Bölüm 573

avatar
5910 19

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 573


Bölüm 573: xxxxx


Gelişimciler bu Şeytani büyü adı verilen teknikleri geliştirebilirlerdi. Aslında herhangi bir yaşayan canlı bunu yapabilirdi. Fakat, sonuç olarak o kişi bir Yüce Şeytan olacaktı.   Meng Hao özellikle Dağ Tüketme Efsununu görünce sarsılmıştı. Bu dağları ve nehirleri fethedebilen bir ruh ile aşılanmış bir teknikti. Bu sadece bir abartı değildi, gerçekten de dağları ve nehirleri tüketebilen bir teknikti! Başarı o kişiye kendi Ölümsüzlük yolunda yol gösterecek ve bir İnsan Ölümsüz olmaya doğru götürecekti!   Gök ve Yerin Qi’sine bel bağlayan tekniklerin bir çoğu aslında Şeytani Qi’ye bağlıydı. Şeytani Qi’yi vücudun içine arıtarak kişinin kişisel bir Göksel Şeytan Dönüşümü yaratmasına olacak sağlayan bir teknik vardı. Böyle dönüşümlerin on dokuz seviyesi vardı ve her bir seviyenin sonucunda Yer ve Göğü sarsabilecek bir Büyük Şeytan olmak yatıyordu.   Meng Hao bilgilere çalıştı ve kısa süre sonra gece geride kaldı. Şafak söküyordu ama Meng Hao zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Taoist büyüler onu tam anlamıyla sarsmıştı. Aniden kendi dünyasında, kendi yaşamında, her şeyinde… aniden bir kapı açılmıştı. Kapının ötesinde gerçek Gök ve Yer vardı.   Böyle bir iyi talihi İlkel Ölümsüz Şeytan Düzleminin on binlerce yıllık tarihinde başka hiç kimse lede edememişti. Meng Hao tekti… ve tüm bunlar onun özel kimliği sayesindeydi. Bu sonsuz ihtimaller dünyasında Meng Hao böyle bir teknik kullanarak üç yüz Taoist büyüsüne erişim kazanan ilk kişiydi.   Antik zamanlardan şimdiye kadar, şimdiden geleceğe kadar Meng Hao ilkti ve tek olacaktı!   Eğer buraya beraber geldiği diğer katılımcıların onun üç yüz tane Taoist büyü bulduğunu öğrenselerdi kesinlikle delirirlerdi. Hatta bu durum geçmiş zamanlarda buraya gelen insanlar için de geçerli olacaktı.   Bu üç yüz Taoist büyüden bir tanesi bile Güney Gök topraklarındaki çoğu Gelişimci için hayal ötesi bir şeydi. Son derece şanlı olsalar da onlardan sadece bir tane elde edebileceklerdi. Fakat Meng Hao’da tam üç yüz tane vardı. Dahası, bunların sıradan teknikler olmadığını görebiliyordu…. Bu teknikler 3,000 teknik arasından kesinlikle ilk binin içindeydi!   Hatta kesinlikle ilk beş yüzün içinde olanlar da vardı. Dağ Tüketme Efsunu ve Göksel Şeytan Dönüşümü ise kesinlikle ilk iki yüzün içindeydi.   Böyle kutsal beceriler ve Taoist büyüleri herhangi bir Gelişimciyi kıskançlıktan delirtmeye yetecekti. Böyle miraslar ve iyi talihler son on bin yıl boyunca hiç duyulmamış bir şeydi.   Diğer katılımcılar buradan rastgele teknikler elde edebilirlerdi ama son derece yüksek bir güç ortaya çıkartarak bile aydınlanma kazanamayabilirlerdi. Eğer bu olursa ayrıldıklarında teknikle ilgili bütün anıları silinecek ve her şey bir hayal olarak kalacaktı. Uyandıktan sonra sadece tekniğin varlığını anımsayabilecekler ama detayları hatırlamayacaklardı.   Aynısı Taoist büyüleri için de geçerliydi. Sadece tam aydınlanma elde ederek onlara gerçekte sahip olabilir ve ayrıldıktan sonra hatırlayabilirdin.   Bu nedenle, eğer bir kişi aydınlanma elde etme imkanı yoksa o teknikler zaman harcamasına değmeyecekti. Tek yapabileceği şey sıkı çalışıp başka Taoist büyüleri bulmaktı.   Tabii ki bu da son derece zor olacaktı.   Fakat Meng Hao’nun böyle bir problemi yoktu çünkü elinin altında üç yüz tane Taoist büyüsü vardı. Eğer birinden aydınlanma elde edemezse basitçe diğerine geçebilirdi. Üç yüz tanesinin içinden kesinlikle ona uygun olanlar çıkacak ve o teknikte uzmanlaşarak aydınlanma elde edecekti.   Meng Hao nihayet kafasını kaldırdığında öğlen olmuştu. Yeşim kayışı sıkıca kavrarken gözlerinde garip bir ışık parladı. Derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı.   “Gidip şu Dağ Tüketme Efsununu deneyeceğim. Efsunun ilk adımı bir dağı gözlemlemek!” Bununla birlikte vücudu titreşti ve Ölümsüz mağarasından dışarı fırladı. Bu noktada diğer Güney Gök Gelişimcilerini arama konusuna olan ilgisini kaybetmişti. Şuan onları öldürmek önceliği değildi. En önemli şey şuan kendi iyi talihine odaklanmasıydı.   Zaten Patrik Huyan’ı bulabilse de Tarikat kurallarını çiğnemeyecekti. Bunun yerine Ke Yunhai’ye gidecek ve ondan kurtulmasını isteyecekti.   “Şuan uyanan olan bir çok kişi olmalı…” diye düşündü. Dördüncü Zirvenin yoluna doğru giderken karşılaştığı bütün öğrenciler ona gülümsüyor ve başını aşağı yukarı sallıyordu. Meng Hao da onlara gülümseyerek karşılık verirken hedefine doğru hızla ilerliyordu. Çok geçmeden sonunda yukarı havalandı ve geri dönüp Dördüncü Zirveye baktı.   “Dağı gözlemle…. Dağın şeklini gözlemle. Onun iradesini hisset. Dağ gözlerde var olur ve kalpte gizlenir. Bu nedenle, vücut bir dağa cisimlenebilir.”   “Bu ikinci aşamaya ulaşmanın tek yoludur, ben dağım ve dağ da ben!”   Dördüncü Zirveye bakan Meng Hao’nun gözlerinde garip bir parıltı belirdi. Dağ Tüketme Efsunu zihin gözünde süzüldü.   “İkinci aşamadan sonra, üçüncü aşamaya ulaşılabilir ve artık dağ… tüketilebilir. Dağın iradesi benim ruhumun şekillendirebilir ve dağ benim vücudumu arıtabilir!”   “Dağları ve nehirleri fethedebilen bir ruh! Ardıma döndüğüm zaman dağ artık gözlerimin önünde olmasa da yine de diğerlerinin gözlerinde hala varlığını sürdürecek, bu sadece benimle alakalı bir şey değil!”   “Bu kadarı sadece küçük bir başarı olacak!” Meng Hao havada bacaklarını çaprazlamış şekilde Dördüncü Zirveye bakıyordu. Saatler geride kaldı. O dağa baktı ve oradaki öğrenciler de Meng Hao’ya baktılar.   Dördüncü Zirvede Küçük Patriklerini fark eden öğrencilerin sayısı giderek artıyordu.   Ara sıra ona doğru cilveli gülümsemelerle bakan bir çok kadın öğrenci vardı.   “Küçük Patrik gerçekten de gelişim pratiği yapıyor!”   “Oh, bu sadece bir kaç yılda bir olur….”   “Yoksa Küçük Patriğin huyları gerçekten de değişti mi?”   Bütün öğrenciler bu sahneyi garip bulmuştu. Aslında bir çoğu kendi gelişimlerine ara vererek havada süzülen Meng Hao’ya doğru bakmışlardı.   Akşam vaktiydi ve o sırada bir düzine kadar Dördüncü Zirve Dış Tarikat öğrencisi Dördüncü Zirveyi saran taş basamaklardan yukarı çıkıyorlardı. Bu onlar için çetin bir görevdi ve belli ki İç Tarikata terfi etmek için bir sınav veriyorlardı.   Bu dokuz aşamalı bir sınavdı ve şuan içinde bulundukları aşama en sonuncusu olan Göklere Tırmanacağım aşamasıydı! İç Tarikat öğrenci olup olamayacakları dağın zirvesine ne kadar sürede ulaşacakları ve önceki aşamalardaki başarılarına bağlı olacaktı.   Bu katılımcılardan bir tanesi uzun bir cübbe giymiş olan genç bir kadındı. Onun yüzü soluktu ama dişlerini sıktı ve son derece yorgun olmasına rağmen sarsılmaz bir kararlılıkla kendini ileri itmeye devam etti. Görüşü bulanıklaşmıştı ve vücudu titriyordu ama adım adım ilerlemeye devam ediyordu.   Sınav kolay görünebilirdi ama sadece katılımcılar bunun inanılmaz baskısını ve zorluğunu anlayabilirdi.   Sınavın güvenliği için gözlemci pozisyonunda olan İç Tarikat Öğrencileri vardı. Eğer pes eden olursa hemen onu ayrılması için eşlik ediyorlardı.   Soluk yüzlü genç kadın adım adım tırmanmaya devam etti ve ardından kafasını kaldırarak havada bacaklarını çaprazlamış şekilde meditasyon yapan Meng Hao’yu gördü.   Ondan çok uzak olmayan bir noktada Dış Tarikat öğrencilerine doğru güvenlik için ilerleyen bir İç Tarikat öğrencisi vardı. İç Tarikat öğrencisi onun bakışlarını far edince soğukça konuştu, “O Dördüncü Zirvenin Küçük Patriği.”   “Küçük Patrik…” diye cevapladı kadın bakışlarını alamayarak. O uzun süredir bu Tarikatın bir üyesi değildi ama nasıl Küçük Patriği duymamış olabilirdi? Kadının statüsü ile onunki arasındaki fark Ye ve Gök gibiydi. Kadın ona son bir bakış daha attı ve yorgunlukla bağını eğerek terfi yoluna ilerlemeye devam etti.   Bu onun yürüyebileceği tek yoldu. Bu terfi şansını kazanmak için değerli bir aile yadigarını, bir büyülü eşyayı rehin vermişti. Ayrıca gelişim pratiği için bir çok Şeytan Taşı borçlanmıştı. Eğer başarısız olursa onları geri ödemesi yıllar sürecekti.   Aslında eğer başarısız olursa onu rahatsız eden vahşi ve aç gözlü Dış Tarikat öğrencileri kadının hayatını zindana çevireceklerdi. Tek seçeneği sınavı geçmek ve İç Tarikat öğrencisi olmaktı.   Kadın derin bir nefes aldı ve tam tırmanmaya devam edecekken aniden Meng Hao’nun bakışları onun üzerine düştü.   Genç kadın fark etmedi ve artık gökyüzüne bile bakmıyordu.   Fakat Meng Hao’nun gözleri doğrudan onun üzerine kilitlenmişti. Meng Hao onu fark ettiği anda kalbi titremişti.   Artık dağı gözlemlemiyordu; bütün odağı kadının üzerindeydi.   Kadının üzerinde bir Dış Tarikat öğrencisi cübbesi vardı ve gözleri kararlılıkla doluydu. Oldukça tatlı olsa da benzersiz bir güzelliğe sahip değildi. Fakat, onda Meng Hao’yu içine çeken bir şey vardı.   Sanki bu kadında bir ruh vardı, önceki hayattan daha uyanamamış bir ruh.   Bu önceki hayatta tüm dünyayı etkileyen Karma iplikleri vardı.   Meng Hao’nun onun… Xu Qing olduğunu anlaması için dikkatlice incelemesine gerek yoktu.   Meng Hao’nun kalbi bir göz yaşı damlasıydı. Mor Denizin içinde göçteyken o gözyaşı damlası denizin zeminine kadar batmış ve ardından Meng Hao’nun ağzına girmişti. Ardından, Xu Qing’in bu gözyaşı damlası Meng Hao’nun kalbiyle kaynaşmıştı.   O, tek bir sevgi tipine sahip olan basit bir genç kadındı. Bu sevgide Gök ve Yeri sarsabilecek bir şey yoktu. Öfkeli ateşi yoktu. Aksine su gibiydi, yıllar geçtikçe hala sakin ve huzurluydu.   Meng Hao dağdaki genç kadına baktı ve sanki kalbinde deniz dalgaları yükseliyormuş gibi hissetti. Sanki bu kadının ortaya çıkışı sakin bir gölün yüzeyine devasa bir taşın düşmesine sebep olmuş gibiydi. Hareler yayılarak sakinliğin bozulmasına sebep oldu. O anda son derece şaşkın olmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.   O devasa taş Meng Hao’nun düşüncelerinin ve zihninin allak bullak olmasına sebep olan bir katalizör gibiydi. Anılarında bir görüntü belirdi. Mor Denizin üstündeki bir adada duran bir kadının görüntüsüydü. Kadın uzaklara doğru bakarken gözlerinin kenarından bir damla aşağı doğru süzüldü ve ardından yere düştü.   O tek bir damla gözyaşı tüm Mor Denizin çalkalanmasına neden olmuştu.   Gözyaşı damlasının içinde acı, kafa karışıklığı, özlem, hatıralar ve benzersiz, anlatılamaz bir bağlılık hissiyatı vardı.   Bu onun Meng Hao’ya Daqing Dağında attığı unutulmaz bakıştı. Bu onun Meng Hao’yu Siyah Elek Tarikatı öğrencileri kalabalığı içinde aniden görmesiydi. Bu yeniden Doğuş Mağarasının dışındaki hissettiği acıydı, Birbirlerini bir daha görebileceklerini bilemeden bakıştıkları zamandı.   En sonunda tüm bunlar bir göz yaşı damlasına dönüşmüş ve ardından muazzam dalgalar halini almıştı.   Sanki o ikisi arasındaki her şey sıradandı fakat bu sıradanlık sanki bir noktada hayatlarının temel bir parçasına dönüşmüş gibiydi. Sanki farkında bile olmadan ikisi de aniden birbirlerinin kalbinde kalıcı birer parçaya dönüşmüşlerdi.   “O Xu Qing,” diye mırıldandı Meng Hao. Yüzünde bir gülümseme belirdi. Bu, yüz yıldan fazla süren ayrılığın ardından gelmek üzere olan yeniden buluşmanın sebep olduğu bir gülümsemeydi. Meng Hao’nun vücudu aniden titreşti ve orada bulunan bütün öğrencilerin görüş alanından kayboldu. Tekrar ortaya çıktığında şaşırtıcı bir şekilde bir Dış Tarikat öğrencisi kadının önündeki basamakta duruyordu.   Kadın neredeyse ona toslayacaktı. Meng Hao’nun ani ortaya çıkışı onun istemsizce bir kaç adım gerilemesine neden olmuştu.   Yakındaki İç Tarikat öğrencinin gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Boğuk sesiyle konuşmaya çalıştı, “Küçük Patrik… siz….”   Meng Hao o kadar yakındı ki onun kalp atışlarını duyabiliyordu. Meng Hao hala uyumakta olan Xu Qing’e baktı ve yumuşak bir tonla konuştu, “Şuandan itibaren sen Dördüncü Zirvenin bir Oturum öğrencisisin!”   Kadın şaşkınlık, karmaşa ve telaş içinde bakakaldı. Gergindi, inanamıyordu ve korkmuştu. Sanki yardım istiyormuş gibi İç Tarikat öğrencisine baktı.   İç Tarikat öğrencisi derin bir nefes aldı ve ardından hemen itaatkar bir şekilde başını eğdi. Hemen bir yeşim kayış çıkartarak sordu,   “Adın ne?”   Kadın daha cevap veremeden önce Meng Hao’nun sesi duyuldu.   “Onun adı Xu Qing. Şuandan itibaren benim Ölümsüzler mağaramda gelişim pratiği yapacak.”   “Huh?” dedi kadın, gözleri kocaman açılmıştı. “Benim… benim adım….”   Bölüm İsmi: Onun Adı Xu Qing

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44315 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr