Bölüm 333

avatar
8493 21

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 333


 

Bölüm 333: Dolandırıcılığın Her Türlüsü



Bir milyon Ruh Taşı ortaya çıkmıştı; güneş ışığı onlardan yansıyor ve ışıltılı bir parlaklık meydana geliyordu. Siyah Topraklardaki bu öğle vaktinde, yüzlerce gelişimci adeta çıldırmış gibiydi.



Bu durum özellikle en arkadan gelen gelişimciler için geçerliydi, olayı heyecanla izliyorlardı. Gözleri hemen kızarmış, bildikleri bütün teknikleri kullanarak hızlarını artırmışlar ve Ruh Taşlarını toplayabilmek için dört bir yana dağılmışlardı.



Ruh Taşlarına en yakın olanlar Han Nehri Tarikatı üyeleriydi. Suratı kabarcıklı yaşlı adam bir an tereddüt etti; ona göre bir şeyler yanlış gibiydi. Açık artırmayı ve Meng Hao’nun nasıl Ruh Taşı eksikliği çektiğini düşündü. Fakat bu Ruh Taşlarının gerçek mi yoksa sahte mi olduğunu söylemek güçtü. Etrafındaki öğrencilerin nefeslerinin kesildiğini gördü, dişlerini gıcırdattı ve takibi bırakarak Ruh Taşlarının peşine düştü. Elbise kolunu fiskeleyerek mümkün olduğunca fazla Ruh Taşı toplamaya çalıştı.



Diğer Han Nehri Tarikatı öğrencileri adeta çıldırmış gibiydi. Diğer iki büyük Tarikatın üyeleri de Ruh Taşı toplama yarışına girmişti. Bir anda yüzden fazla gelişimci etrafa dağılmış ve Ruh Taşlarını toplamaya ve onların uğruna dövüşmeye başlamışlardı.



Lanet olası, bunlar benim Ruh Taşlarım!



Açık artırmayı soyan herif kıçını kurtarabilmek için bu Ruh Taşlarını bıraktı! Onlar kimseye ait değil. İlk gelen alır!



Patlama sesleri yankılanmaya başladı. Bir milyon Ruh Taşı çok gibi görünse de yüzlerce gelişimcinin onlar için rekabet ettiğini düşününce, bütün Ruh Taşları hızla paylaşılmıştı. Gelişimciler hiç tereddüt etmeden onları depolama çantalarına atmışlardı.



Aniden heyecanlı, memnun düşünceleri değişti ve Meng Hao’nun kaçtığı yöne doğru baktılar.



Onların düşüncesine göre Meng Hao’nun zaman kazanmak için bir milyon Ruh Taşını bırakması, onun daha fazlasına sahip olduğunu işaret ediyordu.



Han Nehri Gelişimcilerinin gözlerinde tuhaf bir ışık belirdi. Ruh Taşlarının çoğunu onlar kapmıştı, belki de iki yüz binden fazlası onların eline geçmişti. Suratı kabarcıklarla dolu olan yaşlı adamın ifadesi onun kazanmaya kararlı olduğunu gösteriyordu. Bu Ruh Taşlarının sahte olmadığını biliyordu; onları kaptıktan sonra dikkatlice incelemişti. İçten bir kahkaha attıktan sonra öğrencileriyle beraber Meng Hao’nun peşinden gitmeye devam etti.



Bölgedeki neredeyse diğer bütün gelişimciler de aynısını yaptı. Tereddüde düşen bir kaç kişi vardı, eğer çok fazla aç gözlü davranırlarsa talihsiz bir şeyler olabileceğinden korkuyorlardı. Hatta bazıları oradan ayrılmayı düşünmüştü; ne de olsa herkes az çok bir şeyler almış ve herkes bu olaydan faydalanmıştı. Bazıları gizlice depolama çantalarını inceleyerek kaç tane Ruh Taşı kaptıklarını sayıyorlardı.



Tam o anda şaşkınlıkla dolu bir nefeslenme sesi duyuldu.



Huh? Ruh Taşları nerede? Yaklaşık on bin tane falan almıştım, nereye gittiler?



Benimkiler de gitmiş, neler oluyor?



Bu sözleri duyan diğerleri de hemen depolama çantalarını kontrol etmiş ve yüzleri anında düşmüştü.



Ruh Taşlarım gitmiş! İmkansız! Biraz önce neredeyse sekiz bin tana falan çalmıştım!



Şüpheli bir şeyler dönüyor…



Acınası çığlıklarla karışık bir uğultu yükseldi. Gelişimciler depolama çantalarını kontrol ettikten sonra yüzleri bembeyaz oluyordu. Hatta bazı gelişimciler sallanmaya başlamış ve yüzlerindeki damarlar şişmeye başlamıştı. Gözlerinden şiddetli bir öfke ve delilik taşıyordu.



Büyülü eşyalarım gitmiş!!



Lanet olsun, tıbbi iksirim! Depolama çantamda hiçbir şey kalmamış!”



Ahhhhh! Depolama çantam bomboş! Neler oluyor!? Tamamen boşalmış! Açık artırmadan aldığım büyülü eşya bile gitmiş!



Bu sözler yayılmaya devam ederken acı dolu çığlıkların dozu da yükseldi. Han Nehri Tarikatından suratı kabarcıklı yaşlı adam kendi depolama çantasını kontrol ederken yüzü titreşti. Ardından rengi kül gibi oldu; kafasını gökyüzüne doğru kaldırdı ve kasvetli bir uğultu koparttı.



Tüm vücudu sallanırken kafasının üzerinden bir duman yükselmeye başladı. Gözleri kan çanağına dönerken vahşi bir öfke yayıyordu. Nasıl çıldırmazdı? Kalbi adeta kanıyordu, sanki birisi kelimenin tam anlamıyla onu yırtıp açmış gibiydi.



Depolama çantasındaki yüz binlerce Ruh Taşı ortadan kaybolmuştu. Bütün tıbbi iksirleri, büyülü eşyaları, tıbbi hapları… Her şey gitmişti, hatta çantasında tuttuğu ıvır zıvır bile gitmişti.



Depolama çantası tamamen boşalmıştı. Şu an elinde hiçbir şeyi kalmamıştı.



Yıllardır biriktirdiği serveti, Han Nehri Tarikatının servetinin yarısı, her şey onun üzerindeydi. Fakat şimdi… Hepsi gitmişti.



Kabarcık suratlı Patrik uludu. Onun arkasında diğer büyük tarikatlardan birinin Patriği de sarsılarak çılgınca kükrüyordu. Onun depolama çantası da boştu.



Orada bulunan yüzlerce gelişimcinin hepsinin depolama çantaları boşalmıştı.Birisi açıklanamaz şekilde onların tüm varlıklarını almış ve arkasında herhangi bir iz ya da ses bile bırakmamıştı…



Lanet olası haydut! O ölene kadar huzur bulmayacağım!” Bu sözler Kabarcık Patriğinden bile önce gelmişti. Bu sözler tüm vücudu titreyen al yanaklı yaşlı bir adamdan gelmişti. Onun gözlerindeki delilik Kabarcık Patriğiyle kıyaslanabilir düzeydeydi. Bu adam diğer klanlardan birinin Patriğiydi.



Onun öfkesinin kaynağı, açık artırmadan önce depolama çantasını bir milyon Ruh Taşı ile doldurmuş olmasıydı. Bu onun Dongluo Klanına katılmak için talep ettiği miktardı.



Ruh Taşlarına ek olarak uzun zamandır istediği ve Dongluo Klanından almayı başardığı büyülü teknikler de vardı. Fakat şimdi… Hepsi gitmişti. Nasıl delirmezdi?



Siyah Toprak Gelişimcileri aptal değildi. Suçlunun Meng Hao olduğunu anlayamayacak olsalar, gelişimle geçirdikleri onca yıl boşuna olurdu. Ve problemin kaynağı da Ruh Taşlarıydı…



Yüzlerce gelişimci şu an öfke içindeydi. Gözleri kıpkırmızıydı ve bütün güçleriyle Meng Hao’nun peşine düşmüşlerdi.



İntikam alınmalıydı! Fakat Meng Hao’dan herhangi bir iz yoktu. Onu ellerinden kaçırmaktan korkan gelişimciler çeşitli yöntemler kullanarak dostlarını çağırdılar.



Bazıları ilerdeki bölgelerden adam ayarlayarak Meng Hao’nun yolunu kesmeyi düşünmüştü. Diğerleri ise ilerideki çeşitli gruplar ya da tarikatlardan insanlarla iletişime geçmişler, doğrudan yardım yada yeşim kayış ile Ruh Taşı ödünç vermelerini istemişlerdi.



Tabii ki hiçbiri onları dolandıran kişinin aslında Meng Hao değil, papağan olduğunu bilmiyordu. Fakat bunun bir önemi yoktu. Meng Hao ve papağan geçmişte bu türden bir çok şey yapmışlardı.



Meng Hao’nun gelişim dünyasında geçirdiği zaman boyunca kaç kişiyi dolandırdığını düşününce, onun insanları her türlü yoldan dolandırdığı söylenebilirdi…



Ufak bir örnek vermek gerekirse, Siyah Elek Tarikatında Meng Hao’nun canının istediği anda perişan edebileceği belli bir ayrılmış ruh grubu vardı….



(R.N:Meng Hao Siyah Elek Tarikatındaki sahipli gelişimcilere gizlice kendi kanından vermişti. O bir Şeytan mühürleyici olduğu için onları basitçe istediği zaman öldürebilecek durumda. Bu olay 258. bölüme olmuştu.)



Meng Hao havada uğultular eşliğinde ilerlerken et peltesi miskin bir şekilde onun kafasının üstüne uzanmıştı ve oldukça kibirli görünüyordu.



Bu yanlış…” Düzinelerce büyülü eşya tükürdü.



Bu ahlaksızlık…” Geğirerek çok miktarda Ruh Taşı ortaya döktü.



Bu çok habis…” Göz açıp kapayıncaya kadar arka arkaya ağız dolusu tıbbi iksir şişeleri ve yüzlerce yeşim kayış tükürdü.



Siz ikiniz beni de bir şeytana dönüştüreceksiniz…” İç geçiren et peltesi biraz daha eşya tükürdü.



Meng Hao hemen yüzlerce gelişimciden gelen eşyaları Kozmos Çantasına attı. Bu kadar şeyi ancak Kozmos Çantası alabilirdi.



Bu kadar eşyayı bir arada gören Meng Hao’nun ağzı dili kurumuştu. Bir milyondan fazla sayıda Ruh Taşı onun gözlerinin parlamasına neden olmuştu. Ayrıca içinde çok miktarda bilgi barındıran yeşim kayışlar vardı. Büyülü eşyaların ise herhangi biri Meng Hao’nun ilgisini çekmemişti. Fakat onları satarak baya Ruh Taşı kazanabilirdi.



Ayrıca diğer rastgele eşyalardan bir tanesi Meng Hao’nun gözüne çarpmıştı. O, üzeri altın benzeri bir materyalle kaplanmış olan bir kitaptı. İçinde üç sayfa ve üç resim vardı.



İlk resimde uçları dışarı doğru bakacak şekilde düzene girmiş ve bir lotus çiçeği benzeri şekil almış on kılıç vardı.



İkinci resimde yüz kılıç vardı, bir araya gelerek büyük bir çember şeklinde dizilmiş ve on tane lotus çiçeği şekillendirmişlerdi.



Üçüncü resimde ise on bin kılıç vardı ve yüz tane lotus çiçeği şeklinde ayarlanmışlardı, büyük bir formasyon oluşturmuşlardı. Birbirlerinin etrafında dönüyorlardı ve her biri farklı bir yöne dönen on katman oluşturmuşlardı. Bu görüntü son derece büyüleyiciydi.



Bir kılıç formasyonu mu?” diye düşündü Meng Hao. Ona bir süre baktıktan sonra bir kenara koydu. Uçmaya devam ederken kalbi güm güm atıyordu. Bu sefer yüzlerce gelişimcinin servetini çalarak turnayı gözünden vurmuştu.



Çok kötü…” Bu cümleyi içinde fısıldadı, o anda yanındaki papağan bir iç geçirdi ve tam olarak Meng Hao’nun aklından neler geçtiğini yüksek sesle söyledi.



Çok daha fazla insanın olmaması çok kötü.” dedi papağan. “Eğer daha fazla insan olsaydı, bu iş gerçekten de kazançlı olabilirdi.



Benim bunu bir daha yapacağımı aklından bile geçirme!” diye zırladı et peltesi. Bir pat sesiyle birlikte tekrar çana dönüştü ve kendini papağanın ayağına bağladı.



Meng Hao papağana baktı, papağan da ona baktı. Bir adam, bir kuş. O anda birbirlerinin gözlerinde gördükleri ışık, ikisinin de karşılıklı dostluk hissini tecrübe etmelerine neden oldu.



Şu andan itibaren sen, Beşinci Lordun efendisisin!” dedi papağan içten bir tonla.



Gelecekte, sana daha fazla kürk ve tüy bulacağım.



Bu sözlerin ardından adam ve kuş bakışlarını et peltesine çevirdiler. Et peltesi sanki bir soğukluk hissetmiş gibi titredi ve gözlerini açtı. Gözlerini açtıktan sonra Meng Hao’nun gökyüzüne doğru baktığını, papağanın ise aşağıdaki yeryüzüne baktığını gördü.



Siz ikiniz de kötü varlıklarsınız…” dedi et peltesi yüksek bir sesle.



Vay, hava bugün çok güzel.” dedi Meng Hao büyülenmiş gibi yukarıdaki güzel beyaz bulutlara bakarak, sanki onları daha önce görmemiş gibiydi.



Eee!” dedi papağan, yüzünde kendinden geçmiş bir ifadeyle yere doğru bakıyordu. “Aşağıdaki çiçekler çok güzel! Öyle güzeller ki sanki tüylerle kaplanmış gibiler!



Üç günlük süre su gibi akıp gitti. Meng Hao bu süre zarfında tüm hızıyla yoluna devam etmişti. Onun arkasında gelişim merkezlerine göre yüzlerce gelişimci bir çizgi halinde sıralanmıştı.



Onların gözleri öldürme arzusuyla doluydu. Onların öfkesi öyle bir seviyeye çıkmıştı ki neredeyse onunla aynı gökyüzünün altında yaşamayı reddetmeye yaklaşmışlardı.



Siyah Toprak Gelişimcileri sürekli tehlike içinde yaşayan insanlardı ve bu yüzden genelde eşyalarını yanlarında taşırlardı. Bu durum özellikle bir açık artırmaya giderken geçerliydi.



Yani depolama çantaları en dolgun olduğu zamanda Meng Hao ile karşılaşmışlardı. Bu yüzden ona karşı olan nefretleri inanılmaz yoğundu.



Bu özellikle üç büyük Tarikat için geçerliydi. Al Yanaklı Patrik en kızgın olandı. Grubun liderlik pozisyonunu ele almıştı. Onun ardından Kabarcıklı Patrik geliyordu. Bu ikisi Meng Hao’yu paramparça edip onu canlı canlı yemek için sabırsızlanıyorlardı.



Küçük piç, seni dünyanın sonuna kadar kaçsan da yakalayacağım. Sen artık ölüsün!” diye bağırdı Al Yanaklı Patrik, Ruh Taşlarını düşünürken dişlerini gıcırdattı. Kalbi acıyordu.



—–










Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr