Su rünleri işlenmiş kılıcı incelemeyi bırakan Simon kılıcı beline astıktan sonra hızlı adımlarla Paul’ün peşinden onu takip etmeye başlamıştı.
Nedense Paul’ün kendisiyle bir şekilde bağlı olduğunu düşünüyordu. Adaya girmeden önce söylediği sözler ve yanlışlıkla ona saldırmasına rağmen kendisine bir kılıç vermesi onu bu karara itiyordu.
Elbette, Paul’ün gücüne şahit olduğundan rastgele tahminlerde bulunmaya cüret edemiyordu. Onun ‘en güçlü’ ve ‘her şeyi kesebilir’ sandığı saldırısını tek yumruğuyla parçalayan birine karşı temkinli davranmadan edemiyordu.
Bu sırada ikisi de kapıya varmışlardı. Parlak buz mavisi bir renge sahip olan kapının üzerinde diğer kapıların aksine yalnızca yazıtlar değil bazı garip şekiller de vardı.
Kapıyı açmadan önce şekilleri inceleyen Paul ilk başta kaşlarını çatmıştı. Şekillerin Sembolizm ile ilgisi olduklarını biliyordu ve bazı şekiller bildiklerini andırıyordu ancak bu şekiller bir araya gelince bir anlam vermiyorlardı.
“Kısıtlama, güçlendirme, toplama, saldırı…”
Ondan fazla sembolün anlamlarını kontrol etse de en sonunda hiçbir şeyi anlayamamıştı. Bu sembollerin kapıya neden konduğunu merak etse de o anda daha fazla beklemek istemiyordu.
İki elini kapıya yerleştirdi ve kapıyı hızla ittirdi. Aynı zamanda, kemiklerine işleyen bir soğuğun eşliğinde açılan odaya çekilmişti.
Odanın içine Paul ile birlikte çekilen Simon bir anda tüm vücudunun donduğunu hissetmişti. Kendi kendine sarılıp titremeye başlarken odanın soğukluğu yüzünden donmanın eşiğindeydi.
Bu sırada Paul odayı incelemeye başlamıştı. Gerçi, bu oda daha çok bir mağara gibiydi. Metrelerce ilerleyen bir büyüklüğe sahipti ve her yer oldukça yüksek soğukluktaki buzlarla kaplıydı. Bazı yerlerden yükselen buz sütunları tavana kadar yükseliyorlardı.
Aynı zamanda Paul odanın içinde ruhunu titreten bir varlığı hissedebiliyordu. Anka kanını yavaşça aktif hâle getirirken bir yandan da sağ elini kılıcının kabzasına yakın tutmaya karar vermişti.
Paul sert adımlarla bu mağaranın içinde ilerlerken Simon titremeye devam etmesine rağmen onu takip etmeye karar vermişti. Zaten bunu yapmasa bile ne yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu.
Ruh gücünü etrafa yaymadan ilerleyen Paul ruh gücünü yayarsa burada olan şey her neyse onu uyandırabileceğini düşünüyordu. Bu nedenle yalnızca kendi gözleriyle etrafı araştırabilirdi.
Mağaranın içi genel olarak boş gibi görünüyordu. Düz buzul yollar ve görüşünü engelleyen buz sütunları Paul’ün sinirini bozsa da yine de etrafta bir şey bulup bulamayacağını merak ediyordu.
Bu sırada Paul etrafında hissettiği bir hisle şaşırdı. Simon’u yakaladıktan sonra bir sütunun arkasına geçti ve gizlice etrafı incelemeye başladı.
Neler olduğunu anlayamayan Simon tek kelime bile etmeye cüret edemiyordu. Paul’ün bu kadar temkinli davranması onu cidden ürkütmüştü. Eğer onun gibi güçlü birisi bile bu durumdaysa o halde burada olan şey neydi?
Aslında, Paul saklanmayı yalnızca daha iyi inceleyebilmek için seçmişti. Çünkü az önce etrafında mana dalgalanmalarını hissetmişti. Bu dalgalanmalar bir büyünün kullanıldığı andakilere değil, daha çok meditasyon anındaki dalgalanmalara benziyorlardı.
Bu mağarada bir büyücünün olduğunu ve o anda meditasyon yaptığını anlayan Paul daha temkinli davranmaya başlamıştı. Tüm dünyadaki mananın toplandığı bu sarayda kendini geliştiren bir büyücünün normal birisi olması imkansızdı!
Simon’ı arkasında bırakan Paul sessiz adımlarla ilerlerken Grim’i de paltosunun içine almıştı. Buz sütunlarını kendisi için bir siper olarak kullanırken en sonunda meditasyon yapan kişiyi görebilmişti.
Yerde bağdaş kurmuş bir şekilde oturan bu kişi, genç görünen bir kızdı. Uzun beyaz saçlara sahip kızın teni aşırı derecede beyazdı. Gözleri sıkıca kapalılardı ve ağzından çıkan iki dişin ucu görünebiliyordu. Üzerinde başlığı açılmış siyah bir pelerin vardı.
Kızın aurasını hisseden Paul şaşırmıştı.
“Semia… O çekirdeğini mi oluşturuyor?”
Bu kızın Avcının öğrencisi olan Semia olduğunu fark eden Paul onun gerçekten de mana çekirdeğini oluşturduğunu anlayabilmişti. Aynı zamanda bu çekirdek saf mana yerine direkt olarak etraftaki buz manasını çekerek oluşuyordu.
Direkt olarak bir özelliğe sahip olan çekirdeğin Aziz Mana Çekirdeği olarak anıldığını hatırlayan Paul yeniden şaşırmıştı. Böyle üst seviye bir çekirdeğe sahip olan Semia düzgün kaynaklar ve mana yoğunluğunda yetiştirildiği sürece kolayca Aziz seviyesine varabilirdi.
Ancak Zara’nın mana yoğunluğunu bilen Paul biraz kötü hissetmişti. Semia gibi yetenekli birisi sırf dünyanın şartları yüzünden gelişemez bir şekilde kalacaktı.
Bu sırada, Paul vücudunu tarayan bir ruh gücü dalgasını hissedebilmişti. Ruh gücü o kadar güçlü olmadığı için aurasını saran duvarı delemiyordu.
Paul bu ruh gücünün yalnızca usta seviyesinde olduğunu fark ettiğinde hafifçe gülümserken kendisine yaklaşan bir kişiyi hissetmişti. Ancak kendisini korumuyordu.
Aslında neler olacağını cidden merak ediyordu ve rakibi normal bir Aziz seviye olsa bile kendinden emindi. Bu nedenle kendini güçsüz gösterip neler olacağını izlemek istemişti.
Ona yaklaşan adam ise Paul’ün bu düşüncelerini hiç fark edemeden ellerini savurdu ve yerden fırlayan buzul zincirlerle Paul’ü olduğu yere sabitledi. Aynı anda, Paul’ün boynunu açtı ve ufak bir iğneyi batırıp geri çekti.
İğnenin bayıltıcı bir zehir taşıdığını fark eden Paul maskesinin altında soğukça gülümsemesine rağmen dıştan bir tepki vermedi. Paul’ün yakalanmasına rağmen bu kadar hareketsiz olduğunu gören adam ise derin bir iç çekerek Semia’ya yaklaşmaya başlamıştı.
Adamın görünüşünü gizlice inceleyen Paul onun Semia’ya oldukça benzediğini fark etmişti. Adamın uzun, beyaz saçları buzul zemine kadar ulaşıyordu. İki ufak dişin ucu ağzından çıkmışlardı. Gözleri parlak mavi bir renktelerdi. Etrafına buzul bir aura yayıyordu.
Adamın Aziz seviyeli bir büyücü olduğunu fark eden Paul şaşırsa da bir şey yapmamıştı. Adamın onu öldürmek yerine bayıltmasının bir nedeni olduğunu düşünüyordu ve bu nedeni epey merak ediyordu.
Bu sırada, Semia saf mavi gözlerini açmıştı. Etrafında buzul bir aura yayan kızın mana çekirdeğini yoğunlaştırmayı bitirdiği belliydi. Onu izleyen uzun saçlı adamın yüzünde parlak bir gülümseme oluşmuştu.
“Tebrikler, Semia.”
Semia olduğu yerden kalkarken adama bakıyordu. Gözlerinde hafif bir saygı ancak temkin vardı.
Bunu Paul gibi adam da fark etmişti. Ancak bu onu rahatsız etmemiş gibiydi. Aksine, bu temkini gördüğünde hafif bir kahkaha atarken konuştu.
“Güzel! Kimseye güvenmemen gerektiğini biliyor olman cidden güzel! Her neyse… Bu yaşlı adamın fazla zamanı kalmadı yani işimizi bitirelim artık.”
Adam elini salladığında Paul’ü bağlayan zincirler onu ileriye çekerek adamın yanına getirdi. Paul’ü gören Semia şaşkın bir ifade gösterirken istemsizce bağırdı.
“Kıdemli!”
Semia’nın Paul’ü tanıdığını fark eden adam ilk başta şaşırsa da sonradan başını iki yana salladı.
“Onu tanıyor olman kötü ancak yapabileceğim bir şey yok. Diğer kişilerin buraya girip giremeyeceği belli değil ve bir başka kişiyi daha buraya çekersem saray beni yok edecektir. Onu kurban edeceğiz.”
Adamın sözlerinin üzerine gözleri sonuna kadar açılan Semia bağırdı.
“Hayır! Bana kurban ile ilgili bir şey söylemedin!”
Adam Semia’ya bakarken kaşlarını hafifçe çatmıştı ancak gözlerinde herhangi bir öfke görünmüyordu.
“Bunu yapmak zorundayız. Eğer bir kurban olmazsa saraydan ayrıldığın zaman bir daha büyücü gelişimi yapamazsın. Dışarıdaki manayla gelişmen imkânsız!”
“Ayrıca, bu şeyi normal bir büyücü bile isteyecektir. Eğer ona bir kurban sunar ve anlaşma yaparsan senin vücudunda kalacaktır. Öldürdüğün kişilerin etini, kanını ve kemiklerini yiyerek bunu manaya çevirebilir. Dışarıda gelişim yapmanın tek yolu bu!”
Adamın sözleriyle yüzü iyice solan Semia titreyen sesiyle konuştu.
“Bana büyücü yolunda ilerlemek için sürekli olarak öldürmem gerektiğini mi söylüyorsun?”
Adam bir şey demeden yalnızca başını salladı. Yüzündeki ciddi ifadeden bu konuyla ilgili herhangi bir şaka yapmayacağı belliydi.
Ancak Semia gür sesiyle bağırdı.
“O halde reddediyorum!”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..