"Avcıların Rüyası" ilaç setinin satımının başlamasının üzerinden iki hafta geçmişti.
Şu anda daha önceden boş olan depodaki para kasaları ağzına kadar dolmuş, yeni birkaç tane daha koymak gerekmişti.
Tanıtımdan sonra malzeme listesi ve tarif hemen diğer dükkanlara da ulaştırıldığından daha fazla yapılmıştı ve diğer ilaçlara göre ucuz ve etkisi harika olduğu için iyi satılıyordu.
George o anda odasında haftanın kazancını hesaplıyordu. Şu anki kazançları salonunki kadar olmasa da epey yaklaşmıştı. Yüzü mutluluktan parlıyordu.
Odasından çıktı ve Paul'ü aradı. Paul ilaçların tanıtımını yaptığı günden beri zamanının çoğunu kütüphanede geçiriyordu. George bunu bildiğinden hemen kütüphaneye yöneldi.
Kütüphaneye girdiğinde Paul'ü gördü. Üzerine siyah kıyafetler geçirmişti. Uzun siyah saçları omuzlarındaydı. Ejder Dişi belinde asılıydı. Kan kırmızısı gözlerini masanın üstündeki kalın kitabın üzerinde gezdiriyordu. Aynı zamanda yan tarafta birkaç kitap istiflenmişti.
Gülerek Paul'e yaklaştı.
"Paul, şu anda Ford bir şey yapmaya çalışmıyor gibi görünüyor. Önceden ona malzemeleri satan adamı özellikle kontrol ettim ve bir şey bulamadım. Şu anda işlerimiz cidden iyi ilerliyor!"
Yüzünde mutlu gülümseme vardı. Asla böyle bir dönüş yapabileceğini düşünmemişti, hem de hiç. Üstelik bu geri dönüşün olmasını sağlayan kendi oğluydu!
Babasının ifadesini gören Paul gerçekten mutlu bir gülümseme gösterdi ve konuştu.
"Bu çok iyi. Ancak, bu yeterli değil. Söylemiştim, Guilla Ailesini bu şehirden sileceğim."
Bunu söylerken gülümsemesi hiç değişmemişti. Kendine olan güveni yüzünden okunuyordu. George biraz şaşırmıştı. Paul'ün bunu söylediğini hatırlıyordu ama böyle bir şeyi gerçekten yapacağını sanmamıştı. Ayrıca Paul'ün kendine olan güveni bunu kesinlikle yapabileceğini gösteriyordu.
O sırada Paul masada duran kalın kitabın sayfasını katladı ve kitabı kapattıktan sonra ayağa kalktı. Babasına döndü.
"Şimdi sırada ikinci adım var."
Daha sonra masanın köşesinde duran kağıt kalemi aldı ve birkaç şey yazdı. Bu kağıdı babasına verdi.
"Lütfen bana burada yazılı olanları alın. Biraz pahalı olabilirler ama kesinlikle değecek."
Babası kağıdı aldı. En son Paul böyle bir şey yaptığında düşüşten yükselişe ani bir geçiş yapmışlardı. Peki yükselişteyken ne olurdu?
Heyecanla kağıdı sıktı ve Paul'e gülümseyerek kütüphaneden çıktı. O sırada Paul yeniden sandalyesine oturdu.
"Bir yıl önce, hiçbir şey bilmediğim için kolayca tuzağa düşürüldüm ama şimdi aynı tuzağı ailemi ezenleri ezmek için kullanacağım."
O sırada kitapta katladığı sayfayı açtı. Sayfanın üstünde kalın bir başlık vardı.
"Tuzak Tılsımı - Yem"
Paul bu tılsımı gördüğü anda anlamıştı. Bu tılsım, bir şekilde o zamanki sabrenin üstüne yerleştirilmişti ve bu kaplanların itaat tılsımlarını bozmuştu. Hatta ardından kaplanları Paul'e çekmişti. Ford büyük ihtimalle bunu bilmiyordu. Çünkü bilseydi ilk geldiklerinde Paul'e o kadar iyi davranmazdı. Bunlar tamamen Valer'ın planıydı.
Paul bunu düşündükçe sinirlendi, ama yüzünde ufak bir gülümseme oluştu. Çünkü bir şey biliyordu.
Bir tılsımın gücü, yazıldığı dile göre büyük oranda değişir. Ne kadar eski ve büyülü diller kullanılırsa o kadar güçlü olurlar.
Paul o zamanki tılsımın hangi dilde yazıldığını bilmiyordu ama kesinlikle Antik Ejder Dili'ni geçemeyeceğini biliyordu. Bu dille bir tılsım yazdığı ve bunu canavar salonuna yerleştirdiği sürece o salonun daha fazla işletilmesi imkansızdı.
Bunun da tek bir anlamı vardı. Guilla Ailesinin büyük çöküşü!
Veussia Ailesinin ilaç sektörünü ele geçirmesiyle Guilla Ailesi'nin kazancı artık sadece salondan gelen gelire dayanıyordu. Salon yok olduğu sürece Guilla Ailesinin herhangi bir geliri kalmayacaktı.
Salon gittikten sonra paraları kalacak olsa bile ilaç sektörüne giremezlerdi ve diğer dükkanlar onlara yeterli parayı kazandırmazdı. Yavaşça ya normal bir aileye dönüşecekler, ya da başka bir şehre gideceklerdi.
Paul bunu düşününce iyice heyecanlandı. Eğer Ejderyiyen Şehrindeki tek güç Veussia Ailesi olursa burayı korkmadan bırakabilirdi.
Ondan sonra ise, güçlenecekti. Bir okula katılacak veya doğada gezerek kendini eğitecekti ama güçlenecekti. Daha sonra ise Valer denen o piçi öldürecekti. Hem de en acılı şekilde.
Birden yüzünde hafif manyak bir gülümseme oluştu. Daha sonra yavaşça kitabın sayfalarını çevirerek diğer tılsımları incelemeye başladı.
"Koruma Tılsımı - Tereddüt"
"Destek Tılsımı - Hafif Şifa"
"Saldırı Tılsımı - Kızıl Patlama"
....
Tılsımlar böyle uzayıp gidiyordu. Mühür sanatının büyüklüğü simya sanatıyla karşılaştırılabilecek düzeydeydi. Tek farkı ise binlerce veya on binlerce materyali ezberlemen gerekmiyordu. Bunun yerine koca bir büyülü dili tamamen doğru olarak ezberlemen gerekiyordu.
Hangisinin daha zor olduğunu kimse bilemezdi.
Paul bir süre daha kitabı inceledi ve Tuzak Tılsımı - Yem'in kelimelerini iyice öğrendikten sonra kitabı kapattı. İki haftadır sadece kitap okumuştu ve Ruh Sarayında meditasyon yapmıştı. Ustasının uyanmasına daha birkaç hafta olduğu için yapacak bir şey bulamıyordu. Evde sadece kitap okurken canı sıkılmıştı.
Kütüphaneden çıktı ve evin kapısına giderek görevlilere bir at arabası hazırlamalarını söyledi.
Kısa süre sonra bir at arabası kapının önüne geldi. Paul arabaya binmeden önce sürücüye döndü ve tembel bir sesle konuştu.
"Avcıların Rüyası'nın ilk hangi dükkanda satılmaya başlandığını biliyorsundur umarım. Çünkü şimdi oraya gideceğiz."
Sürücü hemen başını salladı.
"Elbette biliyorum genç efendi. Sizi en hızlı şekilde oraya götüreceğim."
Paul sürücünün sözlerini dinledikten sonra arabaya bindi. O bindikten hemen sonra ise araba ilerlemeye başladı.
At arabası şehirde ilerlerken Paul camdan dışarı bakıyordu. Sonraki adıma geçebilmesi için önce malzemeler gerekliydi bu yüzden beklemeliydi ama Paul çok sıkılmıştı. Bu yüzden o dükkandaki simyacıyla biraz eğlenebileceğini düşünmüştü. Neden bilmiyordu ama o adamın korku dolu ve af dileyen yüzünü hatırladığında Paul istemsizce gülümsüyordu.
Kısa süre sonra at arabası dükkanın önüne geldi. İki hafta önce bomboş olan dükkanın şu anda dışarıya doğru uzanan bir sırası vardı. Paul bunu görünce gülümsedi. Daha sonra at arabasından indi.
Yavaşça dükkanın kapısına ilerlemeye başladı. Dışarıda sıra olan birkaç avcı onu izliyordu. Bu avcılardan yalnızca birkaçı onu tanıyordu bu yüzden geri kalanlar bu gencin sıranın önüne geçerek ne yapmaya çalıştığını anlamamışlardı.
Paul yavaşça açık olan kapıya ilerledi ve kapının boş bir kısmından içeri geçmeye çalıştı ama o geçemeden birden bir kol onu durdurdu.
"Orada bekle bakalım. Dışarıda bu kadar kişi beklerken ne yaptığını sanıyorsun sen?"
Paul'ü durduran kişi orta yaşlı bir adamdı. Kısa siyah saçları ve hafif bir sakalı vardı. Sırtında tek elli bir balta asılıydı.
Paul bir cevap vermedi. Bunun yerine adamın yüzüne bakarak bir süre gülümsedi. Adam koluyla Paul ve dükkan arasını engelledi ve gülümseyerek konuştu.
"Bir gülümseme bu kolu geçmen için yetmez. Haydi, sıranın arkasına!"
Paul gülümsedi. Bu adam cidden onu sinirlendirmişti ama biliyordu ki birine sinirlendiğinde o kişi genelde baskı yüzünden hemen korkuyordu. O bu adam ile biraz daha uğraşmak istemişti.
Gülerek önce adamın koluna daha sonra ise yüzüne baktı ve konuştu.
"Yani bu kolu geçtiğim sürece içeri girebilirim değil mi?"
Paul'ün sesindeki hafif alayı sezen adam sinirlenmişti.
"Gel de geçmeyi dene bakalım!"
O tam kolunu Paul'e savuruyordu ki Paul adamın kolunu bileğinden tuttu. Daha sonra ise sağ eliyle dirseğinden tuttu ve adamın kolundaki kemiği yavaşça kırdı.
"Crack!"
"Arghh!"
Adamın yüzü birden solmuş ve hemen yere çökmüştü. Kırılan kolunun acısı canını çok yakıyordu ve sakat kalma ihtimali onu biraz korkutuyordu ama onu asıl korkutan kemiklerini kolayca kıran bu gençti. Bu genci daha önce görmediğinden hiçbir şey anlamamıştı.
Paul'ün adamın kolunu kolayca kırdığını gören kişiler birden açılarak Paul'e yol vermeye başladı. Paul onlara doğru gülümserken birçoğu bu gencin kim olduğunu merak ediyordu.
Sıranın arkasında bir olay olduğunu gören tezgahtar ayağa kalkıp oraya bakmıştı ki birden yavaşça dükkana giren Paul'ü gördü.
Hemen koşarak yanına gitti ve önünde eğildi.
"Genç Efendi Paul, hoşgeldiniz!"
Tezgahtarın sözlerini duyan kalabalık daha da korkmaya başladı. Zaten gencin gücünden korkmuşlardı ki birde o gencin aslında Veussia Ailesinin Genç Efendisi olduğu ortaya çıkmıştı. Nasıl korkmasınlar ki?
Paul tezgahtara doğru baktı.
"Simyacılarla konuşmak istiyorum."
Tezgahtar hemen yana çekildi ve Paul'ün yolunu açtı.
"Buyrun efendim, buyrun."
Paul yavaşça ilerledi ve tezgahın arkasındaki kapıdan içeri girdi. Arkasından ise kalabalık derin bir nefes aldı.
"Genç Efendi'yi ilk kez görüyorum."
"Bu kadar güçlü olduğunu bilmiyordum."
"Belki Efendi George'u bile geçmiştir ha?"
"Hadi ordan. Efendi George kolay kolay geçilecek insan değildir."
Kalabalık arkasından onun hakkında konuşurken Paul yavaşça koridorda ilerliyordu. Bir süre ilerledikten sonra karşısındaki siyah kapıyı açtı ve içeri girdi.
İçerideki iki siyah kazanın altları yanıyordu. Kazanların yanlarında biri yaşlı, diğeri orta yaşlı iki simyacı kazanlara malzemeleri atıyorlardı.
Simyacılar Paul'ün girdiğini görünce hemen ona dönerek eğildiler.
"Hoşgeldiniz, Genç Efendi Paul."
Paul başını salladı ve onlara devam etmeleri için işaret verdi. Bir ilaç yaparken her şey zamanında yapılmazsa sonuçları epey kötü olurdu.
Simyacılar yavaşça işlerine geri dönerken Paul ufak ve sessiz adımlarla orta yaşlı simyacıya yaklaştı.
"Şu aralar Guilla Ailesi herhangi bir şey yaptı mı?"
Adam yutkundu. En son Guilla Ailesiyle iş yapan kendisi olduğundan Efendi George onu zaten bizzat kontrol etmişti zaten. Ama Genç Efendi Paul, o gün yaydığı auradan sonra artık adamın kabuslarına girmeye başlamıştı. Ona yakın olmak bile onu geriyordu. Titreyen bir sesle konuştu.
"H-hayır Genç Efendi Paul. Ford Guilla benle bir daha iletişim kurmadı."
"Pekala."
Paul biraz anlamıştı. Büyük ihtimalle Ford sadece Paul'ü kızdırmamaya çalışıyordu. Zaten canavar salonu olduğundan geliri yeterliydi. Ama Paul'ün planlarını bilseydi şu anda elinde olan her şeyle Veussia Ailesini ezmeye çalışırdı. Bu kesindi.
Paul adamın sözlerini duyunca gülümseyerek adama baktı.
"Umarım yeniden bir hata yapılmaz."
Paul'ün sözlerini dinleyen adam tir tir titredi.
"H-h-hayır Genç Efendi. Merak etmeyin. Bir daha asla olmayacak."
"Umarım."
Paul bu kadar uğraşmanın yeteceğini düşünmüştü. Zaten dışarıdaki avcı sıkıntısını epey gidermişti.
Paul siyah kapıdan çıkarken orta yaşlı adam derin bir nefes aldı. Yaşlı simyacı ise ona bakarak gülüyordu.
Paul koridordan geçip tezgahın arkasından çıktı. Tezgahtar hemen ona dönüp önünde eğildi. Paul ona baktı.
"İşine dön, çok sıra var."
Tezgahtar hemen düzelerek tezgaha geri döndü ve sıradakilerin isteklerini aldı. O sırada Paul tezgahın arkasından çıktı ve yavaşça kapıya yöneldi.
Sıraya biraz bakındığında kolu kırılan adamın korkuyla ona baktığını gördü. Herhangi bir karşılık vermedi ve at arabasına yürüdü.
"Eve gidiyoruz."
"Evet efendim."
At arabasına bindi ve at arabası eve doğru ilerlemeye başladı. Paul gökyüzüne baktı. Hava kararmaya başlamıştı. Şu sıralarda George çoktan malzemeleri bulmuş olmalıydı.
Bir süre boyunca at arabası ilerledi ve sonunda Veussia Malikanesine ulaştı. Paul at arabasından indi ve içeriye ilerledi. Kapının biraz ötesinde Luke ile konuşan George'u gördü.
George Paul'ün döndüğünü görünce hemen ona döndü.
"Paul, almamı istediğin şeyleri kütüphaneye koydurdum."
Paul gülümsedi.
"O halde hemen gitmeliyim."
Hızlıca kütüphaneye yöneldi.
Kütüphaneye varıp içeriye girdiğinde masanın yanında bir çanta bulunuyordu. Paul hemen yanına giderek çantayı açtı ve içindekileri masaya koydu.
Daha sonra kütüphanenin kapısını kilitledi ve masanın önündeki sandalyeye oturarak çantadan çıkardığı tılsım kağıtlarından birini önüne çekti. Altın renkli bir mürekkep şişesini yanına koydu. Kendi açtığı boyuttan Abyss'ten getirdiği Altın Yazgı Tüylerinden birini çıkardı ve mürekkep şişesine daldırdı.
"Tuzak Tılsımı - Yem, bakalım ne kadar güçlü olacaksın?"
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..