Bölüm 302

avatar
8445 21

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 302


Bölüm 302: Kriz!



Ji gencinin boyun eğmez bir gururu vardı, sözleri soğuk ve mesafeliydi. Meng Hao’yu bakmaya bile tenezzül edilmeyecek bir şey gibi görüyordu ve onunla sanki hizmetçisiymiş gibi konuşmuştu.



Meng Hao kaşlarını çattı. Fakat Klanın korkunçluğunun yanı sıra An Zaihai’nin gösterdiği korkuyu düşündü. Daha önceki bütün tecrübelerini ve Ji’ye dair hikayeleri anımsadı. Ardından hemen bütün öfkeli hislerini bastırdı.



Şu an saldırmak için uygun bir zaman değildi; Gelişim Merkezi kritik bir noktaya ulaşmıştı ve en önemli değişimin gerçekleştiği zamandı. Meng Hao şu an yapacağı bir saldırının Gelişim Merkezi artışını etkileyeceğini biliyordu.



Dahası bu Ji gencinin Gelişim Merkezi Nüve Formasyonunun erken aşamasının zirvesindeydi, daha önce dövüştüğü Azure Maskeli Siyah Toprak Gelişimcisinden bile yüksekti.



Bayım, ne demek istediğiniz tam olarak anlamadım.” dedi Meng Hao, şaşırmış gibi göründü. “Buraya biraz önce geldim ve hiçbir şey görmedim. Yoksa burada bir çeşit hazine falan mı vardı?” Konuşurken gözlerinde bir aç gözlülük parıltısı büyüdü.



Meng Hao’yu süzen Ji gencinin gözleri pırıldadı ve yüzünü mutlak bir küçümseyici ifade kapladı. Etrafına bakındı, hala kalbi şüpheyle doluydu.



Bu herifin Gelişim Merkezi Temel Kurulum seviyesinde...” diye düşündü. “Ölümsüz her ne kadar zayıf olursa olsun, bu herifin onun Ölümsüz Duyusuna nüfuz etmesine imkan yok. Üstelik, o derin bir uykuda. Ben bile Patriğin verdiği aletle de olsa zorla Ölümsüz Duyusuna giremem. O zaman daha önce başkası tarafından mı alındı acaba?” Ji gencinin zihninde Fang soy isimli kızın görüntüsü belirdi. Meng Hao’ya doğru bir bakış attı. “Buraya gelirken herhangi biriyle karşılaştın mı? Bütün gördüklerini hemen bana anlat.” dedi. “Eğer herhangi bir şeyi atlarsan seni ve Tarikatını ya da Klanını yerle bir ederim!” Ji gencinin kibir ve küçümsemesini gizlemek gibi bir niyeti yoktu.



Meng Hao tereddüt etti, ardından sesini alçalttı. “Başka birisi mi? Evet, birisini gördüm, yeşil bir cübbe giyiyordu. Gerçekten de hangi Yoldaş Taoist olduğunu net bir şekilde göremedim… O… Buradan…”



Daha sözlerini bitirmeden önce Ji gencinin jeton düşmüştü. Sabırsızca elbise kolunu fiskeledi. “Kaybol!” diye bağırdı.



Meng Hao’nun gözleri belirsiz bir soğuklukla titreşti. Fakat yüzünde korkak bir görünüş vardı ve hemen geriledi, ardından döndü ve oradan ayrılmaya yeltendi.



Tam o sırada aniden yan taraftaki duvar dışarı doğru patladı ve yeşiller içinde birisi dışarı çıktı.



Bu kişiyle birlikte hemen bütün alanı kaplayan inanılmaz tesirli bir aura gelmişti. Bu aura sadece güç içermiyor aynı zamanda büyük bir kibir barındırıyordu.



Aura tüm alana dolarken figür yavaşça kendini gösterdi, bu genç bir kadındı. Bu kişi Doğu Topraklarından gelen Fang soy isimli genç kadından başkası değildi. O ortaya çıktığı anda gözleri Ji gencinin üzerine düştü.



Meng Hao kadının yanında duruyordu ama kadın onu tamamen görmezden gelmişti. Ondan yayılan kibir çok belirgindi.



Ji Hongdong, Ölümsüzün yazıtını bana ver!” dedi genç kadın soğukkanlı bir sesle. O güzeldi ve buz gibi bir kibri vardı.



Meng Hao’nun kalbi onun kendini göstermesiyle birlikte güm güm atmaya başladı ve bir kaç adım geriledi. Ama daha çok uzaklaşamadan Ji gencinin gözleri kısıldı.



Fang Yu, Ölümsüzün yazıtını senin aldığın ortaya çıktı ve hala…” Ama daha sözlerini bitiremeden kalbi birden titredi. Ansızın gözlerini Meng Hao’ya çevirdi ve bunu yaptığında sağ gözünü hızlıca yedi kez kırptı. Aniden iki göz bebeği gözlerinin içinde görülür hale geldi. Onlar sanki bir çeşit psişik görüş gücüne sahip gibiydi! Meng Hao’ya baktığında genç adam hemen onun dantianındaki beyaz elması görmüştü.



Elmasın yanı sıra bir de bulanıklık vardı. Elmas bile tek başına Ji gencinin öldürme arzusunun kabarmasına yetmişti. Fakat bu arzunun ortaya çıkmasıyla kaybolması bir olmuştu.



Tüm bu olanlar göz kırpma süresi içinde olup bitmişti.



Mantık dışı!” dedi Ji genci soğuk bir kahkahayla. Meng Hao’yu görmezden gelerek hemen Fang Yu’ya doğru fırladı. Yaklaştığında sağ elini salladı ve arkasında bir yıldız sahasının belirmesine neden oldu. Fang Yu da soğukça güldü ve ileri atıldı. Elini kaldırdı, yumruğunu sıktı ve havaya doğru savurdu. Dört bir yana muazzam bir gürleme sesi yankılandı.



Meng Hao o sırada hemen geriye doğru sendeledi, ardından rastgele bir yöne doğru kaçmaya başladı.



Yüzünde sert bir ifade vardı. Ji Hongdong’un onun içini gördüğünü anlamıştı; ama Fang kızı yüzünden bunu belli etmemeye çalışmış ve Meng Hao’nun peşinden gitmemişti. Bu konuda bir şey söylemek yerine daha sonra Meng Hao’yu tek başına avlamaya karar vermişti.



Duvarlar çatlamaya devam etse de Meng Hao onların ne zaman tamamen yerle bir olacağından emin değildi. Depolama çantasına vurarak iyi şans efsununu çıkarttı. Onun üzerine bastırdı ardından yüzünde hayal kırıklığıyla dolu bir ifade belirdi.



İlk defa iyi şans efsununun ışınlanma gücü bir yerde çalışmıyordu.



Bütün umudumu bu yerin tamamen yerle bir olmasına bağlayamam…” diye düşündü Meng Hao. Burası tamamen yerle bir olduğu zaman kaçmak için bir şansı olacağının farkındaydı. Fakat yerle bir olma işlemi tamamlandığında eğer Ji Hongdong denen adam onun arkasından gelirse Meng Hao çok kötü bir pozisyonda kalacaktı.



Ji Hongdong’un statüsünü, korkunç Ji Klanındaki yerini düşününce, onu öldürmek demek kasten bir felaket çağırmak demekti. Meng Hao Mor Felek Tarikatının onlara direnç bile gösterebileceğinden emin değildi. İki grubun gücü aynı seviyede bile değildi.



Yüzünde sert bir ifade olan Meng Hao bir tütsü çubuğunun yanma süresinin yarısı kadar zaman boyunca devam ettikten sonra dişlerini sıktı ve durdu, yere bacaklarını çaprazlayarak oturdu. Etrafında çöken duvarları önemsemeyerek meditasyona başladı, Gelişim Merkezini deveran etti ve Nüve Formasyonuna ulaşmak için kendini zorladı.



Her ne olursa olsun, yalnızca Nüve Formasyonuna ulaştıktan sonra inisiyatifi elime alabilirim!” Gözlerinde ışıltılı bir parlaklık ortaya çıktı. Bu bir kriz anıydı ve düşünmek için pek zamanı yoktu. Gözlerini kapattı, bir ağız dolusu sis tükürdü ve bunun ardından hemen etrafında yıldırımlar çatırdamaya başladı. Aynı zamanda Meng Hao’dan kan renginde bir hale dışarı çıktı ve bir Kan Klonu cisimleşerek onun için nöbet tutmaya başladı.



Meng Hao’nun on Tao Sütunundan çıkan gürlemeler yalnızca kendisi tarafından duyulabiliyordu. Muazzam miktarda Mor Qi dışarı aktı, Tao Sütunlarının erimeye başlamasına ve ardından tekrar bir araya toplanmasına neden oldu.



Tao Sütunları tamamen eritildiğinde Meng Hao Çekirdeğini şekillendirebilecekti. Ölümsüz Qi’si sayesinde bu işlem çok hızlı gerçekleşiyordu. Meng Hao Nüve Formasyonuna ulaştığında antik zamanlardan beri bunu en hızlı yapan kişi rekorunu kıracaktı.



Zaman geçti. Meng Hao Ji Hongdong’un onun için ne zaman geleceğinden emin değildi. Fakat bu çok uzun zaman almayacaktı, tek emin olduğu şey buydu. Ji Hongdong bazı ipuçları elde etmişti. Genç Fang kadınından kurtulunca hemen Meng Hao’nun peşine düşecekti.



Daha hızlı olmalı!!” diye düşündü Meng Hao, Gelişim Merkezinin içindeki bütün gücü deveran ediyordu. Aniden zihni şok edici bir gürlemeyle doldu. Şu an onuncu Tao Sütunu eriyordu.



Tao Sütunu eridiğinde muazzam miktarda Mor Qi ortaya çıktı, Ölümsüz Qi’sinin etrafında zaten var olan mor sis yığınının etrafını sardı. Mor sis damlası hızla dönerken Meng Hao’nun tüm vücudu boyunca sayısız Mor Qi iplikleri gönderdi.



Meng Hao’nun içinde vahşice bir aura belirmişti; onun fiziksel vücudu daha da güçlendi, Ruhsal Duyusu genişledi ve en belirgini Kan Klonu ve o sırada içinde bulunduğu Kanlı Ölüm Dünyası yavaşça güçlenmeye başladı.



Meng Hao’nun kendi benliği güçlenirken onlar da güçleniyordu!



Fakat Meng Hao tatmin olmamıştı. Hız çok düşüktü. Yüzündeki damarlar şişkinleşti ve bütün her şeyiyle Gelişim Merkezini deveran etmeye zorladı. Gürlemeler eşliğinde dokuzuncu Tao Sütunu erimeye başladı. Daha fazla Mor Qi salındı. Mor sis damlası daha da hızlı döndü; o sırada artık bir Çekirdeğe yoğunlaşma belirtileri gösteriyordu.



Daha sonra sekizinci Tao Sütunu, ardından yedinci Tao Sütunu. Arka arkaya eridiler ve Meng Hao’nun içini gümbürtülerle doldurdular. Muazzam miktarda ruhsal enerji dışarı taşmış, mor sisin daha da yükse bir hızla dönmesini sağlamıştı. Mor sis Mor Qi’yi emdi. O sırada Meng Hao’nun vücudundan ışıltılı mor bir parıltı yayılıyordu.



Mor sis damlası daha da hızlandı. Bütün belirtiler onun her an bir Mor Çekirdeğe dönüşebileceğine işaret ediyordu. Bunu gören Meng Hao ise hızla çok sayıda Üç Ölümlü Hapı tüketti. Ama yine de yeterli değildi. Meng Hao Nüve Formasyonuna çok yakın olduğunu hissedebiliyordu!



Daha hızlı!” diye düşündü içten içe homurdanarak. Altıncı, beşinci ve dördüncü Tao Sütunları erirken gürültülü bir ses ortaya çıkmıştı. Tam bu sırada Meng Hao uzaklardan bir gürültü duymuştu; birisi bir büyülü teknik kullanıyordu.



Bu Ji Hongdong değil…” diye düşündü. Meng Hao, Tao Sütunlarını deveran etmeye odaklanmıştı ama uzun zaman önce de Ruhsal Duyusunu bölgeye göndermişti. Hemen ona doğru yüksek bir hızla yaklaşan figürü tespit etmişti.



Meng Hao bunun üzerine kalbinden bir iç geçirdi ve gözlerini açtı. Uzaklarda yüzünde düşünceli bir gülümseme olan Li Daoyi vardı.



Meng Hao’yu görünce hafiften gülümsedi ve konuşmaya başladı: “Ben de Yoldaş Taoist Ji’nin benden takip etmemi ve oyalamamı istediği kişi kim diye merak ediyordum. Demek Büyük Usta Fang Mu’ymuş.” Yavaşça yaklaştı. Oraya doğru gelince aniden durdu ve Meng Hao’ya doğru boş boş bakakaldı. “Nüve Formasyonu aurası? Çekirdeğini şekillendirmek için böyle bir zamanı mı seçtin?” dedikten sonra güldü, ifadesi alaycılıkla dolmuştu.



Gerçekten de adına yakıştığı gibi yaşıyorsun, Büyük Usta Fang Mu…” dedi. “Çok cesurca! Fakat sen Yoldaş Taoist Ji’ye ait olan bir şeyi almışsın. Bu kabul edilemez bir şey. Sana bakmak bile öldürme isteğimin kabarmasına neden oluyor.”



Eğer bana karşı bir hamle yaparsan Li Klanı ile Mor Felek Tarikatı arasında bir savaşa neden olursun.” dedi Meng Hao sakince, yüz ifadesi her zamanki gibiydi. Şu an zamana karşı yarışıyordu; Gelişim Merkezi hızla deveran oluyor ve geriye kalan üç Tao Sütunu erimeye başlıyordu.



Tabii ki sana saldırmayacağım.” dedi Li Daoyi riyakar bir gülümsemeyle. “Sadece yolunu tıkayacağım ve arkada kalarak buradan ayrılamadığına emin olacağım. Senin hayatın bana ait değil, onu Yoldaş Taoist Ji alacak. Klan Patrikleri böyle bir şeyin olmasına oldukça mutlu olacaklar.” Elini kaldırdı ve Meng Hao’nun alnına doğru uzattı.



Meng Hao iç geçirdi. Görünüşe göre ilerlemeyi bu duruma başaramayacaktı. Gözlerinde öldürme arzusu parıldadı ve tam hamle yapmak üzereyken aniden yüzü titreşti.



Aynı sırada Li Daoyi’nin yüzü de değişmişti. Arkasını döndü ve ardından bir kenara atladı.



Tam o sırada berrak, melodik bir homurdanma sesi havayı doldurdu. Bir beyaz ışık şeridi Li Daoyi’nin biraz önce durduğu yere doğru parladı, ardından onu takip etmeye başladı.



Bununla birlikte prizmatik bir ışık ışını onlara doğru fırladı, Meng Hao’nun yanına gelerek durdu.



Bu, beyaz cübbeli,buz gibi bir yüze sahip olan Xu Qing idi.



Onun bakışları Li Daoyi’nin üzerine döndü.



İlerlemeni elde etmeye bak.” dedi Meng Hao’ya sakince. “Ben onun icabına bakacağım.” Onun sesi soğuktu ama sözleri Meng Hao’nun tam kalbine işlemiş ve nazik bir sıcaklığa dönüşmüştü.









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr