Bölüm 298

avatar
8535 24

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 298


Bölüm 298: Ceset Hareket Etti!



Wu Dingqiu’nun gözleri pırıldadı, havaya sıçradı ve ileri doğru uçmaya başladı. “Doğu Hap Bölümü öğrencileri, cesedin herhangi bir kısmına dokunmayın!” diye bağırdı. “Mor Qi Bölümü öğrencileri ise benim talimatlarıma uysun. Bir tütsü çubuğunun yanma süresi kadar zamanımız olacak! Bu zaman zarfında ölümsüzün kanını almaya çalışacağız!



Mor Qi Bölümü öğrencileri onunla birlikte havada uçtular. Meng Hao’nun etrafındaki Doğu Hap Bölümü Gelişimcileri de havaya fırlayarak onları takip etmeye başladılar.



Chu Yuyan bir an Meng Hao’ya sertçe baktı. Ardından dönerek göğsünü esnetti ve uzun bacaklarını gerdi. O döndüğü sırada cübbesinin arka tarafını saran kısmı daraldı ve Meng Hao ister istemez bunu fark etti. Chu Yuyan, Lin Hailong ve diğer simyacılarla birlikte Yeniden Doğuş Mağarasının etrafındaki havzaya doğru fırladı.



Tabii ki orası Ölümsüzün cesedinin de bulunduğu konumdu.



Meng Hao derin bir nefes aldı. Artık kafasını Chu Yuyan meselesiyle meşgul etmedi. Bunun yerine havalanarak kendi düşüncelerine odaklandı. Onun yanında uçan kişi ise Ye Feimu’dan başkası değildi.



Ye Feimu bir kaç nefeslik süre boyunca sessiz kaldı, ardından Meng Hao’ya neler olduğunu anlatmaya başladı: “Cesede kadar yolda engel teşkil edecek hiçbir şey yok. Fakat ona dokunduğun anda birden tuhaf bir aleme çekileceksin. Bazı insanlar bu alemden geri dönebilirken bazıları ise geri dönemedi. Her gün bu vakitlerde cesedin tuhaf gücü aniden yarı yarıya düşüyor. Bu nedenle, bu meydana geldiğinde Yeniden Doğuş Mağarasının içindeki garip varlık dışarı çıkıyor.



Bu yüzden çeşitli Tarikatların Patrikleri oraya gidiyorlar ve orada nöbet tutarak diğer Tarikat öğrencilerine zaman kazandırıyorlar. Bazı tarikatların dışında bizim tek ihtiyacımız olan şey kan numunesi. Mor Qi Bölümünün bazı diğer amaçlarının da olması muhtemel. Fakat onlar bizimle iş birliği yapacaklar. Biraz kan aldıktan sonra diğer önceliklerimize odaklanabileceğiz.



Buraya bir çok simyacı ve Mor ocak Lordunun gelmesinin sebebi Ölümsüz Cesedinin kanının aslında görünmez olması. Kan cesetten ayrıldığı anda Gök ve Yerde dağılıp gidiyor. Sadece bizim gibi Simya Tao’su Gelişimcileri o andaki fırsatı değerlendirip hap yapım tekniklerini kullanarak kanı kaybolmadan ele geçirebilir ve arıtabilir.



Ye Feimu’nun açıklaması son derece detaylıydı. Sözlerini bitirdiğinde başını eğdi ve hızını artırarak ilerlemeye devam etti. Görünüşe göre geride takılmasının tek sebebi Meng Hao’ya tüm bunları anlatmaktı.



Meng Hao onunla aralarındaki gerilimin düştüğünü hissetmişti. Ama yine de sözlerinde ona meydan okuyan bir hava sezmişti, sanki Meng Hao’ya Ölümsüzün kanını ilk kim arıtabilecek bakalım der gibiydi.



Ama Meng Hao buraya kan numunesi için gelmemişti. Buraya gelmesinin nedeni çağrı sesiydi. Diğer insanlar farkında olmayabilirdi ama Meng Hao bu kişinin aslında… Ölü olmadığını biliyordu!



Meng Hao bir ışık ışınına dönüşerek hızla ilerlerken kafasında bir çok düşünce dolanıyordu. Havada hızla uçarken kısa süre sonra Li Daoyi, Zhou Jie, Xu Qing ve diğerlerini gördü. Hepsi de havzaya doğru ilerliyordu.



Meng Hao’nun en çok dikkatini çeken kişi Ji isimli genç adamdı. Onun Gelişim Merkezi Erken Nüve Formasyonu aşamasının zirvesindeydi ve çevresi yedi sekiz tane yaşlı korumayla sarılıydı. Genç adam havada ilerlerken gururlu ve azametli bir hava yayıyordu. Çevredeki hiçbir Güney Diyarı Gelişimcisi onun umurunda değildi, sadece yoluna devam ediyordu.



Aynı sırada Fang soy isimli genç kadın da harekete geçmişti, yüzüne soğuk bir ilgisizlik hakimdi ve tüm vücudundan kör edici gümüş bir ışık yayılıyordu. Ondan fırlayan ışık ışınları tıpkı keskin birer ok gibiydi, ona bakan insanların acı saplanması hissetmesine neden oluyordu.



Ji Klanı genci ve Fang Klanı kızı hayret vericiydi. İster istemez uzun süredir bu bölgede ilgi odağı haline gelmişlerdi. Onların yanında Seçilmiş ya da Tao Çocukları bile karınca gibi kalırdı. Aralarındaki statü farkı çok yüksekti. Tabii ki bu durum Güney Diyarı Seçilmişlerinin ve Tao Çocuklarının biraz aksileşmesine neden oluyordu. Fakat, Tarikat büyüklerinin yaptığı uyarılar ve o ikisinin korkunç gücü, bu Tao Çocukları ve Seçilmişlerin sessizliklerini korumasına neden oluyordu.



Batı Çölü Gelişimcileri de oradaydı. Onlar iri, uzun insanlardı ve vücutları totemik dövmelerle kaplıydı. Havzaya doğru havada uçarken totemleri parlak ışık hüzmeleriyle parlıyordu, bu kesinlikle sıra dışı bir görüntüydü.



Kısa bir sürenin ardından yakınlaşan bütün Gelişimciler için fırsat anı geldi. Hangi Tarikattan olursa olsun bütün öğrenciler ileri doğru hücum ettiler.



Aslında ana çemberin dışındaki bir çok başka tarikat öğrencileri de zamanı hesaplamış ve şuan ileri doğru fırlamış durumdaydı.



Meng Hao sadece kendine odaklandı, on nefeslik süre boyunca hızlanmaya devam etti. Aniden yüzüne bir rüzgar esmiş gibi hissetti. Bu rüzgar çürük kokusu taşıyordu ve rüzgar tüm vücudunu süpürüp geçtiğinde derisi yapışkan bir hal almış, sanki tüm vücudu ter ile kaplanmış gibi bir hissiyat yaşadı.



Garip çürük kokulu rüzgar Meng Hao’nun etine kadar işlemiş, onu delip geçmiş ve Meng Hao’nun ifadesinin değişmesine neden olmuştu. Hemen etrafındakilerin de aynı hissiyatı yaşadığını fark etmişti.



Aynı sırada çeşitli grupların Gelişen Ruh Gelişimcilerinin auraları zayıflamaya başlamıştı, sanki şiddetli bir baskı altına girmiş gibilerdi. Meng Hao ilk geldiğinde anlatılan bir fenomeni anımsadı.



Wu Dingqiu’nun Gelişim Merkezinin Nüve Formasyonu büyük döngüsüne kadar baskılanması çok uzun sürmemişti. Adam soluk bir yüzle siyah pusun içinde öğrencilere önderlik etmiş ve dağ gibi cesede giderek yaklaşmıştı.



Ceset Meng Hao’nun görüş alanına girdiği anda, Meng Hao gerçekten de onun küçük bir dağ boyutunda olduğunu görmüştü. Derisi griydi ve büyülü sembol gibi görünen izlerle kaplıydı. Bu semboller garip bir biçimde kıvrılmıştı ve parlak ışıklar yayıyorlardı.



Beş renkli ışık havaya doğru sızsa da siyah pus tarafından engelleniyor, onu görmeyi zorlaştırıyordu. Fakat Meng Hao yaklaştıkça bu ışık gözüne daha da görünür hale gelmeye başladı. Bu büyülü semboller belli ki birlikte büyük bir metin oluşturuyordu.



Diğer Tarikatların Gelişimcileri yaklaştıklarında ve büyülü metni gördüklerinde, aralarından bazıları “Tao İlahı Yazıtı!” diye bağırmıştı. Oraya yaklaşan gelişimci sayısı giderek artıyordu ve bunların yarısından çoğu yere bacaklarını çaprazlayarak çökmüş, yazıtsal metne bakıyorlardı.



Bazı Mor Felek Tarikatı öğrencileri de durdu ve oturarak büyülü sembollere bakmaya başladı. Meng Hao da o tarafa doğru bir bakış attı ve kaşlarını hafifçe çattı. Bu ufak bakışla aniden Ruhsal Duyusunun bozulma belirtileri gösterdiğini fark etti.



Meng Hao hemen cesede doğru bakarak görüşüne odaklandı. Cesedin kendisiyle daha fazla ilgilendiği belli olan diğer Tarikatların öğrencileri şu an cesede doğru yaklaşıyordu.



Meng Hao yaklaşırken görüşü tamamen bir enginlikle doldu. Mor Qi Bölümü öğrencilerine liderlik yapan Wu Dingqiu açıkça tuhaf ışınlanma etkisinden korkuyor gibiydi. Onun tek isteği cesedin derisini kırmak ve biraz kan çıkartmaktı. Aniden çağrı hissiyatı bir kez daha ortaya çıkarak Meng Hao’nun zihninin derinliklerine süzüldü.



Gel… Bana gel… Uzun zamandır seni bekliyorum… Bütün gerçekler, bütün cevaplar sana benim mirasçım tarafından açıklanacak…



Bu çağrı hissiyatı Meng Hao’nun tüm vücudunu doldurarak onun titremesine neden oldu. Etrafına şöyle bir baktığında biraz önce duyduğu seslerin, çağrının, başka herhangi biri tarafından duyulmadığı çok belliydi.



Meng Hao etrafa bakınmaya başladığı sırada aniden hava bir kükreme sesiyle doldu, bu ses cesedin kendisinden geliyordu. Aynı sırada zemin sallanmaya başladı. Bütün Yeniden Doğuş Mağarası havzası şiddetle sarsılmaya başlamıştı.



Yankılanan gök gürültüsü benzeri bir ses hemen çevredeki Gelişimcilerin ifadelerinin değişmesine neden oldu.



Hareket etti!!” diye bağırdı bir birisi. “Biraz önce cesedinin elinin hareket ettiğini gördüm!



Bu imkansız! Bu ceset yıllardır ölü durumda. Nasıl hareket edebilir!?



Ben de gördüm! Cesedin eli biraz hareket etti… Bu bir illüzyon olamaz…



Meng Hao’nun nefesi hızlandı. O da ölü cesedin sağ elinin hareket ettiğini görmüştü!



Meng Hao bunun bir yanılgı olmadığını biliyordu. Ne de olsa uzun zamandır bu cesedin aslında… Canlı olduğunu farz ediyordu!



Şaşkınlık sesleri havayı doldurdu ve gök gürültüsü benzeri ses havada çınlarken bütün gözler aniden cesede doğru döndü. Ceset… Yavaşça devasa elini havaya kaldırdı. Hızı yavaşmış gibi görünse de el göz açıp kapayıncaya kadar yükseldi, sanki elini kafasına yerleştirecekmiş gibiydi. Fakat bunun yerine elini aniden yüksek bir hızla yere doğru indirdi.



Bu olay herkesin tüylerini diken diken etti ve ağızlarını açık bıraktı. Tam herkes geriye doğru kaçarken… El sertçe yere vurdu.



BOOM!



BOOM!



BOOM!



Havada tarif edilemez derecede gürültülü bir ses çatırdadı. Yer sarsıldı ve gökyüzünün rengi kaçtı. Aynı sırada siyah pus gökyüzüne doğru fırladı. Yeryüzüden büyük dalgalar dışarı doğru salındı, sanki bu bir saldırıydı.



Hava kan donduran çığlıklarla doldu. Her şey sönükleşti ve bir kaosun içine düştü.



Şok edici gürültü çınlarken zemin kabardı. Yeniden Doğuş Mağarasına doğru giden çeşitli Tarikatların Patriklerinin yüzleri hemen düştü. Aynı zamanda gökyüzünde yüzen pus şiddetle çalkalanmaya başladı, ardından tekrar yere doğru akın etti.



Daha sonra inanılmaz, tarif etmesi güç bir çekim kuvveti peyda oldu. Bu kuvvet cesetten yayılıyordu ve hemen bölgedeki her şeyin cesede doğru çekilmeye başlamasına neden oldu. Çevredeki Gelişimcilerin bundan kaçınmaya vakti yoktu ve hemen zorla içeri çekilmişlerdi. Cesede dokunanlar anında ortadan kayboluyordu.



Li Shiqi, Wang Youcai, Li Daoyi, Wang Lihai, Zhou Jie, Chen Fan… Hepsi de anında vahşi çekim kuvvetine yakalanmıştı. Göz açıp kapayıncaya kadar cesede doğru sürüklenmişler ve ardından ortadan kaybolarak kimsenin bilmediği tuhaf bir yere ışınlanmışlardı.



Meng Hao’nun yanındaki Chu Yuyan ve Ye Feimu’nun yanı sıra Doğu Hap Bölümü ve Mor Qi Bölümünün Gelişimcileri de buna karşı koyamamıştı. Hepsi de cesede doğru sürüklenmiş ve ardından kaybolmuşlardı.



Meng Hao ise sanki onu devasa bir el kavramış ve cesede doğru çekiyormuş gibi hissetmişti. Bundan kaçınmak için yapabileceği bir şey yoktu. Fakat yüz ifadesi buna rağmen sakindi. Kendisini kavrayan bu kuvvetin herhangi bir kötülük taşımadığını hissetmişti. Tam tersi durumda bu beceriyle, Meng Hao uzaklara kaçmaya çalışsa bile güvende olamayacaktı. Meng Hao bunu farkındaydı.



Pekala, beni üç kez çağırdın... Gelelim bakalım!” Gözleri ışıl ışıl parladı. Çağrıyı üç kez hissettikten ve içindeki sözleri duyduktan sonra buraya kesinlikle gelmesi gerektiği kanısına varmıştı!



Bir kişinin anne ve babasının önemi Gök ve Yerin önemine eş değerdi.



Hayatı boyunca ailesiyle ilgili mesele kalbinde bir yük olmuştu ona. Bazı cevaplar bulabilmek için bunun iyi bir şans olacağına dair içinde yoğun bir hissiyat vardı!



Meng Hao cesede dokunduğu anda ortadan kayboldu, Meng Hao Ji Klanı gencinin ve Fang soy isimli genç kadının da cesede doğru çekildiğini ve dokunduktan sonra ortadan kaybolduğunu görmüştü.



Bunun ardından her şey kararmıştı…









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44247 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr