Bölüm 60: Dağıtılamayan Ölüm Aurası

avatar
11537 28

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 60: Dağıtılamayan Ölüm Aurası


 

Bölüm 60: Dağıtılamayan Ölüm Aurası



Başkent gittikçe uzaklaştı. Uzun bir sürenin ardından Meng Hao artık kalbinde titreşen korku hissini bastırdı. Ardından kaşlarını çatarak vücudunu inceledi. Bozulmuş ve soluk bir haldeydi, daha önce ince bir yapısı olan Meng Hao artık biraz daha zayıf haldeydi.



Bu problem Meng Hao için şu an ikinci plandaydı. Vücudundan devamlı siyah sisler yayılıyordu, sanki yanıyormuş gibiydi. Ne kadar bundan kurtulmaya çalışsa da, vücudundan yayılmaya devam ediyordu. Bu siyah sis uçarak havaya yükseliyor ve herhangi birinin Meng Hao’nun yerini saptamasına olanak sağlıyordu.



Vücudum çürümeyi kesti, ama bu tuhaf siyah aura durmadı. Cidden çok fazla dikkat çekmeme neden oluyor…” Meng Hao elinden geldiğince hızlı bir şekilde ilerledi ve dağlarda saklanacak bir yer aradı. Siyah sis dağıldıktan sonra, tekrar dışarı çıkacaktı.



Meng Hao iki saat sonra ıssız bir dağda öfkeli bir şekilde oturdu. Kendini bir Ölümsüz Mağarasına mühürledikten sonra, siyah sisin bazı cisim ve materyallerden geçebildiğini fark etmişti.



Lanet olsun, bu sis daha ne kadar sürecek?” Dişlerini gıcırdattı, bir yerlerde durmaya cüret edemiyordu. Bunu yaptığında sis Meng Hao’nun üzerinde toplanıyor ve daha görünür hale geliyordu. Onu gören herhangi biri kesinlikle yakınlarda bazı değerli eşyaların olduğunu düşünecekti.



Meng Hao kaşlarını çatarak dağların derinliklerine doğru devam etti. Mümkün olduğunca hızlı gidiyordu. Ruhsal enerjisi tükendiğinde hemen bir tıbbi hap tüketiyordu, ancak bu yolla siyah auranın toplanmasını engelleyebilirdi. Siyah sis dağınık haldeyken gökyüzüne doğru yükselse de, görmesi kolay değildi.



Yedi gün geçti. Meng Hao korkmasının yanında hiç dinlenme şansı olmadığı için yorulmuştu. Lanetli sis gün boyunca siyahtı, gece ise beyaz bir parıltı oluşturuyordu.



Yedi günün ardından, vücudundan yayılan sisin gittikçe zayıflamaya başladığını hissetti. En iyi ihtimalle sisin tamamen yok olması için aşağı yukarı bir aylık süre gerekiyordu.



Dağlarda çok uzun süre kalmaya cesaret edemiyordu, çünkü dikkat çekebilirdi. Ayrıca Mor Felek Tarikatı öğrencilerinin de gidip gitmediğini daha bilmiyordu. Bu yüzden sürekli hareket etmekten başka şansı yoktu.



Günün birinde değerli hazinenin üstünde bacaklarını çaprazlamış otururken bir ormana doğru süzüldü. Aniden kafasını kaldırdı, gözleri titreşti. Uzaklardan ona doğru ilerleyen dört tane şekil görmüştü.



Kaşlarını çatarak durdu ve yere indi. Ardından depolama çantasına vurarak bir tane uçan kılıç çıkarttı. Kılıç yaşlı bir ağaca doğru fırladı, ağacın gövdesinde bir delik açtı ve Meng Hao hemen onun içine girdi.



Daha önce bu yöntemi denemişti ve sisin ağaçtan geçemediğini görmüştü. Fakat, on nefeslik süre sonunda ağaç çürüyüp gidiyordu.



Bu yöntemi daha önce diğer Gelişimcilere yakalanmamak için bir çok kez kullanmıştı.



Ağacın içinde oturarak 4-5 insanın geçişini bekledi. Fakat insanlar geçip gitmek yeri yakınlarda durdu ve etrafı dikkatle incelemeye başladılar. Onlardan biri mor cübbeli genç bir adamdı. İfadesiz bir yüzle bir ağacın tepesine zıpladı ve Gelişim merkezinin gücü dışarı salındı. Elinde beyaz bir inci tutuyordu.



Meng Hao’dan yayılmış olan siyah aura anında beyaz inci tarafından emildi ve onu siyaha çevirdi.



Meng Hao bunu görünce kalp atışları hızlandı.



Bu grup, üç erkek ve bir kadından oluşuyordu. Kadın uzun bir etek giymişti ve oldukça güzeldi. Gözlerinde gizemli bir parıltı göründü, diğer insanlar bunu şeytani olarak tanımlayabilirdi. “Bu oldukça tuhaf.” dedi kadın. “Bu yoğun ölüm aurası son zamanlarda bu dağlarda oldukça sık ortaya çıktı.



Onun yanındaki iki adam kaşlarını çatarak ormana doğru bakışlarını çevirdiler.



Buna neyin neden olduğunu boş verip aurayı emme işini bitirdikten sonra ayrılmalıyız.” dedi adamlardan biri. Sesi biraz endişeliydi. “Ona neden olan şey her neyse oldukça tuhaf. Muhtemelen onu bulmasak daha iyi olacak.



Neden korkuyorsun?” dedi kadın gülümseyerek. Mor cübbeli genç adama alımlı bir bakış attı, kadının gözleri cazibeyle parlıyordu. “Kıdemli Kardeş Yan buradayken, herhangi bir tehlike yaşamayacağız. O, Qi Yoğunlaştırma aşamasının sekizinci seviyesinde olan bir İç Tarikat öğrencisi. Herhangi bir felaketi önleyebilir. Ve kim bilir belki de iyi bir şans ile karşılaşabiliriz.



Elinde inci olan genç adam Qi Yoğunlaştırmanın sekizinci seviyesindeydi ve belli ki liderleri oydu. Diğerlerinin hepsi altıncı seviyedeydi.



Beyaz incinin siyah aurayı emmesi uzun sürmedi. İnci şu an simsiyah olmuştu ve daha fazla emebilecek gibi görünmüyordu. Meng Hao ise düşünceler içinde kaybolmuş şekilde oturuyordu.



“Gidelim.” dedi Yan isimli adam. Elbise kolunu fiskeledi ve dörtlü grup yoluna devam etti. Bu olurken Meng Hao’nun kaşları çatılmıştı. Grup burada çok zaman geçirmişti ve Meng Hao’nun zamanı dolmuştu. Siyah aura ağacın tepesinden sızmaya başlamıştı.



Bu olunca, Yan isimli adam arkasını döndü ve ona baktı, gözleri aniden parladı.



Meng Hao ise bunun üzerine iç çekerek ağaçtan fırladı. Elbise kolunu fiskeleyerek mümkün olduğunca hızlı bir şekilde kaçmaya başladı.



Onun ortaya çıkışı dörtlüyü şaşırttı, siyah aura ondan yayılıyordu. Yan isimli adam Meng Hao’ya doğru bir bakış attı.



Yoldaş Taoist, lütfen biraz bekle.” diye seslendi. Elleriyle hızla büyü işaretleri yaptı ve aniden siyah bir rüzgar ortaya çıkarak çirkin, sırıtan bir kuru kafa şekline büründü. Ardından çenesini açarak Meng Hao’ya doğru fırladı.



Adam Meng Hao’ya durmasını söylemişti. Ama bu kuru kafa Qi Yoğunlaştırma aşamasının sekizinci seviye gücüne sahipti. Yıldırım gibi hareket ediyordu ve son derece güçlüydü.



Aynı zamanda diğer iki erkek ve bir kadın da gözleri parlayarak saldırdılar. İki uçan kılıç ve bir yeşim bilezik ışık ışınına dönüşerek  Meng Hao’ya doğru fırladı. Kadının yeşim bileziği havada ilerlerken uğultu çıkarıyordu ve Meng Hao’yu ezmeye hazırlanırken boyutu giderek büyüyordu.



Meng Hao kaşlarını çattı. Daha önce ruh hali zaten iyi değildi, siyah aura tarafından son derece sinirleri bozuktu. Şu an ise peşindeki grup onu öldürmeye niyetliydi. Meng Hao hafifçe homurdandı.



Meng Hao sağ elini kaldırdı ve kükreyen bir Alev Pitonu ortaya çıktı, bu Alev Pitonu 20-30 metre uzunluğundaydı.  Ona doğru gelen dört büyülü eşyaya doğru atılırken şiddetli bir ısı yaydı.



Hava bir gümleme sesiyle titredi. Yeşim bilezik parçalandı ve iki uçan kılıç çözülüp gitti. Kuru kafa da çarpışmanın etkisiyle ortadan kayboldu. Alev Pitonu ise acı bir inleme eşliğinde yok oldu.



Qi Yoğunlaştırma aşamasının sekizinci seviyesi!” dedi kadın. Yanındaki iki adamın nefesi kesildi, ifadeleri değişti. Yan isimli Gelişimci ise bir adım ilerledi ve Meng Hao’ya baktı.



Ben Yan Ziguo, Soğuk Rüzgar Tarikatı öğrencisiyim.” dedi sakince, gözleri yıldırım gibi parlıyordu. “Yoldaş Taoist, ayrılmak için bu kadar acele etme. Lütfen vücudundan yayılan yoğun ölüm aurasını açıklayabilir misin?” Meng Hao sekizinci seviyedeydi, ama Yan Ziguo da öyleydi, bu yüzden soğuk bir ses tonuyla konuşmuştu.



Meng Hao da ona soğuk bir bakışla karşılık verdi ve hiçbir şey söylemedi. Depolama çantasına vurdu ve bir anda değerli yelpazesi ortaya çıktı. Hızla ileri doğru fırlarken Yan Ziguo yelpazeye hayretle baktı.



Uçma olanağı sağlayan bir büyülü eşya. O Temel Kurulumu aşamasında değil, bu yüzden sadece süzülebilir. Kısa bir süre sonra tekrar yere inmek zorunda kalacaktır.” Yan Ziguo’nun kalbi hızlandı. Yelpaze tarikatta yalnızca dokuzuncu seviye öğrencilerin alabileceği büyülü bir eşyaydı. Yan Ziguo soğuk bir homurdanmayla birlikte takibe başladı. Diğer üçlü bir an tereddüt ettikten sonra, onu takip ettiler.



“Lanet olsun!” dedi Meng Hao, gözleri gittikçe daha da soğuk hale geliyordu. Rakibi onun Gelişim merkezi gücünün yanı sıra büyü kullanımını görmüştü, ikisi de açık birer uyarı niteliğindeydi. Fakat yine de onu takip etmeye karar vermişti. Buna Meng Hao’nun canı oldukça sıkıldı.



Elleriyle büyü örüntüleri yaptı ve daha sonra ardındaki dört takipçiye doğru yöneltti. Aniden yelpazenin dört tane tüyü ışık ışınlarına dönüşerek fırladı. Havayı tıpkı birer uçan kılıç gibi keserek dört takipçiye doğru ilerlediler.



Bunun üzerine Yan Ziguo gözlerini kıstı ve hemen depolama çantasına vurdu. Küçük ahşap bir kalkan ortaya çıktı, bu kalkan bir avuç büyüklüğündeydi. Ama bu küçük kalkan hızlıca bir kafa büyüklüğüne kadar genişledi ve ona doğru gelen tüye karşı ilerledi. Şiddetli bir gümlemeyle birlikte ikisi birbiriyle çarpıştı.



Diğer üç takipçinin yüzünde şok ifadesi belirdi ve aceleyle büyülü eşyalarını çıkartmaya çalıştılar. Ardından gelen patlamaların ortasında, ağızlarından kan geldi ve dehşete düşmüş bir şekilde geri çekildiler.



O üç tüy hiç zarar görmemişti. Meng Hao hemen parmağını sallayarak onları da Yan Ziguo’ya doğru yöneltti.



Yan Ziguo’nun yüzü düştü ve ağzını açarak inledi. Aniden gözeneklerinden yeşil bir sis yayıldı, etrafında dönen yoğun bir pus şekillendirdi ve devasa yeşil bir kuru kafaya dönüştü. Bu kuru kafa doğrudan üç tüye doğru yöneldi.



Gümleme sesleri çınladı ve kuru kafa bozuldu. Üç tüy artık parlamıyordu ve şuan eğri ve çarpık bir biçimdelerdi. Bunun ardından Meng Hao’ya geri döndüler.



Seni uyarıyorum...” dedi Meng Hao soğukça, gözleri parladı, “... Eğer beni rahatsız etmeye devam edersen…” Daha cümlesini bitirmeden arkasını döndü ve uzaklarda kayboldu, vücudu prizmatik bir ışına dönüşmüştü.



Fakat Yan Ziguo onu takip etmedi. Meng Hao’nun geri çekilen figürüne bakarken elbise kolunun içindeki elleri hafifçe titredi. Meng Hao onun için bir yabancıydı. Fakat bu yabancı biraz önce bilmeden onu hayat kurtarma sanatını kullanmaya zorlamıştı.



O yelpaze sadece uçuş bahşeden bir hazine değil, aynı zamanda güçlü bir silah!” dedi kendi kendine, kalbi güm güm attı. Arkasına dönerek pejmürde haldeki yoldaşlarına baktı. “İçinizden biri Zhao Ülkesinde sekizinci seviye olan ve değerli bir yelpazeye sahip olan birini tanıyor musunuz?



“Bu kadar genç yaşta Qi Yoğunlaştırma aşamasının sekizinci seviyesine ulaşan birinin isminin kesinlikle duyulmuş olması gerekiyor.”  Soğuk Rüzgar Tarikatından bir öğrenci diğerlerine doğru konuştu. “Ama üç büyük Tarikatta bu tarife uygun olan herhangi birini tanımıyorum.



Kim o? Zhao Ülkesinden bir Gelişimci olmayabilir, değil mi?” Yan Ziguo kaşlarını çattı, Meng Hao’nun değerli yelpazesine olan ilgisi daha da kabardı.



Kıdemli Kardeş Yan...” dedi kadın öğrenci, sesinde tereddüt vardı. “Bir ay önce değerli bir yelpazeye sahip birinden bahsedildiğini duymuştum. Bunu söyleyen kişi Sarmal Dere Tarikatından Kıdemli Kardeş Sun Hua idi. Söylediğine göre Güney Diyarından Mor Felek Tarikatı öğrencileri Reliance Tarikatından Meng Hao ile ticaret yapmış. Ortaya konan eşyalardan biri de tüy yelpazeymiş.



Yan Ziguo’nun yüzünde şaşkınlık vardı. Depolama çantasına vurdu ve elinde yeşim bir kayış belirdi. Bu İç Tarikat öğrencilerine dağıtılan bir eşyaydı. İçinde Meng Hao’nun bir tasviri vardı, ve onun ne kadar güçlü olduğunu araştırmak adına bir emir mühürlenmişti.



Emir bir kaç ay öncesinde verilmişti, bu yüzden Yan Ziguo bu konuyu çoktan unutmuştu. Yeşim kayışta bulunan Meng Hao’nun resmine dikkatlice baktı ve biraz önce karşılaştığı kişiyle aynı olduğundan emin oldu.



Demek oydu!” dedi Yan Ziguo, gözleri parladı. Ağzında çarpık bir gülümseme belirdi. Tam bir şeyler söylemek üzereyken aniden yer titredi ve yukarıdaki gökyüzü kıpkırmızı oldu. Güney Diyarının çok uzakta olmayan bir yerinde sarsıcı bir şeyler oluyordu ve yan etkileri tüm bölgeye yayılmıştı.




 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr