579.Bölüm – Uzay ve Zaman
Uzay Tanrıçasının Boşluğu, Savaş Alanı.
Bir savaş alanı ne kadar kaotik olursa olsun bazı alanlar diğer yerlerden daha sakin sayılabilirlerdi. Bu yerler tüm askerlere emirlerin verildiği komuta merkezleriydi. Ya gerçek elitlerin ya da zayıf olan kişilerin bulunduğu bu komuta merkezleri aynı zamanda orduyu kontrol eden generallerin bulunduğu yerlerdi.
Savaş alanından bin kilometre uzağa kurulmuş bir komuta merkezinde Zaman Tanrıçası olduğu yerde otururken etrafındaki daha zayıf olan Tanrıların ve Yükselenlerin koşuşturmalarını izliyordu. Ama yüzü soğuk ve umursamaz görünse de o da oldukça ciddiydi.
Savaş başlayalı henüz o kadar süre geçmemişti ama Baş Tanrı’nın oluşturduğu yaşam bağı taşlarından ikisi parçalanmıştı. Bu taşlar bir kişinin hayatta olup olmadığını gösteriyorlardı ve Ölüm Tanrısına ait olanla Kutsal Tanrıçaya ait olanlar çoktan parçalanmıştı…
Ölüm Tanrısının kimin elinde öldüğü belliydi. Kara Büyücü onu tek bir saldırıda öldürmüş ve sonrasında Baş Tanrıyla dövüşmeye başlamıştı. Zaman Tanrıçası onların nerede olduğunu o anda sezemiyordu yani oldukça uzak bir yerde dövüşüyor olmalılardı.
Ama Kutsal Tanrıça anlaşılmıyordu. O koruma gruplarından birisindeydi ve cennete saldıran istila gruplarına giden kişiler tam olarak bilinmese de Kader Tanrıçasının sözlerine göre kendisine karşı durabilecek en iyi düşmanı seçmiş olmalıydı. Yani ölmesi gerçekten diğer Tanrıları biraz ürkütüyordu…
“Ah! G-general! General öldü!” O anda, dışarıdan birden genç bir ses duyulmuş ve Zaman Tanrıçasının yarı açık gözleri birden tamamen açılmıştı. Diğer Tanrılar sesin geldiği yere odaklandıklarında Yükselen seviyesindeki bir askeri görmüşlerdi.
Az önce bağıran bu askerin ayaklarında beyaz bir toz vardı ve Ölümsüz seviyesine ulaşan kişiler bu tozun bir Ölümsüz öldüğünde ortaya çıktığını bilirlerdi. Bu yüzden anında birçok Tanrı o Generalin çadırına girmişti.
Komuta merkezindeki herkes çadırlarda yaşasalar da bu çadırlar elbette normal değillerdi. İçleri uzay formasyonlarıyla büyütülmüştü ve normal bir askeri çadırın içi büyük sayılabilecek bir ev kadarken bu generalin çadırının için devasa bir malikane gibiydi. Yine de, onun tozlarının bulunması uzun sürmemişti.
“Herkes dikkatli olsun! Komuta merkezinde bir düşman belirdi! Tüm bariyerleri etkinleştirin ve kaçmasına izin vermeyin!” Tanrılardan birisi anında kükremiş ve korkan askerler kendilerine gelip bariyerleri aktifleştirmişlerdi. O sırada, Tanrılardan bir diğeri ölen Generalin tozlarını ufak bir cam şişeye koymuştu. Bir uzay gereci olan bu şişe özellikle bu iş için ayrılmıştı…
“Herhangi bir öz enerjisi izi görünmüyor, ama uzay katmanının dalgalandığı bariz. Merkezdeki katmanları mühürleyin, bakalım buraya saldırmaya cüret eden kişi kimmiş.” Zaman Tanrıçası bölgeye iyice baktığında bunları söylemiş ve anında bir başka formasyon devreye girmişti.
Paul’ün Uzay Zaman Mührüne benzer bir etkiye sahip olan bu mühür uzay katmanlarını kilitlemişti ve artık ışınlanma veya benzeri teknikler komuta merkezinin içinde imkansızdı. Aynı zamanda, farklı uzay katmanlarında gizlenen varlıklar da ana katmana geçirilmişlerdi.
Ama yeni bir varlık ortada görünmüyordu…
“Her yeri arayın. Çadırların içleri de dahil. Gelen kişi bu kadar hızlı kaçmış olamaz.” Zaman Tanrıçası emirlerini verdiği anda tüm Tanrılar etrafa dağılmış ve Komuta Merkezini aramaya başlamışlardı. Zaman Tanrıçası da öz enerjisiyle etrafındaki her yeri hissetmeye çalışıyordu.
Eğer giren kişi normal birisi olsaydı onu direkt olarak sezmesi gerekiyordu. Bunu bilen Zaman Tanrıçası birkaç dakika geçtikten sonra bile kimseyi bulamayınca vücudunun çevresinde tedbir olarak bir bariyer oluşturmuştu.
“Ah! B-bir Tanrı öldürüldü!” O anda, bir başka güçlü varlığın öldürüldüğü duyurulmuş ve Zaman Tanrıçası anında gözlerini tozların dağıldığı yere çevirmişti. Orada çoktan birçok kişi toplanmıştı ama yine, herhangi bir düşman görünmüyordu…
“Beni basitçe aklını kullanarak yenebileceğini sanıyorsun…” Zaman Tanrıçası toplanan kalabalığa bakarken gözlerini kısmış ve düşünmüştü. Tek elinde birden basit bir bıçak belirmiş ve bu basit bıçak anında kalabalığın içine fırlamıştı.
“Ah!”
Kalabalık anında bağıran kişiden uzaklaşmış ve neler olduğuna bakmaya başlamışlardı. Zaman Tanrıçasının fırlattığı bıçak ilk general öldüğünde bunu duyuran askerin kalbine saplanmıştı.
“N-neden…” Asker gözlerinde şaşkın bir ifadeyle Zaman Tanrıçasına bakarken boğuk bir sesle konuşmuştu. Diğer askerler ve birkaç Tanrı da Zaman Tanrıçasına bakmış, ama aralarından hiçbiri onu sorgulayacak cesareti kendilerinde bulamamışlardı.
“Ben… ben ne yaptım…” Zaman Tanrıçasının fırlattığı bıçak özel bir enerjiye sahipti ve genç askeri direkt olarak öldürmese de ruhunda iyileştirilemeyecek bir yara bırakmıştı. Bu yara ruhu yavaşça parçalıyor ve genç askere acı çektirirken bir yandan da onun vücudunun solmasına neden oluyordu. Zaman Tanrıçası ise basitçe soğuk gözlerle onu izliyordu.
“Kendini gizleyebileceğini sanıyorsun ama hislerimi yanıltamazsın.” Zaman Tanrıçası askere yaklaşıp bıçağı iyice onun vücuduna ve ruhuna saplarken konuşmaya devam etmişti. “İlk general olduğunda ona yakın olan tek kişi sendin. Elbette, bir şekilde düşman da girmiş olabilirdi ama sen de şüphelendiğim kişiler arasındaydın.”
“Bariyeri çalıştırdıktan sonra herhangi birisi ortaya çıkmadı yani saldıran kişi aramızda saklanıyor olmalıydı. Bu yüzden ikinci bir saldırıyı bekledim. Ve ikinci bir Tanrı öldü, yine ona en yakın kişi senken.”
Zaman Tanrıçasının sözlerinin üzerine kalabalığın genç adama olan bakışları anında değişmişti. Çoğunda öfke ve öldürme niyeti belirginken bazıları genç adama iğrenme ile bakıyordu. Genç adam ise öncekiyle aynıydı. Yüzü soluktu çünkü yavaş yavaş vücudu tozlara dönüşmeye başlamıştı.
“Kara Büyücü’nün özel bir tekniğe sahip birlikleri olduğunu biliyorum. O teknikle istedikleri şeyin şeklini alabiliyorlar, değil mi? Sürpriz saldırılar kullansan bile iki Tanrıyı öldürebilecek güce sahip olduğuna göre düşük seviyeli biri olmamalısın. Tahminimce, Uzay Serserisi Shuan? Neden ölmeden önce kendini tamamen göstermiyorsun?”
Zaman Tanrıçası gülümsemesinden taşan özgüvenle konuşmasını bitirirken etrafında toplanan kişiler genç askere bakmaya devam etmişlerdi. Zaman Tanrıçası konuşmayı bitirdikten sonra genç asker herhangi bir cevap vermemişti. Daha doğrusu, vücudu çoktan yavaş yavaş tozlara döndüğü için cevap verecek enerjisi yoktu. En sonunda, vücudu tamamen tozlara dönüşmüş ve yalnızca ekipmanları kalmıştı.
“Basit bir planla beni tuzağa düşürebileceğini düşünüyor, tsk.” Zaman Tanrıçası aklından bunu geçirirken başını iki yana sallamıştı. “Bariyeri kaldırın. Bir Habis Lord’u öldürdüğümüze göre buraya bir süreliğine bir başkası gelmemeli.”
Onun sözlerinin üzerine birkaç asker anında bariyeri kaldırmak için etrafa fırlamış, daha aç gözlü olan birkaç Tanrı ise ölü askerin tozlarına yaklaşmışlardı. Bu asker Shuan olduğuna göre o zaman üzerinde kendi eşyalarını sakladığı bir ekipmanı taşıyor olmalıydı. Eğer onu taşımıyorsa en azından silahları onunla olmalıydı ve bu bile Tanrıların gözünde gerçekten pahalı bir gereç olabilirdi. Yalnızca bu evrende istediğini yapmak için paraya ihtiyaç duymayan Zaman Tanrıçası onun eşyalarıyla ilgilenmiyordu.
“Garip, üzerinde herhangi bir şey yo-” Toplanan birkaç Tanrıdan biri dağılan tozların arasında kalan ekipmanlara bakarken mırıldanıyordu. Ama o sözlerini bitiremeden önce birden askerin eşyaları arasında zar zor görünen, normalde kemerine astığı ufak bir rozet birden havaya yükselmişti.
“Selamlar ve hoşçakalın!” Rozet birden siyahlar içindeki bir figüre dönüştüğünde Tanrılar bir tepki veremeden önce boyunlarında bir yanma hissi belirmişti. Ardından, başları vücutlarından ayrılmış ve vücutları da hızla tozlara dönüşmüştü. Sesi duyduğu anda bir kez daha o yere dönen Zaman Tanrıçasının gözleri büyümüştü.
“Uzay Serserisi… sen… hayatta mısın?”
“Elbette, ama hakkını vermem lazım manyak kadın. Bir şüphe yüzünden bir askeri direkt olarak öldürme acımasızlığını yapacak kişileri kolay bulamazsın. Gerçekten övülesi!” Shuan biraz alaycı bir tonla konuşuyordu. Zaman Tanrıçasının yaptığı şey Cehennem tarafında gerçekten övülesiydi ama Cennet tarafında onun yıllarca koruduğu itibarını yıkabilecek bir hareketti.
O sırada, uzayı mühürleyen bariyer kalkmıştı. Önceden giden askerler sonunda bariyeri kaldırmayı başarmışlardı ve Shuan bunun yüzünden gülümsediğinde Zaman Tanrıçasının yüzünde panik belirmişti.
“Uzay bariyerler-”
“Çok geç.” Shuan’ın arkasında birden bir kırık oluşmuş ve bu kırık etrafa yayılmıştı. Bu kırığın nereye açıldığı bilinmiyordu ama Zaman Tanrıçasının bildiği bir şey vardı. Bu kırık burada olduğu sürece Shuan’ın kaçacak bir yeri vardı ve daha kötüsü, kırık burada olduğu sürece komuta merkezindeki uzayı mühürleyemezlerdi çünkü formasyon kırığı yamayacak güce sahip değildi…
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..