573.Bölüm – Kader, Kabuslara Karşı
46.Küçük Cennet’te, o anda tamamen sessizlik hakimdi. Yanında getirdiği birlikler ile havada süzülen Amelia kendisinden o kadar uzak sayılmayacak yıkıntıların arasında oturan kadına bakarken derin bir nefes almıştı. Mor kıyafetlerin içinde olan Kader Tanrıçası Konsey’deki en güçlü figürlerden birisi olmasa da kesinlikle en güzellerinden birisiydi.
“Geleceğini biliyordum, İllüzyonlar Prensesi. Bu yüzden herkesi buradan gönderdim ve tüm materyalleri de kendileriyle almalarını söyledim. Burada boş topraktan başka bir şey bulamayacaksın.” Kader Tanrıçası bunu söylerken yavaşça ayağa kalkmış ve yıkıntıların arasından çıkıp gökyüzüne yükselmişti. Karşısında Cehennem Birlikleri binlere ulaşan bir sayıyla süzülse de yüzündeki ifade oldukça sakindi.
“Herkesi göndermene rağmen senin burada kalman anlamsız değil mi, Kader Tanrıçası?” Amelia konuşurken elleri belinin iki yanına asılı olan kılıçların kabzalarına gitmişti. Kılıçlar yavaşça kınlarından çekilirlerken çıkan metalik ses Amelia’nın arkasındaki birlikleri hafifçe titretmişti.
“Onların hayatlarını korumak istemem bu yeri sizlere kolayca vereceğim anlamına gelmiyor. Cennetler bizim topraklarımız, İllüzyonlar Prensesi.” Kader Tanrıçası konuşurken vücudunun çevresinde onlarca farklı renkte ışık huzmeleri belirmişti. Bu ışık huzmeleri, Amelia’nın gözlerinde ufak iplikler halinde etrafa yayılıyorlardı ama Kader Tanrıçası’ndan 2 metre sonrasında sönükleşip 3 metrede tamamen yok oluyorlardı.
“Kader iplikleri.” Amelia bu ipliklere bakarken askerlerinin de duyabileceği bir sesle mırıldanmıştı ama askerler yalnızca Kader Tanrıçasını saran ışıkları görebiliyorlardı. Bu iplikler yalnızca Kader Tanrıçası ve Amelia tarafından görülebiliyorlardı.
“Onları görebileceğini biliyordum. Alacakaranlık Asillerinden biri olduğunu öğrendiğimden beri senin hakkında meraklıydım.” Kader Tanrıçası etrafındaki ipliklerin bazılarına dokunurken güzel yüzü hafifçe buruşmuştu.
“Kader iplikleri bunu göstermese de yine de sana karşı en iyi düşmanın ben olacağımı söyledim. Seninle karşılaşmak için yalan söylemek zorunda kaldım ama pişman değilim. Çünkü Baş Tanrı’nın bunu anladığını biliyorum.”
Kader Tanrıçası’nın siyah gözleri Amelia’nın üzerine düştüğünde Amelia’yı takip eden 10 elit asker, Uykusuzlar, bir anda öne çıkmışlardı. Normalde sürekli duygusuz bir yüz ile dolaşan Uykusuzların gözlerinde o anda şaşkınlık ve öfke belirmişti.
Ve bu duyguların geçtiği kısa bir sürenin ardından sınırsız bir öldürme niyeti onlardan dışarıya fışkırmıştı. Kader Tanrıçası ise bu dondurucu öldürme niyetini hissetmiyormuşçasına gözlerini Amelia’ya dikmeye devam ediyordu.
“Sen… bir Kutsaldoğan değilsin.” Amelia Kader Tanrıçasının gözlerine bakarken mırıldanmıştı. Kader Tanrıçası ile göz göze geldiğinde istemsizce kılıçlarının kabzalarını daha sıkı kavramıştı ve kan soyunun kükrediğini hissetmişti. Normal bir kutsaldoğanla karşılaştığında böyle bir tepki almıyordu.
“Akıllı kız.” Kader Tanrıçası konuştuktan hemen sonra iki elini de havaya kaldırmıştı. O bunu yaptığı anda birden yeryüzü sallanmış, gökyüzü kararmaya başlamıştı. Siyah renk maviyi yutarak gündüzü geceye çevirirken güneşin alevleri sönmüş ve parlak beyaz ay şimdi kararmış olan gökyüzünü süslemişti.
“Leydim, bu kadın bir Zifirikaranlık Asili.” Uykusuzlardan birisinin sesi kulağına ulaştığında Amelia o Uykusuza anlamadığını belirten bir bakış atmıştı. Uykusuz ise beklemeden konuşmaya devam etmişti.
“Her ırk bir karşıt ile yaratılmıştır efendim. İnsanlar ve Canavarlar, Kutsaldoğanlar ve Şeytanlar, Ankalar ve Ejderhalar… Aynı şekilde, türler de genelde karşıtlardır. Alacakaranlık Asilleri ve Zifirikaranlık Asilleri de böyledir.”
“Zifirikaranlık Asilleri kaderi okurlar ve geleceği çoğunlukla bildikleri için kendilerini yalnızca gerçek olana adarlar. Alacakaranlık asilleri ise sahte gerçekler olan illüzyonlara odaklandıkları için iki tür doğuştan düşmanlar olarak bilinirler.”
Uykusuz sözlerini bitirdiğinde Amelia başını kaldırıp o anda gökyüzünde kendisinden çok daha yüksekte uçan Kader Tanrıçasına bir bakış atmıştı. O anda, Kader Tanrıçası ellerini çoktan yeniden indirmişti ve olduğu yerde sessizce bekliyordu. Hafif bir yel ile mor elbisesi ve uzun siyah saçları hafifçe dalgalanmıştı ama siyah gözleri bir an bile hareket etmeden Amelia’nın üzerindeydi. Etrafındaki kader iplikleri aşırı derecede göz alıcı bir şekilde parlıyorlardı.
“İlginç. Bu his gerçekten ilginç.”
Amelia kan soyu uyandıktan sonra Paul’ün gelişiminden daha farklı bir yol alsa da ustasına benzeyen bir yönü vardı. Ve bu yön 100 Yıl Tılsımı kullanıldıktan sonra özellikle daha da benzer olmuştu. Amelia ilginç olarak gördüğü veya düşündüğü bir şeyi bulduğunda bunun hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyordu. Amelia Paul kadar vahşi olmasa da onun kadar meraklıydı.
Swoosh! Tek bir fırlayışta Amelia birden Kader Tanrıçasının hizasına kadar uçmuş ve yüzünde bir gülümseme ile onunla karşılaşmıştı. Çift kılıçlarını saldırı pozisyonuna geçirirken etrafında altı siyah kukla belirmişti. Bu kuklaların her birinin içlerinde aynı bir enerji kaynağının sürekli olarak enerji yaydığı hissedilebiliyordu ve bu enerji zaten gözle de görülebiliyordu.
Altı elementi temsil eden renklerden oluşan kırık zincirli prangalar kuklaların el ve ayak bileklerinde görülüyorlardı. Aynı zamanda kuklaların yüzlerinde de aynı renklerden oluşan ve gözleri temsil eden birer çift çizgi vardı.
“Kukla sanatı ve illüzyonlar, sahte kişiler ve sahte gerçeklikler. Türünün ününü koruyorsun, İllüzyonlar Prensesi.” Kader Tanrıçası konuşurken ağzının kenarları hafifçe yükselmiş ve gerçekten göz alıcı bir gülümseme göstermişti.
“Sana gerçekliğin ne olduğunu göstermeme izin ver, sahte varlık.” Kader Tanrıçası kanında akan gücü hissederken konuşmuştu. En son ne zaman böyle hissettiğini bilmiyordu. Kader ipliklerini ve öngörü yeteneğini kazandığından beri her şeyi rasyonel bir şekilde yapıyordu. Düşünmeden savaşmanın onu nasıl heyecanlandırdığını, kanının bu kadar hızlı akışının nasıl bir his verdiğini uzun zaman önce unutmuştu.
“Silahımı uzun zaman önce ortadan kaldırmıştım…” Kader Tanrıçası hafif bir sesle mırıldanırken sol eliyle havayı kavramış ve siyah bir teber elinde belirmişti. İki metrelik bu teberin balta başı ve ucu parlak mor bir renkte olsa da en uca ve baltanın ağzına yaklaştıkça renk daha kırmızımsı görünüyordu.
“O silah…” Amelia Kader Tanrıçası’nın elindeki tebere baktığında gözleri bir anlığına kısılmıştı. Ne olduğunu bilmiyordu ama bu silahtan hissettiği his tanımlayamadığı bir histi. Teber ortaya çıktığı anda içinde kötü bir his doğmuştu ve Kader Tanrıçası’nın gülüşüyle bu his daha da büyümüştü.
“Çığır, Emel.”
Kader Tanrıçası’nın sözleriyle teberin ucu birden titreşmiş ve oldukça tiz bir ses Amelia’nın kulaklarına ulaşmıştı. Ve o anda diğer askerler herhangi bir şey hissetmeseler de Amelia zihninde çınlayan bir zili duymuştu.
“Kaybol!” Rahatsız edici zil sesi başını biraz ağrıtsa da Amelia başka bir şey hissetmemiş ve kuklalarına saldırma emri vermişti. Ancak onun düşüncelerinin aksine, kuklaları hareket etmiyorlardı. Askerleri, kendisi, Kader Tanrıçası veya havanın kendisi bile hareket etmiyordu. Her şey tüm hareketini durdurmuştu ve Amelia’nın zihnindeki zil sesi gitgide daha gürültülü oluyordu.
“Aaah… Kah.. Ha…” Bir saniyeden daha kısa sürmüş gibi görünen ama Amelia’nın saatler gibi hissettiği bu an bittiğinde Amelia bir anlığına düşmeye başlamış ve en sonunda yeniden süzülmeyi başardığında ise kan kusmaya başlamıştı. Dışarıdan herhangi bir yara görünmüyordu ancak Amelia’nın gözleri belirgin bir şekilde titriyordu.
“Leydim!” Uykusuzlar anında onu korumak için önüne atıldıklarında Kader Tanrıçası da onların önünde belirmişti. İki eliyle tuttuğu teberi hızlı bir şekilde savuran Kader Tanrıçası’nın gözlerinde bir anlığına mor renkli bir ışık parlamıştı.
Teber hızla hareket edip on uykusuzun vücudunu tek seferde ortadan ikiye böldüğünde Kader Tanrıçası havayı tekmelemiş ve direkt olarak Amelia’ya doğru atılmıştı. Ama tam teberin ucunu Amelia’ya saplayacağı anda birden geri çekilmişti.
Etrafındaki kader ipliklerinde, onun hayatını gösteren iplik Amelia’ya yaklaştığı anda incelmişti. Ve bunun nedenini bilmese de Amelia’nın bir şey yaptığını biliyordu.
“Beni sahte diye çağırdın ve bana gerçekliğin ne olduğunu göstereceğini söyledin.” Amelia ağzının bir kenarından akan kan damlasını silerken mor gözlerini Kader’e dikmişti. Öldürme niyeti vücudunun her bir hücresinden yayılıyordu ve elleri hafifçe titriyordu.
“O halde bende sana asıl sahteliğin nasıl olduğunu göstereyim, Kader Tanrıçası.” Amelia’dan yayılan bir aurayla birlikte Kader kendi hayat ipliğinin bir kez daha aşırı inceldiğini fark etmişti. Anında saldırmayı ve işi bitirmeyi planlıyordu ama o anda siyah bir dalga vücuduna ulaşmış ve görüş yeteneğini almıştı.
“Kabuslar diyarıma hoş geldin.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..