Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. O kadar şiddetli ki tedirginlikle ayağımı gazdan çekip, vites küçültüyorum. Arabanın kaportasına çarpan damlaların sesi radyodan yükselen müziğin hafif melodisini bile bastırıyor. Yağmurlu havalarda araba kullanmayı sevmeme rağmen görüşümün kısıtlandığı anlarda aklıma İngilizlerin bu gibi durumlar için kullandığı "It's raining cats and dogs" deyimi geliyor ve ister istemez gülümsüyorum. Neyse ki kediler, köpekler yağmıyor gibi saçma düşünceler kafamda yankılanırken ansızın yola fırlayan karaltıyı son anda fark ediyorum. Lanet olsun!
Gözlerim acıyor. Sadece gözlerim değil her yanım tutulmuş ağrıyor. Yağmur çoktan durmuş olmalı. Kirpiklerimin arasından süzülen güneş ışığının yakıcı etkisini azaltabilmek için elimi kaldırıyorum. Tuhaf bir şekilde sağ kolum isteğime uymayı reddedince iş sol elime kalıyor. Beyaz, bembeyaz bir odadayım. Hareketlendiğimi gören biri rahatsızlığımı anlamış olmalı ki, pencereye koşarak perdeleri çekiyor. Şimdi gözlerimi açıp etrafıma daha rahat bakabiliyorum. Koluma bağlı serum ve etrafımı sarmış düzenli sesler çıkartan aletlere bakılırsa hastanede olmalıyım. Perdeleri çeken yabancı, güler yüzlü bir kadın, oturmam için bir kez daha yardımıma koşarken gözlerinde biriken yaşları da elinin tersiyle siliyor. Elimden geldiğince gülümseyip, teşekkür ediyorum. Tuhaf, kendi sesim bile bana yabancı geliyor. Uzun zamandır konuşmamış biri gibi kuru ve boğuk. Güler yüzlü kadın derdimi anlamışçasına bir bardak ılık suyu içmem için dudaklarıma uzatıyor. Hastaneleri sevmediğim halde bu hemşirenin ilgili yaklaşımı rahatlamamı sağlıyor. Çok yorgunum, göz kapaklarım kapanıyor.
Rüyalarım o geceden kalanlarla dolu. Acı fren sesi zihnimde yankılanıyor, parmaklarımın arasından kurtulmak için debelenen direksiyonla mücadele ederken karşıdan gelen arabanın farları gözümü aldığında parlak ışıkla bir an kör oluyorum. Gerisi dünyayı sarsan bir deprem ve kulakları sağır eden korkunç bir ses.
Nefes nefese yattığım yerde doğruluyorum. Üstüme bağladıkları aletlerden gelen seslerin düzeni bozulmuş. Başıma üşüşmüş hemşireler gülümseyerek sakin olmamı, sadece kötü bir rüya gördüğümü söylüyorlar. Kazayı soruyorum, diğer arabadakileri ama cevap vermek yerine sakinleşmemi söylemeye devam ediyorlar. Daha ne kadar burada yatmam gerekiyor? Alçılı ayağıma ve sağ koluma rağmen ayağa kalkabileceğimi hissediyorum. Ayağa kalkmak istiyorum. Yakında diyorlar, çok yakında. Koluma bağlı seruma enjekte ettikleri ilaç gevşeyerek rahatlamama neden olurken bir kez daha kendimi uykunun dinlendirici kollarında buluyorum. Bu hiç adil değil. Huysuzlanmama bile izin vermiyorlar.
Farların ışığında parlayan bir çift gözün sahibinin, koca kara köpeğin yağmurun altında ardına bakmaksızın uzaklaştığı bir rüyanın hatırasıyla en azından onu kurtarabilmiş olduğumu bilerek biraz daha iyi bir ruh haliyle uyanıyorum. Endişelerin çöreklenmeye hazır beklediği yerde beni yatağıma mahkûm eden tüm bağlardan azat edilmiş olduğumu görmek moralimi biraz daha yükseltiyor. Keşke diğer arabadakilerin akıbetini de bilsem o zaman cidden rahatlayacağım. Bacağım hala alçıda ama kolumu kullanabiliyorum. Güler yüzlü kadının da yardımıyla doğrulup koltuk değneğine yaslanarak ayağa kalkıyorum. Bu hastane odasında uyandığımdan beri ilk defa kendi başıma tuvalete gidiyorum. Kapıyı açtığımda göreceğim manzaradan ölesiye korktuğum için aynayla karşılaşmasını istemediğim gözlerimi sıkı sıkı yumarak içeri giriyorum. Kaza sırasında yüzümün ne kadar yaralandığını bilmiyorum ve kimse de bana bir şey söylemiyor. Bu yüzden endişeliyim. Lavabonun önüne geldiğimde yavaşça başımı kaldırıp yüzüme bakıyorum. Kalbimin tuhaf gümbürtüsü tüm duyularımın kapanmasına neden olurken gözlerimi kırpıştırıyorum. Başım dönüyor, sanki zemin ayaklarımın altından çekiliyor. Bu aynadaki yabancı da kim?
Güçlükle nefes almaya çalışırken bir elim düşmemek için lavaboyu yakalıyor diğeri göğüs kafesimin altında çıldırmış gibi atan kalbimin üzerine kapanıyor ve dünyam yeniden kararıyor.
Bu delilik. Bir başkasının bedeninde uyanmış olmam akıl alır gibi değil. İzlediğim tüm diziler ve filmler, okuduğum kitaplar aklımdan hızla geçiyor. Yağmur bir başkasıyla beden değiştirmeme neden olmuş olabilir mi? Yeniden yağmur yağdığında kendi bedenime dönebilir miyim? Yani bu saçmalık ama uzaylıların işi değilse başka bir açıklama bulamıyorum. Belki de bu bedenin sahibi diğer arabadaki kişidir ve şiddetli çarpışma ruhlarımızın yer değiştirmesine neden olmuştur. Lanet olsun, lanet, lanet, lanet. Parmaklarımdaki mavi ojeden anlamalıydım kendi bedenimde olmadığımı ya da yüzüme dökülen yumuşak kızıl tutamlardan. Eğer ben buradaysam o halde benim bedenimde de bir başkası mı var? Düşündükçe kalp atışlarımın düzensizleştiğini hissediyorum. Tekrar uyutulmak istemiyorsam derin nefesler alıp sakin olmalıyım.
Gözlerim güler yüzlü kadına takılıyor. Beyaz önlüklü adamla konuşurken endişeyle gölgelenen mavi bakışlarını fark ediyorum ve o an kafama dank ediyor. Bedeninde olduğum kadının annesi olmalı. Aynada gördüğüm mavi gözlerin derin kırışıklarla çerçevelenmişi sadece. Dikkatimin dağınıklığı konuştuklarını kaçırmama neden oluyor. Doktorun 48 saat dediğini duyuyorum. 48 saat ne? 48 saat sonra yaptıkları deney mi sonlanacak? Verdikleri ilacın etkisi mi geçecek? Yoksa temelli bu bedende hapis mi kalacağım? Kendi bedenimi görmek istiyorum. Onu nereye kapattınız? Belki de yan odalardan birisindedir. Düşünceler baş döndüren bir hızla geçip giderken kalp atışlarım düzensizleştikçe koluma taktıkları dijital saatin alarmı çalmaya başlıyor. Konuşmayı bırakıp başıma koşturan doktorun kalın çerçeveli gözlüklerinin ardında olduğundan daha ciddi görünen bakışlarına takılıyorum. Dudakları kıpırdıyor ancak kalbimin gürültüsünden ne dediğini duyamıyorum. Yine de başımı sallıyorum ve ağlıyorum. Neden ağladığımı bile bilmiyorum ama ılık göz yaşlarımın yanaklarımdan yuvarlandığını hissedebiliyorum.
Çaresizlik ağır bir taş gibi yüreğimin üstüne çöküyor. Diğer odalara bakıp kendi vücudumu aramalıyım. Ama içinde bulunduğum beden düşündüklerime itaat etmiyor. Öfkemin kabardığını hissettiğim sırada odanın kapısı aralanıyor. İçeriye giren uzun boylu genç adamı tanımıyorum ama o hapsolduğum bedenin sahibini tanıyor olmalı ki bana bakıp yeşil gözlerinde neşeyle gülümsüyor. Tereddütle yatağın kenarına ilişiyor. Kocaman elleriyle yüzümü kavrayıp beni kaybedeceğini sandığını söylüyor. Çok korktuğundan bahsediyor. Konuşurken baş parmakları usulca yanaklarımı okşuyor. İtiraz etmek istiyorum. Sizin sevdiğiniz kişi ben değilim demek istiyorum ama özlem yüklü, şefkatli dudaklar dudaklarımın üzerine kapanıyor ve kalbimin gümbürtüsüyle birlikte tüm görüşüm kararıyor.
Kolumdaki saatin çıkardığı düzenli bipleme sesiyle birlikte uyandığımda artık karanlıkta tek başıma yattığımı fark ediyorum. Şimdi yataktan usulca sıyrılıp kendi bedenimi aramaya gidebilirim. Ama hiç beklemediğim bir şey oluyor. Ellerim kalbimin üzerine kapanıyor ve bana yabancı gelen sesimin usulca yakardığını duyuyorum. "Lütfen," diyor "Lütfen yaşamama izin ver. Bana bir şans daha verdin. Lütfen bunu kullanmama da izin ver."
İçinde bulunduğum bedenin hıçkırıklarla sarsıldığını biliyorum, gözyaşlarının durmaksızın aktığının farkındayım ama ne demek istediğini anlayamıyorum. Yoksa anlamak mı istemiyorum? Ansızın doktorun dudaklarının kıpırdadığı ana geri dönüyorum. Kalbimin atışları hızlanıyor. Karşısındaki kadının endişelerini arttıracak ne söylediğini duymuş olmalıyım. Hatırlamaya çalışıyorum, başıma şiddetli bir ağrı saplanıyor. Hayır ağrı kalbimde. Kolumdaki saatin biplemeleri alarm verircesine artmaya başlıyor. Doktorun sözlerini anımsarken nefes alamıyorum. Kapı ardına kadar açılıyor, içeriye doktorlar ve hemşireler doluşuyor.
"Vücut organ naklini reddetmedi ama kalp şiddetli sarsılmalarına devam ediyor. 48 saatlik gözlem sürecinden sonra bu ani ritim bozukluklarına net bir teşhis koyabileceğimizi düşünüyorum. Endişe etmeyin lütfen, kızınız yaşayacak."
Ve ben öleceğim. Belki de çoktan öldüm. Adamın sözcükleri kulaklarımda uğuldarken sert asfalt zeminde yatan bedenimi anımsıyorum. Yüzümü yıkayan yağmur tüm makyajımı silmiş olmalı. Ambulansın kırmızı mavi ışıklarını ve yan yana sedyelerde yattığım kızıl saçlı kadını da hatırlıyorum. Genç ve güzel. Ona yardım etmek istiyorum ama etrafımızı şimdi olduğu gibi bir karmaşa sarmış. Telaş dolu sesler yükselip duruyor. Yorulduğumu hissediyorum. Neşe dolu yeşil gözlerin sahibini anımsıyorum ve bana ait olmayan öpücüğünü. Amacıma ulaştığımı hissediyorum, ona yardım edebildiğimi. Bu beni nedensiz bir huzurla dolduruyor. Artık dinlenebilirim. Ve kalbimin düzenli ritmini dinlerken derin bir uykuya dalıyorum. Biliyorum ki bundan sonra her şey yoluna girecek.
-SON -
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..