Paul sarayın çalışma alanına vardığında o sırada orada çalışan askerlerin Yue’ya selam verdiğini fark etmişti. Çalışma alanında 20’ye yakın zırhlı asker vardı.
Çalışma alanı olarak bilinen yer aslında bir taştan yapılmış kare bir arenaydı. Arenanın çevresindeki silah raflarında kılıçlar, mızraklar ve diğer birkaç silah vardı. Görünüşe göre burası aynı zamanda askerlerin eğitim alanıydı.
Paul kendisine arenanın yakınında boş bir köşe seçerken Yue hâlâ onu takip ediyordu. Normalde Paul’e bir hizmetçinin eşlik etmesi gerekirken Prenses’in eşlik etmesi Paul’ün garip hissetmesini sağlasa da bir sıkıntısı yoktu.
Köşesine geçtiğinde yere oturdu ve bağdaş kurdu. Derin nefesler alırken meditasyona girdi. Ruh Sarayı’ndaki kuklalarla kılıç antrenmanı yapmayı düşünüyordu.
Prenses Yue ise meditasyona dalmış olan Paul’ü izliyordu. Gözlerinde garip bir parıltı vardı.
-1 saat sonra-
1 saat boyunca ruh sarayında kılıç savurmuş olan Paul ruh sarayından ayrıldığında hafifçe gerindi. Bu bir saatlik süre dört kişiye karşı dövüşmüş olsa da zorluklarını artırmamıştı ve büyü kullanmalarını engellemişti. Yani yaptığı tek şey Kral ile olan dövüşü için hazırlanmaktı.
Yavaşça ayağa kalkarken Prenses Yue’nun hâlâ yanında olduğunu fark etmişti. Paul’ün meditasyonunu bitirdiğini gören Prenses Yue gülümseyerek konuştu.
“Lütfen beni takip edin.”
Paul başını onaylama anlamında sallarken yüzünde bir ifade göstermedi. Aslında, o anda heyecanı sayılırdı.
Aslında buraya gelmeden önce Yaşlı Kâbus ile dövüşmek istemişti ancak zamanı yoktu. Bu nedenle bir Aziz’e karşı gücünü kıyaslayamamıştı.
Burada büyü kullanamayacağı için tam gücünü karşılaştıramayacak olsa da bu onun için yeterliydi. Bir Aziz seviyenin sahip olduğu gücü görmek için iyi bir fırsat sayılabilirdi.
Prenses Yue ile birlikte Kralın çalışma alanına vardığında bu bölgenin askerlerin çalışma alanından çok daha iyi olduğunu fark etmişti. Gri, sağlam bir taştan yapılmış yuvarlak şeklindeki arena parıltılı beyaz taşlarla ışıklandırılmıştı ve gece ışıklandırması bile sağlayabilirdi.
Bu sırada Kral arenanın üzerinde duruyordu. Üzerinde yalnızca bol, beyaz bir pantolon olduğundan yapılı üst vücudu kolayca belli oluyordu.
Onun üst vücudundaki yara izlerini fark eden Paul ilk başta şaşırsa da gelişim yolunun acılı olduğunu bildiğinden bu şaşkınlık durumu uzun sürmemişti. Kral olduğu seviyeye çıkana kadar epey acı çekmiş olmalıydı.
Hafifçe zıplayarak arenaya çıkarken siyah-kırmızı maskeyi yeniden yüzüne geçirdi. Onun yüzünü bir kez görmüş Kral için bu önemli bir şey değildi.
Ancak Paul anka kanını harekete geçirmek zorunda kalması durumunda gözlerinin değişeceğini biliyordu. Bu nedenle yüzünü saklaması gerekiyordu.
Paul arenanın üzerindeki yerini aldığında Kral anında onun karşısında yirmi adım uzaklıktaki bir mesafeye geçti. Platin kılıcını belinden çekerken gözlerini Paul’ün üzerinden hiç ayırmamıştı. Siyah gözleri avını izleyen bir avcının gözleri gibiydi.
Paul ise sağ elini Karaşafak’ın kabzasına yerleştirdi. Maskesinin altında ufak bir gülümseme oluşurken gümüş renkli kılıcı hızla çekti ve Krala doğrulttu.
İkili bir süre birbirlerine baktı. İkisi de diğerinin gücü hakkında yeterince bilgili değillerdi. Paul seçmelerdeki fiziksel güç saldırısında yalnızca yumruklarını kullanmıştı ve Kral onun kılıca ne kadar hâkim olduğundan emin değildi.
Paul ise Kral hakkında onun bir Aziz olmasından başka doğru düzgün bir şey bilmiyordu. Bu nedenle ikisi de hiç bilmedikleri bir rakiple dövüşeceklerdi.
Ancak Paul mutsuz veya üzgün değildi. Aksine biraz heyecanlıydı. Sağ eliyle kavradığı kılıcı yavaşça havaya kaldırırken saldırı pozisyonu aldı.
Bunu fark eden Kral anında platin kılıcını kaldırıp saldırıyı beklemeye başladı. Paul atılmadan önce kılıcının kabzasını iyice kavradı ve Haies’in Adımlarını kullanarak Krala atıldı.
Paul’ün yüksek hızına bakan Kral şaşırsa da onun yumruğunda gördüğü ışık yasası parçalarını hatırlayınca parçaları birleştirebilmişti. Paul’ün ışık yasasına dayalı bir hareket tekniği kullandığını anlamıştı.
Bu sırada Paul çoktan onun önüne varmıştı. Kılıcını saydam renkli kılıç enerjisiyle kaplayan Paul hızla aşağıya doğru savurdu.
Paul’ün kılıcı Kralınkine çarpmadan hemen önce platin kılıcı buz mavisi bir parıltı kaplamıştı. İki kılıç çarpıştığında ise arena kan donduran bir soğukla kaplandı.
Vücudunun hızla donduğunu fark eden Paul Kraldan uzaklaşırken anka kanını harekete geçirdi. Pençe ve kanatların aksine kapatamadığı bir şey olan ince göz bebekleri belirdiğinde vücudu anka kanının hızlı akışı sayesinde ısınmaya başlamıştı.
Bu sırada Kral kılıç niyetini etrafa yaymıştı. Aynı kılıç enerjisi gibi kan dondurucu bir soğukluğa sahip olan kılıç niyeti yayıldığında arena daha da soğusa da anka kanını uyandırmış olan Paul dayanabiliyordu.
Paul de kılıç niyetini saldığında arenanın üzerinde hafif kesikler oluştu. Bu sırada Paul sert bir adım attı ve Krala doğru fırladı.
Saldığı kılıç niyetinden sonra böyle bir saldırıyı beklemeyen Kral şaşırsa da kılıcını Paul’e doğru savurmuştu. Elbette, gücünü onu kalıcı olarak yaralamayacak bir seviyede tutmaya özen göstermişti.
Ancak kılıcı Paul’e ulaşamadan yoğun kılıç niyetiyle çarpışmış ve yolundan ayrılmıştı. Bu sırada Krala yaklaşmış olan Paul elindeki Karaşafak’ı ileriye doğru sapladı.
Göğsünün direkt olarak sol kısmına ilerleyen kılıç ucunu fark eden Kral anında geri çekildi. Paul’ün kılıcı boş havaya saplandığında ise Kral yeniden ileriye çıkmıştı.
Buz mavisi kılıç enerjisiyle kaplı kılıç Paul’e savrulurken Paul istemsizce yutkundu. Kılıca yüklenmiş gücü direkt olarak hissedebiliyordu ve o saldırıyı direkt olarak almaması gerektiğini biliyordu.
Ancak o anda geri çekilmeye de kılıcıyla savunmaya da zamanı yoktu. Bu nedenle yapabileceği tek şeyi seçti ve iki gözünü de Kralın üzerine sabitledi.
Kılıcı Paul’e ilerleyen Kral bir anda tüm vücudunu saran bir alev dalgası hissetti. Bu anlık acı yüzünden saldırısı yavaşlamış ve Paul geri çekilmek için bir fırsat bulmuştu.
Ancak Kralın saldırısı durmamış ve Paul’ün az önce durduğu yere doğru savrulmuştu. Sonuç olarak o bölgeyi buharlar çıkaran buzlar sarmıştı.
Paul bu buzlara bakarken onların yasa enerjisiyle dolu olduklarını fark etmişti. Aslında, direkt olarak yasa enerjisinden oluşuyorlardı.
“Buz Yasa Enerjisi.”
Spadia bu sözleri zihninde tekrarladıktan sonra açıklamaya başlamıştı.
“Genelde kılıçla değil de yay veya bıçakla birlikte çalışılan bir yasa enerjisi. Saldırı gücü yüksek olsa da yavaş olduğu için hızlı bir silahla birlikte kullanmak gerekiyor. Kılıçla kullanmanın savaş gücünü artırdığını ve rakibi yavaşlattırdığı gerçeği de var tabii.”
Paul derin bir nefes alırken Krala bir bakış attı. Bu sırada Paul’ün az önceki ruhsal saldırısının etkisinden kurtulmuş olan Kral şaşırmış gözlerle ona bakıyordu.
Normalde ruhsal saldırılar acı verebilseler bile bu acı belirsiz olur ve nasıl bir acı olduğu unutulurdu. Ancak az önceki acının yakıcı olduğu kolayca anlaşılabiliyordu ve hâlâ bu acıyı hatırlıyordu.
Bu ruhsal saldırının da özel bir şey olduğunu fark eden Kral kılıcını yeniden kaldırırken gücünü daha iyi bir şekilde kullanmaya karar vermişti. Paul’ü normal bir genç olarak görmemesi gerektiğini anlamıştı.
Bu sırada, Paul’ün kılıç enerjisini ve kılıç niyetini ışık yasasının parçaları sarmaya başlamıştı. O da kullandığı güç seviyesini artırmaya karar vermişti.
Paltosunu çıkarıp arenanın dışına atarken siyah gömleği ve siyah pantolonuyla kalmıştı. Siyah eldivenle kaplı sol elini hafifçe sıktıktan sonra Karaşafak’ın kabzasını da iyice kavramıştı.
Etrafını saran ışık yasası enerjisi sayesinde parlayan kılıç enerjisi ve kılıç niyeti Kralın buz mavisi enerjisi ve niyetiyle karşılaşırken hiç baskın kalmıyor gibi görünüyordu. Kral da bu duruma şaşırmış bir durumda olmasına rağmen geri kalmak istemediği için aurasının tümünü salmıştı.
Buzul aura tüm arenayı ve hatta arenanın etrafını da sararken Prenses Yue hafifçe titremişti. Babasının tüm aurasını salması normal bir olay değildi.
Paul Kralın buzul aurasını hissettiğinde hafifçe gülümsedi. Dik bir pozisyon alırken aurasının bir kısmını saldı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..