Lee Hye Yeon okulu bitirmiş eve yürüyordu.
Eğer otobüse binmiş olsaydı uzun zaman önce evde olurdu. Ama bunun için ödeme yapması gerekirdi. Tutumluluk duygusu neredeyse abisi kadar güçlüydü.
Yalnızca gerçekten acelesi olduğunda otobüsü kullanırdı. Ve o zaman da ortaokul öğrencisi gibi davranırdı. Çünkü onların biletleri 200 won daha ucuzdu.
Bazen şoförler ona sorarlardı:
"Kızım..."
"Efendim?"
"Bu Dein Lisesinin üniforması değil mi?"
"Ablamın üniformasını giyiyorum."
"Ablanın mı, neden?"
"Liseli erkek arkadaşımla buluşmak için. Amca bunun için gerçekten zamanım yok, gidelim artık olur mu?" (DN: Evet arkadaşlar anlaşılan olay genetik :D)
Lee Hye Yeon bunu söylerken küçük gözükmek için dizlerini hafifçe kırıp gamzelerini çıkartıyordu. Gözlerini parlatmayı da ihmal etmiyordu.
Olduğundan küçük gözüktüğü için hep işe yarıyordu.
"Hmm, şanslıysan bi koltuk bul da otur."
"Teşekkürler, şoför bey."
Şoförler soru sormayı bırakınca yüzünde bir gülümsemeyle bir koltuk bulup oturuyordu.
'Kız olmanın çok sayıda avantajı var.'
Öbür yandan kızların dert etmesi gereken çok fazla şey de vardı. İç çamaşırı ve makyaj gibi.
Lee Hye Yeon bu konularda doğuştan şanslıydı. Tüm bu şeyleri erkeklerden hediye olarak alıyordu. Onlara kızların yanında nasıl davranmaları gerektiğiyle ilgili tavsiyeler veriyor veya onları sevimli kız arkadaşlarıyla tanıştırıyordu. Karşılığında da küçük hediyeler alıyordu.
Bu sayede cep harçlığını harcamak yerine kişisel banka hesabına yatırıyordu. Boşuna Lee Hyun'un kız kardeşi değildi.
"Bugün gelmeli."
Aceleyle eve geldi ve posta kutusunu kontrol etti. Günlerdir beklediği GET raporu sonunda gelmişti. İçinde Lee Hyun'un sınav sonucu vardı.
"Sonunda geldi."
Sonuçları internetten kontrol edebilirdi ama yinede sonuç belgesini beklemişti.
//Bilgisayarın harcadığı elektrikten nolur zalım kız?
Korece:75
Sosyal Bilimler:90
Matematik:65
Fen:55
İngilizce:65
Etik:40
------------------------
Toplam:390
Ortalama:65
Her birinden ayrı ayrı 40 ve toplam 360 üstü başarılı demekti.
"Artık abim liseden mezun oldu."
Lee Hye Yeon gözyaşlarını tutamazken mutlu mutlu gülüyordu. İçindeki sıkıntıdan kurtulmuştu. Okula her gittiğinde abisi için üzgün hissediyordu. Para kazanmak için nasıl çabaladığını biliyordu. Abisinin çalışıp aldığı ve kendi pişirdiği yemekleri yerken neredeyse ağlayacak gibi oluyordu.
Mektubu geri katlayıp eve girdi.
Büyükannenin durumu iyiye gidiyor olsa da henüz tam iyileşmediğinden hala hastanedeydi. O yüzden sadece Lee Hyun ve o vardı.
Hyun hala kapsüldeydi. Çünkü bugün normalden daha erken gelmişti.
"Hmm, ben de bari eve temizleyeyim."
Hye Yeon evi silip süpürdü ve bulaşıkları yıkadı.
"Kahvaltıdan kalan tabaklar hala burada. Abim yine eskiden olduğu gibi dojoya gitmeye başladığından eve yorgun dönüyor."
Lee Hyun'un Kraliyet Yolu için hazırlık yaptığı zaman!
Neredeyse bir yıl boyunca abisi bir otaku gibi yaşamıştı. Sanal gerçeklikle alakalı mümkün olan tüm kaynakları toplayıp çalışmıştı. Aynı zamanda bedenini eğitmiş ve dövüşmeyi öğrenmişti.
Bir günde 24 saat onun için yetersizdi.
Günde 3 ila 4 saat uyuyordu ve hala ailesi için yemek yapacak zaman bulabiliyordu.
İlk dojoya gitmeye başladığında Hye Yeon kendisini berbat hissediyordu. Elleri nasırla kaplanmıştı ve tüm vücudu çürüklerle doluydu. Eve tükenmiş halde dönüp derhal bir ölü gibi uykuya dalıyordu.
Bu anılar tek başına Lee Hye Yeon'u depresyona sokmaya yeterliydi.
Bu zamanlarda Hye Yeon dikkatini dağımak için kendini derslere veriyordu.
'Şimdi ders çalışmalıyım.'
Kore Üniversitesi tarafından kabul almak.
Şu anki en önemli hedefiydi.
Başlangıçta o üniversiteye gitmek istemiyordu. Asıl mesele en prestijli üniversitede okumak değil, ihtiyaç duyacağı tüm gerekli bilgiye ulaşabilmekti. En azından hayalindeki meslek olan iç mimarlık için önemli bir meseleydi.
Ama Lee Hyun onun Kore Üniversitesinde okumasını istiyordu. Kendini bu kadar hırpalayan abisi için sıkı çalışabilmeliydi. Hedefi 4 yıllık tam burs kazanabilmekti!
Ama bu onun tek hedefi değildi. Liseyi bitirip bitirip bursu kazandıktan sonra özel dersten parayı kırmayı hedefliyordu.
***
"Büyükanne, abimin sonuçları geldi!"
O gün Hye Yeon kendini tutamayıp hastaneye büyükanneye haber vermeye koşmuştu.
"Gerçekten mi? Geçmiş mi?"
Büyükannenin yüzü yorgun ama neşeliydi.
"Evet! Başardı! Notlarına bak. Etik dışındaki tüm notları yüksek."
"Güzel, güzel! Önemli olan zeki bir kafaya sahip olması."
Bu sonuçları başkası 'Kafası çalışıyor ama insan olarak tam bir başarısızlık' diye yorumlayabilirdi. Ama son 10 yıldır neler çektiğini bilen ailesi insanlığından hiç şüphe etmemişti.
Büyükanne notlara bakıyordu.
"Gerçekten başardı. Ben ölmeden önce..."
"Ha? Neden bahsediyorsun büyükanne? Mutlu yaşantımız daha yeni başlıyor."
Hye Yeon rahatlatmak için büyükannenin ellerini tutarak söylemişti.
***
Lee Hyun her sabah dojoya gidiyordu.
Bedenini eğitmek ve Ahn Hyundo'dan yeni teknikler öğrenmek sabahları yaptığı iki temel aktiviteydi.
"Gel gel."
"Sınavda başarılı olduğun için seni kutlarız."
Lee Hyun dojoya girdiğinde Ahn Hyundo, eğitmenler ve neredeyse tüm öğrenciler onu bekliyordu. Lee Hyun'un mezuniyetini kutlamak için hazırdılar.
"Yani artık o bir lise mezunu ha?"
"Lisedeyken çok çalışırdım, ama..."
Ahn Hyunda eğitmenlerin kıskançlığından dolayı şaşırmıştı.
"Hepinize ne oluyor? Siz de mi liseye gitmediniz?"
"Hayır, kılıç eğitimine daha fazla zaman ayırmak için erken bıraktık."
Eğitmenler sadece kılıç için yaşıyorlardı. Ahn Hyunda başıyla onayladı.
"Yani bu yüzden bu kadar basitsiniz."
"Bu..."
Ustalarına sonsuz saygı duyuyorlardı ama son sözleri canlarını yakmıştı.
'En azından biz ortaokul mezunuyuz.'
'Sen ilk okula bile gitmemişsin...'
Ahn Hyundo'nun doktorası vardı. Dünyanın ileri gelen üniversiteleri Kendo'daki yeteneklerini onurlandırmak için ona fahri doktora vermişlerdi. Ama aslında onun gittiği tek okul anasınıfıydı!
Anasınıfındaki diğer çocukları dövdüğü için sürekli ceza alırdı.
'İlk okula başladığı ilk gün, okulun çevresindeki kabadayıları tahta bir kılıçla haklamıştı...'
'Hastanede 16 hafta yatmışlardı sanırım? Ve onları haklayan 7 yaşındaki çocuk da gözaltına alınmıştı.'
'Yani aslında okulun kapısından bile girememişti.'
Eğitmenler tüm bunları biliyorlardı ama sessiz kaldılar.
Ahn Hyundo küçüklüğünden beri kılıcın yolundan yürüyordu. Günler geçmeye devam ediyor ama hala karşısına değerli bir rakip çıkmıyordu, bu yüzden zamanını meditasyon yaparak veya Go oynayarak geçiriyordu. Rakibi olmamasına rağmen vücudunu eğitmeye ve zihnini güçlendirmeye günlük egzersizlerle devam ediyordu.
Kraliyet Yolu onu çocukluk günlerine geri götürmüştü. Güçlü rakiplerle ve yüksek seviyeli canavarlarla savaşma imkanı buluyordu. Canlı olmanın verdiği unutulmuş duygular güçlenerek ona geri dönüyordu.
Sonunda çocukluk hayalleri ona geri dönüyor gibi...
"Ahem... Usta..."
Lee Hyun biraz çekinerek sordu:
"Kız kardeşim bugün beni izlemeye geldi. Sorun olur mu?"
"Demek öyle, buyursun..."
Ahn Hyundo ikinci kez düşünmeden izin vermişti. Çıraklarının çoğu profesyonel kılıç ustalarıydı. Tabii ki yetenekli insanları işe almayı tercih ediyordu. Ama bazen halktan birileri veya acemi kendo öğrencileri de dojoda eğitiliyordu.
"Tamamdır, artık eğitime başlayalım. Sıraya gir!"
Kısa sürede Chung Il Hoon da dahil herkes yerlerini almıştı.
"Bugün bir saatlik temel eğitimle başlıyoruz, ardından antrenman maçı."
"Hay!"
Sabah rutini. öğrenciler seri ve etkili hareketlerle kılıçlarını savuruyorlardı.
"O zaman kardeşimi alıp getiriyim, Usta."
"Tamamdır."
Lee Hyun dojodan çıkıp okul kapısına gitti. Cep telefonları olmadığından görüşmek için belli zamanlara randevulaşıyorlardı.
"Abi!"
O gün pazar olduğundan Hye Yeon'un dersi yoktu, okulun kapısında günlük giysilerini giymiş abisini bekliyordu. Eteği dizlerini ucu ucuna kapatıyor ve kısa saçı rüzgarda dalgalanıyordu.
Arkadaşları da onunla geldiler.
"Herkese merhaba."
"Her festivalde iyi iş çıkardın."
Bunlar Hye Yeon'un arkadaşlarıydı!
Lee Hyun omzunu silkerek yanıtladı:
"Eh işte."
"O zaman hadi gidelim abi."
Hyun kafasıyla onaylayıp dojoya kadar önden yolu gösterdi. Arkalarındaki kapı kapandığı an tüm öğrenciler enerjik şekilde tepki verdiler.
"Oh, kızlar!"
"Liseli kızlar!"
"Liseli kızların böyle bir yere gelmeleri..."
"Sevimliler."
Beklenmeyen bir şey olmuş, kızlar erkeklerin inlerine girmişlerdi. Tüm antrenman bir anda sertleşmeye başladı. Savurmaların gücü ve hızı gözle görülür ölçüde arttı.
***
Bugün eğitim oldukça zordu.
Lee Hyun dojoyu terk ederken para vermek istemediğinden otobüs yerine eve kadar koşmayı tercih etti. Bedeni zinde tutmanın başka bir işe yarar yolu da koşuydu.
'Liseden mezun oldum....'
Hyun koşarken yüzünde bir gülümseme vardı. Doğru düzgün okula gidememiş olsa da en azından gururla mezun olduğunu söyleyebilirdi.
'Büyükanne çok mutlu olacak. Ve Hye Yeon da...'
Anne babası öldüğünden beri Lee Hyun en çok kız kardeşi için endişe ediyordu. Küçük bir çocukken aşırı ürkek ve çekingendi. Ama karışık aile durumları onu olgunlaştırmıştı.
"Sonuna kadar ona anne babalık yapamam. Muhtemelen birkaç yıl daha..."
Lee Hyun'un en büyük hayali kardeşinin iyi bir adam bulup onunla evlenmesiydi!
Düğünde babasının yerine geçip gelini nikahın yapılacağı yere kadar götürecekti. Uzun zamandır ebeveyn rolüne alışkındı ve kız kardeşine bakıyordu. Ve damadın gelinin elini tuttuğu an geldiğinde Lee Hyun özgür kalacaktı.
Sonrası hakkında hiç düşünmemişti. Her gün çok çalışıp birazcık daha para kazanmakla meşgul olduğundan o kadar uzak bir geleceği hayal edecek zamanı yoktu.
Ancak kız kardeşi mezun olup evlendiğinde kendisi için yaşamaya başlayabilecekti.
'Ama...'
Lee Hyun acı acı güldü.
Hye Yeon gerçekten iyi bir adamla tanışmalı.
Şu anki notlarıyla Kore Üniversitesine kolayca girebilir ve iyi bir iş sahibi olabilirdi. Bu güzel dış görünüşüyle birleşince en iyi adamı elde etmesini mümkün kılıyordu.
'Eğitimsiz olduğum için utanıyorum...'
Lee Hyun kötü eğitimin kız kardeşi için bir dezavantaj olabileceğinden ve hayatını etkileyebileceğinden endişeleniyordu.
O sırada Toplum Rehabilitasyon Merkezini gördü!
Eve giderken sadece geçiyordu. Modern görünüşüne ek olarak son teknoloji ekipmanlarla donatılmıştı.
'Bir keresinde burada tedavi görmüştüm. Burada doktor olabilseydim kız kardeşim benimle gurur duyardı.'
***
Son günler Dr. Cha Eunhee için kolay değildi.
Jeong Seoyoon'u normale döndürmek için yüzlerce çeşit tedavi denemişti. Kraliyet Yolu onun son rehabilitasyon yeriydi.
Sanal gerçeklik oyunları duygusal olarak istikrar sağlamasıyla bilinirdi. Gerçeklikten sanallığa yapılan seyahat, acılı duyguları dindirmeye yardımcı olurdu.
Cha Eunhee, Seoyoon'u mental çöküntüden kurtarmasını umuyordu.
Seoyoon oyuna başladığından beri, Cha Eunhee onun kayıtlarını inceliyordu. Kendisi kararlar verip çevreyle etkileşime girdiğinden bu herhangi bir testten daha gerçekçi sonuçlar veriyordu.
Seoyoon'un Kraliyet Yolundaki tüm hareketleri kapsülde kaydediliyordu. Bu kişisel bilgi olsa da doktoru olarak Che Eunhee'nin bunlara erişimi vardı.
Seoyoon'un avlarından kayıtlar onu heyecanlandırmıştı.
"Bu şekilde kısa zamanda iyileşir!"
Mevcut eğilim olumlu yöndeydi.
Hiç gülmemiş veya kimseyle konuşmamış ve içe dönük olsa da ava karşı bir heves ve açgözlülük sezmişti.
Cha Eunhee güçlenme ve iyi eşyalar bulma arzusunun onu daha canlı yapacağını düşünüyordu. Böyle insancıl hareketler tedaviyi olumlu etkilerdi.
Ama zamanla beklentileri hüsrana dönüştü.
Seoyoon sadece avlanıyordu. Canavarların kalabalık gruplar oluşturduğu yerlere gidiyor ve vahşi bir savaşçı gibi şiddetle, ölümüne savaşıyordu.
Ve Kraliyet Yolunda hala kimseyle konuşmuyordu.
'Ama iyi gelişmeler var, değil mi?'
Serabourg kalesinde bir dövüş eğitmeniyle tanışmıştı. Pek yakın değillerdi ama birlikte yemek yemişler ve onun anlattıklarını dinlemişti.
'Çok az ama tepki veriyor...'
Avlar iyiye işaretti. İçine kapanıklar genellikle gizemli ve şüpheli olurlardı. Bazen büyüklük kompleksine girer, çocuk gibi davranırlardı. Çok şükür Seoyoon'un durumu o seviyede değildi.
İnsanlar büyük bir acıya maruz kaldıklarında üzgün ve korkmuş hissetmeye başlarlardı. Böyle acıların izlerini silmek için dövüş iyi bir tedavi biçimiydi.
"Tamamen iyileşmesi için hala çok yolumuz var."
Cha Eunhee derinden bir iç çekti.
Serabourg kalesinden ayrıldıktan sonra güneye yönelik bitmek bilmez avına devam etmişti.
'Daha ne kadar bu durumda takılıp kalacaksın?'
Seoyoon onun için sadece bir hasta değil, daha çok küçük bir kız kardeş gibiydi. Birbirlerini küçüklükten beri tanıyorlardı. Aileleri tanışıktı ve sık sık görüşüyorlardı. Küçük Seoyoon ona abla diyor ve peşine takılıp geziyordu.
Ama artık ne gülüyor ne de ağlıyordu. Ve Cha Eunhee onu eski neşeli haline geri döndürmek için elinden geleni yapıyordu.
Kayıtların bazı bölümleri onu şaşırtmıştı.
"Neden Baran köyünde Seoyoon'un heykeli var ki?"
Seyoon fark etmemiş gibiydi ama köydeki gülümseyen koruyucu ilah onun taklidiydi!
Freya statüsünün yüzü Seoyoon model alınarak yapılmıştı.
Gülümsemenin güzelliği Cha Eunhee'yi titretiyordu.
***
Seoyoon Rosenheim Krallığı'nın güneyinde daha derinlere ilerledi. Güneydeki yerlere daha çok insan gelmeye başlamıştı ve onlardan uzak durmaya çalışarak daha da derinlere ilerliyordu.
Karanlık Hortlaklar ve Kanlı Kuzgunlar gibi canavarları avlıyordu.
Ama eskiden tenha olan güney bölümün nüfusu giderek artıyordu. Oyuncular Seoyoon tarafından kullanılan av bölgelerine geliyorlardı, bu onu rahatsız ediyordu.
'Artık burada kalamam...'
Seoyoon Rosenheim Krallığı'nın güney bölümünü terk etmeye karar verdi.
Başta merkez kıtada oyuna başlamıştı. Avlanırken kendini güneydeki Rosenheim Krallığında bulmuştu. Devam edip bu şekilde ilerleyince avlanabileceği hiçbir yer kalmamıştı.
'Doğuya, hiç kimsenin olmadığı yerlere...'
Seoyoon Issız Diyarlar'a gitmeye karar vermişti.
***
Piramitin inşaatı Kraliyet Yolu haberlerinin gündemini meşgul ediyordu. Çoğu söylenti inşaatın içinde başlayıp insanlarca yayılmıştı.
Piramit web sitesinde aniden belirdi. Ve çeşitli medya şirketinden muhabir ekipleri Weed'e gönderildi. En baştan sona kadar tüm inşaatı kaydetmek istiyorlardı.
Tabii ki raporları küçük bir makaleye dönüşecekti ama muhabirler oyuncu emeğiyle yapılan ilk binanın tüm ayrıntılarını öğrenmek istiyorlardı. Bu inşaatın nihayete ermesini sağlayan oyuncuların sıkı çalışmasına ve duygularına dikkat çekmek istiyorlardı. Ve bunu olayın en başından, görevin ortaya çıktığı ilk andan itibaren yazmak istiyorlardı, bu yöntem iyi bir tarih yazma şekliydi!
Piramit on binlerce oyuncunun sıkı çalışmasıyla inşa edilmişti!
Televizyon yayıncıları bununla ilgili bir televizyon yayını yapmayı düşünüyorlardı. Birilerinin böyle bir görevi başarıyla tamamlayabilmesinin izleyenlerin ilgisini çekeceğini düşünmüşlerdi.
"Sana bir milyon won ödeyeceğiz."
"Bizimle çalışmayı kabul edersen, biz iki milyon ödeyeceğiz!"
Her gün Weed böyle teklifler alıyor ama hepsini reddediyordu. Fakat bir teklif diğerlerinden farklıydı. Kore Eğitim Bakanlığı ders kitapları için bir reklam kampanyası başlatmaya karar vermişti ve bu işe piramiti de dahil etmek istiyordu.
En önemlisi 7 milyon won teklif etmişlerdi!
Weed teklifi kabul etti.
***
Avcıların vadisindeki av her geçen gün daha canlı hale geliyordu.
Gruplarında temel rollerden olan savaşçılar veya paladinler yoktu, aralarındaki yüksek seviye iş birliği amazonları hızlıca avlayıp büyük miktarda tecrübe kazanmalarını sağlıyordu. Son birkaç günde Weed 7 seviye atlayıp 266 olmuştu.
Geomchilerle birlikte savaşmak inanılmaz memnun ediciydi. Onlarla avlanmaya devam edebilirdi ama inşaat sona yaklaşıyordu ve başlarında durması gerekliydi.
Son taşın yerine oturduğu an Weed'in önünde bir mesaj penceresi belirdi.
-----------------------------------
Ttring!
Yüce Kral Theodarren'in mezarının inşaatını tamamladın.
Yaklaşan ölümü hisseden kral kendine büyüleyici bir türbe yaptırmaya karar verdi ve kıtanın en ünlü oymacısına bu görevi emanet etti. Ve artık inşaat tamamlandı.
Ödülünü almak Kral Teodarren ile konuş.
Ama acele et, kral ölmeden.
-----------------------------------
"Bitti!"
"Hurraa!"
Piramitin etrafındaki sayısız oyuncu sevinç naraları atıyordu.
İlk defa bu kadar insan krallığın bu sakin çayırlarında toplanmıştı. Her oyuncu en azından 1-2 taş çıkarmış veya taşımış ve inşaat için kendi payına düşen eforu ve teri sarfetmişti.
Weed saraya gitti.
Türbe bitmiş, geriye yalnızca bunu krala rapor edip ödülü atmak kalmıştı.
Kral onu taht odasında son kez buyur etti. Yaşlılığı ve hastalığı daha da ilerlemiş görünüyordu.
Görgü kurallarını takip ederek, kralın önünde diz çöktü.
"Majesteleri..." konuşmaya başlamıştı ki kral tarafından sözü kesildi.
"Ayağa kalk! Böyle bir üstad bundan daha çok saygıyı hak ediyor. Hem tüm bu nezaket şeyi beni huzursuz ediyor."
"Hayır, majesteleri."
Weed ayağa kalkmaya niyetli değildi ama kral şövalyelerine onu kaldırmalarını emretti. Weed son görüşmelerinden beri ona karşı tavrının değiştiğini fark etti.
"Sana şükranlarımı sunarım. Senin sayende, nihayet son istirahatim için bir yerim var. Harika bir oymacısın. Ve mezarı yaparken nasıl düşüncelere sahiptin merak ediyorum."
"Majestelerinin hayatı boyunca çektiği sıkıntılara nasıl dayandığını düşünüyordum."
"Evet... Çok sayıda düşmanın hakkından gelip krallığımı başarıyla korudum. Ve şimdi, ölümümle sonsuza kadar yanacağım cehennemin dibine gidiyorum."
"Yanılıyorsunuz majesteleri, hayatınız bir havaifişek gibi geçti. Ateşten korkmayıp onu yakalamaya çalışanlar yanabilir. Ama siz kendiniz yanıp etrafınızdaki her şeyi aydınlattınız. Sizin getirdiğiniz ateş Rosenheim Krallığı'nı uzun süre ısıttı ve korudu. Ve şimdi huzur içinde yatıp krallığın yükselişini izleyebileceksiniz."
Kral sözlerinden tatmin olmuştu.
"Bu görevi ismi dilden dile dolaşan bir oymacıya emanet ettiğim için zerre pişmanlık duymadım. Benim için beklentilerimi aşan harika bir dinlenme yeri hazırladın. Şimdi söz verilen ödül senindir."
----------------------
Görevi başarıyla tamamladın.
Şöhret 690 yükseldi.
Rosenheim Krallığı'ndaki itibarın 2930 arttı.
----------------------
Seviyeniz yükseldi.
Seviyeniz yükseldi.
Seviyeniz yükseldi.
Seviyeniz yükseldi.
Seviyeniz yükseldi.
Beş seviye ve kraliyet ailesiyle 2930 itibar!
Kral konuşmaya devam etti:
"Seni inşaat boyunca destekleyen herkes hak ettiği ödülü alacak. Hizmetin harikaydı, seni ödüllendirmek isteriz. Dileğin nedir?"
Weedin sayısız kez hayal ettiği heyecanlı an gelmişti.
'2930 itibar... Kraliyet hazinesinden nadir veya eşsiz bir item alabilirim.'
Agatha'nın kılıcı çoğu yönden iyi bir eşyaydı. İman statını artırıyordu, Can yenilenmesini artırıyordu ve hatta günde 5 kez kutsama özelliği bile vardı. Ama Freya tapınağında dövülmüş bu kılıcın saldırı gücü düşüktü.
Weed bir kılıç istiyordu!
Mümkün olan en iyi kılıç.
Ama şu an sahip olduğu önemli görevi de düşünmek zorundaydı...
'En iyi kılıç bile beni ıssız diyarlarda tek başına kurtarmaya yetmez.'
Weed bir karar alıp konuşmaya başladı:
"Majesteleri, Freya Tapınağından bir görev aldım. Yakın zamanda karanlık tanrı Balkan'a tapan ruh çağıranlara karşı bir göreve gideceğim. Tapınak, Issız diyarlarda kötü bir şeylerin gerçekleşeceğini haber almış ve benim görevim ruh çağıranlar çok fazla güç toplamadan onların icabına bakmak. Ama sıkıntım, böyle önemli bir görevi tamamlamak için yeterli adamımın olmaması. Bu yüzden Rosenheim'ın cesur şövalyelerinin desteğini istiyorum."
Kral Weed'i ciddi bir şekilde dinleyip kafasını salladı.
"Issız diyarlar... Orada mültecilerin yaşadığını ve savaş döneminden beri karanlık elflerle savaş halinde olup kovalandıklarını duymuştum. Hükümdarlığım süresince o diyarlara birliklerimi iki kez gönderdim ancak her ikisinde de tek bir adam bile dönemedi. Bu yüzden topraklarımın kötülük tarafından işgal edilmesini önlemek için yüksek ve kalın bir duvarın inşasını emrettim."
"Demek öyleydi..."
Weed şu an gideceği yerin Morata'dan bile çok daha tehlikeli olduğunu anlıyordu.
Ama pes edecek zaman değildi. Bu görev tam anlamıyla bir maceraydı. Ve kendi tecrübesiyle imkansız olduğu kanıtlanana kadar, hiçbir şey onu denemekten vazgeçiremezdi. Hem her zaman söylendiği gibi, 'Yaptıklarından pişman olmak, yapmadıklarından pişman olmaktan iyiydi."
Weed düşüncelerin içinde kaybolurken, Teodarren sessizce devam etti:
"Böyle tehlikeli ve kuralsız bir yerde güvenilir yoldaşlara ihtiyaç duyacaksın. Sana askeri destek sağlayacağım. Ama senden ricam onlara saygıyla muamele etmen ve boş yere ölmelerine izin vermemen."
İtibar puanlarını askerler için harcaması gerekiyordu. Bu karar neredeyse ağlamasına neden olacaktı.
'Her neyse, oraya sadece rahiplerle gidip bir mucize olmasını beklemek intihar olurdu. Bu görevi tamamlamak herhangi bir eşyadan daha önemli...'
Bu kararı aldıktan sonra bile dayanamayıp bir şeyler otlanmaya çalıştı.
"Rosenheim Krallığı'ndaki hatıralarım hazine gibiler. Keşke onları hatırlatacak bir yadigarım olsa. Eğer majesteleri için sorun olmazsa, bir kılıç harika olurdu."
Doğru sözler doğru zamanda söylenmişti.
Kral başıyla onaylayıp danışmanlarından birine oymacıya eğitim sahasına kadar eşlik etmesini emretti.
Yolda Weed en iyi silahı alabilmek için kafasında binlerce bahane uyduruyordu. Litvarth mağarasındaki avını hatırladı ve Morata'daki görevi... Buralara gelene kadar çok şeye katlanmış ve şimdi değerli bir şeyler elde etme imkanı bulmuştu.
Tüm bunları puanlarını askerlere harcamak için mi çekmişti?
Asla! Weed en azından kendi için değerli bir şeyler alacağına and içti.
Danışman onu çok sayıda savaşçının eğitim yaptığı sahaya götürdü.
"Kralın emriyle Issız Diyarlar'daki görevinde yardımcı olması için Şövalyeler ve askerler almaya izinlisin. Kendin seç."
Rosenheim Şovalyeleri gümüşi parlak zırhlar giyiyorlardı. Bakımlı ve güçlü atları vardı.
Lütfen itibar puanlarınızı kullanarak savaşçıları seçiniz.
Pencere belirdikten sonra Şövalyelerin göğüslerinde numaralar belirmeye başladı.
'Görünüşe göre bu itibar puanı cinsinden değerleri oluyor.'
Alabileceği her şövalye ve askerin bir bedeli vardı.
İlk önce şövalyeleri dikkatle inceledi.
Birkaç grup halinde toplanmışlardı. Güçleriyle bilinen kızıl şövalyeler, büyü güçleriyle bilinen beyaz şövalyeler ve Kralın özel hizmetkarları olan Kraliyet Şövalyeleri vardı. En düşük seviyelisi 280in üstündeydi.
İkinci kez düşünmeden seçimini onların üstünde kullandı. Kralın kişisel hizmetkarları krallığın en iyi dövüşçüleriydi.
'Öylesi tehlikeli bir yerde sağlam desteklere ihtiyacım var...'
Weed onlara yaklaştığında göğüslerindeki sayıları gördü. 30'dan başlayıp 100'e kadar çıkıyordu.
İtibar puanı sistemi Kraliyet Yolunda loncaların hakimiyetini zayıflatan sebeplerden biriydi. Bu sayede yalnız oyuncular ve küçük gruplar bile görevleri tamamlayıp şöhret kazanabilir veya oyundaki diğer birtakım güçlere sahip olabilirdi. Ve bir görev için yardıma ihtiyaç duyduklarında bir loncaya başvurmak zorunda değillerdi. Bir kraldan veya bir soyludan asker kiralama imkanına sahiptiler.
Eğitim sahasında dolaşırken, Weed çok sayıda zırh ve silahın olduğu bir köşeye vardı. Kılıçlar, mızraklar, baltalar, yaylar, sopalar, gürzler ve sayılamayacak çeşitte silah.
Kılıçlar kendi başlarına 100'ün üzerindeydi. Ve tabii ki her eşyanın itibar puanı cinsinden bir karşılığı vardı.
Eski ve paslanmış olanlar 2-3 puan ederken iyi olanlar 1500-2000 puana kadar çıkıyordu.
Eğer çok fazla asker alırsa paslanmış bir kılıç almak zorunda kalırdı ve eğer Kaliteli bir kılıç seçerse ona yardım edecek çok az adamı olurdu. Weed zor bir seçimle yüzleşmek zorunda kaldı.
'Bu puanlar için çok uğraştım... Hepsini askerlere harcayamam.'
Eğer bir NPC savaşta ölürse, tamamen yok olurdu. Ama hepsi hayatta kalsa bile hepsini iade etmek zorunda kalacaktı. Fakat kılıç onunla birlikte kalacaktı. Hatta nakit para karşılığında satma imkanı da vardı.
Çok fazla düşündükten sonra, Weed 10 Kraliyet şövalyesi almaya karar verdi. Onları seçerken onlara yeni isimler vermeyi de ihmal etmedi.
51, 53, 55, 56, 58, 59, 60, 98, 99, 100!
Tabii ki Weed zar zor kazandığı puanlarına mal olan bu şövalyelerin hepsinin isimlerini ve yüzlerini hatırlayacaktı.
"Görünüşe göre Kral sana çok değer veriyor, bu yüzden itaat edeceğim."
"Bu işi pek sevmedim ama Kralımın emrine karşı gelemem, bu yüzden seni takip edeceğim."
Şövalyeler onu tanımadıklarını saklamıyorlardı. Doğrudan, kaba ve hoşnutsuz cümleler Weed'e yöneltiliyordu ama Weed onları takmayarak silah ve diğer askerleri seçme işiyle ilgilendi.
'En iyi silahı seçmeliyim ve ardından kalan puanları piyadelere harcayacağım. Çok fazla puan harcayıp istediğim silahı alamama ihtimalini göze alamam.'
İlk önce işlenmiş süslü kılıçlarla başladı ama hiçbirini beğenmedi.
'İşe yaramaz şeyler, silahtan ziyade sanat işleri.'
Maalesef silahları seçerken özelliklerini göremiyordu, bundan dolayı tecrübelerine ve hislerine güvenmekten başka şansı yoktu.
Şansına Somuren şehrinde silahlar üzerine çalışma ve görünüşlerinden değerlerini tahmin etmeyi öğrenme şansı olmuştu. Tabii demircilik becerilerinin de yardımı oluyordu.
Weed çeliğinde mithril oranı en fazla olan kılıcı bulmaya çalışıyordu. Ve bir tane bulduğunda biraz da şüpheyle eline aldı.
"Tanımla!"
--------------------------------
Soğuk Loteu'nun kılıcı
Dayanıklılık 150/150
Hasar 68-75
Bu kılıç Niffleheim Krallığı'ndan kıtanın kuzeyindeki paralı askerler birliğinin lideri Loteu'ya ait. Buzun gücünü barındırıyor.
Kısıtlamalar:
Güç:600
Seviye:250
Etkileri:
Güç +50
Çeviklik +10
Liderlik +%20
Ek dondurucu hasar +30
Her saldırı düşmanı yavaşlatır.
Eğer paralı asker mesleğini seçersen doğrudan gümüş statüsünü alırsın
--------------------------------
"Hiç de kötü değil."
Weed kılıç için 1700 itibar puanı harcamış ve bundan memnun kalmıştı. Etkileri Agatha Kılıcından daha kötü olsa da hasarı çok daha yüksekti. Ve bileme bonusunu da eklersen, basitçe bu kılıç şu ana kadar eline geçenlerin en iyisiydi.
"Şef!"
Becker, Hosram, Buren ve Dale. Litvart mağarası akınından askerler. Eski arkadaşlar.
"Siz de mi buradasınız?"
"Evet, başkentin etrafındaki bölgelerde canavar istilaları arttı ve devriye gezip canavarları avlamak için geri çağrıldık."
Dört asker uzun zaman önce kaptan olmuşlardı ve kendi yüzlerce askerlik birliklerinden sorumluydular.
"Bir gün geri döneceğini biliyorduk."
"Evet, seni tekrar gördüğüme sevindim, şef!"
Buren ve Dale memnuniyetlerini saklayamadı. Litvart mağarasındaki av boyunca Weed'le yakınlaşmışlardı ve onunla tanıştıklarına mutluydular.
Weed kendini şanslı hissetti.
Yaklaşan görevinde hiç olmadığı kadar güvenilir askerlere ihtiyacı vardı!
"Sizi benimle götüreceğim çocuklar. Hadi yapılacak çok iş var."
Buren ve diğerlerini emirlerindeki 400 askerle birlikte yanına alınca geriye 3 itibar puanı kalmıştı.
Danışman tüm savaşçıları inceledikten sonra konuştu:
"Umarız ki tüm asker ve şövalyeleri sağ salim geri getirirsin."
Weed cevap vermemeye karar verdi. Zalimce gelse de onları savaşmak için götürüyordu. Zorlu rakiplere karşı çok sayıda savaş gerçekleşecekti ve Weed kayıpların kaçınılmaz olduğuna inanıyordu.
Tabii ki zor kazanılmış askerlerinin kolayca ölmesine izin vermezdi. Ancak onları savaştan geri tutacak da değildi.
Danışman devam etti:
"Eğer hayatlarını korursan, Kraliyet ailesi erdemlerinizi tekrar hatırlayacak. Ve eğer onları daha güçlü ve tecrübeli halde geri getirirsen, Kral ve diğer soylular oldukça memnun olacak."
Danışmanın sözleri askerler için harcanan itibar puanlarının geri kazanılacağına dair bir söz olarak algılanabilirdi. Ve güçlenen her asker için bu geri kazanım fazlasıyla olacaktı.
'Böyle olacağını bilseydim, çok daha fazla asker alırdım...'
Arkalarda, Weed eğitim alanındaki eğitmen Docke'u fark etti. Kısa zaman önce terfi almıştı ve Burada şövalyelere eğitim veriyordu. Ve Litvart mağarasında Weed'e eşlik eden Midvale. Ama ikisi için de yeterli itibar puanı kalmamıştı. Ve muhtemelen her ikisi de herhangi bir şövalyeden çok daha fazla tutardı.
'Çok kötü. Neyse, umarım başka bir fırsatım olur...'
Weed oradaki işini bitirince kiraladığı askerlerle birlikte Freya Tapınağına gitti.
***
Girişte kilisenin en yüksek seviyelileri onun için bekliyordu.
"Ayrılmak için hazır mısın?"
"Evet." Weed aniden yanıtladı.
Arkasında şövalyeler, Buren, Becker, Hosram, Dale ve 400 asker vardı. Böyle önemli bir görev için kendilerine güvenilmesini beklemediklerinden hepsi biraz gergindi.
Kraliyet şövalyeleri bile böyle yüksek seviyeli görevlerde nadiren bulunurdu.
Yüksek rahip konuştu:
"Söz verilen 50 rahip hazır ve portalın önünde bekliyorlar."
"Yolu sizin için göstereceğiz."
Freya tarikatının rahipleri. Weed onlarla selamlaşırken dikkatle gözlemledi. Cüppeler içinde çok sayıda sakallı adam vardı, ama şaşılası, rahibelerin sayısı çok daha fazlaydı. Ve hepsi güzellik saçıyordu.
Askerler açılmış gözlerle onlara bakıyordu.
"Vuaa!"
"Şimdi daha bir yüreklendim. Şef!"
Rahibelere attıkları tek bir bakışta Becker ve diğer askerlerin dövüş ruhları göğe fırlamıştı.
Weed kendini takip eden ordunun başını çekerek portala adımını attı. Ama emrinde sadece 50 Freya rahibi vardı. Kraliyet şövalyeleri, Buren, Becker ve diğerleri bağımsız hareket edecek ve duruma göre kendi kararlarını vereceklerdi.
"Freya sizi kutsasın!"
Yüksek rahip ve diğerleri dua etmeye başladılar ve portal ışık saçmaya başladı.
Işıklar kaybolduğunda, Weed ve diğerleri çoktan Rosenheim'dan çok uzaklardaydı.
***
Piramit çabucak en çok ziyaret edilen yerlerden biri haline gelmişti. Her gün 40 binden fazla kişi ziyaret ediyordu.
Tabii ki çoğu sanatsal çalışmalara bakıp takdir etmeye değil, Aslan heykelinin güçlendirmesini almaya geliyordu.
"Vauv! Harika."
"Doğru. Buraya bir piramit inşa etmek çılgınca..."
"İnşaat ile ilgili bir film seyrettim. Çok havalıydı, sırf o yüzden buraya geldim."
Buraya ilk defa gelenler çok şaşırıyorlardı. Meşhur Aslan'ın yanında birtakım başka heykeller de buluyorlardı, yüzlerinde üzgün bir ifadeyle birer ceylan, kanguru, geyik, tavşan ve diğer düşük seviyeli canavarların heykelleri...
Bu heykellere bakan oyuncular ilk başladıklarında bu zararsız otçullardan çok sayıda öldürdükleri için kendilerini suçlu hissediyorlardı.
Şaşırtmayan şeyse altlarına oyulmuş yazıyı okuduklarında ellerinin ceplerine uzanmasıydı.
----------
Bu heykelleri seyretmeniz karşılığında gönlünüzden geçen ücreti ödeyebilirsiniz.
Toplanan tüm para bağışlanacak!
Bu parayı ihtiyaç sahiplerine yardım için kullanacağız.
----------
Her ziyaretçi bir bakır veya gümüş sikke bırakıyordu.
ÇN: Bu bölüm 16 sayfaydı. Bu arada adrenalinin havada uçuştuğu epik arklardan birine bölüm sonuyla ışınlanmış bulunuyoruz. 7. kitabın 5. bölümüne kadar devam edecek 20 bölümlük arkta beklentilerinizi aşacak sahnelerle karşılaşacaksınız. Daha fazlası için Weed'i takipte kalın.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..