[Respy Notu]: Selamlar, kendi sözüne uymaya üşenen yazarınız burada. Serinin zaten son kısmında olduğumuz için premiuma bölüm biriktirmeye üşendim. Seriyi bitireyim, sizler de benimle birlikte bitirin. Bu şekilde sonlandıralım. Bundan sonra ne kadar sık atarım bilmiyorum ama gelecek.
593.Bölüm – Sonsuzluk Işını
Katliam Tanrısı ve Luke’un savaşı sırasında...
Uzay Tanrıçasının boşluğunda süzülen devasa uzay gemisi Umut o anda gemiyi koruyan askerler dışında tamamen boş sayılırdı. Generaller direkt olarak savaşa katılmışlardı ve o anda Konsey ve Cehennem’e karşı dövüşüyorlardı. Diğer askerler ise zaten uzun zaman önce Umut’tan ayrılmış ve bu yeni evrendeki dünyalara yerleşmişlerdi.
Ve bu geminin o sırada pek bir önemi var sayılmazdı. Üzerindeki tüm değerli eşyalar Kaptan tarafından diğer dünyalara taşınmıştı. Silahlar ve geri kalan tüm ekipmanlar da alınıp götürülmüşlerdi ve Umut o anda yalnızca çalışmayan eski ekipmanlarına sahipti. Bunun dışında geminin koruma mekanizmaları ve normalde monte edilmiş olan silahları bile sökülüp alınmıştı.
“Hey... onlar-”
Gemiyi koruyan askerlerin sayısı düşüktü ve zaten içeride değerli bir şey kalmadığı için onlar bile oradan ayrılıp gitmek istiyorlardı ama emir aldıkları için korumaya devam ediyorlardı. Bu yüzden geminin ana girişini gören bir asker bir mesafeden yaklaşan grubu görünce kaçmak istemişti ama buna şansı olmamıştı.
Kızıl renkli bir enerji mermisi başına ulaşmış ve temas ettiği anda birden havaya uçup vücudunu boşlukta hızlıca dağılan birçok parçaya ayırmıştı.
“Hedef indirildi. Girebiliriz.”
“Güzel.”
Mesafede, Allen cevabını verdiğinde yanındaki Anna elindeki keskin nişancı tüfeğini sırtına asmış ve Allen ve grubun kalanıyla birlikte uzay gemisine doğru ilerlemeye başlamıştı. O sırada yüzündeki ifade donuktu ve herhangi bir şey hissedilemiyordu. Aynı ifade Allen dışında grubun tüm üyelerinin yüzünde duruyordu.
Allen ise hafifçe sırıtıyordu. Umut’un içine ayak bastığı anda karşılarına iç kısmı koruyan birkaç asker çıkmıştı ama gruptakiler onları çıktıkları anda vurarak indirmişlerdi. Grubu görüp kaçmayı başaran bir asker o anda dövüştükleri için cevaplayamayan generallere yalnızca bir mesaj gönderebiliyordu.
“Asiler Umut’u ele geçiriyorlar.”
Mesaj kısaydı ama anlatması gereken her şeyi anlatıyordu. Hem, mesajı atan asker istese de mesajı devam ettiremezdi çünkü gönderdiği anda üzerine bir gölge düşmüş ve teni solmuştu.
“Anna dışındaki herkes, dağılın ve saklanan fareleri bulun.”
Allen askerin boynunu tutup kaldırdığında asker ona karşı koymaya çalışmış ancak başarılı olamamıştı. Allen’in aşırı güçlendirilmiş vücudu yüzünden boynunu kavrayan eli çelik bir kıskaç gibi hissettiriyordu ve ne kadar çırpınsa da bu elden kurtulamıyordu.
“Ve onları bulduğunuz gibi...”
Allen sözlerini bitirmek yerine elini birden sıkmış ve tok bir kırılma sesi gruptaki diğer asilerin kulaklarına ulaşmıştı. Allen boynu kırılmış olan adamı yana atarken Anna dışındaki asiler çoktan Umut’un içine diğer askerleri bulmak için dağılmışlardı.
“Benimle gel, Anna. Gitmemiz gereken bir yer var.”
Anna Allen’in sözlerine bir cevap vermek yerine onu sessizce takip etmeye karar vermişti. Genelde Allen’le uğraşırken yapılması gereken şey buydu çünkü İblisleşmeyi geçirdikten sonra Allen’in ne yapacağı belli olmuyordu ve yalnızca onun dediklerine uymak en iyi seçenekti.
Tamamen boş olan Umut’un içinden bazen yakın bir yerdeki askerlerin ateş sesleri ve asilerin onlara saldırılarının sesleri duyuluyordu. Bazen bir çığlık veya yalvarma da duyulabilirdi. Geminin içinde boğucu bir hava vardı ama Allen bundan rahatsız olmak yerine biraz seviyordu.
Bu yer boş bir alan olsa da onun büyüdüğü yerdi ve eski canlı halini hatırlıyordu. Elbette, bu yeri sevmesinin hali nostalji hissi yüzünden değildi. Değişimi yüzündendi. Eskiden tamamen dolu olan bu yerin şimdiki ıssızlığı Umut’u bir şekilde kendisine benzetmesini sağlıyordu.
“Dikkat! Dikkat! Son derece tehlikeli alana bir varlık girişini yaptı. Dikk-”
Alarm devam edemeden önce Anna belindeki tabancayı çekmiş ve alarmın çınladığı ses sistemini bir mermisiyle havaya uçurmuştu. O sırada Allen Anna’yla birlikte parçaladığı bir kapıdan geçmişti.
İçerisi boş bir odaydı ve zemin ve duvarın üzerinde açılabileceğini belirten bir geçit vardı. Ama bunun dışında birkaç büyük malikanenin sığabileceği bu yerde herhangi bir şey yoktu.
“Normalde bu yerin sürekli olarak askerler tarafından korunması gerekirdi. Şimdi içindeki şeyi çoktan parçalarına ayırmalarına rağmen hâlâ bir alarm var. Bu yerin ne kadar değerli olduğunu biliyor musun, Anna?”
Anna bir cevap vermemişti, çünkü Allen’in her türlü açıklamaya devam edeceğini biliyordu. Ama Allen direkt olarak açıklamaya devam etmek yerine birden yere eğilmiş ve ellerini zemine koymuştu.
“Bu epey enerjimi harcayacak, ama değer.”
Allen bu şekilde düşündükten hemen sonra ağzından tek bir kelime ayrılmıştı.
“Sıfırla.”
Umut birden sarsılmış ve hem içten, hem de dıştan değişmeye başlamıştı. Yalnızca saniyeler içinde önceden sökülmüş olan tüm monte edilmiş silahlar geri dönmüş, kalkanlar yeniden ortaya çıkmışlardı. Bu dışarıdaki diğer askerleri ve hatta içerideki asi ve askerleri bile şoka uğratmıştı.
Ama Allen burada durmamış, tüm vücudunda beliren terleri umursamadan devam etmişti. Sıfırlanma işlemi devam ederken içlerinde oldukları odada en sonunda bir değişim olmuş ve devasa bir silah birden ortaya çıkmıştı.
“Sonunda...”
Allen sallanan terli vücuduyla yalpalayarak bu silahın önündeki kontrol paneline doğru yürürken Anna titreyen gözleriyle normal bir geminin ana silahından onlarca kat daha büyük olan bu raylı silaha bakıyordu.
Çoğu uzay gemisinin raylı silahlarında bir ejderha başı olurdu ve bu yüzden Umut’ta öğrenilen tarih derslerinde bu silahların ‘Ejderha Ağzı’ olarak çağrıldıkları da söylenirdi. Ama bu silah farklıydı.
Bu silahın başı dokuza ayrılıyordu ve her dokuz baş hareket edebiliyordu. Anna bunu Allen’in her ekrana tıklayışında başlardan birinin hareket edişiyle anlıyordu. Her biri normal bir ana toptan kat kat daha büyük olan bu başlar hareket ederken bu devasa silah canlı bir varlığa benziyordu.
“Fazla zamanım yok... şimdi...”
Allen mırıldanırken birden dokuz top da aynı yere dönmüş ve ekrandaki dokuz gösterge de uzak bir mesafede dövüşen iki figürü göstermişti. Vücutları parlayan bu figürler dövüşürlerken ortaya çıkan enerji dalgaları düşmana vurmadığında kilometrelerce ilerlemeye devam ediyordu ve birbirlerinde yara açtıklarında bile bu yaralar hızla iyileşiyorlardı.
Bu iki figür Paul ve Baş Tanrıya aitti!
“Anna, bu şeyin ne olduğunu merak ettiğini biliyorum. Ve benim de bunun ne olduğunu öğrenmem büyük bir şans üzerine oldu.”
Allen silahın ateşleme tuşunun üzerinde elini gezdirirken hafifçe konuşmuştu.
“Sonsuzluk Işını, Umut uzay gemisinin inşa edildiği evrendeki en güçlü silah. Bu silah tek seferde solar sistemleri yok etmek için yapılmıştı ve tek sorunu sahip olduğu gücün yüksekliği yüzünden bir kez ateş edildikten sonra kendi kendine parçalanmış olmasıydı. Hehe... ama benim elimde...”
Anna’nın gözleri tamamen açılmıştı. Bir şey bozulmuş olsa bile canlı olmadığı sürece Allen onun zamanını geriye çevirebilirdi ve bu kalıcı bir çevrilme olmasa da böyle bir silah üzerine kullanıldığında gerçekten işe yarardı.
“Şimdi... bu iki patronu öldürme-”
Allen konuşurken düğmeye basacağı anda birden sesi kesilmiş, gözleri büyümüştü. Çünkü o bir tepki bile veremeden önce arkasından gelen parlak beyaz renkli bir bıçak birden silahın kontrol paneline saplanmıştı.
“Bu-”
“Kötü şans, ama görüşümden kaçamıyorsun.”
Allen’in kulağında onun için yabancı bir ses, Luke’un sesi yankılanmıştı. Aynı anda, Sonsuzluk Işınının dokuz başının yönleri değişmiş ve her biri birden ateşlenmişlerdi.
“Siktir!”
Allen ayağını yere sertçe gömerken vücudundaki enerji çoktan bitmiş olduğu için gözleri kararmış ve bayılmıştı.
...
Mavi bir renge sahip dokuz ışın dokuz farklı yere vurmuştu. Ama yalnızca 6’sı savaşa etki edecek bir hasar vermişti.
Yabancıların üç generali ne olduğunu bile anlamadan ışın tarafından vurulmuş, Eldian ve Orwell’in de Catherine’in elinden ölümüyle birlikte Yabancılar tarafında kalan güçlü sayılabilecek figürler yalnızca Allen ile sınırlanmıştı. Ki, o da bir Asi sayıldığı için o anda Yabancıların arasındaki her güçlü figür yok edilmiş görülebilirdi.
Kalan iki ışın ise iki farklı savaş alanına isabet etmişti. İlk alanda Element Tanrısı ve Sabatha, ikinci alanda ise Hüküm Tanrısı ve Alpras savaşıyorlardı. Bu ışının yüksek gücü altında Tanrısal figürlerin vücutları bile dayanamamış ve hayatlarını kaybetmişlerdi.
Ve son önemli ışın, Luke ve grubunun Katliam Tanrısıyla dövüştüğü yere düşmüştü...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..