daha yaptı.   Ji Mingfeng’in konak vücudu bir kez daha şiddetle sarsılırken gümbürtü sesleri yükseldi. İlk başta bu ona herhangi bir şey yapmamış gibi göründü fakat Ji Mingfeng’in ruhunun hayali görüntüsü artık daha da dengesiz bir durumdaydı. Şiddetle titredi ve sessiz bir kükreme koparttı. Görünüşe göre uyanmak için elinden geleni yapıyordu.   Meng Hao tam tekrar saldıracakken diğer Birinci Zirve Oturum öğrencileri onu engellemek için harekete geçtiler. Hatta bazı takipçiler bile Meng Hao’ya engel olmak için hamle yapmıştı.   “Jiusi, bunu yapamazsın.”   “Jiusi, bir daha saldırma. Başka bir zaman bu herifi köşeye sıkıştırırız. Neden onu bunca insanın önünde öldürüyorsun…?”   Meng Hao kendisine engel olmak isteyen insanlara baktı. Ji Mingfeng’in uyanan ruhunun aurası giderek güçleniyordu. Aslında gözleri ışıkla parlamaya başlamıştı bile.   Meng Hao’nun gözleri kısıldı ve soğuk bir sesle konuştu. “Bu herif Dişi Şeytanın beni büyülemesi için çarpıştı! O bilerek benim ceza almam için çalıştı! Yemin ediyorum onu öldürene kadar durmayacağım. Bugün!”   Meng Hao’nun arkasındaki zengin öğrenciler tereddüt ettiler. Fakat bir an sonra dişlerini sıktılar ve bir kez daha ona engel olmaya çalıştılar.   Meng Hao onlara kaşlarını çattığında önüne geçen onlarcası Kutsal İrade yoluyla ona mesaj gönderdiler.   “Onun ölmesi gerektiğinden emin misin?”   “O ölmeli!” Meng Hao’nun cevabı kararlılıkla doluydu.   “Pekala. Daha yeni ceza aldın ama bu herif neden ölmesi gerektiğinin önemi yok, bunu birlikte yapacağız!”   “Biz de ceza alsak bile önemli değil. Sorumluluğu paylaşacağız! Bu, bütün suçu üstüne almandan daha iyi!” Bu on civarında serseri Meng Hao’nun Tarikattaki en yakın arkadaşlarıydı. Kararlarını verdikleri anda döndüler ve Ji Mingfeng’e doğru fırladılar.   Meng Hao bir an şaşkınca bakakaldı ve ardından onların peşinden gitti. Hepsi birlikte Birinci Zirve öğrencilerini kolayca yoldan süpürdüler ve ardından Ji Mingfeng’in etrafını kuşattılar. Ruh artık gözlerini açmaya başladığı anda gümbürtü sesleri yankılandı.   Hem Ji Mingfeng hem de konak vücudu aniden gürleme seslerine boğuldular. Ji Mingfeng gözlerini açtığı anda sadece Meng Hao’nun duyabildiği keskin bir feryat koparttı.   Ruhu bulanıklaştı ve yüz ifadesi karmaşıklık ve korkuyla doluydu. Etrafına bir an şaşkın gözlerle bakındı ve en sonunda gözleri Meng Hao’nun üzerine geldi. O anda göz bebekleri büzüldü.   “Bu sensin!!”   O anda hava bir kez daha gürleme seslerine boğuldu. Saldırılar tıpkı fırtına gibi hedefine vurdu. Ji Mingfeng’in konak vücudu üzerine yağan müthiş kutsal beceriler karşısında patlayarak küllere dönüştü.   Ji Mingfeng’in ruhu paramparça olmuştu. Attığı kan donduran çığlıklar sadece Meng Hao’ya ulaşmıştı. Meng Hao sağ eliyle ruhu yakaladı ve ardından onu ezerek toza çevirdi.   Bir patırtı sesiyle birlikte Ji Klanının Tao Çocuğu, kendi neslinin parlayan güneşi, Klanın çok büyük umutlar beslediği bir Düzen üyesi bu antik hayali dünyada, İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzleminin İkinci Düzleminde tamamen yok edilmişti.   Buradaki ölüm, ruhun gerçek ölümüydü!   Ji Mingfeng öldüğü anda Şeytan Ölümsüzü tarikatının dışında, Güney Gök topraklarındaki Ji Klanı atasal köşkünde uzun bir sunak yer alıyordu. Bu sanığın üzerinde oturan kişi Güney Gök Ji Klanının Birinci Patriği ve İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzlemindeki Ji Klanı üyelerini görebilen genç görünüşlü Gelişimciydi. Onun kapalı olan gözleri aniden açıldı.   O anda Güney Gök topraklarının üstünde garip bulutlar çalkalanmaya başladı. Her yer karardı ve renkler değişti.   Genç adam yavaşça başını kaldırarak önündeki dokuz yeşim kayışa baktı. hemen uzanarak birinci yeşim kayışı sol eliyle kavramak istedi ama ona daha dokunduğu anda çatlama sesleri yükseldi ve yeşim kayış parçalandı.   Genç adamın elinin hareketi durdurmuştu.   Yüzü aniden karardı. Aynı zamanda Güney Diyarının, Doğu Topraklarını ve Kuzey Menzilinin gökyüzünde yıldırımlar çatırdadı. Sanki genç adamın ifadesinin değişmesi sonsuz kara bulutları kışkırtmış gibiydi.   “Öldü…” diye mırıldandı genç adam. Sesi boğuktu ve yüzü yavaşça inanamaz bir ifadeyle doldu. Gelişim merkezini ve pozisyonunu düşününce onun yüzündeki böyle bir değişim uzun yıllardır görülmeyen bir olaydı.   Bölüm İsmi: Bir Ji Oğlunu Öldürmek

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44247 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr