Bölüm 104: Büyük Bir Rüzgar Yükselir, Anka Kanatlarını Açar

avatar
11627 25

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 104: Büyük Bir Rüzgar Yükselir, Anka Kanatlarını Açar


 

Bölüm 104: Büyük Bir Rüzgar Yükselir, Anka Kanatlarını Açar



Meng Hao karşısında kışta kalmış ağustos böcekleri gibi korkuyla titreyen adamları görünce, Gelişim Dünyasında gücü ve güçlü uzmanlara gösterilen saygıyı ilk defa tecrübe etmiş oldu. Aslında korku ve saygıyı demek daha doğru olurdu. İki yıl önce, bu adamlar Meng Hao’nun dokuzuncu seviyede olmasına rağmen ona saldırmaya cüret edebilmişlerdi. Ama şimdi, her biri ayaklarının dibinde titriyordu.



Burasıyla ilgili bildiğiniz her şeyi anlatmanızı istiyorum.” dedi Meng Hao sakince. “Eğer benden bir şey saklamaya kalkarsanız…” Meng Hao sözünü bitirmeden bakışlarıyla onları süzdü. Adamlar onun gözündeki kırmızı parıltı kalıntılarını görünce titrediler.



Bu parıltı şeytani havayla doluydu ve adamlar bunu gördüklerinde refleks olarak göz bebekleri büzüldü. Bu sahne ruhlarına kadar işlenmiş gibiydi. İfadeleri değişti; müthiş bir korku içindeydiler ve Meng Hao’dan hiçbir şey saklayamayacakları çok belliydi. Adamlar her şeyi anlattı, hatta köyün antik kayıtlarını çıkartıp Meng Hao’ya verdiler. Ona haritaları, atadan kalma zehir tariflerini… Her şeyi gösterdiler.



Günler sonra Meng Hao vadi bölgesinden ayrılırken altı Gelişimci tarafından saygıyla uğurlandı. Onun duruşu sakindi ve ifadesiz bir yüzle devasa bir yeşil yaprağın üstünde oturuyordu. Bu yaprak daha sonra çok renkli bir ışına dönüşerek Güney Diyarına doğru fırladı.



O ayrıldıktan sonra altı Gelişimci biraz rahatlamıştı. Öldürülen adamı ise çoktan unutmaya karar vermişlerdi. İntikam aramak gibi herhangi bir istekleri yoktu. Sadece uzaklara doğru giden Meng Hao’yu izlediler ve bir daha geri dönmemesini umdular.



Bir kaç gün geçti. Vadinin derinliklerinde gecenin geç saatleriydi; orada, görmenin imkansız olduğu bir bölgede, antik bir mağara vardı. Her şey sakindi.



Mağaranın iki bin beş yüz metre içerisinde kırmızı bir halatla birlikte çocuk görünümlü bir çok ruh çömelmiş oturuyor ve ara sıra bir kaç inleme sesi çıkartıyordu.



Kırmızı halat sonsuz gibi görünen bir deliğin içine girmiş, derinlere doğru uzanıyordu. Bu derinlerde halat tarafından delinmiş bir kadın kafası vardı. Kadının yüzü bembeyazdı, gözleri açıktı ve karanlığa doğru hüsran içinde bakıyordu.



Kafayı geçtikten sonra, delik halatla birlikte aşağı doğru uzamaya devam ediyordu.



Otuz bin metre, üç yüz bin metre, bir milyon elli bin metre… Orada, hava artık deniz gibi kokmaya başlıyordu. Aslında bu noktada deniz suyu görülebiliyordu. Halat deniz suyuna dalarak yoluna devam ediyordu, bir sonu yok gibiydi.



Eğer bir kişi halatın üç milyon metredeki yerini görebilseydi… Gözüne simsiyah bir deniz çarpacaktı. Halat bu bölge denizin derinliklerine uzanıyordu; denizin ve halatın ne kadar daha uzadığını söylemek imkansızdı. İleride, binlerce metre çapında taştan bir formasyon ortaya çıkıyordu.



Devasa taştan kütleler halka halka, katman katman dikilmişti. Taş formasyonun merkezinde ahşap bir tabut vardı ve yüzeyine bu kırmızı halat ekliydi.



Burasıyla dağ vadisinin arasındaki mesafeyi tarif etmek zordu. Basitçe, halat çok uzundu ve aynı zamanda tamamen düz değildi. Eğer birisi onu inanılmaz bir kuvvetle çekerse, belki yaklaşık bin beş yüz metre getirebilirdi, ardından bunu takriben üç milyon metre ile karşılaştırdığında durum ortaya çıkıyordu.



Görünüşe göre bu tabut burada çok çok uzun zamandır vardı. O sırada bir kazıma sesi duyulabiliyordu. Kazımayla birlikte tabutun kapağı yavaşça açılmaya başladı. Yukarı doğru 7.5 santim kadar yükseldi!



Tabuttan sızan bir siyahlık deniz suyu boyunca yayıldı...



Bu denizin ismi...Samanyolu idi.



Bu deniz dünyanın iki büyük alt kıtası arasında varlığını sürdürüyordu. Siyahlık denize yayılırken yüz civarı bir balık sürüsü suda hızlıca yüzüyordu. Siyahlık onları sardı.



Zaman geçti ve siyahlık yavaşça küçüldü ve ardından kayboldu. Balık sürüsü ise tamamen kemikten ibaret kalmıştı… Sadece bir tanesi dışında. Geriye kalan balık kuyruğunu sallayarak kemiklerin arasında yüzüyordu. Onun vücudu simsiyahtı ve vücudundan iki tane dokunaç büyüyordu. Dokunaçlar neredeyse üç yüz metre uzunluğa kadar büyüdü. Balık suda yukarı doğru yüzerken dokunaçlar kıvranıyor ve balığa korkunç bir görüntü veriyordu.



Balık yıldırım gibi yukarı doğru yüzdü. O yukarı doğru hızlanırken Samanyolu Denizi gürlemeye ve çalkalanmaya başladı. Aniden, balık yüzeye vararak gecenin karanlığında gökyüzüne yükseldi.



O denizi terk ettiği anda, tüm vücudunda bir titreme meydana geldi. Göz açıp kapayıncaya kadar  vücudu genişledi ve görünüşü değişti. Kısa sürede uzunluğu otuz metre, üç yüz metre, üç bin metre, otuz bin metre oldu!



Bir kaç nefeslik sürede vücudu neredeyse yüz bin metre uzunluğa ulaşmıştı. O artık bir balık değildi, bir kuştu. Görünüşü devasa bir ankaya benziyordu!



Ankanın vücudundan bir ölüm aurası kabardı. Anka kadim bir havaya sahipti, sanki derin bir uykudan yeni uyanmış gibiydi. Hayat kuvveti çok güçlü değildi ve gözleri sönüktü. Sanki hayatı her an sönebilirmiş gibi duruyordu.



Yeniden doğuş…” Ankanın ağzından çıkan yankılı ses yayıldı ve kanatlarını çırparak Güney Diyarına doğru uçmaya başladı.



Onun muazzam hızına rağmen, eğer Samanyolu Denizinden ayrılıp Güney Diyarına ulaşmak istiyorsa, yarım yıldan fazla süreye ihtiyacı vardı.



Bu sırada, Meng Hao devasa yeşil yaprağın üzerinde bacaklarını çaprazlamış otururken gökyüzünde uçuyordu. Siyah bulutlar onun üzerinde kaynamaya başladı ve sağanak bir yağışla birlikte şimşekler çaktı.



Fakat, yağmur Meng Hao’ya dokunamıyordu. Yapraktan yayılan parlak bir kalkan yağmuru engelliyordu. Meng Hao fırtınalı gece boyunca ilerlemeye devam etti, sık sık çakan şimşekler tarafından aydınlanıyordu.



Meng Hao başını eğerek gözlerinde derin düşüncelerle elindeki yeşim kayışa baktı.



Efsanelere göre, o vadideki mağara Samanyolu Denizine uzanıyor… Köylüler antik zamanlardan beri orayı gözetliyor ve her dolunayda halatı çekiyor. Bunu her yaptıklarında da bazı ödüller alıyorlar. Tüm bunlar biraz şüpheli görünüyor.” Meng Hao kafasını çevirdi ve parlak gözlerle dağ vadisinin bulunduğu yere doğru baktı. Bazı daha büyük hikayelerin parçaları sanki bir araya geliyor gibiydi. Yeşim kayışı içinde çok çeşitli şişeler ve kavanozlar olan depolama çantasına attı. Bu şişeler ihtiyar ve diğerlerinin oluşturduğu çeşitli formüllerin yanı sıra Klanları tarafından yaratılan bir zehirli hap yığını içeriyordu.



Bunları Meng Hao’ya hediye olarak vermişlerdi ve daha bir çok yeşim kayış da vermişlerdi.



Zehirlerin çoğu Qi Yoğunlaştırma aşaması için ölümcül olabilirdi, ama Temel Kurulumu aşamasında olan birine etkisi az olacaktı. Fakat, içlerin bir kaç tanesi özeldi. Örneğin, bu haplardan biri Tatlı Hap idi. Hap sis şekline dönüşüyordu ve bir kişi onu içine çektiğinde cinsel sanrılar görmesine neden oluyordu.



Meng Hao çeşitli zehir haplarına baktıktan sonra onların yerine başka bir yeşim kayış çıkarttı. Bu yeşim kayış bölgenin haritasını içeriyordu. Haritada yarım yıllık mesafede, ışınlanma portalı olan bir bölge dikkatini çekti.



Işınlanma portalı Gelişimci Klanı tarafından kontrol ediliyordu ve bölgede sadece bir tane vardı. Bu bu portalı kullanarak Güney Diyarına ışınlanmak Meng Hao’ya büyük bir zaman tasarrufu sağlayacaktı. Güney Diyarına ışınlandıktan sonra Güney Diyarının Dokuz Eyaletinden biri olan Şark Doğuşu Eyaletinin sınırına seyahat etmesi yarım ayını alacaktı.



Güney Diyarının Dokuz Eyaleti, Güney Diyarının merkezini oluşturuyor. Dokuz gelişmiş ölümlü ulusun her biri Zhao Ülkesinden çok daha büyük. Böylesi büyük miktarda ölümlüyle birlikte elde edilebilir kaynaklar daha fazla oluyor ve dolayısıyla buralarda Güney Diyarının ünlü Klanları ve Tarikatları yükseliyor.



Beş büyük Klan ve üç büyük Tarikat. Her biri kendi ulusunda varlığını sürdürüyor. Dokuzuncu ulus ise Batı Çölüne yakınlığından dolayı şu an gelişmiş bir ticaret merkezi durumunda. Zamanla ismine Siyah Topraklar denmeye başladı.” Meng Hao yeşim kayışı bir kenara koydu. Çok fazla bilgi yoktu. Fakat, Reliance Tarikatında öğrendiklerini destekler nitelikteydi. Şu an, çok detaylı olmasa da Güney Diyarını kaba taslak gözünde canlandırabiliyordu.



Güney Diyarına vardığımda, daha iyi bir harita edineceğim, ardından tüm bunları daha iyi anlayacağım.” Meng Hao yağmura ve yıldırımlara bakarken gözleri ışıl ışıl parladı.



Güney Diyarında bir çok tanıdığım var; Kıdemli Kız Kardeş Xu, Kıdemli Kardeş Chen, Şişko ve… Wang Tengfei!” Meng Hao’nun yüzünde bir gülümseme belirdi, bu gülümseme inatçılık barındırıyordu.



Uzun yıllar oldu. Meng Hao geliyor!



Bir kaç ay sonra, sonsuz bir çıplak dağ silsilesinde, uzun bir dağın zirvesinde gök gürültüsü gibi bir patlama çınladı. Orası güzel bir dağdı. Üzerinde çeşitli köyler vardı. Dağın zirvesi demir zincirlerle çevre dağlara bağlanmıştı ve tıpkı büyük bir büyü formasyonu şeklindeydi.



Gökyüzünde iki insan bir büyü savaşına girişmişti. Aşağıdaki insan kalabalığı da yukarıyı korkuyla izliyordu.



Bu dövüşenlerden biri otuz yaşından fazla gösteren iri yarı bir adamdı. Göğsü çıplaktı ve sağ elini altın renkli bir kırkayak sarmıştı. Adam sol eliyle hızla büyü işaretleri yaptı ve devasa bir yelken ortaya çıktı. Yelken rüzgarla dalgalanarak delici ve ürpertici bir ses çıkartıyordu. Diğer kişi ise Meng Hao idi.



O ne Yıldırım Bayrağını ne de tahta kılıçları kullanıyordu. Saldırmak için sadece etrafında dönen basit bir uçan kılıca sahipti. O da aynı anda bir büyü işareti yaparak ileri doğru fırlayan altmış metreden uzun bir Alev Pitonu çıkartmıştı. Daha sonra çok sayıda dönen Rüzgar Bıçaklarının da ortaya çıkmasıyla izleyiciler büyülendi.



Muazzam bir gümbürtü çınladı ve ikili birbirinin tersi yönüne fırladılar. İri yarı adam güldü ve saygıyla Meng Hao’ya doğru ellerini kenetledi.



Kardeş Meng, senin Gelişim Merkezin sıra dışı. Ben, Shan, seni gerçekten takdir ediyorum.



Meng Hao elini kaldırdı. Uçan kılıç geri dönerek Meng Hao’nun etrafında dolanmaya başladı. Gülümsedi ve selamla rakibine karşılık verdi.



Kardeş Shan çok alçak gönüllü. Sen sadece gücünün yüzde sekseniyle saldırdın, ama ben savunmak için bütün gücümü kullandım. Burada takdir etmesi gereken kişi benim.” Kelimeler sırdan gibiydi, ama iri yarı adam bunu duyunca kalbi sarsıldı.



İki gün önce, Meng Hao buraya gelmişti ve onların ışınlanma portalını kullanıp kullanamayacağını sormuştu. Burası Meng Hao’nun geldiği dağ vadisi gibi değildi. Bölgedeki bütün köylerin şefleri Temel Kurulum aşamasında olan Gelişimcilerdi. Onlar Meng Hao’yu hevesle karşılamış, ona bir ziyafet vermiş ve onunla Gelişimle ilgili fikir alış verişinde bulunmuşlardı. Gücünün boyutunu kanıtlamak içinse Temel Kurulumu Gelişimcilerinden biriyle antrenman dövüşü yapmayı kabul etmişti.



Asıl Kardeş Meng alçak gönüllülük yapıyor. Sen bana sıradan saldırılarla geldin, ve bu senin tam gücün değildi. Gerçekten gücünün ne kadarını kullandığını merak ediyorum?” Adamın gözleri parladı; bu antrenman dövüşü onun fikriydi. Ama ilerleyen sürede endişesi giderek artmıştı. Onların ikisi de Temel Kurulumu aşamasındaydı, ama rakibi sanki gücünün yarısını kullanmış gibiydi. Dahası, Meng Hao onun gücünün ne kadarını kullandığını söyleyebilmişti.



Işınlanma portalını ne zaman kullanabilirim?” dedi Meng Hao, gülümseyerek cevap vermekten kaçındı. Aslında tüm gücünün üçte birini bile kullanmamıştı.



Oh, o iş basit. Bugün kullanabilirsin.” İri yarı adam başını aşağı yukarı salladı, kendi kendine mırıldanıyordu.



Kısa bir süre sonra dağlardaki büyü formasyonu aktifleşti ve Meng Hao’nun vücudu ortadan kayboldu. Parıltı sönerken Shan soy isimli iri yarı adamın kaşları çatıktı.



Onun yanında iki tane dokuzuncu seviye adam vardı. Meng Hao ortadan kaybolduğunda birisi konuştu, “Şef, o herif…

 

Nereden geldiğini bilmiyorum.” dedi iri yarı adam, sesi derindi. “Onun büyüsü tuhaftı, tıpkı Temel Kurulumu Gelişi Merkezi gibi. Onu bir kaç saldırıyla yokladım ve onun tecrübeli bir dövüşçü olduğunu söyleyebilirim. Buraya yalnız gelmesine rağmen, tamamen rahattı. Bazı eşsiz ve özel tekniklere sahip olmalı. Evet, onu kızdırmaya değmezdi.



Meng Hao’yu yoklamayı denese de, başarısız olmuştu. Meng Hao gücünü tamamen saklamıştı. Bu olay adamın korku ve şüphesini daha da güçlendirmişti. Işınlanma portalı herkes tarafından kullanılamazdı; eğer gücün yeterli değilse, hayatını kaybedebilirdin ki zaten bu ara sıra olan bir şeydi. Bu nedenle Meng Hao’nun portalı kullanmasına izin vermiş, köyünün başına bir facia gelmeyeceğinden emin olmuştu.



 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44301 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr