“Yirmi bin kişi… Ne kadar heyecan verici bir manzara.”
Paul kendi kendine mırıldanırken bir yandan da hafifçe sırıtıyordu. Yıldız işaretli gözleri önündeki yirmi bin kişilik asker kampının içerisindeki iki kişiye dikilmişti. Bunlardan birisi Üçüncü Prens Levi Shinu iken diğeri Kara Şövalyeydi.
“Başkaları da var gibi ama her neyse. İkiniz, bu sefer kendi başıma savaş alanına girmeyeceğim. İkinizin saldırmanızı istiyorum. Semia, prensi sen öldüreceksin. Simon, şu kara zırhlı adam senin. Kılıcının o zırhı kolayca kesebilmesi gerekiyor.”
Simon’ın elindeki kızıl renkli kılıç Paul’ün yaptığı bir büyülü silahtı. Oldukça sağlam ve keskin olan kılıç kabzasıyla bıçağın birleştiği yerde Semia’nın bıçaklarında bulunan üç çizgili işareti taşıyordu ve ağırlığı normal kılıçlardan daha ağırdı.
Kılıcın üzerindeki yazıtlar ile semboller tamamen saldırı gücünü artırmak için kullanılıyorlardı. Yazıtlar harekete geçtiklerinde kılıcın hızı da keskinliği de bir anlığına artıyordu ve bu savaş alanında oldukça büyük farklara yol açabilirdi.
Paul konuşmayı bitirdiğinde Simon ve Semia gemiden aşağıya doğru atlamışlardı. Gemi yerden oldukça yüksek olsa da ikisinin fiziksel güçleri yüksekti ve bu düşüşü kaldırabilirlerdi. İkisi bir toz bulutu oluşturarak yere indiklerinde Paul üzerinde durduğu gemiyi kontrol etmeye başlamıştı.
Bu devasa gemi kendisinin yaptığı bir şeydi ve yapmak için ormanın büyük bir kısmını yerinden sökmüştü. Yeterli materyale sahip olduğu sürece Kutsal Karanlık Düzen Çemberi yapıları kolayca yapabilirdi. Bu nedenle önce odunları toplayarak devasa gemiyi yapmıştı.
Sonrasında ise zamanını vererek tüm gemiyi büyülemeye başlamıştı. İlk eklediği özellik elbette uçma özelliğiydi. Sonuçta bu gemiyi gerekli zamanlarda kendi gücünü kullanarak hareket etmemek için yapmıştı. Hızı kendi uçuşundan yavaş olsa da birden fazla kişiyi taşıyabiliyordu ve oldukça işe yarardı.
Eklediği ikinci özellik direkt olarak kullanıcı yerine belirlenmiş bir kaynaktan enerji çekmesiydi. O anda sahip olduğu kaynak daha önceki saldırıdan kazandığı mana çekirdekleriydi ve bu çekirdekler bir süre boyunca geminin hareket etmesini sağlayabilirlerdi.
Üçüncü özellik basit saldırı ve savunma özellikleriydi. Geminin üzerine savunmak için bir formasyon kurmuş ve yanlarına da saldırı için toplar eklemişti. Bu toplar mana ile büyülenmiş top mermilerini fırlattıklarında birçok kişiyi öldürebilirlerdi ve geminin önündeki ana top aralarından en güçlüsüydü.
Yalnızca bu üç özellik ile yaptığı tahta gemi tam bir savaş gemisine dönüşmüştü. Ancak Paul burada durmamış ve bir süredir yapmak istediği şeyi de gemiye eklemişti. Geminin iç kısmındaki kilitli bir odanın içerisinde kendi kanını, İnfirmi’nin pullarını ve birkaç nadir malzemeyi kullanarak yaptığı iki metrelik kızıl bir bayrak duruyordu. Bu bayrağın üzerinde ise Simon ve Semia’nın silahlarına çizdiği üç çizgili işaret duruyordu.
Bu bayrak onun oluşturduğu Ruh Kilidi Eşyasıydı ve Simon ile Semia’nın silahlarına bağlıydı. Simon ve Semia öldürmek için bu silahları kullandıkları sürece öldürdükleri kişilerin ruhları bu eşyaya çekilecek ve onları bayrağın içinde kısıtlayacaktı.
Bayrak etrafa oldukça uğursuz bir enerji yayıyordu ve Paul’ün etrafına özellikle bir aura gizleyici formasyon kurması gerekmişti. Ancak bu bayrak ile birlikte oluşturduğu gemi gerçekten de oldukça güçlü bir büyülü eşya hâline gelmişti.
O anda askerlerin arasına dalıp öldürmeye başlayan Semia ile Simon’ı bir süre izleyen Paul sonrasında gözlerini kapattı ve ruh gücünü geminin iç tarafına doğru yönlendirdi. Orada, ana topun bulunduğu odadaki top mermilerinden birisi ruh gücüyle sarıp kaldırdı ve topun içerisine yerleştirdi.
Ana topun içine mermiyi yerleştirdikten sonra hem merminin hem de topun üzerindeki yazıtları aktifleştirmişti. Normalde gümüş renkte olan ana top kızıl bir renkte parlamaya başlarken ağzından hafif bir duman yayılıyordu.
“Booom!”
Top birden patlamış ve büyük top mermisini fırlatmıştı. Top mermisi anormal bir hızla Semia ve Simon’dan uzak olan bir bölgede askerlerin arasına düşmüş ve üzerindeki yazıtlar sonunda tamamen açılmışlardı.
“Aaargghh!”
“Kaçın!”
Top mermisi olduğu yerde patladıktan sonra etrafa kan kızılı alevler yayılmışlardı. Bu alevler temasa geçtiği her askerin canını alırken büyücülerin su büyüleri ile sönmüyordu. Gittikçe yayılıyor ve daha da çok canı alıyordu.
Top mermilerinin içine mühürlü olan alev Paul’ün Cehennem Alevleriydi. Henüz tekniği son seviyeye varmasa bile gücü usta seviyeli savaşçıları ve büyücüleri kolayca öldürmeye yeter de artardı.
Onun kızıl alevleri savaş alanında büyük bir karmaşaya yol açarken Simon Kara Şövalye ile karşı karşıya gelmişti. Kara Şövalye karşısındaki Simon’a bakarken kılıcını çoktan çekmişti.
“Kızıl Yıldırım, kardeşimi öldürenlerden birisi sensin. Bugün ikimizden biri ölecek!”
Onun sözlerini duyan Simon bir anlığına hareket etmeyi keserken Kara Şövalye bu fırsatı kaçırmamak için ileri atılmış ve kılıcını savurmuştu. Siyah renkli kılıcı Simon’ın göğsüne ulaşmadan hemen önce ise Simon bağırarak kılıcını çekmişti.
“O utanç verici lakabı kabul etmiyorum!”
Kızıl renkli kılıç bir anda kınından çekilmiş ve Kara Şövalyenin belinin üstünden girerek zırhını kolayca kesmiş ve vücudunu ikiye ayırmıştı. Ölmeden önce, Kara Şövalyenin gözlerinde inanamaz bir ifade belirmişti.
“Bu… güç…”
Rakibinin gücünün nasıl bu kadar yüksek olduğunu anlayamadan hayatını kaybetmişti. Simon ise hızını kaybetmeden askerleri öldürmeye devam etmişti.
Semia ise Prens ile daha temiz bir şekilde ilgilenmişti. Başından beri Prens Semia’nın ona yaklaştığını bile hissetmemiş ve askerlere emirler vermeye devam etmişti. Semia ise onun arkasındaki askerlerin arasına kaynaştıktan sonra fırlamış ve başını tek seferde koparmıştı. Bu askerlerin içinde bir kez daha korkunun yükselmesine neden olmuştu.
Semia ile Simon’ın öldürmeye alışmalarını izleyen Paul bir yandan da beyaz ejderha başına sahip yayını boyutundan çıkarmış ve yıldız işaretli gözlerini kampın arka kısımlarına dikmişti.
“Bir… Hayır, iki.”
Yıldız işareti hafifçe parıldarken Paul kaçan iki Büyük Usta savaşçıyı tespit etmişti. Gözlerini hafifçe kısarken yayın kirişini sonuna kadar çekmiş ve beyaz ışıktan oluşan bir okun yayda belirmesini sağlamıştı.
“Bir.”
Kirişi bırakan Paul okun gidişine bakmadan diğer hedefine gözlerini dikmişti. Hedefinin öldüğünü bilmesi için bakmasına ihtiyacı yoktu. O oktan kaçınması imkansızdı.
“İki.”
İkinci oku fırlattıktan sonra önce ilk hedefinin cesedine gözlerini dikmişti. Beklediği gibi, yaşlı adamın kalbinin olduğu yerde büyük bir delik vardı ve vücudu yerde yatıyordu. Ölüydü.
İkinci hedefinde ise adamın başını vurmuş ve iki gözünün arasında siyah bir delik oluşmasına neden olmuştu. Onun da vücudu çoktan yere düşmüştü ve herhangi bir hayat belirtisi göstermiyordu.
İkisini öldürdükten sonra yayı bırakmak yerine ordunun içerisindeki rastgele askerlere ateş etmeye başlamıştı. Gözlerini sonunda tam güçleriyle kullanabildiği için kolayca hedef alabiliyordu ve okları tek seferde birkaç askeri indirebiliyordu.
Gemiyi kullansaydı veya aşağıya inseydi daha fazla kişiyi indirebilirdi ancak buna bir gerek duymuyordu. Bu yirmi bin kişi Simon ve Semia’nın öldürme niyetlerini tam olarak kullanabilmeleri içindi. Yayı kullanarak öldürdüğü kişiler yalnızca zamanını geçirmek içindi.
Ne kadar hızlı öldürseler de bu biraz sürecekti.
--
Taida Krallığının başkentinde, sarı kıyafetlere bürünmüş olan Jessica Kraliyet Sarayının içerisinde bir süre dolaştıktan sonra Thomas’ın çalışma odasının bulunduğu yere varmıştı. Thomas zamanının büyük bir kısmını burada harcadığından onu arayan kişiler genelde buraya geliyorlardı.
“Gel.”
Kapıyı birkaç kez tıklattıktan sonra Thomas’ın sesi içeriden gelmiş ve Jessica da içeriye girmişti. Gözlerini masasının önünde oturan Thomas’a çeviren Jessica hafifçe eğildikten sonra konuşmuştu.
“Efendim, Betan Şehrinin Lordu Kont Paul’den haberler var.”
“Oh, söyle bakalım.”
Thomas elindeki kitabı bırakırken Jessica’nın sözlerini dinlemeye başlamıştı. O anda Paul’e oldukça borçlu sayılırdı ve onun sözleri oldukça önemliydi.
Thomas’ın beklenti dolu gözlerini gören Jessica hafifçe iç çektikten sonra konuşmaya başlamıştı.
“Kont Paul… Ayrılacağını ve yolculuğuna devam edeceğini söyledi. Bu şeyi size vermemi ve sizin de gizli bir şekilde açmanızı söyledi.”
Jessica’nın sözleri bitirdiğinde Thomas’ın yüzü solsa da onun boyutundan çıkardığı tahta kutuyu yine de almıştı. Jessica bir kez daha eğilip odadan ayrılırken Thomas kutuyu masaya koymuş ve başını yanlarını ovmaya başlamıştı.
Betan Şehri o anda en büyük desteklerinden birisiydi ve oradan gelen yardım olmadan taht konusunda yarışması imkansızdı. Abisi bir süre önce kuzeyli tüccarlarla anlaşma yapmaya gitmişti ve geri geldiğinde iyi bir anlaşma yapmış olursa Thomas’ın önemi bir kez daha düşecekti.
Paul’ün neden bu kadar erken ayrıldığını bilmeyen Thomas masadaki kutunun üzerine baktı. Bu kutu Paul’ün ayrılmadan önce bıraktığı son şeydi ve belki de ona bıraktığı son yardım veya bir öneri olabilirdi. Böyle bir şey o anda oldukça işine yarardı.
Derin bir nefes alıp kutuya yaklaşan Thomas kutunun kapağını tek seferde kaldırdı. İçinde olan şeyi gördüğünde ise önce ürkmüş, sonra şaşırmış ve sonrasında sertçe kahkaha atmaya başlamıştı.
“Hahaha… Bu benim suçum değil, değil mi? Kıdemliyi kızdıran sendin büyük kardeş. Eh, aptallığın sayesinde tahta doğru direkt bir yol kazandım! Hahaha…”
Onun kahkahası yankılanırken yakınlarda bir hizmetçinin olmaması iyi bir durumdu. Yoksa kral o anda neler olduğunu anlayabilir ve Thomas’ı cezalandırabilirdi.
Tahta kutunun içerisindeki şey, İlk Prens Aaron’un koparılmış başıydı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..