Bölüm 593

avatar
5988 13

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 593


Bölüm 593: Güney Gök Görüşmesi!

Meng Hao’nun gözleri titreşti. Döndü ve uzaklara doğru yürüdü. En sonunda Şeytan Ölümsüzü Tarikatında buna benzer üç farklı yere daha Tahta Zaman Kılıcı gizledi.   Şuan toplamda on tane Tahta Zaman Kılıcına sahipti ve bunlarla Lotus Kılıç Formasyonunun birinci formunu serbest bırakabilirdi.   Diğer dört kılıcı neredeyse imkansın bir ihtimal için kullanması onun için büyük bir kumardı.   “Bu Tahta Zaman Kılıçlarının her biri çok miktarda Ruh Taşı birikimini temsil ediyor….” diye düşündü. Bu acıya katlanarak tahta kılıçları birer birer saklamıştı. Her sakladığında kılıçla birlikte hayallerini ve umutlarını da gömmüştü.   Meng Hao kılıçları gizlemek istediği dört konumu dikkatlice seçmişti. Aslında bu konumlar Meng Hao’nun Birinci Düzleme dair hafızasına göre saptanmıştı.   Bu yolla, kılıçların gerçekten de Üçüncü Düzlemde ortaya çıkması ihtimaline karşılık onları bulması kolay olacaktı.   Gece çökerken Meng Hao havada durmuş ayaklarının altında uzanan yeryüzüne bakıyordu. Kılıçları gömmüş olduğu dört yere birer bakış attı ve gözlerindeki umut daha da güçlendi.   “Eğer başarılı olursam, gelişim yolum daha da pürüzsüz bir şekilde devam edecek. Başaramazsam da… en azından geride bir pişmanlığım kalmayacak.” Konumları hafızasına kazımak konusunda emin olmak adına son bir bakış daha attıktan sonra nihayet yönünü Dördüncü Zirveye doğru çevirdi.   Zaman akmaya devam etti. Yarım ay daha geride kalmıştı. Çift görüntülerin peyda olma sıklığı giderek artıyordu. Aralarındaki süre kısalıyor ve her seferinde bu olay bir kaç nefeslik süre devam ediyordu.   Aslında bir kaç gün önce Meng Hao hap yapımıyla uğraşırken meydana gelen çift görüntü olayı bir kaç düzine nefeslik süre devam etmişti. Bu süreçte Meng Hao neredeyse kendini bu antik hayali dünyadan ayrılmış gibi hissetmişti.   Meng Hao Ke Yunhai’yi son zamanlarda görmemişti. Ona saygısını sunmak ve sağlını sormak için gittiğinde Ölümsüz mağarasının kapalı kapısıyla karşılaşmıştı. Ke Yunhai ona içerden seslendiğinde sesi biraz yorgun gelmişti.   Meng Hao onun ne yaptığından emin değildi ama ne zaman adamın sesini duysa sakinleşiyordu. Ke Yunhai onun bu hayattaki babasıydı ve Meng Hao için bu hayali dünyada elde ettiği en değerli şey oydu.   Xu Qing henüz kapalı meditasyonunu bitirmemişti. Fakat aydınlanmada başarılı olduğu barizdi. Meng Hao ona her baktığında Xu Qing özünde farklı değişimler tecrübe etmiş oluyordu.   Xu Qing kendini tamamen Taoist büyüsüne adamış durumdaydı. Eksiksiz bir güzelliğe sahip olmasa da şuan sahip olduğu belli belirsiz hava unutulmaz ve büyüleyiciydi.   “Her an gerçekleşebilir,” diye mırıldandı Meng Hao Ölümsüz mağarasında bacaklarını çaprazlayarak otururken. “Çift görüntüler giderek sıklaşıyor ve şiddetleniyor. Herkes şuan giderek sabırsızlanıyor olmalı.” Meng Hao akşamlık gökyüzüne ve orada toplanan kara bulutlara baktı.   Son zamanlarda diğer Güney Gök Gelişimcilerini arama niyetine sahip değildi. Kendini tutarak hiçlikten tıbbi hap yapmaya yada Taoist büyüsü aydınlanması elde etmeye çalışıyordu.   Tabii ki buradaki bütün Güney Gök Gelişimcileri sıra dışı bireylerdi. Her birinin kendi Klan yada Tarikatlarından Meng Hao’dan kaçınmak adına bilgiler ve yöntemler almışlardı. Meng Hao bunun farkındaydı. Tüm Şeytan Ölümsüzü Tarikatını onları bulmak için ayağa kaldırabilir yada onların peşini bırakabilirdi. Meng Hao ikincisini tercih etmişti.   Meng Hao onların kendisini arayacaklarından gayet emindi.   Bunun yaptıklarında grubun tamamı olacaktı, belki Meng Hao’nun ilk gördüğü yerde öldürmek isteyeceği Patrik Huyan buna istisna olabilirdi.   Şeytan Ölümsüzü Tarikatının üzerine yağmur damlaları akmaya başladı. Tüm dünya puslu bir ortama dönüştü ve Meng Hao bunu izlerken garip bir hissiyat yaşadı. Kendi içinde bulunduğu dünya mı puslu yoksa yağmurun kendisi mi puslu bilmiyordu… belki ikisi de olabilirdi.   Bu tıpkı Meng Hao’nun geleceğe bakışına benziyordu.   Yağmur üç gece boyunca yağdıktan sonra aydınlanmaya başladı. Topraklar pusa dönüşen soğuklukla kaplanmıştı. Güneş yükseldiğinde pus yavaş yavaş seyrelmeye başlamış ve ardından dağılarak etrafın berraklaşmasını sağlamıştı. Şuan her yer sanki bir yağlı boya tablosu gibi bir güzelliğe sahipti.   Şafak vaktinde, bir kılıç geldi!   Kılıcın nereden geldiğini söylemek imkansızdı ama doğrudan Meng Hao’ya fırlamıştı. Dördüncü Zirvedeki hiçbir koruyucu büyü formasyonu onu durduramadı; belli ki bu kılıçta özel bir şeyler vardı.   Kılıç aşağı doğru inerek Meng Hao’nun bir yada iki metre ötesinde durdu ve havada asılı kaldı. Onun yüzeyinden alaca bir parıltı yayılıyordu. Kılıçta, bir öz tarafından yapılmış bir iz belirtisi zar zor fark ediliyordu.   Bu iz bir karakterdi.   Fang.   Meng Hao gülümsedi. Beklediği insanlar nihayet yüzlerini gösteriyorlardı.   Meng Hao sağ eliyle bir kavrama hareketi yaparak kılıcın eline düşmesini sağladı. Kutsal Duyusunu göndererek onu taradı ve hemen zihninde bir mesaj belirdi.   Mesajı duyduktan sonra gülümsemesi daha da netleşti. Uzun bir an sonra gözlerini kapattı.   Gözlerini tekrar açtığında öğle vakti geçmişti ve akşam oluyordu. Vücudu titreşerek bir ışık ışınına dönüştü ve Birinci Zirveyi geçerek onun ötesindeki Tarikatın Dış Tarikat öğrencilerinin konakladığı ana kısmının yakınındaki dağlık bir bölgeye doğru ilerledi.   Meng Hao nihayet hedef noktasına ulaştığında etrafta kimse yoktu. Sessizlik içinde birbirine bağlı üç binadan oluşan bir yapıya doğru yürüdü. İkinci ve üçüncü binanın ortasındaki bir konuma ulaştığında elini salladı ve bir kapının açılmasını sağladı. Ardından hiç tereddütsüz içeri girdi.   Aniden onlarca göz onun üzerine odaklandı.   Ev büyüktü ve düzinelerce insan içinde bekliyordu. Meng Hao etrafına baktığında insanların çeşitli gruplar halinde ayrılmış olduklarını gördü.   Bu grupların içinde bile geldikleri bölgelerin alt bölümlerine göre ayrılıklar vardı. Her şeye rağmen bazıları birbirlerini öldürme isteseler bile büyük resme bakmaları gerektiğini ve bunu yaparlarsa başlarının belaya gireceğini biliyorlardı.   En kalabalık grup Ji Klanıydı. Toplam yedi kişilerdi ve hepsi de İç Tarikat öğrencisiydi. Hepsinin de gözleri parlıyordu ve konuşmasalar bile sıra dışı tavırlarını ve kibirlerini gizlemek gibi bir niyetleri de yok gibiydi.   Bu yedi kişiden üç tanesi kadın dört tanesi erkekti. Onların içinden iki tanesi en şüphe çekenlerdi. Birisi Ji Xiaoxiao iken diğeri alnında pırıltılı bir üç çatallı mızrak izi olan genç bir adamdı. Genç adamdan bir tehlike hissi yayıldı ve bir çok Ji Klanı üyesi Meng Hao’nun geçenlerde Ji Mingfeng’i öldürmüş olduğunu hatırladı.   Bu genç adam Ji Klanı Düzen üyesi olan Ji Mingkong idi!   Fakat Ji Klanı grubundan Meng Hao’nun en çok ilgisini çeken kişi ne Ji Xiaoxiao ne de Ji Mingkong idi. Onun ilgisi onların arkasında gülümsemekte olan sıradan görünüşlü kısa bir gençti.   Bu genç sıradan bir görünüşe sahipti ama diğer Ji Klanı üyelerine göre Meng Hao sadece ondan bir tehlike hissi yaşamıştı.   Fakat bu sadece bir tehlike hissiydi. Meng Hao onlardan herhangi bir derin nefret duygusu hissetmiyordu. Belli ki Meng Hao’nun Ji Mingfeng’in ölümüyle bağlantılı olduğu hakkında çok da bir fikre sahip değil gibilerdi.   Meng Hao gözlerini Ji Xiaoxiao’ya çevirdi. O da sessizce ona baktı.   Ji Klanının yedi üyesinin dışında Fang Klanı da oradaydı. Fang Yu Meng Hao’ya hafif, muammalı bir gülümseme gösterdi. Onun arkasındaki iki erkeğin gözleri hoşnutsuz bir bakışla Meng Hao’yu süzüyordu.   Meng Hao Fang Yu’nun kendisine Fang Klanından buraya üç üyenin geldiğini söylemişti. Belli ki onlar diğer iki Fang Klanı üyesiydi.   Meng Hao’nun en çok ilgisini çeken nokta bu iki erkeğin sağ elleri sıradan gibi görünse de aslında öyle olmadığıydı. Meng Hao Fang Klanının şeffaf eldivenlerine aşinaydı. Tek bir bakışla onları bu eldivenlerden giydiklerini anlamıştı   Ji ve Fang Klanlarının dışında Doğu Topraklarından gelen dört yada beş kişi daha vardı. Onların çoğu Ji yada Fang Klanlarının yakınında gruplaşmışlardı ama o dünyanın parlayan güneşleri tarafından gölgelenmişlerdi.   Fakat onların da gelişim merkezleri sıradanın ötesindeydi. Meng Hao oraya doğru bakarken bakışlarını en sonunda Fang Yu’nun yanında duran uzun, ince bir adamın üstüne geldi. Adam gülümsüyordu ama bu nezaket dolu bakışının içinde bir vahşilik gömülüydü. O belli ki içten içe acımasız ve hırslı bir adamdı.   Onun kim olduğu hakkında Meng Hao’nun pek bir fikri yoktu. Fakat durduğu yere bakınca bazı tahminlerde bulunabilirdi.   “Yoksa bu herif bizim öfkeli ejderin peşinde mi dolaşıyor?” diye düşündü. Aniden adamın cesaretine karşı içten içe saygı hissetti.   Diğer tarafta Kuzey Menzili grubu vardı. Meng Hao’nun anladığına göre Kuzey Menzili barbar ve vahşi bir bölgeydi. Bazı yönlerden Batı Çölüne nazaran daha iyi olsalar da Güney Diyarı ve Doğu Topraklarına göre medeniyet anlamında çok uzaklardı.   Aslında Meng Hao bu Kuzey Menzili adı verilen yerin gerçekte bir sürgün yeri olduğunu biliyordu. Oradaki Gelişimcilerin çoğu diğer bölgelerde iyi karşılanmayan ve en sonunda kaderleri Kuzey Menziline düşen kişilerdi.   Tabii ki Kuzey Menzilinin beyan ettiği şey özgürlüktü. Tam ve mutlak bir özgürlük.   Oradaki çoğu Tarikat diğer bölgelerdeki isyancı Tarikatlardı. Klanlar ise genelde diğer Klanların dağılmış parçalarından şekillenmişti. Buna örnek olarak İmparatorluk Soyu Klanı verilebilirdi.   Söylentilere göre o klan öncelerde bir çok Ölümsüz çıkartmıştı. Bu yüzden onların soyundan gelen kişiler güçlü bir temele sahiplerdi ve genişleyip büyümüşlerdi. En sonunda iki gruba ayrılmışlardı. Bir grup yok olurken diğer grup Kuzey Menziline göç etmiş ve orada yeni bir Klan olmuşlardı.   Kuzey Menzilinden toplam sekiz kişi vardı. Hepsi de oldukça garip görünüyorlardı ve hiç biri gruplaşmamış durumdalardı. Her biri birbirinden bağımsızdı.   Onların yaydıkların acımasız ve kibirli hava kolaylıkla fark edilebiliyordu. Sekiz kişiden üçü kadın beşi erkekti. Her biri soğuk ve acımasız bir yılana benziyordu. Aralarındaki genç bir adam ise diğerlerinden ayırt edilebiliyordu. Gözleri anka gibiydi ve güzel bir fiziğe sahipti. Yüzünde gülümseme olsa da bu sanki soğuk bir rüzgar estiriyormuş gibi hissettiren bir gülümsemeydi.   Bu kişi İmparatorluk Soyu Klanının üyesiydi.   Ayrıca içlerinde sanki vücudunun bir parçası değilmiş gibi görünen bir doğum lekesine sahip genç bir adam vardı. Doğum lekesi adamın yüzünde yavaşça kımıldanıyordu ve bu sahne ona bakan birinin ikinci kez bakmasına sebep oluyordu.   Onların yanında ise Güney Diyarı grubu yer alıyordu.   Meng Hao’nun gözleri onların üstüne geldiğinde bir nebze yumuşadı. Güney Diyarı… onun eviydi. Daha doğrusu Meng Hao Güney Diyarından biriydi.   Güney Diyarından toplam yedi kişi vardı. Aralarındaki gruplaşmaya bakarak şuan hangi Klan ve Tarikatlar arasında ittifak olduğu net bir şekilde belli oluyordu.   Wang Lihai ve Han Bei birlikteydi, yani Wang Klanı ile Siyah Elek Tarikatı iş birliği içindeydi.   Song Yunshu ise aralarında yoktu. Meng Hao’nun tahminine göre Song Yunshu büyük ihtimalle Ji Xiaoxiao’ya kurban gitmişti. Kadın belli ki geride şahit bırakmamak için onu öldürmüştü.   En sonunda Meng Hao’nun bakışları Güney Diyarından bir kadının üzerine geldi. Onun fiziksel vücudu tanıdık olmasa da Meng Hao ile gözleri buluştuğunda Meng Hao’nun ağzı açık kaldı.   “O….

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44346 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr