Bölüm 416

avatar
7317 21

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 416


Bölüm 416: Sahtekar Usta…


Genç adamın sözleri kulaklarında yankılanınca Gu La’nın gözleri kocaman açıldı. Aniden geçmişte Meng Hao’yu kızdıran insanların başlarına gelenleri düşündü.

Vücudu titremeye başlarken gözleri üçüncü çırağının üstüne geldi. Aniden bu genç adamın onun üçüncü çırağımı yoksa… Düşmanı mı olduğunu merak etti.

Gu La, ne düşünüyorsun?” dedi Meng Hao, gülümseyerek Gu La’ya baktı. Gu La’nın vücudu elek gibiydi, sadece sallanmıyor aynı zamanda soğuk terler akıtıyordu. Tam ağzını açarak cevap verecekken…

Bu ne cüret!” diye bağırdı genç adam bir kez daha Ustasının sözünü keserek. “Ustama normal ismiyle seslenmeye mi cüret ediyorsun? Sana buna vasıf olduğunu düşündürten şey nedir?!

Seni!!” diye bağırdı Gu La, gözleri kıpkırmızı oldu. Özellikle Meng Hao’nun biraz önce kaşlarının çatılması yüzünden korkuya düşmüştü. Onun kaşlarının çatılışı aniden Gu La’nın kalbinde ve zihninde yüz binlerce yıldırım çakmış gibi hissettirmişti. Yüzü tamamen değişerek korkunç bir kükreme koparttı. “KAPA ÇENENİ!!

Onun sesi etrafta yankılanarak çevredeki Karga Asker Kabilesi üyelerinin yüzlerinin değişmesine ve içgüdüsel olarak Gu La’dan uzaklaşmalarına sebep oldu.

Genç adam dili tutulmuş bir halde Gu La’ya bir an bakakaldı ve ardından hızlıca konuştu, “Usta, sorun ne. Bu herif son derece kibirli. Biraz önce resmen alay ediyordu! Usta…

Gu La’nın kalbindeki öfke tarif edilemez bir yüksekliğe ulaştı. Bu öfke alevleri artık gözlerinden patlayacak gibiydi ve çırağını canlı canlı yutmak istiyormuş gibi baktı. İlk defa çırağının ne kadar aptal biri olabileceği hakkında düşünmeye başladı. Bu çocuk Gu La’nın ifadesini göremiyor ve o insanlık dışı canavarın sözlerini duyamıyor muydu?

Usta? Bok herif! Ne zaman senin Ustan oldum? Seni lanet olası serseri, sen benim çırağım değilsin! Sen benim düşmanımsın!” Öfkesi alev alev yanan Gu La aynı zamanda derin bir kriz de hissediyordu. O sene nasıl kanlı parçalara ayrıldığını düşününce tüm vücudu karıncalandı. Vücudundan muazzam bir gürleme patlarken avucuyla önüne doğru saldırı yaptı.

Bir tokat sesi çınlarken genç adam acınası bir feryatla geriye doğru savruldu. Genç adam bir ağzı dolusu kan tükürerek uzaklarda sertçe yere düştü, ardından bayıldı.

Bu Gu La’nın öfkesini dindirmek için yeterli olmamıştı. Hemen vücudu bilinçsiz genç adama doğru titreşti ve onu ayakları altında çiğnemeye başladı.

Bir çatırdama sesi duyuldu ve genç adam aniden bilincini tekrar kazandı. Bir kez daha çığlık attı, ardından ikinci kez bayıldı.

Bunu gören etraftaki Karga Asker Kabilesi üyelerinin yüzleri hemen sertleşti ve hatta geri çekilmeye başladılar.

Büyük Usta Gu, bu ne demek!?

Gu La onları duymuyormuş gibi yaptı. Havaya sıçradı, ileri doğru uçtu, ardından Meng Hao’nun önünde dizlerinin üstüne çöktü. Sonsuz bir mutluluk ifadesiyle dolu olan yüzünden yaşlar sel olup aktı.

En sonunda sizi buldum Genç Efendi. Genç Efendi… Bu yaşlı hizmetçiniz yarım yıldır sizi arıyordu…. Gerçekten de beni terk ettiğinizi düşünmeye başlamıştım. Ben… Ben….

Gu La’nın bu sözleri havayı doldurduğu anda, hayret sesleri duyuldu. Hem Karga Gözcü Kabilesi gurubu hem de havada duran Karga Asker Kabilesi üyeleri bu sözler karşısında tam anlamıyla hayrete düşmüşlerdi. Buna inanamamışlardı.

Birer birer ağır ağır nefeslenmeye başladılar ve Gu La ile Meng Hao’ya bakakaldılar.

Wu Chen ve diğer Karga Gözcü Kabilesi üyelerinin gözleri kocaman açılmıştı.

Onlar… Onların arasında nasıl bir ilişki var?

Büyük Usta Meng görünüşe göre Büyük Usta Gu’nun Efendisi çıktı…. Yani göründüğü üzere Büyük Usta Meng bizim düşündüğümüzden bile daha prestijli biriymiş!

Büyük Usta Meng’in gizli Ejderhacı sanatlarının bu kadar derin olmasına şaşmamak gerek. Hatta Şeytansı Krallar bile yetiştirebiliyor. Eğer onun hizmetçisi bir 7. kademe Ejderhacı ise, o zaman kendisi kaçıncı kademede acaba?

Fakat Karga Gözcü Kabilesi üyelerinden daha fazla hayrete düşenler ise buraya Gu La ile birlikte gelen Karga Asker Kabilesinin nüfuz sahibi üyeleriydi.

Büyük Usta Gu gerçekten de o herife Genç Efendi diye seslendi… Ne… Neler oluyor burada!?!?

Bu gerçek mi…? Eğer o herif Büyük Usta Gu’nun Genç Efendisi ise, Büyük Usta Gu’nun ne kadar güçlü olduğunu düşünürsek, acaba Efendisi ne seviyededir…?

Meng Hao her zamanki ifadesiyle Gu La’ya bakarak gizemli bir şekilde gülümsedi. Belli ki Gu La Meng Hao’nun onu cezalandıracağından endişeleniyordu. Görünüşe göre daha önce yaşananlardan oldukça pişmandı. Şu an dizleri üstüne çökmüş Meng Hao’ya endişeyle bakıyordu, ifadesi matem ve yalvarışla doluydu.

Vahşi Deve iyi bakmışsın.” dedi Meng Hao soğukkanlılıkla. “Seni ihtiyacım olduğu zaman çağıracağım.” dedikten sonra Vahşi Deve döndü ve ona hafifçe vurdu. Ardından elbise kolunu fiskeledi ve dönerek yürümeye başladı. Vahşi Dev ondan ayrılmak istemiyor gibiydi.

Büyük Tüylü, Siyah Yarasa ve sürünün geri kalanı Meng Hao’yu takip etti. Wu Chen ve Karga Gözcü Kabilesinin diğer üyeleri de nefesleri kesilmiş bir şekilde hemen onun peşine takıldılar.

Gu La, Meng Hao’ya doğru saygılı bir baş selamı verdi, ardından yüksek sesle bağırdı: “Genç Efendi, bu yaşlı hizmetçiniz son nefesine kadar emirlerinizi yerine getirecek!

Bununla birlikte Gu La bir iç geçirdi. Vücudu artık titremiyordu, ama biraz önce ölümüne korktuğu çok belliydi. Ayağa kalkmadan önce Meng Hao’nun gidişini izledi, yüzünde bir kez daha eski gururlu ve kendini beğenmiş ifade belirdi. Ellerini arkasından bağladı, şok olmuş ve ağızları açık kalmış Karga Asker Kabilesi üyelerine doğru döndü.

Bizim Hanemizin genç prensi hala genç, ama her zamanki gibi gururlu. Size kim olduğumdan hiç bahsetmemiştim. Ben gizemli bir Batı Çölü mirasının Tao Koruyucusuyum. Hanemizin genç prensini korumakla görevlendirildim. Yarım yıl önce bu bölgeye ışınlanırken birbirimizden ayrı düşmüştük.” Gözlerini adamların üzerinden çekti, Vahşi Deve hafifçe vurdu, ardından onunla birlikte Karga Asker Kabilesine doğru yöneldi. Gu La kendine gelmiş gibi görünse de gözlerinde hala büyük bir faciadan kurtulmuş bir adamın ifadesi görünüyordu. Vahşi Dev ise et diye kükremeye devam etti.

Lanet olsun.” diye düşündü Gu La. “Burada daha fazla kalamam. Gece kaçmalıyım. O canavar Meng Hao’dan bir an önce uzaklaşmalıyım…” Gu La’nın aklından bir çok düşünce geçti fakat daha sonra tereddüt etmeye başladı. Meng Hao’nun ayrılmadan önceki sözlerini düşündü ve içten içe bir çatışmaya düştü. Bir an sonra uzun bir iç geçirdi.

En sonunda gizlice kaçma cesaretini kendinde bulamadı.

Bu sırada Meng Hao dağların içinde şeytansı sürüsüyle birlikte ilerledi. Wu Chen ve diğerleri onu dikkatlice takip ediyorlardı. Wu Ling de dahil hepsi ister istemez Meng Hao’ya saygıyla baktılar. Tabii ki Wu Chen’in Meng Hao’ya olan saygısı çoktan fanatikliğe dönüşmüştü.

Herkes sessizdi. Ne Meng Hao konuştu ne de diğerleri herhangi bir ses çıkartmaya cüret edebildi. En sonunda dağ ormanından çıktılar; uzaklarda Karga Gözcü Kabilesi görünüyordu.

En sonunda Wu Chen artık dayanamadı. Biraz tereddüt ettikten sonra hızla ileri yürüdü ve alçak bir ses tonuyla konuştu, “Büyük… Büyük Usta Meng… Büyük Usta Meng, bayım, Büyük Usta Gu ile aranızda nasıl bir ilişki var?

Onun arkasında diğer Kabile üyelerinin gözleri ışıldadı. Bu hepsinin aklında dolanıp duran soruydu.

Meng Hao bir an bile duraksamadan yürümeye devam etti. Bunun yerine gülümsedi.

Ben buraya geldiğimde, yanımda sürekli et isteyen o Vahşi Devi de getirdim. Onu beslemek oldukça can sıkıcıydı. Neyse ki Vahşi Vahşi Dev ile ilgilenen bir görevli vardı. O görevli ise Gu La idi.” Bu basit açıklamanın ardından Meng Hao ileri doğru yoluna devam etti.

Wu Chen bu açıklamayı duyunca kulaklarında gök gürültüleri kopmuş gibi oldu. Diğerlerinin ağızları açık kaldı ve hepsi de Meng Hao’ya öncekinden bile daha fanatik ifadelerle bakmaya başladılar.

Onların anladıklarına göre Vahşi Dev bir şeytansı idi ve normal bir şeytansı değildi. Daha şaşırtıcı olan şey ise Meng Hao’nun onu yetiştirmek için bir 7. kademe Ejderhacıya sahip olmasıydı!

Tüm bunlar hemen Meng Hao’yu onların gözünde gizemli bir pelerinle kapladı.

Grup Karga Gözcü Kabilesine yaklaştığında Meng Hao ardına dönerek Wu Chen ve diğerlerine baktı. Gülümseyerek konuşmaya başladı: “Sizin bu meseleyi öğrenmiş olmanız önemli değil, ama bu haber yayılmasın.” Ardından döndü ve bir ışık ışınına dönüşerek şeytansı sürüsü ile birlikte uzaklara doğru fırladı.

Wu Chen ve diğerleri ellerini kenetlediler ve o ayrılırken baş selamı verdiler. Meng Hao bu olayın yayılmasını istemediği için kesinlikle bu olaydan hiç kimseye bahsetmeyeceklerdi.

Wu Chen ve diğerleri onu ortadan kaybolana kadar izlediler. Hepsinin de içinde tarif edilemez hisler vardı; bugün tecrübe ettikleri şeyler şimdiye kadar gördükleri herhangi bir olayın çok ötesindeydi.

Duygulu birer iç geçirerek Kabileye doğru yollarına devam ettiler. Wu Chen’in fanatikliğine karşın Wu Ling düşüncelerle doluydu. Yüzünde bir parça tereddütle birlikte karanlık, sert bir ifade vardı. Fakat Wu Chen’e bir bakış attıktan sonra gözleri kararlılıkla doldu ve bakışları sahip olduğu güzelliğe bir parça daha güzellik kattı.

Gece çöktükten sonra Wu Ling’in figürü bir ışık ışınına dönüşerek doğrudan Meng Hao’nun avlusuna doğru fırladı.

Oraya hemen vardı, dışarıda ay ışığının altında duran figürü onu gören herhangi birinin kalbini hızlandırmak için yeterli olacaktı.

Dudaklarını ısırdı, ama gözleri kararlılıkla doldu, ileri doğru adımladı ve ardından yumuşak bir sesle konuştu: “Wu Ling Büyük Usta Meng ile bir görüşme talep ediyor.

Meng Hao avlusunda bacaklarını çaprazlamış oturuyordu. Gözlerini açtı ve bölgeyi taradı. Wu Ling’i fark ettiğinde kaşları çatıldı. Fakat onu reddetmedi. Hiçbir şey söylemeden elini salladı ve kapının açılmasına sebep oldu.

Wu Ling’in güzel figürü aceleyle içeri girdi.

Gergin bir şekilde yerinde durdu ve Meng Hao’nun soğuk ifadesini görünce hızla konuşmaya başladı: “İçeri girmeme izin verdiğin için çok teşekkürler Büyük Usta Meng.

Meng Hao ona baktı, ifadesizdi.

Geçen sefer Wu Chen senden yardım istemeye geldiğinde ben durumu anlayamamış ve uygunsuz sözler söylemiştim. Büyük Usta Meng, lütfen bana kızma….” Wu Ling daha da gerilmeye başladı ve istemsizce elbisesinin kenarını kavradı. Başını eğdi.

Meng Hao’nun kaşları çatıldı.

Wu Ling’in nefesi hızlanmıştı. Zihninin kaos içinde olduğunu hissetti. Buraya gelirken hazırladığı sözler şimdi ağzından çıkmıyordu. “... Bugünkü olayla ilgili, lütfen endişelenme, Büyük Usta Meng. Kimsenin bu olayı duymadığından emin olacağım.

Neden buradasın?” diye araya girdi Meng Hao yüksek sesle.

Wu Ling şu an tamamen gergindi. Meng Hao’nun yüksek çıkan sesi onun kalbinin titremesine neden oldu. Dişlerini sıkarak başını eğdi.

Bununla birlikte sağ elini uzattı ve elbisesini çözmeye başladı. Elbise hemen yere düştü ve sarı-pembe iç çamaşırları göz önüne serildi. Ay ışığının altında Wu Ling’in güzel kıvrımları aniden baştan çıkarıcı bir hava yaydı.

Wu Ling’in yüzü soluktu, ama gözleri kararlılıkla doluydu. Ay ışığının altında durdu, hafiften titriyordu, ama Meng Hao’ya dişlerini sıkarak baktı.








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44323 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr