Bölüm 310

avatar
8784 18

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 310


Bölüm 310: Her Zamankinden Daha Parlak!



LANET OLSUN!” diye bağırdı genç kadın. O çok güzeldi ve biraz önce saldırırken sahip olduğu görünüş çekici ve asildi. Fakat hareketleri bir ejderha gibi patlayıcıydı.



Şu an haykırışları tesirli bir güç ile doluydu ve adeta dünyadaki en önemli kişinin kendisi olduğunu beyan ediyor gibiydi. Onu bu şekilde görmek Meng Hao’nun tüylerini diken diken etmişti; daha önce hiç böyle davranan bir kadın görmemişti.



LANET OLSUN!” diye kükredi. Sağ elini yumruk şeklinde sıktı ve onu sertçe yere vurdu. Zeminden geriye çok fazla bir şey kalmamıştı ve onun vuruşuyla daha fazla parçalanmıştı.



Neden siyah değil!?



GÜÜM!



Neden kırmızı değil!?



BAM!



Neden mor değil!?



Her cümlesinin ardından Meng Hao’nun etrafındaki zemine sertçe vuruyor ve zeminin un ufak olmasına neden oluyordu. Kısa süre sonra geriye sadece Meng Hao’nun altındaki ufak zemin kalmıştı.



Yere şiddetle vurduğu yumruklar etraftaki hiçliğin bile yerle bir olmaya başlamasına neden olmuştu…



Meng Hao’nun tüyleri diken dikendi. Bu kız deliydi! Böylesine garip bir güç… Gerçekten de Meng Hao’nun hayal edebileceğinin ötesindeydi. Meng Hao kan renkli maskeyi taksa bile bu deliye karşı koyamayacağını hissetmişti.



Meng Hao’nun aklına aniden Ji Hongdong’un bu genç kadını nasıl tarif ettiği geldi ve aniden ona hak verdi.



Onun hiçliği parçalamaya başladığını görünce Meng Hao hızla ardına döndü ve başka bir yöne doğru hiçliğe doğru fırladı. Giderken kızın öfkeli sesini işitti.



Neden yeşil olmak zorunda!?



BAAM!



Yüzü soluk olan Meng Hao hiçlikte dışarı ışınlanmaya hazırlandı. Elinin üstündeki yeşil ize kısa bir bakış attı, iz yavaş yavaş kayboluyordu.



Yoksa nedeni bu iz miydi…” diye düşündü bir an tereddüt ederek. Deli kadının korkunçluğunu düşününce vücudunu bir ürperti aldı. Küçüklüğünden bu zamana kadar, bilgin olmak için çalıştığı zamanlardan gelişim pratiğine başladığı zamana kadar ilk defa bir kadının bu kadar korkutucu olabileceğini görmüştü.



Meng Hao’nun gözleri puslanmaya başladı. Tekrar berraklaştığında kafasının üzerinde siyah bir pus gördü ve aynı zamanda tanıdık bir aura hissetti. Burası… Yeniden Doğuş Mağarası bölgesiydi.



Şu an Ölümsüzün cesedi hızla küçülüyordu. Görünüşe bakılırsa kısa bir sürenin ardından normal insan boyutuna ulaşacaktı.



Dışarıya ışınlanan insanlar farklı farklı yerlerdeydi. Meng Hao ortaya çıktığı anda iyi şans efsununu çıkarttı. Onu hemen test etti ve ardından kaşları çatıldı. Beklediği gibi çalışmıyordu.



İyi şans efsununu bir kenara koyan Meng Hao hemen Yeniden Doğuş Mağarasının olduğu yere doğru fırladı. Daha dışarı çıkmadan önce kararını vermişti. Eğer bu bölgede kalırsa öleceğinin farkındaydı. Hiçbir kaçışı yoktu.



Tek hayatta kalma şansı… Yeniden Doğuş Mağarasının ölüm yolundan geçiyordu!



Böyle bir ölüm yolu şu anki açmazla kıyaslanınca bir hayatta kalma şansıydı!



Meng Hao’nun başka seçim şansı yoktu. Bu bir kumardı, ama tüm bunları etraflıca düşünmüştü ve bu yüzden hemen oraya doğru yönelmişti.



Meng Hao dışarı ışınlandığı anda sisli havzanın dışındaki ondan fazla ışık sütunundan birinde, Ji Klanının orta yaşlı adamının gözleri aniden açıldı.



O burada!” dedi, sağ elini sallayarak. Hemen karşısında parlak bir görüntü belirdi; bu görüntü kaçmakla meşgul olan Meng Hao’nun görüntüsüydü. “O kuzeye gidiyor!” dedi soğukkanlı bir şekilde, hemen fırladı. Ji Klanının Gelişen Ruh Kıdemlileri de puslu havzaya doğru onu takip ettiler, yüzleri sertti ve öldürme arzusuyla doluydu.



Düzinelerce Li Klanı Gelişimcisi de hemen havalandı, onlar da öldürme arzusuyla dolu yüzleriyle Meng Hao’nun peşine düştüler.



Bu insanlardan herhangi biri Meng Hao’yu tek bir parmak hareketiyle öldürebilecek güçteydi. Fakat hepsi de bu takibe katılmıştı çünkü Meng Hao’yu kovalamak kendilerini katılmak zorunda hissettikleri bir şeydi.



Gelişimciler pusun içine girdiler ama tek bir tanesi bile Wang Klanının onuncu Patriğinin varlığını hissedemiyordu. Adam gülümsedi ve aynı yöne doğru hareketlendi. Onun dış görünüşü sıradandı ve kimse onun da puslu bölgeye girdiğini fark etmemişti.



Ji ve Li Klanlarının Gelişen Ruh Gelişimcileri siyah pusun içinde ilerlediler ve bu sırada Gelişim Merkezleri yavaş yavaş baskılanmaya başladı. Kısa süre sonra Nüve Formasyonunun büyük döngüsüne kadar düştüler.



Buna karşın içlerinden herhangi biri Meng Hao’yu anında katledebilecek kadar güçlüydü.



İnanılmaz bir hızla ilerlemeye devam ettiler. Ji Klanının Ruh Bölme Gelişimcisi olan orta yaşlı adamın Gelişim Merkezi ise daha fazla baskılanmıştı. Buna karşı koyabilse de bu uzun sürmeyecekti. O sırada Gelişim Merkezi Gelişen Ruh aşamasına düşmüştü.



Siyah pusun içinde en hızlı giden kişi oydu. Adam havada uğultular eşliğinde ilerlerken bir anda bir taraftan son derece kadim bir öksürme sesinin geldiğini duydu.



Bu öksürme sesi çok ani olmuştu ve orta yaşlı adamın yüzünün titreşmesine ve geçici olarak durmasına neden olmuştu.



Kimsin sen!?” dedi, yüzünde endişe ve kuşku vardı. Gelişim Merkezi baskılanmış olsa da o yine de güçlü bir Ruh Bölme uzmanıydı; onun tehlike hissi öksürme sesini duyduğu anda parlamıştı. Bu ses adamın zihninde monotonluğa dönüşmüş ve sesin sahibinin canı isterse onu anında öldürebileceğine dair bir hissiyat vermişti.



Buradaki kıdemli nesil üyesi kim?” diye sordu, tüyleri diken diken olmuştu. Yeniden Doğuş Mağarasını düşündü ve aniden bir kriz hissiyle dolarak nefesi kesildi. “Bayım, ben Ji Klanındanım…



11. Ji… Nasıl?” dedi antik ses, duygulu bir tonu vardı.



11. Kutsal Patrik…” Orta yaşlı adamın ağzı ve boğazı anında kurudu ve kalbi güm güm atmaya başladı. 11. Ji yabancıların bilmediği bir isimdi, Ji Klanının en kadim üyelerinin oluşturduğu bir gruba ait olan birisiydi.



Bu grubun içindeki herhangi biri tüm Ji Klanının önünde secdeye yatacağı bir ataydı.



Bayım… Bayım, ben 11. Kutsal Patriği hiç görmedim…” Adam titredi; kadim sesin sahibinden gelen algılanamaz baskı onun dünyasını sanki yerle bir edebilecek gibiydi.



Pekala…” dedi ses, tıpkı bir meltem gibi orta yaşlı adamın etrafında dolandı. “Sana çok fazla sıkıntı çıkartmayacağım. Burada otur ve bir tütsü çubuğunun yanma süresi boyunca meditasyon yap. Bu sürenin ardından ayrılabilirsin.” Ses ciddiyetle doluydu ve orta yaşlı adamın yüzünün aniden titreşmesine neden oldu. Adam bir an tereddüt etti, ardından bacaklarını çaprazlayarak oturmaya karar verdi.



Wang Klanının onuncu Patriği onun tam önünde durmuş siyah pusla kaplı bölgeye doğru bakıyordu. Fakat orta yaşlı adam onu hiçbir şekilde göremiyordu.



Çocuk, bu adamı senin için oyaladım.” dedi yumuşak bir tonla kendi kendine. “En büyük problemini çözdüm. Geriye kalanlar Nüve Formasyonuna kadar kısıtlanacaklar yani hala kaçamayacaksın. Yani bunun anlamı senin buradan çıkmana yardım etsem bile dışarıda yine öleceksin. Bu durumda Yetkinliğini senden şu an almak zorunda kalabilirim.



Bu çok kötü. Antik zamanlardan beri yetkinliği geliştirmeyi zorlamak hiç mümkün olmamıştı. Buna hangi gücün engel olduğundan emin değilim… Eğer öyle olmasaydı seni alırdım ve kendi gözetimim altında büyümeni sağlardım. Gelişen Ruh aşamasına ulaştıktan sonra da onu senden alırdım. Pekala, benim yüzümü kara çıkartma. Hızlı bir şekilde güçlenmen lazım, tamam mı?” Yaşlı adamın gözleri habis bir parıltıyla titreşti. O andaki bakışları son derece garipti.



Sadece 60 kilometre…” Meng Hao’nun gözleri ışıl ışıl parladı. Işınlandığı nokta Yeniden Doğuş Mağarasından çok uzak değildi. Normalde olsa bu mesafe Meng Hao için çocuk oyuncağı olurdu.



Fakat şu an etrafı tehlikelerle doluydu. Bu 60 kilometrelik mesafe onun için ölüm kalım meselesiydi.



Şuban elinden geldiğince hızlı ilerliyordu.



55 kilometre, 52 kilometre, 50 kilometre…. Meng Hao şuan Ölümsüzün büzülen cesedini görebiliyordu. Tam o tarafa doğru uçarken aniden ifadesi değişti.



Bir gümbürtü duyuldu; çeşitli Tarikatlardan çok sayıda insan pusun içine ışınlanmış gibi aniden ortaya çıktı, gürültülü ses dört bir yana dağıldı. Onların ifadeleri Meng Hao’yu takip eden yaşlı adam grubunu görünce titreşti.



Bu grupta Chen Fan, Han Bei, Chu Yuyan, Wang Youcai, Li Shiqi’nin yanı sıra… Xu Qing de vardı.



Neler olduğunu görmüşlerdi; yaşlı adamların birini takip ettiğini görmüşlerdi ve onların kimi takip ettiğini de görmüşlerdi. O kişi uzaklarda görünen… Meng Hao idi!



Çalkalanan pus aniden dağıldığı için Meng Hao tamamen gözler önüne serilmişti. Herkes onu görebiliyordu; dahası onun da kimliğini gizlemek gibi bir niyeti yoktu. Bütün gözler sadece ona kilitlenmişti.



Meng… Meng Hao!” dedi Chen Fan, hayret dolu gözlerle. Ağzı açık Meng Hao’yu izlerken zihni allak bullak oldu. Onu yıllardır aramıştı ama kaybolduğu günden beri en ufak bir iz bulamamıştı. Tüm bunlardan sonra Meng Hao’yu bir anda karşısında göreceği hiç aklına gelir miydi?



Chu Yuyan’ın yüzü soluktu ve vücudu titriyordu. Anlamsız gözlerle Meng Hao’nun elbisesine baktı. Yüzü acı dolu bir ifadeye bürünürken aniden Fang Mu’nun aslında Meng Hao olduğunu anladı!



O, Chu Yuyan’ın bir çukurda beraber yarım yıl geçirdiği Zhao Ülkesinden gelen bir Gelişimciydi. Bu görüntü Chu Yuyan’a bir yıldırım gibi çarptı. Aslında bu yıldırım zihinsel alemde zaten kaynamaya başlamıştı bile. Hatta kendini buna hazırlamaya bile başlamıştı fakat şu an içindeki duyguları kontrol edemiyordu. Kalbinde sayısız karmaşık duygu kabarıyordu.



Onun hayatında unutulmaz olarak gördüğü iki kişi vardı. Birisi Meng Hao idi. O yıl volkanda ona yaşattığı çarpık hissiyatları asla unutmamıştı; oradaki olaylar kalbini kelimelerle anlatamayacağı bir nefretle doldurmuştu.



Unutulmaz olarak gördüğü ikinci kişi ise Fang Mu idi. Onun Hap Kazanı olduğunu öğrendiği andan itibaren nedenini bilmese de kendini onu düşünürken bulmaya başlamıştı. Ara sıra onun yüzü zihninde beliriyordu ve bunun üzerine ya hafifçe homurdanıyor ya da bazen hafifçe gülümsüyordu. Diğer zamanlarda ise yüzü kızarıyordu.



Fang Mu… Meng Hao…” Bu iki yüz Chu Yuyan’ın zihninde birbiri üstüne geçti. En sonunda geriye derin bir acı ve karmaşık duygular kaldı.



Wang Youcai sessizce Meng Hao’yu izledi. Kalbi sakindi ama derinliklerinde yıllar önce Daqing Dağındaki mağarada geçen sahneyi anımsadı. Gözünün önüne o zaman kafasını mağaradan çıkartarak yukarı baktığında gördüğü bilginin görüntüsü geldi.



Li Shiqi de ona yıllar önce yaptıkları dövüşü düşünerek sessizce bakıyordu.



Han Bei ise iç geçirdi. O zeki ve ileri görüşlü bir kızdı. Chu Yuyan’ın yüzündeki ifadeyi görünce aniden zihninde onların ilişkilerine dair bir kaç ipucu belirse de bu bulmacayı tamamen çözmesinin imkanı yoktu. Tabii ki Meng Hao uzun zaman önce onun üzerinde derin bir etki bırakmıştı. Onun Anka gibi gözleri Meng Hao’ya dikilmişti.



Meng Hao… Bu isim Güney Diyarında uzun bir süredir görünmemişti. Fakat bu gün burada her zamankinden daha parlak bir şekilde ışıldıyordu!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44301 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr