Bölüm 281

avatar
8598 25

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 281


Bölüm 281: … Teslim Olacağıma Ölmeyi Yeğlerim!



Siyah bir ışık ışını belirdi ve uzaklardan onlara doğru saldırdı. İnanılmaz bir hızla Chu Yuyan’ın iradesine doğru fırladı ve ardından etrafında dolanan bazı hap ocaklarına sertçe vurdu. Onlara vurduğu anda hap ocakları parçalara ayrılarak siyah ışın tarafından yutuldu.



Chu Yuyan büyük bir zorlukla yüz binlercesinin arasından bu hap ocaklarının dikkatini çekmişti. Tam kendisiyle uyumlu bir tane bulduğu anda siyah ışın ona çarpmış ve yok etmişti. Sanki hap ocakları kaçmaya ya da kaçınmaya cüret edemiyor gibiydi, siyah ışının onları tüketmesine izin veriyorlardı. Sanki bu siyah ışın bir İmparatordu ve bir devlet görevlisinin ölümüne hükmetmişti. Tabii ki hükümet görevlisinin ölmekten başka şansı olmayacaktı!



Chu Yuyan’ın iradesi aniden sarsıldı.



Hap ocaklarının hepsi parçalanmamıştı, siyah ışın bir kaç tanesini önemsemeyerek geride bırakmıştı.



Bir an sonra bu siyah ışın Ye Feimu’ya doğru fırladı. Ye Feimu’nun ve yüz binlercesinin arasından kendine çektiği düzinelerce hap ocağını etrafından döndü. Onların yarısı parçalandı ve siyah ışık tarafından tüketildi. Işın daha sonra diğer adaylara doğru yöneldi.



Tüm bunları tarif etmek zaman alsa da siyah ışının eylemleri anında gerçekleşiyordu. Daha sonra Meng Hao’ya doğru yöneldi. Meng Hao’nun önünde süzülen hap ocağını kapmaya zamanı olmadı. Siyah ışın mor hap ocağına sertçe vurdu ve onu un ufak ederek emdi.



O anda Meng Hao’nun kalbinin derinliklerinden bir öfke kabardı. Bu öfke göklere kadar yükselmişti. O diğer adaylar gibi çok sayıda hap ocağının dikkatini çekememişti. Onlar için bir kaç tanesini kaybetmek mesele değildi, ışının yok etmediklerinden birini seçebilirlerdi.



Fakat Meng Hao bu mor hap ocağını onu kabul etmeye ikna etmek için çok fazla çaba harcamıştı. Ardından göz açıp kapayıncaya kadar siyah ışın tarafından yok edilmişti. Artık geriye elinde bir şey kalmamıştı. Nasıl olur da öfkelenmezdi?



Hatta bunun ardından siyah ışın kibirli bir irade göstermiş ve ardından uzaklara doğru fırlamıştı. Sanki kendi bölgesini araştıran bir İmparator gibiydi, gözüne kestirdiği bir kaç görevliyi öldürmüş ve ardından yoluna devam etmişti.



Meng Hao bu siyah ışının içindeki hap ocağını net bir şekilde görmüştü. O tamamen siyahtı ve herhangi bir büyülü sembol yaymıyordu. Siyah, bu dünyadaki renklerden biri değildi ve bu durum onu diğer bütün hap ocaklarının ötesindeymiş gibi tamamen uyumsuz gösteriyordu.



Benim hap ocağımı yok ettin öyle mi? Pekala, o zaman benim yeni hap ocağım sen olacaksın!” Öfkesi kabardı, iradesi aniden siyah ışını takip etmek için fırladı.



Meng Hao o anda “kalbinin sesini dinle” teorisini aldı ve onu boşluğa fırlattı. Aynı zamanda sadece ve sadece kendisine ait Hayat Ocağı fikrini de bir kenara attı. Bu Meng Hao’nun kişiliğiydi.



Eğer Meng Hao’nun hap ocağını yok ettiysen, bunu hangi nedenle yapmış olursan ol bunun bedelini ödemek zorundaydın!



Meng Hao böyleydi. Öfkesi dalgalandı ve iradesi hızla siyah ışının peşine düştü.



Bir de üstüne siyah hap ocağı onu fark etmemiş gibi görünüyordu. Onun kibir seviyesi inanılmaz düzeydeydi. Bu sırada yol boyunca diğer rastgele hap ocaklarına şiddetle çarpıyor ve onları parçalayarak yutuyordu.



Sanki bu hap ocağının kendine ait bir özü var gibiydi, Meng Hao’yu küçümsüyor ve aşağılıyordu.



Bu sırada dışarıda, Mor Doğu Dağında, herkes Ocakların Anasının etrafında oturuyordu. Chu Yuyan gözlerini açtı, yavaş yavaş diğerleri de bunu yaptı. Bunun ardından üzerilerindeki hava parlamaya başladı ve ardından bir hap ocağına dönüştü.



Biraz önceki hayali dünyadan elde ettikleri hap ocaklarının rengi önemli değildi. Şu an ellerinde beliren ocakların her birinin rengi beyazdı.



Meng Hao dışında herkes uyanmıştı. O hala orada gözleri kapalı oturuyordu, kaşları çatılmış ve dişleri sıkılmıştı.



Göksel Toprakların ve hayali dünyanın dışında Mor Ocaklar Lordları da dahil hiç kimsenin Ocakların Anasının içinde neler yaşandığını görmesine imkan yoktu. Onların tek görebildikleri şey Meng Hao ve diğerlerinin yüz ifadeleriydi. Şu an herkesin dikkati hala uyanmayan Meng Hao’nun üzerindeydi.



Chu Yuyan da ona bir bakış attı. Hiçbir şey söylemeden durdu ve sonra elinde hap ocağıyla birlikte Mor Doğu Dağına doğru fırladı. Ye Feimu’nun vücudu yıldırım gibi fırlamıştı, dağın zirvesine giden yollardan birincisine doğru ilerliyordu.



Diğer adaylarda sessizce ilerlemiş ve her biri kendi yolunu seçmişti. Bunun ardından seçtikleri yol arkalarından kaybolmuştu. Kısa bir sürenin ardından geriye sadece hala meditasyonda olan Meng Hao için tek bir yol kalmıştı.



Ocağın hayali dünyasının içinde Meng Hao çılgınca bir takibe girişmişti. Siyah ışın dört bir yanda dolanmaya devam ediyordu ve onun kibirli iradesi giderek güçleniyordu.



Meng Hao en sonunda dayanamadı ve soğukça homurdandı. “Şeytan Mühürleme, Sekizinci Nazar!” Meng Hao’nun içinden bir ses bu dünyanın sıkıca mühürlü olduğunu ve dışarıdan görülmesinin imkansız olduğunu söylemişti. Bu nedenle kendini tutmamıştı. Görünmez vücudu dağıldı ve aniden Meng Hao’nun ruhunun bir kısmı sonsuz dalgalanmaların arasında belirdi. Dalgalanmalar ince ipliklere dönüşerek hemen siyah hap ocağına fırladı ve ona dolandı.



O anda siyah hap ocağı sanki şaşkınlıktan donakalmış gibiydi. hatırladığı kadarıyla şimdiye kadar ona yetişebilen hiç kimseyle karşılaşmamıştı. Bu dünyada o bir hükümdardı; kimse ona elini süremezdi. Ama bugün hem iradesini hem de hap ocağı formunu sarsan büyülü bir teknikle yüzleşmişti. Hareketi hemen durmuştu. Kendi özgürlüğünü tekrar kazanması bir kaç nefeslik zaman almıştı.



Fakat tam tekrar hızlanacakken bir anda ortaya hayali bir el çıkmış ve onun üzerine kapanmıştı. Normalde Meng Hao’nun buradaki mevcudiyeti görünmezdi. Fakat Sekizinci Şeytan Mühürleme Nazarı sayesinde vücudunun hayali bir görüntüsü gözler önüne serilmişti.



Nereye gidiyorsun!?” dedi Meng Hao, eli hap ocağını kavramıştı. Bunun üzerine siyah hap ocağı çabalamaya başladı, muazzam güç dalgaları gönderdi. O anda yüzeyinde bir yüz belirdi.



Bu yüz habis, hırçın bir gence aitti. Düşmanlık ve nefret yayıyordu ve ortaya çıktığı anda Meng Hao’ya bakmış ve tehditkar bir kükreme kopartmıştı.



Meng Hao’nun gözleri soğukça pırıldadı. Sol elini kaldırdı ve siyah hap ocağının üzerindeki yüze vurdu. Bu vuruş hap ocağı özünün bir gümbürtüyle çınlamasına neden oldu. Yüz başka tarafa doğru kaydı, ama sonra tekrar dönerek Meng Hao’ya doğru öfkeli bir şekilde kükredi.



Bu kükreme göklere kadar yükselmişti, sanki içinde inanılmaz bir kudret barındırıyordu. Bu kükremenin yarattığı kuvvet Meng Hao’yu sardı, iradesini sarstı. Fakat elinde en ufak bir gevşeme olmadı. Bunun yerine soğukça homurdandı.



Direniyor musun? Pekala, bana direnç göstermen senin için iyi olmayacak!” Sol elini kaldırdı, Sekizinci Şeytan Mühürleme Nazarının gücünü kullanarak gencin yüzüne doğru bir parmağını bastırdı.



Diğer hap ocaklarını yuttun mu? Pekala, bu benim umurumda değil. Ama benim hap ocağıma dokunma cüreti gösterdin. Bununla birlikte bir Karma ektin. Şimdi ise Karmayı biçe zamanın geldi, ödülünü alacaksın!” Meng Hao’nun sol eli büyü hareketi uygulayarak tekrar Sekizinci Şeytan Mühürleme Nazarının gücünü kullandı. Mühürleme akışları hap ocağına doğru aktı; sanki mühürlenerek tamamen sindirilmiş bir hale gelecek gibiydi.



Bir gencin yüzü şeklinde somutlaşmış olan hap ocağının özü şiddetli bir çaba içine girdi. Onun iradesinin nefreti artık bambaşka bir boyuta ulaşmıştı; çılgınca ağzını açtı ve kulakları sağır eden bir çığlık attı.



Bu ses hayali dünyayı tamamen doldurdu ve her bir köşesine kadar ulaştı. İçerideki bütün hap ocakları bunu işitti ve titremeye başladı. Hemen hepsi Meng Hao’ya doğru fırladı.



Bir anda Meng Hao’nun etrafı parıltılı ışık seliyle doldu. Bin, beş bin, on bin, elli bin, yüz bin…



Meng Hao’nun etrafında yüz binden fazla ışık ışını dolanıyordu. Onların parıltısı sonsuz gibiydi ve yavaş yavaş yüz bin hap ocağına dönüştüler. Meng Hao’nun etrafını tamamen sarmışlardı. Uğultulu gürültüler yayarken onun etrafında hızla dönüyorlardı. Sanki hedeflerinde Meng hao varmış gibiydi; eğer siyah hap ocağını bırakmazsa ona saldıracaklardı.



Siyah hap ocağındaki genç yüz kaçma çabasını durdurdu. Yüzünde gururlu bir ifade belirdi, ardından agresif bir kibir. Meng Hao’ya onu kışkırtmak istiyormuş gibi bakıyordu. Fakat tam o sırada Meng Hao elini kaldırdı ve bir kez daha gencin yüzüne tokat attı.



Siyah hap gencinin yüzü öfkeyle dolmuştu. Bir çığlık çınladı ve bunun üzerine etraftaki yüz bin hap ocağı aniden hücuma geçti. Havada dalgalar yayarak Meng Hao’ya fırladılar. Onların parıltısı göklere ulaşmıştı. Bu durum karşısında Meng Hao sadece soğukça güldü ve gözlerini kapattı.



Gitme zamanı!



İradesi harekete geçti ve elinde siyah hap ocağıyla ortadan kaybolmaya başladı. Yüz bin hap ocağı saldırmak için ilerlerken siyah hap ocağının çığlıkları yavaş yavaş ortadan kayboldu. Hap ocaklarından bir tanesi bile ona dokunamamıştı.



Hap ocağının dışındaki Göksel Topraklarda Meng Hao meditasyonda oturuyordu. Aniden gözleri hızla açıldı. Bununla birlikte önüne siyah bir parıltı fırladı ve bir hap ocağı ortaya çıktı. O burada belirmiş olsa da sanki bir mücadele içinde gibiydi.



Ama Meng Hao’nun iradesi hala vücudundaydı; onun kaçmasına izin verir miydi? Onu sıkıca kavradı ve gözlerinde vahşi soğuk bir aura parladı.



Ölmek mi istiyorsun!?



Hap ocağı mücadele etmeye devam etti ve bununla birlikte Meng Hao’nun zihnine bir irade ipliği giriş yaptı. Bu iplik ona... Teslim olacağına ölmeyi yeğlediğini söyledi!



Meng Hao gülümsedi, ama bu soğuk bir gülümsemeydi.



Teslim olacağına ölmeyi mi yeğlersin? Hayır, seni yok etmeyeceğim. Bugünden itibaren istesen de istemesen de benim hap ocağımsın, direnmenin bir anlamı yok!” Meng Hao ayağa kalktı ve Mor Doğu Dağına doğru baktı ve geriye kalan tek yola yöneldi.



Aynı sırada dışarıda, Şark Doğuşu Dağındaki izleyiciler pek etkilenmiş gibi görünmemişti. Fakat sekiz Mor Ocak Lordu’nun hepsinin de yüzleri titreşmişti.



Bu…



Bu... Kendi iradesine sahip olan siyah hap ocağı!



Yıllar önce sınava girdiğimde aynı ocağı görmüştüm… Onu almak istedim ama başarısız oldum. Bu Fang Mu onunla bir şekilde bağlantı yaratmış gibi görünüyor…



Hayali dünyada o hap ocağının görünmesi son derece nadir bir durum. Bir Gelişimci İradesi ona rakip olamaz ve onu zapt etmeye muktedir değildir. Aradan geçen sayısız yılın ardından o hayali dünyada hap ocağı hükümdarı olmuştur…



Fang Mu nasıl bir söz verdi de siyah hap ocağına bunu kabul ettirebildi? Yüz ifadesine bakarsak o ikisi arasında bir çeşit çatışma da yaşanıyor olabilir!” Mor Ocak Lordları bu sahneyi tartışırken diğer izleyiciler de Meng Hao ve hap ocağını fark etmeye başladılar.



Bu tuhaf, neden Fang Mu siyah bir hap ocağına sahip? Diğerlerinin hap ocakları beyazdı…



İnsanlar şaşkınlıklarını ifade ederken Büyük Usta Hap Şeytanının gözleri tuhaf bir ışıkla pırıldamaya başladı.



Bu çocuk… Gerçekten de onu dışarı çıkartmayı başardı…” Ağzının kenarlarında belli belirsiz bir gülümseme peyda oldu.



Göksel Topraklar dünyasında Mor Doğu Dağının altındaki hap ocağı titremeye başladı. Hava bir gürleme sesi ve yedi renkli bir parıltıyla doldu. Sanki… Onun içindeki yüz binlerce hap ocağı çıldırmış ve içeriden çıkmaya çalışıyor gibiydi.



——








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44235 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr