Parlak sarı renkli güneş gökyüzüne yükselirken devasa çölün kumlarının sıcaklığı iyice artıyordu. Hava boğucu bir hâle geliyordu ve açıkta kalan suyun bile birkaç dakika içinde buharlaşması mümkündü.
O anda, turuncu renkli kumların üzerinde siyah kıyafetlerinin içerisindeki Paul yürüyordu. Bu sıcak onu pek etkilemese de etrafına Mutlak Sıfır Noktasını yaymıştı. Mananın oldukça kaotik olduğu bu ortamda onun büyüsü etraftaki canavarları korkutmaya yeterliydi.
Aslında Mutlak Sıfır Noktasını kullanmasının asıl nedeni o zaman kadar karşılaştığı canavarlardı. Karşılaştığı canavarları yenmesi elbette kolay olmuştu ancak sıkıntı bu değildi.
Kaos Çölündeki canavarlar mana çekemediklerinden büyüsel olarak gelişemiyorlardı. Bu da küçük canavarların ölümüyle sonuçlanmıştı. Kalan canavarların çoğu anormal boyutlara sahiplerdi. O ana kadar 15 metre büyüklüğünde bir kurt ile bile karşılaşmıştı.
Öldürmek zor değildi ancak arkasını temizlemek zordu. Bir kez öldürdüğünde kurdun cesedinden fazla kan akıyordu ve bu kan daha fazla canavarı çekecekti. Bu nedenle büyüsünü kullanarak etrafındakileri korkutması daha iyi bir seçenekti.
Kumların üzerinde yürürken bir yandan da ruhsal gücüyle yakınındaki her şeyi tarıyordu. Çölün içinde yönünü bulmak normalden de zordu. O ana kadar epey zorluk çekmişti.
Moralini en çok bozan şey ise o ana kadar yüksek herhangi bir yer görmemiş olmasıydı. Bir dağı geç, herhangi yüksek bir kaya bile görmemişti. Gördüğü tek şey oldukça geniş bir alana yayılan turuncu kumlardı.
“Oh?”
O sırada, maskesinin ardındaki gözleri ufukta beliren duvarları görebilmişti. Görünüşe göre ileride bir şehir bulunuyordu.
Derin bir nefes alan Paul yere sertçe basmış ve Haies’in Adımlarını kullanarak ileriye doğru atılmıştı. Ayaklarına toplanmış olan rüzgar manası hızını iyice artırırken şehirle arasındaki mesafe hızla kapanıyordu.
--
Şehrin kapısını koruyan iki asker o anda birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Kapıya yaklaşan herhangi bir araba görünmüyordu ve çölde tek başına dolaşan kişiler fazla sayılmazdı. Bu nedenle ikili işlerini rahatça yapabiliyorlardı.
“Hı!”
“Ah!”
Bir anda ikisinin vücudunu da soğuk bir his sardığında ikisi de kılıçlarına davranmış ve etraflarını incelemişlerdi. Ancak o soğuk his geldiği gibi gitmiş ve ikisinin de şaşırmalarına neden olmuştu.
“Neydi lan o öyle?”
İkisi de aynı düşüncelere sahip olsalar da en sonunda kılıçlarını kınlarına geri sokup yeniden oldukları yerde durmaya başlamışlardı. Konuşmaya devam ediyorlardı ancak bu sefer şakalaşma havası yoktu ve daha ciddilerdi.
Aynı anda, şehrin içindeki karanlık bir ara sokakta vücudunu karanlık sis formundan somut haline geri geçiren Paul maskesinin altından hafifçe gülümsedi. Bu ışığın altında karanlık formuna geçmek onu biraz belirgin yapsa da iki asker o kadar dalgınlardı ki onu fark bile etmemişlerdi.
“Şimdi bir harita bulmam lazım.”
Buraya gelmesinin asıl amacı sonuçta Alev Yıldızının enerjisiydi. Eğer yeterince yüksek bir bölge varsa bu bölgenin bir haritaya kaydedilmiş olması gerekiyordu.
Paul bir haritayı nasıl bulacağından pek emin değildi. Çöl gibi yerlerde harita çıkarmak normal yerlerden daha zordu. Özellikle Kaos Çölü gibi büyük ve genel olarak düz yerlerde bu daha da zordu. Uzmanların azlığı da hesaba katıldığında yalnızca yüksek seviyeli kişilerin düzgün bir haritaya sahip olabileceğini biliyordu.
Kıyafetlerinin aşırı dikkat çekeceğinin farkında olan Paul vücudunu bir kez daha karanlık formuna geçirdikten sonra şehrin ara sokaklarında ilerlemeye devam etti. O ana kadar gördüklerine göre tüm şehirde büyük sayılabilecek yalnızca iki yer vardı.
Bunlardan ilki şehrin içinde bulunan askeriye binasıydı. Bu binada yeni askerlerin eğitildiğini antrenman alanındaki gölgelerden izleyebilmişti. Aynı zamanda yeni eğitilen askerleri izleyen yüksek seviyeliler de vardı. Askerlerin çoğunluğu normal insanlardı ve savaşçılıkta eğitilenler elitler sayılıyorlardı.
İkinci büyük yer ise karanlık formunda kolayca giremeyeceği bir yerdi. Şehrin merkezinde yer alan bu büyükçe saray o kadar heybetli ve süslü olmasa da şehirdeki diğer binalarla kıyaslandığında kesinlikle ayrı bir seviyedeydi.
Paul saraya kolayca dalıp haritayı alabileceğini biliyordu. Ama bu fazla ilgi çekecekti ve sarayda bir haritanın olup olmadığından emin bile değildi. Bu nedenle bir süre olduğu gölgenin içerisinden sarayı izledi. Bir süre sonra, istediği fırsat ayağına gelmişti.
Hızla saraya ilerleyen bir at arabasının altında oluşan gölgeye sığınan Paul at arabasıyla birlikte saraya ilerlemişti. At arabasının altına girerken onu birisi görmüş olabilirdi ancak bu bir saniyeden kısa bir zaman almıştı ve kolayca bir göz yanılması sayılabilirdi.
Sarayın sınırlarına giren Paul bulduğu en yakın gölgeye sığınıp ilerlemeye devam etmişti. Bir kez sarayın içine girdikten sonra zaten etrafı dolaşması o kadar sıkıntılı olmamıştı.
Sarayın iç kısmı genellikle gölgeliydi ve hizmetçiler sürekli olarak sarayı dolaşıyorlardı. Hizmetçilerden birinin gölgesiyle birlikte ilerlediğinde fark edilmiyordu ve sarayı kolayca dolaşabiliyordu.
Bulunduğu yer yalnızca bir saray değildi. Bu yer bir Kraliyet Sarayıydı. Hizmetçilerin konuşmalarında birçok kez ‘Yüce Kral’ sözleri geçiyordu ve aralarında bu Kral’ın istediklerini yerine getirmek için koşuşturanlar vardı.
Bir süre daha saraydaki konuşmaları dinleyen Paul en sonunda istediği haritayı bulmak için Kral’a sormanın en hızlı yol olacağını anlamıştı. Eğer ona sormaz ve kendisi araştırırsa saraydaki kitaplıkların içindeki kitapları teker teker araştırması gerekecekti.
Kral’a çay götürdüğünü söyleyen bir hizmetçinin gölgesine giren Paul onunla birlikte bir süre ilerlemişti. En sonunda hizmetçi üzerinde oymalar olan bir kapıya yaklaşmış ve iki kez tıklatmıştı.
“Gir.”
İçeriden gür bir ses geldiğinde hizmetçi kapıyı açmış ve gölgesindeki Paul ile birlikte içeriye girmişti. Aynı anda Paul Kral’ı görebilmişti.
Kral orta yaşlı görünüyordu. Kısa siyah saçlara ve siyah sakallara sahipti. Mavi gözleri vardı ve yapılı bir vücuda sahipti. O anda masasının yanındaki kırmızı deriyle kaplı koltuğunda bir kitap okuyordu.
Paul ondan yayılan Büyük Usta dereceli aurayı hissedebiliyordu. Bu Kral Yüksek aşama Büyük Usta Seviyeli bir savaşçıydı. Kaos Çölündeki uzmanların azlığı göz önüne alındığında bu seviye oldukça yüksek sayılırdı.
“Kralım, çayınız.”
“Mm.”
Kral hizmetçiyi başıyla hafifçe onaylarken hizmetçi çay fincanını masaya bırakmış ve bir kez daha eğildikten sonra odadan ayrılmıştı. Aynı anda, odanın köşesindeki kitaplığın ufak gölgesinde Paul yavaşça somut bir forma geçmiş ve anında kıyafetlerini oluşturmuştu.
Kral onu fark etmişe benzemiyordu. Paul buna karşılık hafifçe gülümsedi ve ileriye doğru sertçe bir adım attı. Aurası etrafa salınmasa da o anda ruh gücü yayılmıştı ve bu ayrı bir baskının oluşmasına neden oluyordu.
Aynı anda başını hızla kaldırıp karşısından ona doğru yaklaşan siyahlar içindeki Paul’ü gören Kral ayaklanmış ve belindeki kılıcını çekmişti. Korumaları çağırmasına gerek yoktu. Eğer kendisinin karşı koyamayacağı bir rakiple karşı karşıyaysa korumalar da bir işe yaramazlardı.
“Haha… Bu kadar sert olma. Seni öldürmek için burada değilim.”
Paul hafifçe gülerek konuştuktan sonra elini uzattı ve aşağıya doğru işaret etti. Aynı anda Kralın elindeki kılıç kontrolden çıkmış ve hızla aşağıya, odanın tabanına saplanmıştı. Yerde kırık oluşturan bu kılıç normal insanlar için ağır sayılırdı.
O anda rakibinin ruh gücü konusunda anormal bir seviyede olduğunu anlayan Kral terlemeye başlamıştı. Eğer böyle bir figür onu öldürmek isteseydi çoktan ölmüş olacağını biliyordu. Bu nedenle olduğu yere oturdu ve derin nefesler almaya başladı.
Kralın kendisine geldiğini gören Paul başını salladıktan sonra ilerlemiş ve masanın diğer tarafında bir anlığına durmuştu. Sonrasında, elini yavaşça yukarıya kaldırmış ve taş zeminden koyu kahverengi bir sandalyenin ortaya çıkmasını sağlamıştı.
Kralın şaşkın bakışlarının altında sandalye değişmeye başlamış ve birkaç saniye içinde tahtadan bir sandalyeye dönüşmüştü. Paul bu sandalyeye otururken Kral sertçe yutkunmuştu. O anda karşısındaki kişi hakkında birkaç fikri vardı.
“Kral Valos, buraya seni öldürmek için gelmedim. Senden bir isteğim var. Ama elbette bu isteği karşılıksız bırakmayacağım. Bana üç şey sorabilirsin. Hepsini cevaplayacağım.”
Paul’ün bilgisi o kadar engin olmasa da Valos isimli bu Kral’dan daha fazlaydı. Daha önceki konuşmalardan ve Kral’ın okuma alışkanlığından onun bilgiye aç olduğunu anlayan Paul karşılığı direkt olarak böyle verecekti.
Valos isimli Kral bir süre düşündükten sonra başını salladı. Paul’ün ondan herhangi bir şeyi istediği gibi alabileceğini biliyordu. Üç soru sorma şansı oldukça yeterliydi.
“O zaman, Kıdemli, adınız nedir?”
“Hm?”
Valos’un kendisi hakkında bir soru sormasını beklemeyen Paul şaşırsa da sonrasında cevapladı.
“Bana Kara Büyücü diyebilirsin. Bu lakap benim adım oldu.”
Valos başını bir kez salladıktan sonra derince bir nefes aldı.
“Kıdemli Kara Büyücü, siz… çölün dışından geliyorsunuz, değil mi?”
Paul başını yavaşça salladı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..