24.Bölüm - Başlayalım

avatar
11326 43

Kara Büyücü - 24.Bölüm - Başlayalım


Paul bir süre boyunca ailesine sarıldı. Daha sonra hepsi ayrıldığında ailesinin gözlerindeki meraklı bakışları gördü.

Paul güldü. "İstediğinizi sorabilirsiniz."

Soru yağmuruna tutulacağını bildiği için ustası ona çoktan bir hikaye uydurmuştu. İlk soru babasından geldi.

"Paul, Abyss'in derinliği çok yüksektir. Nasıl oldu da düşüp hayatta kaldın?"

Paul yüzünde sahte bir iğrenme gösterdi.

"Zemine düşmedim. Orada idam edilenlerin cesetlerinin üzerine düştüm ve bu daha az yaralanmamı sağladı. Daha sonra ise kendimi manayla iyileştirdim."

"Anladım."

George oğlunun yüzündeki iğrenmeyi görmüş ve Abyss'in dibinin nasıl bir yer olduğunu biraz anlamıştı. Bu sorudan sonra çekildi.

Daha sonra ise Sylvia bir soru sordu.

"Küçük Paul, orada nasıl bir yıl boyunca kaldın? Açlık veya susuzluk çekmedin mi?"

Paul garip bir gülümsemeyle annesine baktı.

"Aslında bir keresinde az daha açlıktan bayılıyordum. Daha sonra manayı hücrelerimde enerjiye çevirip kullanabileceğimi fark ettim. Tabi hep bir aç hissediyordum ama en azından pek yorulmuyordum."

"Eh, bu mana tüketimi. Gezgin büyücülerin öğrendiği bir yetenek ama yine de kendi kendine düşünebilmen... harika."

"Eh?"

Paul aslında bunu sadece ustasının uydurduğu bir şey sanıyordu. Gerçekten böyle bir tekniğin olduğunu kim düşünürdü ki? Bu teknik oldukça yararlı bir teknikti. Paul ileride bunu öğrenmeyi aklının bir köşesine not etti.

Annesi sorduktan sonra abisi Luke öne çıktı ve sordu.

"Küçük kardeş, orası, Abyss'in dibi nasıl bir yer? Ve sen nasıl oldu da oradan çıktın?"

Luke buna pek anlam verememişti. Daha önce Abyss'te sayısız kişi idam edilmişti. Kendi küçük kardeşi çıkabiliyorsa onlar da çıkabilmeliydi değil mi?

Paul bu soruya sakince cevap verdi.

"Büyük kardeş, biliyor musun? Bir ceset uzun süre boyunca gömülmeden bırakılırsa bir süre sonra karanlık mana yaymaya başlar ki bu dünyaya ve çoğu canlıya zararlıdır."

Luke biraz garipsedi. Kardeşinin bunu neden söylediğini anlamadı ama yine de annesine baktı. Annesi başıyla onaylayınca Paul konuşmaya devam etti.

"Eğer bu karanlık mana çok yüksek miktarlara çıkarsa dünyadaki saf mana onu baskılamaya başlar. Oradaki cesetler yüzünden orada oldukça fazla karanlık mana birikmiş ve bunu bastırmak için de epey bir saf mana birikmiş. Ben biriken saf manayı kullanarak kendimi geliştirdim ama bunu yaparken karanlık mana vücudumu biraz değiştirdi. Sonucunda Orta Seviye Büyücü oldum ama saç ve göz rengim değişti."

Son cümleyi söylerken saf siyah saçlarıyla oynamaya başlamıştı. Abisi düşünceli bir şekilde geri çekilirken annesi manasını onun vücuduna göndermişti. Bunun nedenini anlayan Paul mananın içine girmesine ve çekirdeğine ulaşmasına izin verdi. Mana çekirdeğine ulaştığında yavaşça etrafını sardı ve onu inceledi. Daha sonra Sylvia'nın şaşkın bakışlarının eşliğinde vücudundan çıktı.

"Küçük Paul, gerçekten Orta Seviyeye çıkmışsın."

Sylvia'nın gözleri dolmuştu. Oğlunun güçlendiğini görmek onu mutlu etmişti.

Üçlü bundan fazla soru sormadı, Paul'ün dönmesi onlar için yeterliydi sonuçta.

Onların sorularının bittiğini fark eden Paul sordu.

"Şu anda Veussia Ailesinin şehirdeki konumu nasıl?"

O bu soruyu sorunca birden George solmuştu. Daha sonra ciddi bir sesle konuştu.

"Bir yıl önce, sen düştükten sonra Ford tüm ilaç dükkanlarını kapattı ve sattı. Bu sayede ilaç sektöründe sadece biz kaldık ama Ford bundan sonra o Canavar Salonunu tek başına kurdu ve işletti. Oradan gelen kazanç bizim dükkanlarımızı katlıyor. Bir süre sonra kazandığı parayla birkaç yüksek seviye simyacı'yı işe aldı ve yeniden dükkanlarını almaya başladı. Duyduğuma göre bir simya ustası bile onunla çalışıyormuş."

Buradan sonra önce yutkundu, sonra konuşmaya devam etti.

"Böyle giderse birkaç yıl içinde tamamen bu şehirden siliniriz."

Paul bunu duyunca bir tepki vermedi. Eğer babası şu anda beyninde olan tarifleri bilseydi büyük ihtimalle çıldırırdı. Elbette ailesinin kaybetmesine izin vermeyecekti. Ayrıca o Ford Guilla, o Abyss'e düşmeden önce babasına ortaklık teklif etmesine rağmen o gidince hemen onlara sırtını dönmüştü. Oğlundan önce onu ezmesi gerekiyordu anlaşılan.

Bu kadar düşündükten sonra aklına geldi.

"Oğlu Valer, o nerede?"

George Paul'ün neden Valer'ı sorduğunu anlamasa da cevap verdi.

"Sen düştükten bir ay sonra gerçek bir eğitim almak için Binkılıç Sarayı'na katıldı."

Paul dişlerini sıktı. Sadece şehirden ayrılsaydı kurtulmak pek zor olmazdı ama bir okula girmişti ki bu akademi Valheia Ülkesinin 4 Büyük Okulundandı. Arkasında bir okul olan birini kolay kolay öldüremezdin. Bu okul 4 büyükten biriyse bu basitçe imkansızdı. Ama Paul vazgeçmeyi reddetti. Hala bir şekilde bunu yapabileceğini düşünüyordu.

Bu düşünceleri şimdilik aklının bir köşesine attı ve pencereden dışarı baktı. O buraya geldiğinde akşam vakitleriydi ve şimdi ise güneş doğuyordu. Yavaşça yataktan kalktı.

Ayağa kalktığında Sylvia bir süre Paul'e baktı. Daha bir yıl geçmişti ama Paul tamamen değişmiş gibi görünüyordu. Paul'ün aurası artık sakin ve asil bir hal almıştı. Gözlerinden huzur akıyordu. Paul eskiden de sakindi ama şu an başka bir seviyede gibiydi. Az önce babası ailesinin çöküşte olmasını söylemesine rağmen sanki etrafında hiçbir şey olmuyor gibiydi. Sylvia nasıl olduğunu anlamadı ama Küçük Paul'ün büyüdüğünü anladı.

Paul yataktan kalktıktan sonra babasına döndü.

"Bizim ürünlerimizi yapanlar kimler?"

Babası nedenini anlamasa da cevap verdi.

"Her dükkan için iki orta seviye simyacımız var."

Paul cevaptan sonra nedensizce gülümsemeye başladı. Babasına döndü.

"Baba, sana birkaç ay içinde Guilla ailesini bu şehirden silebileceğimi söylesem ne yapardın?"

"Bu..."

George şok olmuştu. Kötü durumda olan Veussia ailesinin bile silinmesi için birkaç yıla ihtiyacı vardı. Peki Guilla ailesi? Onlar bir canavar salonunu yönetmekle kalmayıp ayrıca bir simya ustasıyla da anlaşma yapmışlardı. Onları nasıl silebilirlerdi ki?

Paul babasının ifadesini görünce güldü.

"Gün doğuyor. Gel, dükkanlarımıza bir ziyaret yapalım."

Bunu dedikten sonra yavaşça kapıdan ayrıldı. George neler olduğunu anlamamıştı ama oğlunun sesindeki kendine güveni duyuyordu.

"Birazdan kapıda buluşuruz." dedikten sonra kendi odasına yöneldi.

Neler olduğunu anlayamayan Luke ve Sylvia odada kalmışlardı. Tek bildikleri Küçük Paul'ün artık küçük olmadığıydı.

Zaten uzun bir süre uyumuş olan Paul oldukça enerjikti ve kıyafetleri zaten değiştirilmişti. O odasından çıkıp çıkışa ilerlerken onu tanıyan bazı eski hizmetçiler ve gardiyanlar ona selam verdi. Onu tanımayan yeniler ise o geçtikten sonra diğerlerine sorarak kim olduğunu öğreniyor ve şaşkın gözlerle onu izliyorlardı.

Paul evin içinden geçip kapıya ulaştı. Orada babasını beklemeye başladı.

Birkaç dakika sonra babası geldi. Parlak beyaz kıyafetler giymişti. Sol göğsünde altın renkli bir anka arması vardı.

"Hadi gidelim."

Daha sonra babası bir at arabası hazırlattı ve yavaşça ilk dükkana doğru ilerlemeye başladı. Paul şehirde değişen bir şey var mı diye cama yapışıp etrafı izliyordu. Babası ise gülen bir yüzle onun bu halini izledi.

Bir süre sonra at arabası dükkana vardı. Paul arabadan inip dükkanı inceledi. Dükkan, şehirdeki işlek bir caddedeydi. Satışları normalde iyiydi ama şimdi Guilla ailesinin dükkanları daha iyi haplar sattığından burası oldukça boş duruyordu.

Paul yavaşça içeri girdi ve içeriyi inceledi. Önceden yapılıp satılamayan haplar ve iksirler raflarda duruyordu. O içeri girdiğinde tezgahta duran adam hemen ayaklandı.

"Ah, efendim hoşgeldiniz! İsteğiniz nedir? Burada bir çok çeşit haplarımız var. Kı-"

Tam devam edecekti ki Paul'ün ardından içeri George girdi. Birden George'u gören tezgahtar sesini kesti. Daha sonra hemen tezgahtan ayrılıp George'un yanına geldi ve selam verdi.

"Efendim hoşgeldiniz. Bu küçüğünüz neden geldiğinizi sorabilir mi acaba?"

George hiçbir cevap vermedi. Onun yerine rafları inceleyen Paul'ü izledi.

George'un Paul'ü izlediğini gören tezgahtar birden Paul'e döndü. Kızgın bir sesle bağırdı.

"Seni aptal! Efendime selam vermemeye cüret etmek de ne oluyor!"

George'a yaranmaya çalışan adam direkt olarak sert bir tepki verdi. Paul bir arkasını dönüp ona baktı ama daha sonra rafları incelemeye devam etti.

Onun bu halini gören tezgahtar kızmıştı.

"Sen-"

Birden George elini omzuna koydu. Bunu bir gelişme olarak gören tezgahtar George'un yüzündeki cani gülüşü fark etmedi bile.

"Bana epey sadıksın değil mi?"

Tezgahtar hızlıca kafasını sallarken konuştu.

"Evet! Bu küçüğünüz tamamen size sadıktır efendim!"

George'un gülümsemesi biraz daha yayıldı.

"O halde umarım bir dahakine oğlumla daha iyi konuşursun."

George'un sözlerini duyan tezgahtarın yüzündeki tüm kan çekildi. Oğlum? George Veussia'nın oğlu? O halde o çocuk Veussia Ailesinin genç efendisi miydi?

Titreyerek döndü ve Paul'e bakmaya başladı. Onun bu halini gören George gülerek onu bıraktı ve Paul'ün yanına yaklaştı.

"Ne oldu evlat. Epeydir inceliyorsun."

Paul babasına dönerek konuştu.

"Bunları yapan simyacılarla konuşabilir miyim?"

Sesinde ufak bir öfke vardı ve George da bu öfkeyi fark etmişti.

Tezgahın arkasına doğru yöneldi.

"Benimle gel."

Paul onun peşinden giderken tezgahtara hafifçe gülümsedi. Tezgahtar olduğu yerde ona doğru eğilmeye başlamıştı.

Tezgahın arkasındaki bir kapıya kadar babasını takip etti. Daha sonra kapıdan girdi ve içerideki hafif kokuyu aldı. Şu an içeride bir şey yapılmıyordu ama önceden yapılanların kokusu duvarlara sinmişti. Bir süre babasını takip etti ve sonunda siyah bir kapıya ulaştı. Kapıyı açtıklarında içeriyi gördü.

İçeride, iki siyah renkli kazan vardı ve kazanların yanlarındaki masalarda malzemeler duruyordu. İki kişi bu masaların yanındaki sandalyelerde oturuyor, muhabbet ediyorlardı.

George'un birden içeriye girdiğini gören ikili ayağa dikildi ve gözlerini George'u takip eden çocuğa diktiler.

George'da bunu görmüştü. Paul'ü önüne iterek konuştu.

"Bu benim küçük oğlum Paul. Size sormak istediği birkaç şey varmış."

Simyacılar George'un sözlerini duyunca rahatlamışlardı. Daha sonra güler yüzlerle çocuğa döndüler.

"Elbette. Genç efendinin sorularını cevaplamak bir şereftir."

Simyacılar büyük ihtimalle Paul'ün simyayla ilgili bazı temel şeyleri soracağını düşünüyordu. Ama onlar Paul'ün zaten muhteşem bir simya bilgisine sahip olduğunu nasıl bilebilirlerdi ki?

Paul soğuk bir sesle sordu.

"Kızıl Kan Haplarını hanginiz yapıyor?"

Paul'ün sorusu üzerine kırmızı kıyafetli olan orta yaşlı simyacı öne çıktı.

"Ben yapıyorum efendim."

Adamın sesinde veya ifadesinde bir sıkıntı yoktu ama alnındaki ter Paul'ün gözüne çarpmıştı.

"Neden hapı yaparken Kızıl Alpht Çiçeği'nin yoğunluğunu tam olarak ayarlamadın?"

Bu soru üzerine kırmızı kıyafetli simyacı terler içinde kalmıştı.

"Ef-efendim. Neden bahsediyorsunuz yahu? Ben öyle bir şe-"

"Kızıl Kan Hapları yapılırken eğer Kızıl Alpht Çiçeğinin diğer maddelerle oranı tam doğru olursa hapın tamamı aynı renkte olur. Oran azaldıkça hapın üzerindeki kızıl renk dalgalı bir hale gelir. Eğer %15 gibi bir sapma olsaydı bu bir hata olarak görülebilirdi ama o haplardaki sapma %50'yi aşıyor ki bu burada bir şeyler olduğunu gösterir."

Paul simyacıya baktı. Adam terler içinde kalmıştı.

İleriye doğru bir adım attı ve yapabildiği kadar sert bir sesle konuştu.

"Bana doğruyu zorla söylettirme. Konuş!"

Paul farketmiyordu ama Allatra'nın çekirdeğini özümsediğinden beri normal bir konuşması bile karşı tarafa oldukça baskı uyguluyordu. Bir de böyle sert bir sesle olunca adam anında dizlerinin üstüne çöküp secde etmeye başladı.

"Genç Efendi, lütfen bu küçüğü affedin! Bu küçük Guilla ailesi tarafından ayartıldı! Alpht Çiçeklerini benden almak istediler ve iyi bir fiyat sundular. Ben sadece, yapamadım."

Adamın gözlerinde oldukça büyük bir korku vardı. George ise şaşkınlıkla Paul'e bakıyordu. Oğlu ne zaman simya hakkında bu kadar şey öğrenmişti ki?

Paul adama bakarak konuştu.

"Sana kendini affettirmen için bir şans veriyorum."

Masalardan birinin üzerinden bir kağıt ve kalem buldu ve birkaç şey yazdı. Daha sonra bunu hala dizleri üstünde duran adama verdi.

"Çiçekleri satıp kazandığın parayla bu malzemeleri alacaksın. Guilla ailesinden alman yasak! Başka nereden alırsan al. Gerekirse ormana git ve bul, umrumda değil. Öğlene kadar tüm malzemelerle birlikte burada olacaksın."

Adam anında kağıdı kaptı ve ayağa kalktıktan sonra iki kez Paul'ün önünde eğildi.

"Genç efendi merhametli... Genç efendi çok merhametli... Bu küçük hemen gidip malzemeleri bulacak."

Simyacı hemen koştu ve odadan çıktı. George onun peşinden bakıyordu.

"Ford'un böyle bir şey yapabileceğini hiç düşünmezdim."

Ellerini sıktı. Ford'un onları ezmeye çalıştığını anlamıştı ama bu kadarını da beklemiyordu. Paul'a döndü.

"Küçük Paul, şimdi ne yapacağız?"

Paul gülümseyerek babasına baktı.

"Ford Guilla ailemizi epey zarara soktu. Bunun karşılığını almalıyız değil mi?"

Masalardan birinin yanına gidip ellerine bir çift eldiven geçirdi.

"Şimdi, başlayalım."






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr