“Seni-”
Karanlık Grubundan Paul dışında kalan son genç hızla geri çekilse de Paul’ün elindeki beyaz ışın alevlerinden oluşmuş Alev Bombası ona ulaşmış ve tüm vücudunu yakarak hayatını yitirmesine neden olmuştu. Aynı anda Paul’ün ruh gücü ileriye yoğunlaşmış ve gencin evren yüzüğünü alıp ona çekmişti.
Boyutunu açıp bu yüzüğü de ona koyan Paul sonrasında etrafına bakınmıştı. Aleena hâlâ dağa çıkmaya başlamamıştı ve onu öldürmeyi zaten düşünmüyordu. Bu nedenle gözlerini dağın üst kısımlarına çevirdi ve hem manasını hem de yasa enerjisini kullanarak uçmaya başladı. Kanatlarını kullanmadan ulaşabileceği en yüksek hızla gidiyordu.
O anda ellerinde Barış Manasını kullanarak oluşturduğu kılıçlar belirmişti. Bu kılıçlar herhangi bir enerjiyle sarılmasalar da savaş gücünü artıracaklardı.
Kılıç enerjisini salmaması gerekiyordu. Zıtlık Yasaları enerjiyi kullandığında kendini oldukça fazla yormasına neden oluyordu. Bu nedenle kılıçları tek başına kullanması gerekecekti. En azından manayla oluşturduğu bu kılıçlar üst seviye büyülü kılıçlar sayılırlardı.
Dağda yükselirken dağın da birkaç kısma ayrıldığını anlayabilmişti. Baskı yükseldikçe artsa da dikkatini bozacak ve yaralanmasını sağlayacak tek şey bu baskı değildi.
Bazı bölgeler kalbindeki şeytanları tetikleyip özgüvenini sarsmaya çalışmışlardı. Bazı bölgeler çekirdeğini parçalayıp onu sakat bırakmaya çalışmışlardı. Bazı bölgeler onu hazineler ve güzelliklerle cezbedip hapsetmeye çalışmışlardı.
Paul’ün kalbinde özgüvenini sarsabilecek bir şeytan yoktu. Ailesinin ölümü o anda en büyük zayıflığı olsa da intikam arzusu oluşan şeytanlardan çok ama çok daha güçlüydü.
Habis Tanrı çekirdeği parçalanamazdı ve hazineler ile güzelliklerin çekiciliğine kapılmayan bir kişiliği vardı. Bu dağı aşma konusunda birçok avantaja sahipti.
Bir gün boyunca kesintisiz bir şekilde uçtuktan sonra sarı gözlü kız ile arasındaki mesafeyi yarıya indirdiğini gören Paul rahatladı. Kızın hızı kendisininkinden düşüktü ve arada mola vermesi gerekiyordu. Bu nedenle hızı kendisininkiyle yarışamazdı. Yarım gün kadar zaman geçtikten sonra ona yetişebilmesi gerekiyordu.
O sırada sarı gözlü kız ilk girdiği andan çok daha farklı bir durumdaydı. Yüzünün yarısını gizleyen peçe düşmüştü ve oldukça güzel olan yüzü belirginleşmişti. Ancak teni fazla beyazdı ve ağzının bir kenarından kan akıyordu.
Paul’ün aksine kız bu dağa tırmanırken birçok kez hasar almış ve en sonunda gelişimini saklamayı bile bırakmıştı. Aziz seviyesinin zirvesindeki bir İlah Gelişimcisi olsa da bu dağ ona epey hasar verebiliyordu.
Daha önceden Pura Kıtasında birçok ölümcül yerin bulunduğunu biliyordu. Tetra Mana Dağı ve Ölümün Üç Basamağı bunların arasında ünlü olanlar sayılırdı ve o bölgelere gitmeyi bırak yaklaşmak isteyen kişiler bile yok sayılırlardı.
İlk başta Dünya Ayıran Nehri geçip bu kıtaya geldiğinde bu bölgelere gitmek istemişti. Ancak karşısındaki yapay olarak hazırlanmış ve asıl gücünü taşımayan bu sahte Tetra Mana Dağı bile onu bu kadar zorladığından gitse bile bir şansının olmayacağını biliyordu. Aslında, ilk olarak bu yere katıldığı için şükür duyuyordu.
Kanatlarına bakan kız gözlerini kapatıp kanını incelediğinde bir veya iki gün daha dayanabileceğini anlamıştı. Bu süreden sonra kanatlarını ve kan soyunu bir süre boyunca kullanamayacaktı. Ancak bu bölgedeki hazinelerden birisini kazanabilirse buna kesinlikle değerdi.
O sırada yavaşça ayaklandı ve dağın alt kısımlarına doğru baktı. Orada, hızla yukarıya doğru yükselen altın-beyaz kıyafetlere bürünmüş bir figür çoktan görüş alanına girmişti. Aslında, o anda olduğu pozisyondayken anında aşağı inip ona saldırmamak için kendisini zor tutuyordu.
Olduğu yerden Paul’ü görebilse de kanı herhangi bir şekilde korku belirtisi göstermiyordu. O anda onu kolayca öldürebileceğini düşünüyordu ve ilk seferde yaşadığı korku hissi iyice utanç verici bir deneyim olmaya başlamıştı. Ancak o anda zamanının değerli olduğunun farkındaydı.
Bakışlarını bir kez daha sahte dağın tepesine çeviren kız hızla yukarıya doğru uçmaya başladı. Beyaz kanatlarını son hızıyla çırpıyor, bir yandan da arkasından yaklaşan Paul’ün ilerleyişini takip ediyordu. Onun kendisinden hızlı olduğunu fark etmişti ve dağın alt kısmında söylediği sözleri de hatırlıyordu.
O kendisine yetiştiğinde ne olursa olsun dövüşeceklerinden emindi.
--
Kız ve Paul git gide yükseğe ilerlerlerken dağın en alt katındaki Aleena en onunda vücudunu hazineler ve tılsımlarla donatmayı bitirmişti. Normalde giydiği zırh yeşil renkli olsa da o anda üzerindeki onlarca parlayan tılsım yüzünden rengi hiç belli olmuyordu.
Aleena derin bir nefes aldıktan sonra birden gözleri sonuna kadar açıldı ve kalp atışı hızlandı. Anında, bilincini kaybetti ve yavaşça yere yığıldı. Vücudu tok bir sesle zemine düştükten birkaç dakika sonra ise yavaşça yerden kalkmıştı.
Zırhı ve dolayısıyla taktığı tılsımları tek seferde çıkaran Aleena o sırada kahverengiye dönmüş gözlerini dağın zirvesine çevirmişti. Kısa siyah saçları yavaş yavaş koyu kahverengi bir renge bürünürken etrafına yaydığı hava da tamamen değişmişti.
Önceden Aleena etrafına ürkek ve korkak bir insanın yaydığı türden bir hava yayıyordu ve bu onun birçok kişi tarafından zorbalığa uğramasına yol açıyordu. Ancak o anda yaydığı hava sakin ve bilge bir kişinin yayacağı türdendi. Yüzünde nezâket ve biraz da endişe vardı.
Ellerinden birini kulağına yaklaştırıp bir süre etrafı dinledikten sonra kaşları daha da çatıldı ve yüzündeki endişe daha da ciddileşti.
“Ne kadar garip… İmparator ve Hain burada buluşuyorlar. Hain güçlü ve büyük bir aileye sahip. İmparator ise zayıf değil ancak yalnız.”
Bir süre mırıldandıktan sonra başını iki yana salladı.
“Ama İmparator kaybetmeyecek. Hiç kaybetmedi. Bu onun kaderinde hiçbir zaman var olmadı. Evet. Buraya gelmesinin nedeni Hain ile kaderinin çakışmasıydı. Kendi soyundan gelenlerin intikamını almak içindi.”
İki elini göğsünde birleştiren ‘Aleena’ gözlerini kaparken mırıldanmaya devam etti.
“Yüce olanlardan umarım ki, İmparator toprağa ve çocuklarına zarar vermez. Yüce olanlardan umarım ki, İmparator’un gazabı dünyayı sarmaz. Yüce olanlardan umarım ki…”
‘Aleena’ kahverengi gözlerini açmış ve bir kez daha dağın üst kısımlarına dikmişti.
“…İmparator her zaman göklere ve göklerin ötesine doğru gururla uçmaya devam eder.”
Duasını bitiren Aleena sonrasında yavaş bir tempoyla dağa tırmanmaya başlamıştı. Uçmuyordu. Tırmanıyordu. Ancak elini her uzattığında toprak şekil değiştiriyor ve onun tutması için bir tutacak oluyordu. Her adım attığında, onun basması için bir basamak oluşuyordu.
--
Yarım gün, yalnızca yarım gün içerisinde genç adamın ona yetiştiğini gören sarı gözlü genç kız hemen arkasında havada duran Paul’e bakıyordu. Beyaz kanatları yavaş yavaş çırpılmaya devam ederlerken genç kız o anda gerçekten şaşkındı.
O anda dağın üst kısımlarında sayılırdı ve üzerindeki baskı normal bir seviyede değildi. Bu seviyede tam gücünü gösterebileceğinden emin değildi. Ancak karşısındaki genç adam oldukça rahat duruyordu. Ellerindeki bir çift beyaz kılıcı kavrarken o garip beyaz maskenin arkasındaki gözleriyle kendisini incelediğini hissedebiliyordu.
Elini ileriye uzatıp havayı kavrayan genç kız evren yüzüğünden gümüş renkli bir büyülü kılıç çıkarırken bir yandan da tüm gücünü kullanmaya başlamıştı. Rakibine karşı kendisini tutmayacaktı. Hayır, tutamazdı.
Özel yeteneğiyle aktifleştirdiği kanı o anda korkudan eskisinden çok daha hızlı akmaya başlamıştı. Bu ona daha fazla güç veriyordu ancak kanından gelen arzuyu hissedebiliyordu.
Kaç. Kaçabildiğin kadar uzağa kaç ve asla geri dönme.
Kanının bu kadar güçlü akmasının tek sebebi önündeki rakipten kaçıp kurtulabilmesi içindi. Savaş gücünün artması için değildi.
Ancak kaçamayacağını da biliyordu. İlk olarak, test bitene kadar kaçabileceği bir yer yoktu. İkinci neden ise kaçarsa kalbinde bir şeytanın oluşacağını bilmesiydi. Eğer kalbinde bir şeytan oluşursa aileye geri dönse bile kolay kolay elit kısımlara dönemezdi.
“Anna Guren.”
Yalnızca adını bir kez söyledikten sonra saf beyaz renkteki kılıç enerjisini saldı. O anda, beyaz kanatları ve güzel yüzü ile birlikte cennetlerden inmiş bir meleğe benziyordu.
“…”
Paul bir süre bekledikten sonra onunla aynı yüksekliğe yükseldi ve kılıçlarından birisini ona doğru uzatırken üzerindeki Barış Manası ile Katliam Manasını değiştirdi. Vücudunu saran altın-beyaz kıyafetler kızıl-siyah renge bürünürlerken yüzündeki maske bir anlığına dağılmış ve asıl maskesi yerine gelmişti. Elindeki beyaz kılıçlar hâlâ duruyorlardı.
“Paul Veussia.”
Asıl ismini bir kez söyledikten sonra başka bir şey demeden kıza doğru saldırdı. Aynı anda, kız da ona doğru atılmıştı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..