Bölüm 115: Dışarı Çıkmak İstiyor musun?

avatar
9816 23

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 115: Dışarı Çıkmak İstiyor musun?


 

Bölüm 115: Dışarı Çıkmak İstiyor musun?



Meng Hao bir an Chu Yuyan’a baktı. Ardından elini taş duvara doğru sürterek avucunda bir yara açtı. Kan akmaya başladı.



Chu Yuyan nefesini tutmuştu. Meng Hao daha sonra büyük Ruh Taşını yaraya doğru soktu. Chu Yuyan bunu görünce ne kadar acı verici olduğunu hissedebiliyordu. Fakat Meng Hao kaşlarını bile çatmamıştı.



Bu acı, zehir alevlenmelerine kıyasla hiçbir şeydi.



Ruh Taşı avucundaki etin içine gömüldüğünde, vücudunda tırmanan bir ruhsal enerji patlaması hissetti. Gözleri tıpkı yıldırım gibi parladı.



Tao Sütunundaki baskı aniden sarsıldı, büyük miktar ruhsal enerjiyi içine çekti ve ardından onu dışarı göndererek tüm vücudu boyunca deveran etti.



O sırada, İkinci Çekirdek Denizi hiçbir yerde görünmüyordu. Aslında Chu Yuyan’ın tekniğinin Meng Hao’yu etkilememesinin nedeni İkinci Çekirdek Deniziydi. Meng Hao Batının Mor Qi’si tekniğini pratik etmişti, ama sadece İkinci Çekirdek denizinde bunu yapmış, Tao Sütununun olduğu yere bulaştırmamıştı.



Zaten bu yüzden çok uzun zaman almıştı. Böylece Chu Yuyan onun sadece İkinci Çekirdek Denizinde bulunan gücü özümseyebilmişti. Buna bir kıyaslama yaparsak, onun gücü bir ateş böceği kadardı.



O an Gelişim Merkezini deveran eden Meng Hao depolama çantasına vurarak Yıldırım Bayrağını çağırdı. Titrek elektriklenmeyle dolu bir sis etrafını sardı ve bu Chu Yuyan’ın soluk bir yüzle daha da geriye çekilmesine neden oldu. Chu Yuyan şaşkın bir şekilde sise bakıyordu ve kafası dönmüştü.



Sisin korumasını alan Meng Hao gözlerini kapattı ve Gelişim Merkezini deveran etmeye devam etti. Bölgedeki baskılayıcı kuvvet hala varlığını sürdürüyordu, ama Meng Hao yavaş yavaş Gelişim Merkezinin hareketlerini hissetmeye başlamıştı.



Qi Yoğunlaştırmanın birinci seviyesi, ikinci, üçüncü… En sonunda, Qi Yoğunlaştırmanın yedinci seviyesine denk bir güç kullanabilir hale geldi.



Meng Hao’nun gözleri titreşti ve derin bir nefes aldı. Etrafındaki sis içe doğru yuvarlanarak küçük bir bayrağa yoğunlaştı ve ardından Meng Hao’nun ağzının içine yerleşti. Meng Hao ayağa kalktı, Kozmos çantasını kavradı ve bir tane tıbbi hap çıkartarak avucunun içine koydu. Yara yavaş yavaş kapanmaya başlayarak kabuk bağladı. Büyük Ruh Taşı ise hala yaranın içindeydi. Eğer onu çıkartırsa Gelişim Merkezi yine baskı altına alınacaktı ve bir ölümlü gibi olacaktı. O anda toparlayabileceği en fazla güç Qi Yoğunlaştırmanın yedinci seviyesiydi.



Chu Yuyan’ı tamamen görmezden gelen Meng Hao Kozmos çantasına bir kez daha vurdu ve tahta bir kılıç dışarı uçtu. Meng Hao onun üstüne çıktı ve bir ışık ışınına dönüşerek havaya doğru fırladı.



Chu Yuyan mağarada şok içinde bu olanları izlerken Meng Hao kayboldu, Chu Yuyan’ın kalbi karmaşık ve acı duygularla dolmuştu.



Her şey sessizdi. Bu sessizlik tarifsiz bir yalnızlık içeriyordu ve her yere yayılarak Chu Yuyan’ı derinliklerine doğru çekiyordu. Chu Yuyan sessizce güldü. Şu an tespit edilemez bir konumdaydı, bir volkanın dibinde onu aramak kimsenin aklına gelmezdi. Bir mezara diri diri gömülmüş gibiydi.



Meng Hao tahta kılıcıyla uçarken gözleri parlıyordu. Daha sonra sisi arkasında bıraktı. Hızını artırdı, gerçi çok fazla değildi çünkü sadece yedinci seviye denginde güç kullanabiliyordu ve vücudu da zirve şartlarında değildi. Sis ortadan kaybolunca, Meng Hao kendini yıldızlı gökyüzüne bakarken buldu.



Yıldızları görünce yüzünde parlak bir bakış belirdi. Ama sonra gözleri kısıldı ve durdu. Volkanın ağzından çıkmaktan ziyade ona bakmak için durdu.



Biraz önce dikkatli olmasaydı, volkanın ağzını tamamen kapatan neredeyse saydam kalkanı gözünden kaçıracaktı. Bu bir çeşit mühür gibiydi. Meng Hao’nun gözleri parladı ve Kozmos çantasından bir tane uçan kılıç çıkarttı. Elbise kolunu fiskeleyerek onu kalkana doğru fırlattı.



Uçan kılıç kalkanla buluştuğu anda aniden küle döndü. Hiçbir ses çıkmamıştı.



Meng Hao bunu görünce yüzünde sert bir bakış belirdi. Yıldırım Bayrağını tükürdü ve bayrak sise dönüşerek kalkana doğru fırladı. O, Temel Kurulumu gücüne karşı koyabilirdi, ama kalkana ulaştığında daha ileri gidemedi. Yerle bir oldu ve yok olma belirtileri göstermeye başladı.



Meng Hao nefesini tutarak Yıldırım Bayrağını geri çağırdı. Sadece bir kaç saniyelik sürede, üzerinde bir çok çatlak oluşmuştu.



Acaba buraya giriliyor ama çıkılamıyor mu? Yıldırım Bayrağı bile kalkanı aşamadı. Acaba ben kalkana temas edersem ne olur…” Meng Hao kaşlarını çattı. Volkanın dışındaki yıldızlar görünür durumdaydı, ama bu kalkan yolu kapatıyordu.



Meng Hao’nun gözleri parladı, tahta kılıçla birlikte aşağı doğru uçarak volkanın sisli bölgesine tekrar indi. Etrafına bakındıktan sonra kayalık bir kısma doğru yürüdü. Saniyeler sonra elinde parlak renkli, üç metre uzunluğunda bir engerek yılanıyla birlikte tekrar yukarı uçtu.



Yılan kıvrıldı, zehir damlayan dişlerini ortaya çıkarttı. Fakat Meng Hao onu kafasının arkasından tuttuğu için onu ısıramamıştı.



Kalkana yaklaştığında yılanı ona doğru fırlattı. Yılan kalkana vurduğu anda, vücudu kan ve pıhtı sisine dönüştü ve yılanın bozulmamış iskeleti aşağıdaki sisli alana doğru düştü.



Meng Hao derin bir nefes aldı ve kalkana doğru baktı, yüzünde endişeli bir bakış ortaya çıkmıştı. Ardından, soğukça homurdandı ve sağ eliyle Kozmos çantasına vurdu. Çok sayıda uçan kılıç ortaya çıktı. Meng Hao’nun parmağının hızlı bir hareketiyle birlikte kılıçlar taş duvara doğru fırladı. Gümbürtüler eşliğinde kılıçlar kayaların içinde bir delik açtı. Fakat, kılıçlar içeri doğru oyarken sanki altının demire çarpması gibi bir ses çınladı. Meng Hao önce deliğin derinliklerine ardından da kayadan oluşan duvarın etrafına baktı.



Kaya koyu yeşil renkteydi ve titreşen büyülü sembollerle kaplıydı; bir kısıtlayıcı büyünün etkisi altında olduğu belliydi.



Meng Hao iç geçirdi. Daha sonra bir kaç yöntem daha denemesine rağmen sonuç hep aynı olmuştu. En sonunda kaya duvarda ufak bir çukur açtı ve oraya bacaklarını çaprazlayarak oturdu. Sessizce kalkana bakıyordu.



Meng Hao bu şekilde yedi gün boyunca oturdu, bu süre zarfından kalkanı aşmak için çeşitli yöntemler denemiş ama hiçbiri işe yaramamıştı. Zaman hızlıca akarak bir ayı geride bıraktı.



Şu an kalkan tarafından kapana kısılmış haldeydi. Ama volkanın dibinde bulunan Chu Yuyan’ın bundan haberi yoktu. Onun çoktan gitmiş olduğunu sanıyordu.




Chu Yuyan ilk gün dışarıda kollarını gevşekçe bacaklarının etrafına sararak oturmuştu. Daha önceki güzel kadından tamamen farklıydı. Şu an daha çok solmuş bir çiçek görünümündeydi.



Üçüncü gün geldiğinde, hala mağaranın dışında oturuyordu, gözlerinde bir hüsran vardı ve yüzü soluktu.



Üçüncü gün, beşinci, sekizinci… Kısa sürede on gün geçmişti ve ardından on üçüncü günü de geride bırakmıştı. Gözlerindeki hüsran gittikçe büyüyordu ve açlığı da artıyordu. Vücudu artık soğumaya başlamıştı. Sanki dünyada yaşayan tek kişiymiş gibi bir hissiyata kapılıyordu. Terkedilmişlik hissi gittikçe büyüyordu. Meng Hao buradayken böyle bir his yaşamamıştı. O zamanlar, Meng Hao’dan sadece nefret etmiş ve acınası bir ölüm yaşamasını istemişti.



Ama onun ortadan kayboluşunun on üçüncü gününde, yalnızlık hissi onu devasa bir ağız gibi sarmış ve yutmaya hazırlanıyordu.



Chu Yuyan buradan hiçbir çeşit Qi’nin kaçamayacağı konusunda kesinlikle ikna olmuştu. Aksi takdirde, Mor Felek Tarikatının onu çoktan bulmuş olması gerekiyordu. Ama bir ay geçmesine rağmen onun için gelen giden kimse yoktu. Bunun sadece tek bir açıklaması olabilirdi.



Yirmi üç gün geçti, ardından yirmi altı gün. Etrafındaki sessizlikle birlikte içindeki korku da büyüyordu. Vücudu titriyor ve kendini inanılmaz bir şekilde yalnız hissediyordu. Bu derin sessizliğin içinde kendini sanki bir çeşit illüzyon gibi hissediyordu. Etrafında sayısız gölgenin oraya buraya gezindiği hissiyatına kapılarak ürperiyordu. O an, Mor Felek Tarikatının bir Seçilmişi değildi artık. Zayıf, genç bir kadındı sadece.



Chu Yuyan dişlerini sıktı, en ufak bir ses çıkartmadı ve göz yaşlarına izin vermedi.



Bu ay boyunca Meng Hao kalkanın altında yıldırım sisinin korumasıyla birlikte oturmuştu. kalkanı aşmak için aklına gelen bütün fikirleri uygulamıştı ama sonuç hep aynıydı. Görünüşe göre sesi bile dışarı sızamıyordu. Gerçi bunun bir önemi yoktu çünkü dışarıdaki gökyüzünde tek bir insan bile görememişti. En sonunda bir gece, gökyüzünü siyah bulutlar kapladı ve şiddetli bir sağanak başladı. Yağmur kalkandan geçiyor ve Meng Hao’nun yıldırım sisinin üstüne düşüyordu.



Aniden, bir yıldırım ile birlikte gök gürültüsü çınladı. Bu olduğunda, Meng Hao’nun gözleri kısıldı. Kalkana dikkatlice baktı. O anda, gökyüzünden başka bir yıldırım daha düştü. Meng Hao’nun gözleri parlamaya başladı.



Her yıldırım çakışında, kalkanın dalgalandığını fark etmişti.



Demek yıldırım onu etkileyebiliyor… Eğer yıldırım ona çarparsa, belki de açılabilir.” Meng Hao’nun kalbi güm güm atmaya başladı. Çok sayıda metal uçan kılıçtan oluşan bir grup ortaya çıktı. Meng Hao onları kullanarak biraz yıldırım çekmeyi umarak fırlattı.



Fakat, gök gürültüsü ve yağmur ortadan kayboldu ve gökyüzü tekrar parlaklaşmaya başladı. Hiç yıldırım çekememişti. Fakat, artık gözlerinde umut ateşi yanmıştı.



Yıldırım çekemiyorum. Belki de bu kalkan yüzündendir. Eğer yıldırımı aşağı çekmeye zorlayarak kalkanı açabilecek bir yol olsaydı… Onu çekmek için bir şeye ihtiyacım var. İhtiyacım olan… Hmm…” Meng Hao’nun gözlerinde bir ilham belirtisi parladı. Kozmos çantasından bir kaplumbağa kabuğu parçası çıkarttı; bu Yetkin Temel Hapının formülüydü.



Meng Hao ona bir kaç kez dikkatlice baktı ve ardından gözleri daha da parlaklaştı. Bu gözler kararlılıkla dolmuştu.



Yetkin Temel kurmak Gökler tarafından yasaklanan bir şey ve Yıldırım Felaketini tetikleyecektir…



Ardından kaplumbağa kabuğunu bir kenara koydu ve bir süre derin düşüncelere daldı. Bir süre sonra vücudu aşağıdaki sisli bölgeye doğru hızla fırladı. Kısa süre sonra volkanın dibine, Chu Yuyan’ın yanına varmıştı.



Meng Hao ona baktığında soluk yüzünü ve içinde bulunduğu hüsranı gördü.



Chu Yuyan onu gördüğünde refleks olarak konuştu, “Sen…



Sen Büyük Usta Hap Şeytanının öğrencisisin.” dedi Meng Hao soğukça. “Simya konusunda bir şeyler biliyor musun?



Chu Yuyan sessizce başını aşağı yukarı salladı.



Buradan çıkmak istiyor musun!?” dedi Meng Hao gözleri parlayarak. Onu bu sözleri Chu Yuyan’ın kulağına ulaştığı anda vücudu titremeye başladı. Yavaş yavaş gözlerinde hayat belirtileri ortaya çıkmaya başladı.





 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43989 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr