Bölüm 817: Antik Zamanlardan Titrek Bir Görüş

avatar
4336 16

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 817: Antik Zamanlardan Titrek Bir Görüş


 

Bölüm 817: Antik Zamanlardan Titrek Bir Görüş

 

Aynı sırada Samanyolu Denizinin İç Halkasında su kaynıyordu. Aniden gri bir pus yükselerek ölüm aurasıyla dolu halde dört bir yana yayıldı.

 

Antik bir gemi pusun içinde yavaşça ilerledi ve bu sırada pusun içinde sayısız dünyanın görüntüleri titreşiyordu.

 

Adeta gemi antik zamanlardan gelmiş gibiydi ve şimdi bu gün ve çağda kendini göstermişti.

 

Geminin ucunda harap olmuş bir zırh giyen yaşlı bir adam oturuyordu. Uzun saçları gümüş rengindeydi ve yüz hatlarını görmek imkansızdı. Sadece sonsuzluğun içine bakan, sanki bazı cevaplanmamış sorulara yanıt arıyormuş gibi görünen bir çift boş göz görülüyordu.

 

Aniden yaşlı adam kafasını kaldırdı ve Doğu Toprakları yönündeki antik Taoist ayini tapınağına doğru baktı.

 

"Dünyayı... sarsan kim?"

 

Güney Gök boyunca yayılan dalgalanmalar aniden yok oldu.

 

Tang Kulesinin dışında Meng Hao'nun ebeveynleri Shui Dongliu'nun sözlerini dinlediler ve sarsıldılar.

 

"Tahmin etmek imkansız. O kaderini değiştirmiş."

 

"Siz ikiniz müdahale etmemelisiniz; çok fazla Karmik bağlantı ona zarar verebilir.... O... Güney Gök'e kaderle bağlı."

 

"Kıdemli...." dedi Meng Hao'nun babası, sesi kaygılıydı.

 

"Felaket... geliyor," diye mırıldandı Shui Dongliu. "Sayısız ceset ve sonsuz kan nehri gördüm. Yıldızlı gökyüzünde sadece dokuz dağı bırakan faciayı gördüm. O facia... çok uzakta değil."

 

"Zamanında bastırılmış olan varlıklar antik zamanlardan geçiş yapamaz ama bastırılmaktan kaçanlar intikam için geri dönecekler...."

 

"Düşmanlık ne zaman yaratıldı? Onun kökleri neye sebep oldu? Unutuldu.... Hepsi her şeyi unuttu.... Artık kimse hatırlamıyor...."

 

"Onlar... Göklerin Tao'sunu esir etti. Ve onlar yoldalar." Başını yavaşça sağa sola salladı.

 

Bu sırada dağların derinliklerindeki Ölümsüz Antik Taoist Ayin Tapınağında tapınağın dışındaki zemin sallanıyordu. Herkes ağlama sesiyle gülme sesinin ürpertici karışımını dinlerken hayrete düşmüştü ve yerin derinliklerinden inanılmaz gürleme sesi geliyordu. Ardından tapınağın kendisinin sallandığını gördüler. Çatlaklar yayıldı ve aniden hayali bir Taoist ayin tapınağı tekrar ortaya çıktı.

 

Tapınak binasının içinde Meng Hao'nun yüzü soluktu. Tek istediği lambayı almaktı bu yüzden meydana gelen şiddetli gümbürtüler ve yerin sallanması onu şaşkına çevirmişti.

 

Dahası, şuan elini bronz lambadan ayıramıyordu; eline şiddetli bir acı saplanarak derisinin çatlamasına ve kanının dışarı akarak bronz lamba tarafından özümsenmesine neden oluyordu.

 

Kanı özümsedikten sonra fenerin alevi daha da canlı yanmaya başladı. Havayı delebilecek güçte kırmızı bir parıltı yaydı ve antik zamanların bariyeri yırtılarak açıldı. Meng Hao aniden her şeyin harekete geçtiğini hissetti.

 

Etrafındaki görüntüler dönmeye başladı, hızla dönerek en sonunda şiddetle gürleyen bir burgaca dönüştü.

 

Bunun ne kadar sürdüğünü söylemek güçtü ama belli bir noktada burgaç aniden hareket etmeyi kesti. Sarsılan Meng Hao etrafına bakınca... daha önce gördüğünün aynısı olan antik Taoist ayin tapınağını gördü. Tao hakkındaki anlatıların sesini duyabiliyordu ve herkes bir yıldız nehrinin altına bacaklarını çaprazlayarak oturmuştu.

 

Sunağın üstünde oturan yaşlı adam elini sallayarak Gök ve Yerdeki her şeyin ters dönmesine neden oldu ve devasa bir "Ölümsüz 仙" karakteri ortaya çıktı....

 

 

Şaşırtıcı şekilde "Ölümsüz" Meng Hao üst üste girmişti. Elindeki yağ lambası dağa dönüşmüş kendisi ise aynı kalmış gibiydi! Birlikte "Ölümsüz" karakterin dönüşmüşlerdi!

(R.N: daha önce hatırlayacağınız üzere yazar “Ölümsüz 仙” karakterinin bir kişi 人 ve bir dağ 山karakterlerinde yapıldığını anlatmıştı.)

 

Sayısız göz üzerine yöneldi ve Meng Hao'nun başı döndü. Olup bitenler inanılmazın da ötesindeydi ve inanmakta zorluk çekiyordu.

 

Daha sınra lamba daha fazla kan özümsemeye başladı. Etrafındaki dünya dönerken yüzü soldu. Hava gümbürtüyle doldu ve her şey tekrar hareketlendi. Şaşırtıcı şekilde Meng Hao kendisini başka bir dünyada buldu.

 

Gökyüzünde doğruca yere doğru çarpmak için ilerleyen devasa bir el görüldü. Sayısız gelişimci ölümcül bir dövüşe girişmişti; gökyüzünden yıldız çekerek ve onları kutsal beceriye dönüştürerek savaşıyorlardı.

 

Savunmak için devasa yeryüzü şeritleri yırtılıyor ve gökyüzüne doğru savruluyordu.

 

Alnında yıldızlar parlayan devasa, biçimsiz bir figür vardı. Onun yanında uzun dokunaçlara sahip bir gezegen büyüklüğünde sayısız tüylü yaratık dört bir yana ölüm saçıyordu.

 

Meng Hao'nun kim dost kim düşman olduğunu söylemesi imkansızdı. Çok sayıda güç birbiriyle dövüşüyordu. Uzaklarda devasa bir yarığın açılarak... ortaya dokuz güneşin çıktığını gördü!

 

Bu dokuz güneş yıldızlı gökyüzünün titremesine neden oldu, uzay boşluğunun paramparça olmasını ve bütün hayatların yok olmasını sağladı!

 

Beklenmedik şekilde dokuz güneş yarığın içinden devasa bir taş heykel çıkartıyordu. Heykel sıradan görünüşe sahip bir adama aitti ama unutulmaz bir aura yayıyordu!

 

Tarif edilemez büyüklükte bir gölge yayılmaya başladı ve görünüşe göre tüm yıldızlı gökyüzünü kaplamaya hazırlanıyordu. Dışarıdan bakınca onun tamamen eşsiz ve garip bir şey olduğunu söylemek mümkündü.

 

İnsanlar telaşla bağırmaya, Göklerin Tao'su hakkında haykırmaya başladı....

 

Daha şaşırtıcı olan ise farklı bir yönden dokuz tane kelebeğin uçarak yaklaştıkları sahneydi. Onlar inanılmaz büyüklerdi, herhangi bir şeyden daha büyük. Ortaya çıktıkları anda vücutlarında başka dünyalara açılıyormuş gibi görünen portallar açıldı ve içlerinden figürlerin bulutları çıktı. Daha şaşıtıcı olan ise kelebeklerin arkasında Meng Hao'nun görebildiği kadarıyla yaklaşırken tüm gökyüzünü tehditle dolduran devasa bir kara parçasıydı.

 

"Ölümsüzlerin dünyası bütün kaosun kaynağıdır! Ölümsüzler habisliğin zirvesidir!" Meng Hao'nun görüşünde çınlayan bu sesin kime ait olduğunu bilmek imkansızdı. Tek görebildiği şey dokuz güneş, dokuz kelebek ve onların aşağısındaki dokuz şok edici dağ idi.

 

Muazzam gürültü dört bir yanı doldurdu ve ardından görüş kaybolmaya başladı. Meng Hao zihni dönüyordu ve etrafındaki her şey paramparça olmuştu. Bir kez daha Meng Hao'nun merkezinde olduğu bir burgaç oluştu. Meng Hao antik zamanlardan geri döndü ve tapınak binasına girdi.

 

Neredeyse vücudundaki bütün kan bronz lambaya çekilmişti. Lamba ise.... Kendi kendine Meng Hao'nun kafasının üzerine yükseldi ve o sırada sönükçe titreşiyordu.

 

Bu sırada dışarıdaki gökyüzü... aydınlandı!

 

Şafak söktüğü anda Meng Hao'nun kafasının üzerindeki lamba titreşti ve bir köze dönüştü. Sönmemişti ama zayıflamıştı ve yeşil duman Meng Hao'nun burnundan, kulaklarından, gözlerinden ve ağzından içeri girmişti. Bir anda Meng Hao benzersiz bir berraklık tecrübe etti.

 

Zihni titredi ve gözleri ışıl ışıl parladı. Şuan tereddüt etmenin vakti olmadığını biliyordu. İkinci gerçek benliği gölgesiyle birlikte tapınak binasından dışarı çıktı, elbise kolunu fiskeleyerek Taiyang Zi ve Song Luodan'ı depolama çantasına attı. Dokuzuncu Dağın ağzını kapattığı kuyuya baktı ve ardından hiç tereddütsüz avludan ayrıldı.

 

Ana kapıdan çıktığında dışarıdaki herkesin yüzünde boş ifadeler olduğunu gördü. Görünüşe göre onlar hâlâ antik zamanların görüşünün içindeydi. Ji oğlu bile titriyordu.

 

Meng Hao hemen uçmaya başladı. Fakat daha çok uzaklaşamadan önce bir kılıç ışığı ışını havada uğuldayarak ona doğru ilerledi. Bu Zhao Yifan idi!

 

Görünüşe göre ilk uyanan o olmuştu!

 

Daha fazla insan uyanmaya başladı ve Meng Hao'yu gördüklerinde aniden onun peşine düşerek büyülü tekniklerini serbest bıraktılar.

 

"Hey, Taoist ayin tapınağı sizindir!" diye bağırdı. Savaş arabası ortaya çıktı ve aniden inanılmaz bir hızla fırladı. Peşindekilerin gönderdiği büyüler neredeyse onu ezmek üzereydi.

 

Neyse ki bir an bile duraksamamıştı; dahası zihni bronz lamba sayesinde inanılmaz berraktı. Zhao Yifan da dahil herkes kendine gelmiş ve bunun akabinde gelişim merkezlerinin tüm gücünü kullanamadıklarını fark etmişlerdi.

 

Hava gümbürtüyle doldu ve Meng Hao bir ağız dolusu kan tükürdü. Fakat inatla takip edildi, bu yüzden hızla iki tarafı yüksek uçurumla sarılı olan dar yola doğru fırladı.

 

Ama hava sahası kısıtlanmıştı ve savaş arabası havada kalmakta zorlanmaya başlamıştı. Dar yola girdiği anda yavaşlamaya başladı ve Meng Hao en sonunda ondan inmek zorunda kaldı. Yere dokunduğu anda yaydan çıkmış bir ok gibi fırladı. Uzaklara doğru ilerlerken havada bir vızıltı sesi duyuldu.

 

Peşinde Seçilmiş olmasalar da yüzlerce insan vardı. Onlar çeşitli klan ve tarikatların Tao Koruyucularıydı. Sadece Güneş Dağı ve Song Klanı bütün adamlarını onun peşinden göndermişti.

 

Diğer Seçilmişler uyandıktan sonra boş tapınağa bakmışlar ve ardından içeri hücum etmişlerdi.

 

Içeri girdikleri anda kuyunun üstündeki dağ paramparça olmuş ve bir kadının ıssız inlemesi duyulmuştu.

 

"Meng Hao! Bu iş daha bitmedi!" Yüzü soluk ve saçı bağı dağılmış olan Fan Dong'er kuyunun içinden çıktı. Ona aşık olan diğer Seçilmişler tam ona doğru gidecekken aniden şaşkına döndüler. Fang Dong'er'e hayretle baktılar ve yavaşça gerilemeye başladılar.

 

Fan Dong'er şaşırdı ve yüzü düştü. Ardından sağ elini kaldırdı; parlak bir ışık çaktı ve bir ayna ortaya çıktı. Aynada kendisine baktı ve soluk olmasına rağmen hala güzel olduğunu gördü.

 

Rahat bir nefes aldı. Fakat ardından....

 

"Dong'er, a-arkanda...."

 

"Arkanda biri var!!"

 

"Neden... neden sırtında bir ceset taşıyorsun...?"

 

Bu sırada Fan Dong'er aynanın yansımasında başka birini daha fark etti. Arkasında... bir kadının cesedi havalandı, bu tıpkı kuyunun içinde ona işkence eden cesedin aynısıydı.

 

Fan Dong'er adeta kafası patlayacakmış gibi hissetti. Hemen havalandı ve cesedin de tıpkı onun hareketini tekrarladığını gördü. Sanki ruhları bağlanmış gibiydi; görünüşe göre nereye giderse gitsin ceset onu takip edecekti.

 

Fan Dong'er nereye giderse gitsin milyonlarca yıl boyunca suda kalmış bir cesedin peşinden gelirse hayatının ne hale döneceğini zar zor hayal edebiliyordu. Bu olay yayıldığında tüm Dokuzuncu Dağ ve Denizi tamamen sarsacaktı.

 

Fan Dong'er çığlık attı....

 

"Meng Hao, seni öldüreceğim. Öldüreceğim!!!"

 

Bu noktada diğer Seçilmişler çoktan tapınak binasına girmişlerdi. Etraflarına bir an şaşkınlıkla baktılar, ardından hemen dışarı çıktılar. Çatırdama sesleri hızla yayıldı ve yerde bir uçurum açılarak tüm tapınak hemen içine düştü!

 

Neyse ki herkes yeterince hızlı tepki vererek yıkımdan kurtulabilmişlerdi. Fakat tapınağın geri kalanının yerin içine batışını şaşkın gözlerle izlediler. Bunun ardından zemin sanki orada hiçbir şey var olmamış gibi normal haline geri döndü....

 

"Lanet olsun! Meng Hao'nun aldığı o bronz lamba belli ki Ölümsüz Antik Taoist Ayin Tapınağından değerli bir hazineydi!"

 

"O kesinlikle Ölümsüz Antik Tao Madalyonuna sahip!"

 

"Yakalayın onu! Burada hava sahası kısıtlı, bu yüzden çok uzaklaşmış olamaz. Bütün dağ silsilesini mühürleyin! Havayı kilitleyin! Yeri kazın ve onu bulun!"

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44338 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr