Bölüm 186

avatar
9599 22

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 186


Bölüm 186: Wang Tengfei ile Tekrar Karşılaşmak



Song Klanı Güney Diyarının üç büyük Klanından biriydi ve pozisyon olarak biraz ıssızdı. Bu Klanın tarihi on binlerce yıl öncesine kadar uzanıyordu ve Güney Diyarı toplumunda derin köklere sahiptiler. Bulunduğu yer, içinde bir kaç dağ ve tepenin yer aldığı geniş bir düzlüğün kıyısıydı.



Fakat bu geniş düzlüğün güneydoğusunda Göklerin Boynu adı verilen bir dağ silsilesi vardı ve altından da bir nehir akıyordu. Buraya gökyüzünden bakıldığında başı kollarında dinlenen bir kadın görüntüsündeydi. Son derece hoş ve çekiciydi.



Song Klanı bu dağ silsilesinin zirvesine yerleşmişti. O, diğer Klanlardan farklıydı. Ana kapısı aslında antik bir kaleydi, çevredeki dağlar boyunca uzanan devasa bir duvara bağlıydı ve olağanüstü bir manzaraya sahipti.



Başkent kalesi ise simsiyahtı ve tarif edilemez bir vahşilikle dolu olan devasa bir vahşi havyan görünümündeydi. Bu manzarayı ilk defa gören bir insan hemen Song Klanının kızdırılmaması gerektiği izlenimine kapılırdı.



Başkent, sekiz küçük şehirle çevrelenmişti ve dağların iniş çıkışlarına göre inşa edilmişlerdi. Bu şehirlerin her birinde Klan üyeleri yaşıyordu.



Song Klanının üstündeki gökyüzünde dönen devasa bir Ay ve Güneş vardı. Dış dünya kapkaranlık olduğunda güneş Song Klanını ışıtıyordu. Tam tersine dışarısı parlak ve güneşli olduğunda ise ay Song Klanında parlıyordu.



Bu Ay ve Güneş Song Klanının değerli bir hazinesiydi.



Her büyük Tarikat ve Klanın kendine has bazı değerli hazineleri vardı. Böylece pozisyonlarını ve ihtişamlarını sürdürebiliyorlardı.



Örneğin Siyah Elek Tarikatında Tütsü Kabı, Tek Kılıç Tarikatında ise devasa kılıç vardı. Bunlar çok değerli hazinelerdi. Song Klanı da tüm klanı sarmalayan, gökyüzünde asılı duran Ay ve Güneşe sahipti. Bu hazine orayı dışarıya göre tamamen farklı bir dünyaya çeviriyordu.



Büyük ihtimalle bu hazine sayesinde yıllardır Song Klanı dış dünyadaki Tarikat ya da Klanlarla herhangi bir sürtüşme yaşamamıştı ve böyle yüce bir pozisyonda kalmıştı. Onlar başkalarını kızdırmıyordu, başkaları da onlara bir şey yapmaya cesaret edemiyordu.



Song Klanı ne Tek Kılıç Tarikatı ne de gizemli Kan Şeytanı Tarikatı kadar güçlüydü. Ne Mor Felek Tarikatı kadar savurgandı, ne de Altın Ayaz Tarikatı gibi engin büyü düzeneklerine sahiplerdi. Siyah Elek Tarikatı kadar da bilgili değillerdi.



Üç büyük Klan arasında Song Klanı en düşük profile sahip olandı. Ne Tao Çocukları heyecan verici olaylara imza atıyor, ne de Klanın kendisi zafer ve görkem için mücadele veriyordu. Onlar nispeten sessizdi. Tek yaptıkları şey yıllardır sadece bilgi elde etmekti.



Onlar başkalarını kızdırmıyor, başkaları da onları kızdırmaya cüret edemiyordu!



Üzerine yerleşmiş oldukları dağlar insanın üzerinde engin bir izlenim bırakıyordu. Eğer günün birinde Güney Diyarında inanılmaz bir değişim olursa diğer Tarikatlar ve Klanlar yıkılabilirdi. Büyük ihtimalle ayakta kalacak olan organizasyon Song Klanı olacaktı.



Onlar bu derece göze çarpmayışları sebebiyle insanlar onların hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordu. Bu durum ise beraberinde korku ve dehşet hissi getiriyordu.



Geride kalan bir kaç yüzyılda Song Klanından çıkan tek kişi Tuhaf Song* idi ve Güney Diyarında herkes onu tanırdı. Garip bir kişiliğe sahipti ve vahşi hayvanları toplamaktan keyif alıyordu. Ara sıra yaptığı kısa yolculuklar sayesinde diğer Tarikat ve Klanlarla etkileşime geçme fırsatı bulmuştu.



(R.N: Tuhaf Song Meng Hao tarafından hazine dağı yağmalanan kişi. İlk defa 48. bölümde görünmüştü.)

(FN: Bizimki adamın iliğini sömürdü resmen. Coğrafi keşifler dönemindeki İspanyollar gibi yaladı yuttu her şeyi.)



O sırada Song Klanının başkentinde büyüleyici ışıklar titreşiyordu ve insanlar Song Klanının antik bir geleneğine hazırlanıyordu.



Song Klanı kadınlarının dışarıya gelin gitmesine izin verilmiyordu. Bunun yerine evlendikten sonra Klanda kalacak yabancı damatlar aranıyordu. Evlilikten sonra yeni damat Song Klanının Oturum Gelişimcisi olacaktı.



Geçen yıllar boyunca bir çok Tarikat Song Klanına sızmayı arzulamıştı. Fakat onların tuhaf ve antik evlilik geleneklerinden dolayı bu Tarikatlar çoktan tarihe karışsa da Song Klanı dimdik ayakta kalmıştı.



Tabii ki, anlaşma konusunda problemler vardı...



Song Jia* sessizce pencereden dışarı bakıyordu. Dış dünya güneş ışıklarıyla doluyken Song Klanının gökyüzü karanlıktı. Rüzgar onun yüzüne doğru hafifçe esti, saçlarını kaldırdı ve muhteşem güzelliğini ortaya çıkarttı. O sırada yüzünde üzgün bir bakış vardı ve biraz endişeli görünüyordu.



R.N: Kan Ölümsüzü Miras turnuvasının katılımcılarından biriydi.



Onun endişesinin sebebi Song Klanının kadınlarının kaderi yüzündendi. Bazı sebeplerden dolayı hüzünlüydü. Ama direnebilmek için elinden bir şey gelmezdi, bu işe yaramayacaktı. Song Klanının kuralları atalarından beri varlığını sürdürüyordu ve değiştirilemezdi.



Onun arkasından yumuşak bir kadın sesi duyuldu. “Biz diğer Tarikat ve Klanlardan farklıyız. Song Klanı kızı olarak saflığını sonsuza kadar sürdürmen imkansız. Bunu ne sen ne de ben değiştirebilirim.” Sesin sahibi olan kişi orta yaşlı bir kadındı ve şefkatle Song Jia’ya bakıyordu.



Song Jia cevap vermedi.



Fakat bir süre sonra başını aşağı yukarı salladı. Zihninde Kan Ölümsüzü Miras turnuvasından görüntüler belirdi. Kan Ankası ölürken çaresizce bakışını hatırladı. O ortadan kaybolurken tek yapabildiği yaşlı gözlerle onu izlemek olmuştu.



Belki de bu benim kaderimdir.” Yüzü tükenmişlikle doldu. Fakat bu tükenmişlik onun güzelliğine gölge düşürememiş, tam tersine ona narin bir güzellik katmıştı.



Arkasındaki kadın onun neler hissettiğini anlayabiliyordu. Bir adım attı ve Song Jia’nın uzun, güzel saçlarını okşadı. “Bu kader...” dedi kadın. “Ama bir kısmet değil, bir görev. Güney Diyarı Song Klanının verdiği bir görev.*”



R.N: Kader, kısmet, görev kelimeleriyle çince üzerinden bir kelime oyunu varmış burada ama iki dil değiştirince tabi bir anlamı kalmıyor böyle :D



Güney Diyarının yıkımı. Yüz Klanı topla. Soylarını kaynaştır. Göklerin sarayından kaçın…” Song Jia gençliğinden beri ona ezberletilen bu sözleri mırıldandı. “Ama babamın dediğine göre Güney Diyarında onu tamamen yıkıma götürebilecek hiçbir güç yokmuş. Bu durum Doğu Toprakları için de geçerliymiş.” Dönüp orta yaşlı kadına doğru baktı.



Bu antik zamanlardan beri varlığını sürdüren bir efsane. Annem de bunun ne anlama geldiğini bilmiyor.”



Anne ve kız bir süre sessiz kaldılar.



Bu sırada Song Klanının dışında güneş gökyüzünü aydınlatıyordu. Song Klanının aşağısındaki düzlüklerde parlak bir ışık ışıldadı ve on nefeslik sürede yoğunluğu şiddetlendi. Ardından yavaş yavaş ortadan kaybolduğunda onlarca insan gözler önüne serildi.



Meng Hao derin bir nefes alarak burnunu ovuşturdu. Görünüşe göre onun vücudu gerçekten de ışınlanma için uygun değildi. Etrafına bakındı ve hemen ilerideki karanlıklar içindeki dünya dikkatini çekti. Orada muazzam bir dağ silsilesi vardı ve üzerinde bir ay asılı duruyordu.



Bu acayip görüntü karşısında Meng Hao’nun ağzı açık kaldı.



Onun yanında duran Chen Fan ise duygulu bir iç geçirdi. “Şu an Song Klanının bölgesindeyiz. Ben de buraya ilk defa geldim ama daha önce insanlar burayla ilgili hayret verici şeyler anlatmışlardı.



Yaşlı adam alkol şişesini kaldırdı ve bir yudum aldı. Ardından geğirdi ve içten bir kahkaha attı. Onu bu kahkahası havayı doldurduktan sonra Song Klanının karanlığından bir kaç ışık ışını fırlayarak dışarı çıktı.



Konyak Burun!” dedi yaklaşan ışınların içinden bir ses. Bu ses çok keyifli görünmemişti. “Nasıl olur da Tek Kılıç Tarikatı seni yollar? Alkol kokusunu tam buradan alıyorum!



Tuhaf Song! Neden gelmeyecekmişim? Bu yaşlı Taoist ayrılmadan önce tıka basa içki içecek!” Yaşlı adam bir anda havaya fırladı.



Meng Hao derin bir nefes aldı. “Tuhaf Song…” kelimeleri onu korkuyla doldurmuştu. Gökyüzüne doğru baktı ve ışık ışınları içindeki Song Klanı üyelerini zar zor fark edebildi. Onlardan biri Meng Hao’nun daha önce hiç görmediği yaşlı bir adamdı ve büyük ihtimalle Zhao Ülkesindeki Tuhaf Song’un ta kendisiydi.



Gelir gelmez onunla karşılaştım...” diye düşündü. “Burada çok uzun süre kalamam… Eğer Tuhaf Song beni fark ederse sonuçları çok korkunç olacak…” Meng Hao tam sinsice kaçmaya yeltenirken Chen Fan onu tuttu.



Küçük Kardeş, gördün mü? O eski nesil adamın adını bilmiyorum ama ona Tuhaf Song dediklerini duymuştum. Onun oldukça garip bir kişiliğinin olduğundan bahsediyorlardı ve şahsına ait sayısız vahşi hayvana sahipmiş. Aynı zamanda diğer Tarikat üyeleriyle bahse tutuşmayı da seviyormuş…



Meng Hao onun sözlerini zoraki bir gülümsemeyle kesti: “Kıdemli Kardeş, gerçekten de artık devam edemem, ben…” Meng Hao dahs lafını bitiremeden, Tek Kılıç Tarikatından yaşlı adam ile Tuhaf Song aniden birbirlerine bağırmaya başladılar.



Senin Song Klanın çok pinti! On Bin Ağaç Dağının ödülü sadece tek bir inci mi olacak? Boktan bir inci nedir ki!? Benim Tek Kılıç Klanı çocuklarım bu boktan ödül için mi mücadele verecek? İmkanı yok!



O sıradan bir inci değil, dünyadaki en tuhaf zehirleri bile giderebilen Kübik İnci!” diye cevapladı Tuhaf Song. “O inci Song Klanının Ay ve Güneşi tarafından arıtılan bir hazinedir. Ve sadece Song Klanının damadına verilecek. Onu istesen bile, sahip olamazsın. Üstelik Song Klanı kızıyla hangi hazine kıyaslanabilir? Siz Tek Kılıç Tarikatı buraya damatlık için mi yoksa hazine için mi geldiniz!?



Bu karşılıklı konuşmayı duyan Meng Hao’nun gözleri titreşti. Onun yanındaki Chen Fan’ın ise kaşları çatıldı.



Küçük Kardeş, bunu iyice düşünmelisin.” dedi hevesle. “Burada bir çok arkadaş edinebilirsin. Li Fugui de burada olacak, onu yıllardır görmedin. Ama eğer gerçekten de gitmek istiyorsan seni durdurmayacağım.



Meng Hao bir an başını düşünceli bir şekilde eğdi, ardından kafasını kaldırdı ve gülümsedi.



Pekala, kalıp neler olacağını göreceğim.



Chen Fan bunun üzerine gülümsedi. Meng Hao’nun omuzunu tuttu ve tam konuşmaya başlayacakken başka bir kör edici ışık daha belirdi. Bu ışık yayılırken Tuhaf Song ve Tek Kılıç Tarikatı Kıdemlisi de dahil herkesin dikkatini çekti.



Parıltı yayıldı ve içinde onlarca insanın figürü yavaş yavaş gözle görülür hale geldi. Meng Hao’nun gözleri ışıldadı ve Chen Fan’ın kaşları çatıldı.



Onlar Wang Klanı insanlarıydı.



Bu grup kadın ve erkeklerden oluşuyordu. Ortaya çıktıktan sonra etrafa bakındılar ve gözleri Song Klanının bulunduğu dağ silsilesine çevrildi.



Bu grubun en önünde yüzünde sakin bir ifade bulunan yaşlı bir adam vardı. Uzun adımlarla yürürken Tek Kılıç Tarikatı Kıdemlisine ve Tuhaf Song’a bakıyordu.



Yoldaş Taoist Fan…” dedi. “Erkencisin. Yoksa Song Klanı içkisinin kokusu senin bu kadar hızlı gelmeni mi sağladı?



Kıdemli Fan güldü ve içkisinden bir yudum aldı. “Ben o kadar da hızlı değilim. En azından Yoldaş Taoist Wang’ın geçen sefer Yeniden Doğuş Mağarasında olduğu kadar değilim. Geri çekilme hızın ve güzelliğin inanılmazdı.



Wang Klanından gelen yaşlı adam gülümsedi. Ona cevap vermek yerine ellerini kenetledi ve Tuhaf Song’a hafif bir baş selamı verdi.



Onun arkasında Wang Klanı üyelerinden oluşan bir grup vardı. Bu grubun içinde soğuk bir ifadeyle hafifçe kaşlarını çatmış olan beyaz cübbeli Wang Tengfei de vardı. Sanki önemli bir şey düşünüyor gibiydi. Siması çok yakışıklıydı, yapısı mükemmeldi. Tüm bunlar ona kusursuzluk havası veriyordu.



Onun yanında ise Wang Xifan vardı. Song Klanı dağlarına bakarken yüz ifadesi derin ve soğuktu. Ardından bakışlarını Tek Kılıç Tarikatı grubuna çevirdi. Meng Hao’yu gördüğünde ise kaşları çatıldı.



O bir yerden tanıdık geliyor....” Meng Hao’nun tam olarak kim olduğunu hatırlayamadan bakışları başka yöne çevrildi.Fakat tam o sırada Wang Tengfei’nin şaşkın bakışları Meng Hao’nun üzerine gelmişti. Yüzünde inanamaz bir ifade vardı.



Meng Hao da ona baktı. İkisi de farklı gruplardaydı ve aralarında yüzlerce metre mesafe vardı, fakat bakışları birbirine kilitlenmişti.



Tıpkı yıllar önce Reliance Tarikatında olduğu gibi!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr