Bölüm 687: Senin Yaşaman Benim Yaşamam Demek

avatar
5211 17

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 687: Senin Yaşaman Benim Yaşamam Demek


Bölüm 687: Senin Yaşaman Benim Yaşamam Demek   Kadın sahile varana kadar yürüdü. Üzerine yağan yağmur onun elbisesine dokunmuyordu. O güzeldi ve ona dünya dışı bir güzellik katan bir gelişimci aurasına sahipti.   Yüzü soğuktu ve kaşları çatıktı. Gözlerinde avı bir bakış görülüyordu, ve sanki kalbindeki büyük endişe ve karmaşıklığı gizliyor gibiydi.   O Xu Qing idi.   Yıllardır Meng Hao'yu arıyordu ama bulamamıştı.... Öncekine göre daha ince ve daha cılız bir haldeydi.   Onun da eski memleketi olan bu göle kalbinin sesini dinleyerek ulaşmıştı.   Meng Hao onu gördüğünde o da yaşlanmış Meng Hao'yu gördü. Onda garip bir aşinalık vardı ve bu yüzden yönünü değiştirerek ahşap kulübeye doğru yürüdü.   "Sen buradaki kayıkçı mısın?" diye sordu ona bakarak. Yüzü insanın kalbinin titremesine neden olan bir ifadeyle doluydu. Meng Hao başını eğdi ve kalbinden bir iç geçirdi.   Xu Qing'in sesi sakindi ve her zamanki gibi soğuktu. Fakat Meng Hao'nun görünüşü çok değişmişti. Onu tanıyan insanların bile bu fiziksel görünüşüne bakarak onu tanıması zaman alacaktı.   Uzun bir an sonra Meng Hao başıyla onayladı.   Xu Qing'in kaşlarının çatıklığı daha da derinleşti. "Buradan geçen birini gördün mü?" diye sordu. Yüz yıllık arayışında sürekli başarısızlığı tatsa da asla vazgeçmemişti. Eğer o yaşıyorsa Xu Qing onu görmek istiyordu. Eğer ölüyse onun cesedini görmek istiyordu. Eğer onu bulamazsa... sadece aramaya devam edecekti.   Onun kişiliği basitti, ama bu basitlik ona böylesine bir kararlılık veriyordu.   Bir nedenden ötürü eğer Meng Hao'yu bulamazsa kendi hayat yolunu bir daha asla bulamayacağını hissediyordu.   "Ben kimseyi görmedim," diye cevapladı Meng Hao dürüstçe. Sesi boğuktu ve önceki gibi değildi. Xu Qing'i görebildiği için mutlu olmuştu ama onun kendisini tanımasını istemiyordu, bu haldeyken olmazdı.   Ne fark ederdi ki? Bu tıpkı onun zamanında Yeniden Doğuş Mağarasının dışında beklemesine benzeyecekti. Ardından eğer Meng Hao dışarı çıkmazsa o bir ömürlük hüzün ve yorgunluktan dolayı üzgün bir kadın olacaktı.   Birbirlerini unutmaları daha iyi olmaz mıydı....?   Xu Qing etrafına bakındı ve ardından kalbinden bir iç geçirdi. Meng Hao'yu Kutsal Duyusuyla tarafıktan sonra görebildiği tek şey ölümlü bir adamdı. Yine de ona ikinci kez baktığında tanıdık bir şeyler hissetmişti.   "Daha önce hiç karşılaştık mı?" diye sordu.   "Hayır," diye cevapladı Meng Hao başını sağa sola sallayarak.   Xu Qing ona uzun bir an baktı ve gözlerinde karmaşık bir bakış belirdi. Bu karmaşıklık hüzne dönüştü ve vücudunu hafif bir titreme aldı.   "Ben birisini arıyorum," dedi. "Sevdiğim kişiyi. Eğer onu görürsen lütfen benim için bir mesaj ilet. Bu hayatta... eğer o yaşarsa, ben de yaşarım. Eğer o ölürse, ben de ölürüm!"   Acı bir şekilde döndü ve sağanak yağışın altında uzaklara doğru yürümeye başladı. Yağmurun altında beyaz cübbesiyle adeta bir beyaz nilüferi andırıyordu, güzel, emsalsiz ve aynı zamanda dokunaklı ve üzgün.   Meng Hao onu izledi ve gözlerinde bir yumuşaklık belirdi. Xu Qing'in endişesini ve yorgunluğunu görebiliyordu ve bu onun iç geçirmesine neden oldu.   "Bazı insanlar," diye düşündü, "hiçbir şeyin gelişimlerine ayak bağı olmamasını tercih eder, ve böylece zihinlerini ve kalplerini engellerden kurtarır. Diğerlerinin ise kalpleri onların Gök ve Yerin büyük Tao'larını elde etmelerine olanak sağlayan saplantıyla doludur.   "O... bozulmazlık yoluna girmişti. Çıkagelip her şeyi değiştiren bendim..."   En sonunda yumuşak bir ses tonuyla konuştu. "Bekle."   Xu Qing duraksadı, yağmur hala devam ediyordu. Arkasına dönerek saçakların altında oturan yaşlı, kurumuş adama baktı.   Meng Hao devam etti, "Aradığın kişi yirmili yaşlarda bir bilgin, üzerinde uzun yeşil bir cübbe olan birisi miydi...?"   Xu Qing titredi ve ufak bir sessizlik anından sonra başıyla onayladı.   "Yıllar önce öyle birini görmüştüm," dedi Meng Hao boğuk bir sesle. "Burada bir yıl kadar yaşadı ve ardından öldü ve gömüldü. Burasının evi olduğunu söylemişti.   "Ölmeden önce bana bir çanta bıraktı. Eğer onu aramak için biri gelirse o kişiye çantayı vermemi söyledi." Bununla birlikte cübbesinden bir depolama çantası çıkarttı.   Xu Qing yağmurun altında dururken su görünmez duvardan sızarak elbisesini ıslatmaya başlamıştı. Meng Hao'ya derince bir bakış attı, ardından tekrar oraya doğru yürüdü ve depolama çantasına bakakaldı. Onu alırken gözleri yaşlarla dolmuştu.   Tabii ki yüzünden akan damlaların ne kadarının gözyaşı ne kadarının yağmur damlası olduğunu söylemek imkansızdı.   Yüzünde acı bir gülümseme belirdi ve tekrar Meng Hao'ya baktı. En sonunda döndü ve depolama çantasıyla birlikte tekrar yağmurun içine doğru yürüdü.   Meng Hao onun gidişini izlerken yüzünde karmaşık bir ifade vardı ve hiçbir şey söylemedi.   Xu Qing yaklaşık yedi adım attıktan sonra duraksadı. Arkasına bakmadı ama konuştuğunda sesi dört bir yandan yankılandı.   "Belki zeki biri olmayabilirim ama... aptal da değilim."   Meng Hao bir an hiçbir şey söyleyemedi. Sözleriyle Xu Qing'i kandıramadığını anlamıştı. Fakat bazen neyin doğru neyin sahte olduğu önemli değildi. Bazen... önemli olan sonuçtu.   Meng Hao onun kendisini sonsuza kadar arama işkencesi çekmesindense en azından onu kopmasını umut etmişti. Bunun ardından o kendi bozulmazlığına, basit ve saf haline geri dönebilecekti.   Unutmak en iyisi....   Meng Hao gözlerini kapattı ve kalbi acıyla doldu.   Xu Qing bir süre sessiz kaldıktan sonra en sonunda gülümsedi. Bu azim ve kararlılıkla dolu ve içinde hiçbir pişmanlık barındırmayan bir gülümsemeydi.   Elini kaldırdı ve ortaya bir kılıcın parıltısı çıktı. Onu yere sapladı, keskin ve güçlü olması sayesinde hemen derin, dikdörtgen biçiminde bir çukur açtı.   Aynı sırada yakındaki dağlık ormandan bir kaya havalandı. Kaya önüne geldiğinde Xu Qing elini salladı ve onun havada dönmesini sağladı. Kayanın kenarları tıraşlanarak en sonunda bir dikili taşa dönüştü.   Xu Qing daha sonra elini onun yüzeyine narince bastırarak kelimelerin ortaya çıkmasını sağladı.   Meng Hao ve Xu Qing'in mezarı.   Bir gümbürtü sesiyle birlikte dikili taş yanındaki çukura gömüldü. Xu Qing Meng Hao'ya baktı, gözleri inatçılık ve kararlılıkla doluydu.   Biz Daqing Dağında tanıştık.   Reliance Tarikatındaki Kozmetik Gelişim Hapı ve beni Kıdemli Kız Kardeş diye çağırman sayesinde kaderimiz sonsuza dek mühürlendi.   Güney Diyarındaki Kutsal Topraklarda, o en umutsuz anımda gözlerindeki yaşlar bile senin yana öfkeni ve görüntünü gizleyemedi.   Siyah Elek Tarikatındayken, ruhum yok olmanın eşiğine gelmişken ortaya çıkarak bana yardım ettin. Daha önceki ayrılığımızda yüzüne takındığın gülümseme kalbimib titremesine neden oldu.   Yeniden Doğuş Mağarasındayken arkanı dönerek bana baktığında senin görüntün çoktan kalbime kazınmış durumdaydı.... Seni asla unutmayacağım, asla!   Seni Batı Çölünün Mor Denizinde aradım. Uzun bir süre aradıktan sonra göz yaşım suya düştü. Onu hissedebildin mi bilmiyorum.   Şeytan Ölümsüzü Tarikatında bir kez daha karşılaştığımızda ne kadar mutlu olduğumu fark ettin mi bilmiyorum. Onlar tecrübe ettiğim en mutlu günlerdi. Hayat sakindi ve gelişim pratiğinde birbirimize eşlik ediyorduk. Orada senin yanındaydım, sen de benim.   En sonunda artık gelişim pratiği yapamadığım bir gün geldi çattı. Kalbim kaos içindeydi ve tarifsiz huzursuzluk içimi doldurmuştu. O zaman... seni aramak için yola düştüm.   "Senin yaşaman, benim yaşamam demek. Sen ölürsen ben de ölürüm!" dedi yumuşak bir tonla.   Meng Hao'nun zihni titredi ve aniden gözlerini açtı. Gözleri bulanıktı, ama bu bulanıklık onun bakışlarındaki şiddeti gizlemek için yeterli değildi.   Xu Qing'e ve mezar taşına baktı. Kadının kararlılığını görebiliyordu ve mezar taşının yüzeyindeki hüzünlü kelimeleri görebiliyordu.   Senin yaşaman benim yaşamam demek. Sen ölürsen ben de ölürüm!   Bu kelimeler sevgi ifadesinden çok bir sözdü....   "Ben basit biriyim," dedi Xu Qing hafif bir sesle, "ama bir insan basit diye kararlı olamayacağı anlamına gelmez. Bir kişi kararlılığa sahip olduğunda... asla unutmayacaktır. Gelişim yolu uzun ve ben de bu yolda yalnız ilerleyemem.   "Bu durumda, Sarı Kaynaklara beraber gidelim. Ne diyorsun? Sadece eğer bundan sonra başka bir hayat varsa, o zaman tekrar karşılaşmayı umut edebilirim." Sesi çok yüksek olmasa ve hava yağmur sesiyle dolu olsa da Meng Hao onun sözlerini net bir şekilde duyabiliyordu.   Kalbinin titremesi arttı ve ayağa kalktı. Saçakların altından dışarı yürüyerek yağmurun onu sırılsıklam etmesine izin verdi ve en sonunda Xu Qing'in önünde durdu.   Yer kaygandı ve rüzgar soğuktu. Meng Hao donuyordu ve öncekinden bile daha yaşlı görünüyordu.   Xu Qing ona baktı. Ona göre Meng Hao'nun ne kadar değiştiğinin önemi yoktu. Ona göre Meng Hao hala Daqing Dağındaki onun Küçük Kardeşi olan genç adamdı.   Yağmur üzerlerine yağmaya devam ediyordu ve hatta aralarına giriyordu ama bu onların birbirlerinin gözlerine bakmalarına engel değildi.   "Beni Yeniden Doğuş Mağarasına götür!" Dedi Meng Hao. Gözlerindeki kararlılık daha da yoğunlaşmıştı. Yaşamaya devam ediyordu ve Yeniden Doğuş Mağarasından ikinci hayatı elde etmeyi umuyordu.   Bunu kendisi için, kalbindeki saplantı için, Xu Qing için ve diğer bütün arkadaşları ve ailesi için istiyordu!   Xu Qing gülümsedi ve başıyla onayladı. İleri doğru yürüdü ve Meng Hao'nun elinden tuttu. Meng Hao'nun zayıflığına rağmen, kendisini onun göğsüne yaşlanmış halde bulan Xu Qing'in yüzü kızardı.   Zaman sanki sonsuza kadar yavaşlamış gibiydi.   Bu noktada yağmur dinmişti. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber bir gökkuşağı belirdi ve bu gök kuşağı Meng Hao ve Xu Qing bir ışık ışınına dönüşerek uzaklara doğru fırlamasıyla arkalarında bıraktıkları bir gökkuşağıydı.   Meng Hao uçamıyordu ama büyülü uçan eşyalara sahipti. Xu Qing'in kontrolüyle uçan mekik gökkuşağının sekizinci rengini andıran bir şeye dönüşmüş gibiydi.   Zaman hızla geçti. Uçan mekik Zhao Ülkesinin eski konumundan Yeniden Doğuş Mağarasına kadar sadece on günde gidebilecek kadar güçlüydü. En sonunda indiklerinde Meng Hao'nun yüzü öncekinden bile daha solgundu.   Mağaraya yaklaştıkça Meng Hao hayat kuvvetinin daha fazla tükendiğini hissediyordu. Giderek kuruyordu ve etrafını saran ölüm aurası giderek güçleniyordu.   Buraya daha önceki gelişiyle şuan durumla rçok farklıydı. Belki de o zamanlar Choumen Tai'nin varlığı işlerin normal durumdan farklı yöne evrilmesine neden olmuştu ve şimdi Meng Hao Yeniden Doğuş Mağarasına girdiğinde her şey normale dönmüştü.   Hayat yasaklıydı.   Burası Yeniden Doğuş Mağarasıydı.   Yaşayan varlıklara izin yoktu.   Bölgedeki ölüm aurası Meng Hao'nun daha da zayıf hissetmesine neden oldu. Fakat aura yoğunlaştıkça içinde bir fırsatın izini hissedebiliyordu.   Yeniden doğuşu tecrübe etmek için önce kişinin ölmesi gerekiyordu. Yalnızca öldükten sonra kişi Göklere karşı koyan hayata sahip olabilirdi!   Meng Hao derin bir nefes aldı ve ileri doğru yürüdü. Daha ilk adımını attığında Xu Qing ona destek olmak için uzandı. Meng Hao ona baktı ve o da bu bakışa karşılık verd ama hiçbir şey söylemedi. Meng Hao'nun gözlerindeki kararlılık binlerce kelimenin bile anlatamayacaklarını anlatıyordu.   "Yaşayan varlıklar buraya giremez," dedi yumuşak bir tonla.   Xu Qing hafifçe gülümsedi ve ardından Meng Hao'ya Yeniden Doğuş Mağarasının iç bölgesine kadar eşlik etti.   İçeri girdikleri anda Meng Hao öncekinden bile daha zayıf duruma geldi. Vücudu daha da hızlı kurudu, sanki görünmez bir ateşle yanıyor gibiydi. Attığı her adımda, Yeniden Doğuş Mağarasına yaklaştığı he adımda ruhu, her şeyi... hızla tükeniyordu.   Aynı zamanda, Yeniden Doğuş Mağarasının içinden ondan fazla sayıda irade akışı yayıldı. Bu akışlar yaklaşmakta olan Meng Hao ve Xu Qing'e soğukça baktılar.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr