‘Gitme vakti geldi ha?’ Yatağıma ilerledim. Yanındaki masanın çekmecesini açıp içindeki şeye baktım. Sadece bir resim, ilk görevime atanmadan önce kardeşlerim ve komutanımla beraber çektiğimiz resim…
“Haahhh…” Derin bir iç çektim, resmi alıp masanın üstüne koydum. Köşedeki dolaba yürüyüp içinden geriye tek bir tane kalmış kamuflajımı çıkardım. Bu da ilk görevimden kalma kamuflajımdı… Derin bir iç daha çektim, banyoya ilerleyip üstümdekileri çıkardım. Aynadan kendime bakma zahmetine girmeden küçük bir alanı kaplayan yıkanma yerine girdim. Buz gibi suyla bedenimdeki kan ve pisliklerden kurtulduktan sonra aynanın karışışına geçtim.
‘Kahretsin!’ Ve küfretmeden edemedim. Burnum, adamdan kafa yedikten sonra şekil değiştirmişti. Her ne kadar acıya dayanıklı olsam da bu şeklide durması hiçte hoş gözükmüyordu. Elimi kaldırdım, burnumu tuttum. Ve aşağıya doğru sertçe çektim.
Crack!
Yerine sağlam bir şekilde takılan burnumdan kanlar akmaya başladı. Kanı bedenime bulaştırmamaya dikkat ederek son damlasına kadar akmasını bekledim. Lavabonun üstünde duran tıraş bıçağını alıp yüzümdeki çıkmaya yüz tutmuş sakalları da hallettikten sonra kamuflajımı giydim. Biraz geri çekilip aynadan kendime tekrar baktım.
“Hmm, bir şeyler eksik sanırım?” Kafama baktım, kep yoktu. Kamuflajımın cebine uzandım, yokladım. Oradaydı, ’Heh, neden her şey bu kadar nostaljik gelmeye başladı?’ çıkardım ve baktım. Komandoların mavi kepi! Üstünde hiçbir şey yoktu, sadece açık mavi bir kep. Ama benim için çok büyük bir anlamı vardı. Kepi güzelce düzeltip kafama taktım. Aynadan kendime tekrar baktım.
Kafamdaki mavi kep, üstümdeki kamuflaj, tıraşlı kafa ve yanaklarla tam olarak yeni komando olmuş birisine benziyordum. Ve bu, istemsizce şaşırmama neden oldu. Dalgınlaştım, kafamın karışmasına ve düşüncelerimin içinde boğulmama neden olacak kadar uzun bir süre aynadan kendime baktım. En sonunda görüşümün buğulandığını fark ettim. Gözlerimde bir şeyler birikiyordu. Ama ne olduğuna anlam veremiyordum. Daha önce başıma böyle bir şey gelmiş miydi, hatırlamıyorum.
‘Ne olabilir ki?’ Elimi kaldırıp yüzüme yaklaştırdım. Ama elim, havada dondu. Bir şey, ıslak bir şey yanaklarımdan kayıp çeneme doğru ilerliyordu. Hissedebiliyordum, yüzümü ıslatan şeyin ne olduğunu merak ettim. Dokundum; ıslak. Kokusu burnuma geldi; tuzlu gibi ve değil gibi.
“Heyy! Daha ne kadar oyalanacaksın? Çoktan bir saat etti bile! Eğer komutanlarımızdan azar işitir…” Banyo kapısından hışımla içeri giren Ay’ın yüzündeki sert ifadeyi, bulanık görüşümle de olsa fark ettim. Ama konuşmasını devam ettiremeden sustu. Ardından gözleri genişledi. Ve hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp banyodan ayrıldı.
‘Ehh, Ne oldu ki şimdi?’ Elimle yüzümdeki ıslaklıktan kurtuldum. Aynadan kendime tekrar baktım. Gözlerim, kıpkırmızı olmuştu. Yanaklarımın üstünde, çeneme doğru uzayan ıslak iki iz fark ettim. Ve izlerin başı, gözlerime kadar ulaşıyordu… ‘Huh!? Ben…’ Sanırım hatırladım, gözlerimden akan şeyin ne olduğunu.
‘Göz yaşı mı?’
“Heh, ben ağladım mı şimdi?” Güldüm, kafamı iki yana sallayıp yüzümü yıkadım. Banyodan çıkıp dışarıda bekleyen Ay ve Balamir’i gördüm. Dışarı çıkmadan önce masanın üstünde duran resmi aldım, iç cebime koyup derin bir nefes aldım,” Huufff, gitme vakti geldi…”
“Hazır mısın?” Balamir’in kibar konuşması karşısında kafam karıştı. Ama hemen ardından neden olduğunu anladım. Bakışlarını benden kaçıran Ay’a bakıp hafifçe güldüm.
“Hazırım!”
“Gidelim…”
Kafamı sallayıp Balamir ve Ay’ın peşinden yürümeye başladım. Ormanın içine ilerlerken yerimde durdum. Arkamı dönüp son bir kez, evime baktım.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..