Bölüm 297

avatar
9092 23

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 297


Bölüm 297: Kendinden Memnun



Bacaklarını çaprazlayarak oturmuş olan Wu Dingqiu aniden gözlerini açtı. Meng Hao’yu gördüğü anda yüzü gülümsemeyle doldu ve başını aşağı yukarı salladı. Wu Dingqiu’nun Gelişim Merkezini ve Tarikattaki pozisyonunu göz önüne alınca, onun Temel Kurulum aşamasındaki birine bu şekilde davranması Meng Hao’nun Mor Felek Tarikatında nasıl bir pozisyona sahip olduğunu net bir şekilde gösteriyordu.



Meng Hao’nun Wu Dingqiu’yu bile aştığı söylenebilirdi. Eğer Meng Hao’nun Gelişim Merkezi daha yüksek olsaydı Wu Dingqiu’nun ayağa bile kalkması gerekebilirdi.



Meng Hao yıllardır Gelişim dünyasının içindeydi ve kibirli olmadan kendini idare etmenin en iyi yol olduğunu biliyordu. Hemen ellerini kenetledi ve Wu Dingqiu’ya selam verdi ve bu durum tabii ki adamın yüzündeki gülümsemenin daha da büyümesine neden olmuştu.



Meng Hao’nun Gelişim Merkezi zayıftı, ama pozisyonu yüksekti. Kibirli bir tavır sergilememesi Wu Dingqiu üzerinde oldukça iyi bir izlenim bırakmıştı. Adam gülümseyerek konuşmaya başladı, “Büyük Usta Fang, seni bu iki Patrikle tanıştırayım.” Bu tamamen karşılıklı jest durumuydu.



Meng Hao da gülümsedi. Wu Dingqiu tarafından tanıtılırken ellerini kenetledi ve mor ışık sütunun içindeki iki kadim görünümlü Patriğe doğru saygılı bir şekilde selam verdi.



“Doğu Hap Bölümünden Küçük Fang Mu iki Patriğe saygılarını sunuyor.



Mor ışık sütununun içinde oturan, yüzleri kırışıklıklarla dolu olan Patrikler sanki yoğun bir gücün resmedilmiş hali gibiydi. Meng Hao onları selamlarken yavaşça gözlerini açtılar ve ona doğru baktılar, görüşleri anlaşılmazlıkla doluydu. Sanki Meng Hao’nun aurasını hafızalarına işliyor gibilerdi.



Senin Gelişim Merkezin yeterli değil.” dedi birisi sakince, gözlerini kapattı. “Mümkün olduğunca dışarı açılmamaya çalış. Burada kaldığın sürece iyi olacaksın.” Diğer Patrik Meng Hao’ya gülümsedi, gözleri övgüyle doluydu.



Meng Hao onların iyi niyetlerinin sebebinin Ustası olduğunu biliyordu.



Meng Hao Patriklere saygısını sunduktan sonra, Wu Dingqiu onu diğer Mor Qi Bölümü Gelişimcileriyle de tanıştırdı. Hepsi de Meng Hao’ya büyük bir nezaketle yaklaşmıştı. İster sözleriyle olsun, ister davranışlarıyla olsun mutlak bir saygı göstermişlerdi.



Nüve Formasyonu Gelişimcileri bile ona büyük saygı göstermişti.



Wu Dingqiu onu Mor Qi Bölümü Gelişimcileriyle tanıştırmıştı, ama Doğu Hap Bölümü öğrencileri için buna gerek yoktu. Birer birer Meng Hao’ya yaklaştılar ve ona saygılarını sundular.



Meng Hao, Lin Hailong, An Zaihai ve diğerlerine doğru yaklaşırken bu durum diğer bölgedeki diğer Tarikat güçleri tarafından fark edildi. Birçok bakış onların üzerine düştü, çoğu da Meng Hao’nun üzerinde durdu. Bu bakanların ifadeleri aniden şokla dolmuştu; belli ki çoğu Meng Hao’nun kim olduğunu tahmin etmişti.



Meng Hao Lin Hailong, An Zaihai ve diğerlerini ellerini kenetleyerek selamladı. Chu Yuyan’a doğru baktı ve gülümseyerek başını aşağı yukarı salladı. Ayrıca Ye Feimu’ya da bir bakış attı, ardından bacaklarını çaprazlayarak oturdu.



Meng Hao da bir Mor Ocak Lorduydu ama Büyük Usta Hap Şeytanının Miras Çırağı olduğu için oldukça yüksek bir pozisyona sahipti. Tarikat kurallarına göre Meng Hao aslında bir Mor Ocak Lordundan daha yüksek statüye sahipti.



Fakat Meng Hao Gelişim Merkezinin çok yüksek olmadığını biliyordu, bu yüzden gösteriş yapmak istememişti. Bu nedenle gidip An Zaihai’nin yanına oturdu, kurnazca Lin Hailong’u merkez pozisyona getirmişti. Yaşlı Lin Hailong ferasetli bir adamdı, Meng Hao’nun ne yaptığını anlamamasına imkan var mıydı? Lin Hailong gülümsedi ve başını sağa sola salladı, bu durumu bozacak hiçbir şey söylemedi.



An Zaihai kıkırdadı. Meng Hao’ya baktı, sesini alçaltarak konuştu: “Kıdemli Kardeş Lin sadece başka bir Mor Ocak Lordu. O sadece simya Tao’sunu umursuyor…” Daha sözlerini bitiremeden önce durarak Meng Hao’ya bir bakış attı. Meng Hao’nun zeki bir adam olduğunu biliyordu ve onun bu sözlerinin anlamını fark edecekti.



Endişelenme Kıdemli Kardeş An, anladım.” Meng Hao, onun Mor Ocak Lordluğuna yükseldiği günkü olaylar hakkında çok fazla düşünmemesi gerektiğini söylemeye çalıştığını anlamıştı. Gülümsedi, ardından bölgeye şöyle bir bakındı ve gözleri en sonunda üzerinde Ji kelimesi olan bayrağa geldi.



Kimse bilmese de Meng Hao bu bayrağı ilk gördüğünde kalbi büyük dalgalarla sarsılmıştı. Tabii ki bunu belli etmemişti ve en ufak bir tepki bile göstermemişti.



Fakat kalbinin derinliklerinde Ji kelimesi bir çok akıl ermez gizemlerle çevrelenmişti.



Üç flamalı bayrak da Ji soy ismiyle damgalanmıştı!



Antik Lanetin Kan Ölümsüzü, ömrünü Ji klanı kanını, kan katliamı aletlerine arıtmaya adamıştı!



Ayrıca Göklerin yuvarlak Yeryüzünün kare olduğu antik Kutsal Topraklarda, Kozmosun emrini tersine çevirmeyi isteyen kare kazanın yanında dururken Meng Hao, tecrübe ettiği bir görüde kazanın, Ji ismiyle aynı gökyüzünün altında var olmayı reddettiğini görmüştü!



Aynı zamanda antik Dünya Ağacının kendini yıldızlı gökyüzünde yok ettiğine dair efsaneler de vardı.



Tüm bunlar Ji ismiyle bağlantılı gibi görünüyordu. Meng Hao’nun kontrolsüzce titremesine neden olan çok sayıda ilişki vardı. Ve şimdi bu, kendi gözleriyle üzerine o ismin işlenmiş olduğu bayrağı görünce, bu durum iyice açığa çıkmıştı.



Meng Hao’nun nereye baktığını fark eden An Zaihai bir an sessiz kaldıktan sonra sessizce konuştu: “Onlar Doğu Topraklarından Ji Klanı!” Sanki diğerlerinin duyabileceğinden korkmuş gibi sesini alçaltmıştı. O isimden bahsetmek bile onu korkutuyordu ve dehşetle dolmuştu, sanki bir karınca bir filden bahsediyormuş gibi davranmıştı.



Meng Hao’nun gözlerinde belirsiz bir pırıltı oluştu. An Zaihai’nin sesindeki korkuyu görünce, hemen gözlerini ona çevirdi.



Onların Klanı hakkında çok şey bilmiyorum...” diye devam etti An Zaihai, sesi hala alçaktı. “Bildiğim her şeyi Usta anlatmıştı. Doğu Topraklarının Ji Klanı, tüm Güney Cennetinin bir numaralı Klanıdır… Onların merkezi tabii ki Doğu Topraklarında ve onların gücünün ne kadar derin olduğunu kimse tam olarak bilmiyor. Fakat, Ji Klanını ne olursa olsun, şartlar ne olursa olsun kesinlikle kızdırmamalısın!



Sesi öyle alçaktı ki dediklerini sadece Meng Hao duyabiliyordu. “Aslında çok fazla Klan üyesi yok ama, onlardan herhangi birini kızdırmak söz konusu bile olamaz. Bu özellikle Ji’nin Yarı Düzen Oğulları için geçerlidir. Onların her biri çok yüksek derece kişilerdir. Biraz önce gördüğün kişi…



Eğer yanlış hatırlamıyorsam o kesinlikle Ji’nin Oğullarından, Ji Klanının Yarı Düzen Oğullarından birisi. Eğer öyle olmasaydı bu kadar genç yaşta Nüve Formasyonu aşamasında olamazdı. Ji Klanı üyelerinden özellikle Yarı Düzen olanların hepsi Seçilmişlerdir. Onların her nesli, yüz kişilik gerçek Düzen Klan üyesi yerlerinden birini elde etmek için dövüşmek istiyorsa hazırlanmak için çeşitli yoğun eğitim rejimlerinden geçmeleri gerekir. Ben sadece bu kadarını biliyorum, Usta daha önce üstünkörü bunlardan bahsetmişti.



Meng Hao düşünceliydi. O da Ji Klanına dair oldukça basit bilgilere sahipti. Ji ile ilgili daha önceki tecrübelerine bakınca, Meng Hao onların korku verici derin kaynaklara sahip olduğundan emindi ve hatta belki de herkesin anlayışının çok üstünde bir şeylere sahiplerdi.



Hala alçak tonla, An Zaihai içinde üç kişinin oturduğu yeşil ışık sütununa baktı ve devam etti: “O üçüne ise Ji Klanı üyelerinden bile daha fazla dikkat etmelisin. Onlar da Güney Cennetinin en güçlü Klanlarından birisidir. Korkunç! Sen buraya biraz geç geldin, bu yüzden daha önce yaşananlardan haberin yok. Ben bizzat Ji Klanı Gelişimcilerinden birinin o kıza Fang Klanı üyesi olarak hitap ettiğini ve korkmuş göründüğüne şahit oldum. Bunu bir düşün! O üçü Ji Klanını bile korkuya düşürebiliyorsa sahip oldukları arka plan acaba ne kadar derindir? Onlar da Doğu Topraklarından olmalı.



R.N: Burada bahsedilen Fang karakteri yaygın bir soy isimdir, Meng Hao’nun kullandığı Fang Mu ismindeki Fang (方) karakteriyle aynıdır.



An Zaihai’nin açıklamalarıyla birlikte Meng Hao bölgedeki çeşitli güçlerle ilgili genel bir bilgiye sahip olmuştu. Etrafa bakınmaya devam etti ve aniden gözleri Xu Qing ile birbirine kilitlendi.



Kelimelere gerek yoktu; her şey bu bakışmayla konuşulmuştu. Bakışları hemen birbirinden ayrıldı, çok geçmeden ikisi de anlaması gereken şeyleri anlamışlardı.



Han Bei, Wang Youcai, Li Shiqi, Li Daoyi, Zhou Jie, Wang Lihai, Han Shandao, Chen Fan’ın yanı sıra Song Klanından Song Yunshu ile birlikte güzel, hüzünlü Song Jia, bu isimlerin hepsi de Meng Hao için tanıdık kişilerdi. Hepsi de buraya bağlı bulundukları Tarikat ve Klanlar için gelmişti. Fakat Meng Hao bu göz gezdirme sırasında Şişkoyu hiçbir yerde görememişti.



Zaman geçmeye devam etti. Meng Hao herkesin neyi beklediğinden emin değildi, hiç kimse kendi ışık sütunu bölgesinden ayrılmamıştı.



En sonunda yukarıdaki siyah pus giderek kararmaya devam etti. Tam o sırada Chu Yuyan Meng Hao’ya yaklaştı ve onun yanına oturdu. Ona dikkatle baktı.



Meng Hao daima onun sezgilerinin çok keskin olduğunu hissetmişti. Fakat Chu Yuyan’a bakarken ifadesi her zamanki gibiydi.



Bakışları buluşunca Chu Yuyan bakışlarını kaçırmadı.



Doğu Hap Bölümüne geldiğin yıl...” dedi yumuşak bir tonla. “Seni her gördüğümde kendimi sinirlenmiş hissediyordum. Bunun nedenini asla çözemedim. Fakat, belki de… Geçmişte bir yerlerde seni görmüş olmam mümkündür!



Meng Hao’nun ifadesinde herhangi bir değişim olmadı. Fakat içten içe kalbi şaşkınlıkla güm güm attı. Chu Yuyan’ın bu korkunç düşünme becerisi karşısında kalbinden bir iç geçirdi.



Daha önce tam olarak birbirimizi nerede görmüş olabiliriz?” Chu Yuyan aniden sordu, herhangi bir ip ucu bulabilmek için Meng Hao’nun gözlerine bakıyordu.



Uzun bir sürenin ardından, Meng Hao’nun cevap vermeyeceğini anladı.



Ona dikkatle bakmaya devam etti. “Senin Hap Kazanı ya da Fang Mu olmanı önemsemiyorum.” dedi kelimelerin üstüne basa basa. “Senin başka birisi olduğunu biliyorum. Konuşmaya istekli olmadığın için daha fazla soru sormayacağım. Ama günün birinde bu sırrı çözeceğim. Senin kim olduğunu… Bulacağım!” Onun bu inatçılığının içinde bir parlaklık belirtisi vardı. Bu parlaklık zayıftı ama Meng Hao onu net bir şekilde görebiliyordu. Bu tıpkı onun ilk kez Büyük Usta Hap Kazanı hakkında konuşurken ortaya çıkarttığı parıltıya benziyordu.



İmkansız…” dedi Meng Hao kendi kendine. Daha önce bir kadın ile erkek arasındaki ilişki tipine dair herhangi bir tecrübe yaşamamış olsa da, şu an artık eskisi gibi cahil bir genç değildi ve böylesine etkileşimleri anlama becerisine sahipti.



Bu parıltı, tıpkı Siyah Elek Tarikatının dışında ayrılırken Xu Qing’de gördüğü parıltıya benziyordu.



Meng Hao biraz kendini suçlu gibi hissetse de, aynı zamanda biraz da gururluydu. Chu Yuyan yıllardır Meng Hao’yu rahatsız etmişti, hatta Wang Tengfei ile nişanlıyken bile. Chu Yuyan’ın bu yönde bir değişim göstermesi, aslında Meng Hao’nun biraz kendinden memnun olmasına neden olmuştu.



Meng Hao boğazını temizledi, tahminlerinin doğru olup olmadığını anlamanın zamanı geldiğine karar vermişti. Sağ elini kaldırdı. Chu Yuyan bunu kaskatı kesilmiş bir şekilde izlerken elini onun güzel yüzüne uzattı.



Bunun üzerine Chu Yuyan’ın yüzü kıpkırmızı oldu ve gözleri kocaman açıldı. Belli ki Fang Mu’nun bu kadar kaba olabileceğini hiç hayal etmemişti.



Meng Hao daha ona dokunmadan önce elini geri çekti, ardından ona bakarak iç geçirdi.



Onun bu iç geçirmesi Chu Yuyan’ın yüzünün daha da kızarmasına neden oldu. Onun Anka gibi gözlerinde öfke tomurcuklandı. Meng Hao’ya dik dik bakıyordu, utançtan doğan bir öfkeyle patlamanın eşiğine geldiği çok belliydi.



Tam o sırada aniden tüm havzayı şok edici bir kükreme sesi doldurdu. Hemen iki Mor Felek Tarikatı Patirği gözlerini açtılar. Yakınlardaki diğer ışık sütunlarındaki Patrikler de aynı şekilde gözlerini açtılar.



Neredeyse aynı anda, sayıları yaklaşık yirmi olan Patrikler havzaya doğru fırladılar. Wu Dingqiu’nun gözleri parlamaya başladı ve hemen yanındaki Mor Felek Tarikatı öğrencilerine konuştu.



Yine başlıyor. Çeşitli Tarikatların Patrikleri Yeniden Doğuş Mağarasının çevresindeki bölgeyi baskı altına alacak. Mümkün olduğunca hızlı hareket etmeliyiz. Unutmayın, Mor Qi Bölümü Doğu Mor Bölümüyle iş birliği yapacak. Cesetten kan numunesi elde etmeliyiz!



—–



Hatırlatma Notu: Güney Cenneti dört bölgeden oluşuyor, bunlar Güney Diyarı, Kuzey Menzili, Batı Çölü ve Doğu Toprakları. Daha önceki bölümlerde ressam dayımız Meng Hao için yaptığı resimde bıraktığı notta buradan Güney Cenneti Gezegeni olarak bahsetmişti.









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr