Bölüm 127: Bu Benim Sana Sözüm

avatar
9372 26

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 127: Bu Benim Sana Sözüm


 

Bölüm 127: Bu Benim Sana Sözüm



Vahşi figürler ortaya çıktığı anda, Meng Hao’nun Mastifi acı acı uludu. İleri doğru atıldı, öfkeli bir lekeye dönüşerek Meng Hao’nun etrafında daire şeklinde dönmeye başladı.



Kanlar çok şiddetli akıyordu ve barbarların vücutları dağdan aşağı yuvarlanıyordu.



Ölenler diğer gelen barbarlara en ufak bir korku vermiyordu; tam aksine daha öfkeli bir şekilde hücum ediyorlardı. Mastifin vahşeti göklere ulaşmıştı ve Meng Hao’nun bulunduğu alanı koruyordu. Yaklaşan herhangi bir düşman onun saldırısıyla karşılaşıyordu, Mastif Meng Hao’nun zarar görmesine izin vermeyecek gibiydi.



Meng Hao’nun vücudu sarsıldı, ama gözlerini açık kalmaya zorladı. Mastifin saldırılarını duyabiliyordu ve akın akın gelen insan denizini görebilmesine rağmen hiçbir şey yapamıyordu.



Zaman hızla ilerlemeye devam etti ve dağdan kanlar sel gibi boşalıyordu. Mastifin çılgınca saldırıları Meng Hao’nun etrafındaki otuz metrelik alanın tamamen boş olmasına neden oluyordu. Ölen sayısız barbarın cesetleri kenarlarda yığınla duruyordu.



Bir gün, iki gün… Mastifin dinlenmeye zamanı yoktu. Barbarların sonu gelmeyecek gibi görünüyordu. Bıkmadan usanmadan saldırmaya devam ediyorlardı. İkinci günde, barbar zırhları giymiş olan Nüve Formasyonu Gelişimcileri de ortaya çıkmaya başladı.



Köpek ulumaları ve insan feryatları havayı doldururken, beşinci matristeki kanlı savaş tüm hızıyla devam ediyordu. İkinci günün gecesinde, Mastif üç tane Nüve Formasyonu Gelişimcisini öldürmüş olsa da, karşılığında kendisi de yaralanmıştı. Bunun ardından ortama bir sessizlik çökmüştü. Barbarların geri çekilmesiyle birlikte her şey sakinleşmişti.



Meng Hao şaşkınlık içinde Mastife bakıyordu. Onun bir bacağı kırılmıştı ve oldukça yorgun görünüyordu. İki gündür dinlenmemişti ve alabileceği tıbbi hap da yoktu. Giriştiği bütün dövüşler ölüm kalım dövüşü şeklinde olmuştu ve Meng Hao’ya herhangi birinin zarar vermesine mani olmayı başarmıştı. İşin aslı, Mastifin çılgınlığı sayesinde hiç kimse Meng Hao’ya otuz metreden fazla yaklaşamamıştı.



Şu ana kadar yorgunluğunun üstesinden gelebilmişti. Nefes nefese kalmış bir şekilde Meng Hao’nun yanına uzandı. Onun elini yalarken kendisini okşamasını istiyordu.



Her şey bir sükunet içindeydi; dağın zirvesinde sadece bir köpek ve bir insan görünüyordu. Birisi hareket edemiyor, diğer ise yüzükoyun yere uzanmış ve diğerini sonsuza kadar korumaya hazır gibi görünüyordu.



Meng Hao Mastife bakarken, daha önce hiç hissetmediği bir sıcaklığın kalbinin derinliklerinden yükseldiğini hissetti. Bu varlık sadece bir yavru köpekti, ufak bir ruhsal kavrayışa sahip bir Kan Mabuduydu. Fakat Meng Hao’yu yüz üstü bırakmayacaktı. Bu şartlar altında bile gitmeyecek, onu savunmaya devam edecekti.



Sahip olduğu yaraları ve yorgunluğu göz önüne alınca, eğer böyle devam ederse eninde sonunda ölecekti.



Ama hala Meng Hao’nun yanında onu korumak için bekliyordu. Kısa süre sonra şafak söktü ve dağın aşağısından yükselen bir gürültü tüm sessizliği bozdu. Hava, Nüve Formasyonu Qi’si ile doldu, ardından dağa doğru hücum eden barbarların bağırışları bunu takip etti.



Mastif Meng Hao’ya baktı, ardından elini yaladı. Daha sonra arkasına döndü ve vahşi bir ulumayla birlikte savaşa girişti.



Meng Hao hareket edemiyordu. Sadece Mastifin savaşını izleyebiliyordu. Kafasını bile çeviremiyordu. Tek görebildiği şey dünyanın yarısının doğrudan gözlerinin önünde uzanıyor olduğuydu. Daha dağın aşağısını göremiyordu.



Tüm gün boyunca havlama ve kan donduran çığlık sesleri Meng Hao’nun kulaklarında çınladı. Bu savaşın gerçekte ne kadar çetin geçtiğini bilmiyordu, ama tüm gün boyunca ona otuz metreden fazla yaklaşabilen hiç kimsenin olmadığını hissedebilmişti.



Gece çöktüğünde, her şey tekrar sessizliğe büründü. Bir tütsünün yanma süresi kadar sonra, Mastif Meng Hao’nun yanına dönebildi ve hemen yanı başına uzandı. Arka tarafında kırık vardı ve yürümekte zorlanıyordu. Bir bacağı daha kırılmıştı ve uzun, keskin dişlerinden biri kopmuştu.



Mastifin Qi’si zayıftı ve kürkü darmadağınıktı. Meng Hao’nun elini yalarken vücudundan kanlar damlıyordu. Hafif iniltiler çıkartıyor, sanki Meng Hao’ya bugün olan olayları anlatıyor gibiydi.



Onun için sanki tüm gün boyunca çektiği ızdırap bu an için, Meng Hao’nun yanına gelip başının okşaması içindi. Onun kalbinde Meng Hao… Bir aileydi. İkisi eskiden beraber dövüşmüşler, beraber büyümüşlerdi. Meng Hao ona tıbbi haplar vermişti ve ne zaman ona baksa gözleri hep cesaret ve sıcaklıkla doluydu.



Tüm bunlar, onun Meng Hao’ya olan güvenini artırmıştı. O, artık Meng Hao’ya bağlıydı ve onu sonuna kadar savunacaktı.



Dördüncü gün gelip çattı ve daha fazla bağırış sesleri duyuldu. Meng Hao’nun vücudu titremeye devam ediyordu ve Mastifin acı ulumalarını duyabiliyordu. Ayağa kalkmaya çabaladı, ama yapamadı. Alevlenen zehir onu yoğun bir acıyla sarmıştı. Her yeri ter içinde kalmıştı ve tek yapabildiği orada oturup dikili taştaki büyülü sembollere bakmaktı. Bu onun yapabileceği tek şeydi.



Dördüncü gün de Meng Hao’nun otuz metre yakınına hiçbir varlık ulaşamadı. Ama o gece, her şey sessizliğe büründüğünde, Mastifin ona doğru sürünerek gelmesi bir saat sürmüştü.



Meng Hao onu göremiyordu, ama sürünerek geldiği yolda uzun bir kanlı çizgi kalıyordu. Onun dişleri kırılmış, içine göçmüştü. Mastif gelip onun yanı başına uzandı, kafasını yana çevirerek Meng Hao’nun avcunu yaladı. Zayıf iniltilerle birlikte Meng Hao’ya günün olaylarını anlatmaya başladı.



Meng Hao’nun gözleri kıpkırmızıydı. Mastifi göremiyordu, ama Qi’sinin ne kadar zayıf olduğunu hissedebiliyordu. O anda, bir ölümlüden farkı yoktu ve eğer Mastif olmasaydı ilk gün ölüp gideceğini biliyordu.



Ama onun hayatına bedel olarak Mastifin durumu iyice zayıflıyordu. Eninde sonunda Mastifin ona doğru sürünerek gelemeyeceği bir gün gelip çatacaktı…



Meng Hao gözlerini açık tutmak için kendini zorladı. Dikili taştaki büyülü sembollere baktı, aydınlanma arzusuyla yanıp tutuştu. Ama ne kadar bakarsa baksın, herhangi bir kavrayışa sahip olamıyordu. Sanki onlar Meng Hao ile alakası olmayan  büyülü semboller gibiydi, ona tamamen yabancıydı.



Ve ardından, beşinci gün geldi....



O gün, Meng Hao’nun kulaklarına ulaşan acınası feryatlar her zamankinden daha yoğundu. Artık, ona otuz metreden fazla yaklaşabilen insanlar vardı. Ama daha Meng Hao’ya ulaşamadan paramparça ediliyorlardı. Kanlar Meng Hao’nun üzerine fışkırmıştı ve Mastifin artan kederli ulumalarını duyabiliyordu.



O gece, Mastifin geri dönmesi dört saat sürdü. Meng Hao’ya dokunmadı; sadece orada öylece uzandı. Ağzından kanlar sızıyordu ve hayat kuvveti zayıfça titreşiyordu. Sanki sadece inatçılığı sayesinde hayatta kalabiliyor gibiydi. İçinde bulunduğu duruma rağmen, bölgeyi kolaçan edecek ve Meng Hao’yu koruyacaktı.



Meng Hao zar zor ağzını açabildi. Vücudu titredi, acı içinde zar zor hareket edebildi. Ama bir şekilde kendini konuşmaya zorladı. “Git! Buradan… Git… Beni duyuyor musun….? Git!



Meng Hao Mastifi göremiyordu. Görebildiği tek şey zifiri karanlık gökyüzüydü.



Mastif kafasını kaldırarak Meng Hao’ya baktı. Sanki onun sözlerini anlamış gibi parlak kapıya baktı. Ardından tiz bir sesle havladı.



Sana gitmeni söylüyorum!” dedi Meng Hao, nefes nefese kalmıştı, sanki bütün enerjisini bu sözleri söylemek için harcamış gibiydi.



Mastifin vücudu titredi ve gözleri hüzünle doldu. Ayağa kalkmaya çalıştı, ardından Meng Hao’nun yanına yürüdü ve yüzünü yaladı. Ve ardından… Gitmedi. Meng Hao’nun emrini görmezden gelerek yanına uzandı.



Bunun üzerine Meng Hao’nun kalbi sızladı. Kan çanağına dönmüş gözlerini dikili taşa yöneltti. Aniden, dikili taş bulanıklaştı ve Meng Hao’nun gözüne bir şey çarpar gibi oldu. Fakat, onu kavrayamamıştı. Altıncı günün şafağı söktü ve dağın aşağısından hareketlenme sesleri duyuldu. Bir kükremeyle birlikte, Mastif ayağa kalkmaya çalıştı. Meng Hao’ya son bir bakış attıktan sonra ileri doğru atıldı.



O ayrılınca, Meng Hao’nun eli yavaşça havaya kalktı, titriyordu. Gözlerinin içindeki Diriliş Zambakları titreşti. Meng Hao yavaşça elini yumruk şekline getirdi ve ardından ayağa kalktı!



Meng Hao kafasını gökyüzüne doğru kaldırdı ve altı gündür içinde bastırdığı bir kükremeyi dışarı saldı. Gözlerinden dehşet verici bir öldürme arzusu dışarı yayılırken havaya doğru fırladı. Havalandığı anda, gözüne kocaman bir tokmak kullanan iri yarı bir adam ilişti. Adam tokmağı havaya kaldırmış ve biçimsiz bir enkaz gibi görünen Mastife doğru şiddetle vurmak üzereydi.



Bunun gören Meng Hao’nun gözleri şiddetli bir öfkeyle doldu. Elini kaldırdı ve bir yıldırım sisi ortaya çıkarak iri yarı adama doğru fırladı. Sis, adama ulaştığı anda büyük bir gümbürtüyle patladı. Gelişim merkezi Temel Kurulum aşamasında olan adam geriye doğru savruldu. Daha doğrusu yakındaki bütün barbarlar geriye doğru savrulmuştu.



Meng Hao uzun adımlarla ilerleyerek Mastifin önünde durdu. Elini tekrar kaldırırken gözleri kıpkırmızı parlıyordu. O anda iki tahta kılıç da dahil yüzlerce uçan kılıç uğultular eşliğinde dışarı çıktı. Meng Hao’nun etrafında döndüler, bir kılıç yağmuru şekline büründükten sonra devasa bir burgaç halini aldılar. Meng Hao’nun bağırışıyla birlikte uçan kılıçlar bir anda patladı. Geriye kalan parçacıklar etrafa saçılırken kan donduran çığlıklar yükseldi, o alandaki bütün barbarlar paramparça oldu.



Aniden, dağın eteklerinden sekiz tane Nüve Formasyonu Qi’si ortaya çıktı. Hemen fırlayarak doğrudan dağın zirvesine ulaştılar.



Meng Hao sessizdi, ve işin doğrusu yaklaşan figürleri tamamen görmezden geldi. Kafasını eğerek soluk soluğa kalmış ve ölümün eşiğinde olan Mastife baktı. Meng Hao dizleri üstüne çöktü ve onun kırıklarla dolu vücudunu nazikçe okşadı. Mastif ona zayıf gözlerle baktı ve ağzını açarak elini yalamaya çalıştı, ama yapamadı.



Meng Hao yavaşça kafasını kaldırarak dikili taşın üzerindeki büyülü sembollere baktı, ona doğru yaklaşan sekiz figürü görmezden geliyordu. Dikili taşa bakarken geçen altı günü düşündü. Mastifin verdiği savaşlarda nasıl hayatını riske attığını düşündü. İlk dört matris boyunca küçük mutlu yavru köpek haliyle onunla nasıl oynadığı aklına geldi. İkinci matristeyken bu tüylü, sevimli şeyin onun için nasıl tekrar tekrar saldırı yaptığını düşündü. Hatta Kan Ölümsüzü Miras Turnuvasının en başında, ortaya çıktığı zaman avucunda nasıl titrediğini ve ufacık diliyle onu nasıl yaladığını anımsadı. Ardından derin bir iç çekti.



Daha önce fark etmeliydim.” dedi Meng Hao yumuşak bir tonla. “Bu semboller Sekizinci Şeytan Mühürleme Nazarından farklı değiller.” Meng Hao’nun eli havada sallandı ve ardından bütün büyülü semboller gözden kayboldu. Onlar artık tıpkı dikili taşın üzerindeki büyülü metin gibi, Meng Hao’nun kalbine işlendi.



Bu metin ortaya çıktığında, Meng Hao’nun eli Mastifin sırtında durdu.



Bunun akabinde, aniden Mastifin içinde kan renkli bir parıltı şekillendi. Bu, insanın kemiklerine kadar işleyen bir soğukluğa sahip olan parıltı dört bir yana doğru yayıldı.



O yayılırken, Nüve Formasyonu barbarları havada uçuyor olsalar da, oldukları yerde donup kaldılar. Bu sadece onlar için geçerli değildi. Kan renkli parıltı yayılırken dağdaki tüm barbarlar, gözle görülen her şey, tüm dünya şiddetli bir soğukla doldu ve kan rengine döndü. Burası… Tamamen buzla mühürlenmişti.



Koca dünyada hiçbir şey hareket etmiyordu. Dizlerinin üstündeki Meng Hao şaşkın bir şekilde Mastife baktı.



Beşinci matris, dikili taş ve aydınlanmanın hepsi Kan Mabudunun hareketlerine bağlıydı… Miras yarışmacısı ve Kan Mabudunun belli bir seviyede yakınlık kurması gerekiyordu.



Uzun bir süre sonra, Meng Hao ayağa kalktı, kollarında Mastifi tutuyordu. Dağın zirvesine doğru yürüdü ve beşinci matristen çıktı. etrafındaki dünya tamamen kan ile mühürlenmişti.



Meng Hao diğer yarışmacıların bu matrisi nasıl geçeceğini bilmiyordu. Ama onun için, bu ancak Kan Mabudu ve Miras yarışmacısının bağlarını güçlendirmesiyle mümkün olmuştu. Diğer yarışmacıların Kan Mabutlarından emin değildi, ama bu Mastifin daima ona geri döneceğini biliyordu. ne kadar yorulmuş olursa olsun, daima onun elini yalamak için geri dönmüştü. Meng Hao için bu köpek… Hayatının kaçınılmaz bir parçasıydı.



Şu andan itibaren Miras benim için önemli değil. Onu zerre umursamıyorum. Ama seni yanımda götüreceğim. Bu sana Meng Hao’nun sözü olsun!



Fullbringer Notu: Duygulandık Meng Kardeş. Allah yardımcın olsun. Köpek kardeş adamdır.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44266 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr