Lms 21.9 : Büyük Deniz Savaşı

avatar
3000 14

Legendary Moonlight Sculptor - Lms 21.9 : Büyük Deniz Savaşı


Çevirmen : Clumsy-nim



Hayalet Gemi hattı kalan yüksek hızlı gemilere gülle yağdırmakla meşgulken beş Savaş Gemisi, üçgen bir formasyonla hızlıca harekete geçti.

 

“Oh he he he, işte insanlar ge-li-yor!”

 

“Onları denizin dibine yollayın!”

 

Bu sohbetle Hayalet Filonun silahları yüksek hızlı gemilere çevrildi.

 

“Ateeş! Neden işe yaramıyor?”

 

Hayaletlerin gözüne kestirdiği bir hedefi vurabilmesi, gerçekliği kırılma noktasına dek esneten bir şey olurdu.

 

“Bir yarasa kadar körüm. Hiçbir şey göremiyorum. O koca ka-bum ve poop sesi beni korkuttu. Sanırım bu, teknemizin batmak üzereyken çıkardığı sesti.”

 

Hayaletler gözleri sımsıkı kapalı şekilde gülleleri ateşliyordu. Kural tanımayan bir Hayalet Gemide disiplin denen şeyden eser olmazdı.

 

Bir geminin düşmanına göre suda aldığı pozisyon önem taşırdı ve nişan almadan ateş etseniz bile geminizin silahlarının kabaca düşmanın bulunduğu yöne çevrili olması yeterdi.

 

Yüksek hızlı gemilerin etrafında dalgalar halinde su sütunları yükseliyordu, bir gülle direği parçalamış ve güverteden de ufak bir kısım koparmıştı. Güllelerin çoğu patlamayan toplardan ibaret olsa da bu topların hızları ve ağırlıkları bile çokça hasar vermeye yetiyordu.

 

Ve o toplar belli bir süre sonra ansızın patlayacak olursa gerçekten hiç şansınız yoktur demekti. Elbette ki Hayalet Gemilerle karşılaşırken kötü şans beklemekten başka şansınız olmazdı. Bunun yanı sıra yük ambarlarından fare sürülerinin çıkıp veba salgını başlatması gibi tuhaf olaylar da meydana gelebilirdi.

 

“Dümdüz ilerlemeye devam! Yelkenler fora! Amiralin emirleri bu şekilde!”

 

Savaş gemisinin kaptanı ve mürettebatı, Hayalet Filo formasyonunun merkezini hedefliyordu.

 

Haven Krallığında eğitim alan NPC denizcilerin bir hayli sadık olması gereği ölüm riski yüksek bir görev bile hiç tereddütsüz yerine getirilebiliyordu.

 

Merkez savaş gemisi grubunun hücum sırasında ağır ateşe direnmesi gerekiyor ve Drinfeld’in kanatları tutan iki muharebe bölüğü açık denizi ele geçirme gayesiyle sığ noktalardan ilerlerken kayalara ve resiflere çarparak hasar alıyordu.

 

“Silah yuvalarını açın. Ateş. Ateş. Ateeşş!”

 

Kanat bölüklerinden gelen ateşle birlikte kırmızı alevler ve dumanlar yükseldi. Ve başarıyla nişan alınan saldırılar, rahatlıkla Hayalet Gemilere ulaştı.

 

“Ke ke ke, gemi alev aldı.”

 

“Sulu Rom döksenize. Hadi şu yangını söndürelim. Aa? Daha da büyüdü ya. Ah neyse, zaten hava birazcık fazla soğuktu, artık kemiklerimiz güzelce ısınır.”

 

Alevler yükselir ve gemiler batarken hayalet mürettebatın hiçbir işe yaramaksızın koşturduğu görülebiliyordu.

 

“Ateeş!”

 

Muharebe bölüklerinin ateş açışıyla Hayalet Gemilerin alt edilmesi çok kolaylaşmıştı.

 

“Cephaneyi boşa harcamayın. Alevli gülleleri yükleyin!”

 

Bu alevli gülleler, havada patlayarak göz kamaştırıcı alev küreleri yaratmaları adına özel olarak tasarlanmıştı. Alevler, Hayalet Gemilere ip gibi kalın şeritler halinde yayılmaya devam ediyordu.

 

Yağmur giderek zayıflarken bu yangınları söndürmek kolay değildi.

 

1. ve 3. kanat bölüğü Hayalet Gemilerin daha çok dikkatini çekmişti, bu nedenle yerlerinden ayrılıp o bölüklere doğru ilerlemeye başlıyorlardı.

 

İşte tam da bu yeni taktiğin kullanıldığı anda Drinfeld’in savaş gemisinden keskin bir borazan sesi yükseldi.

 

“Ana Filo, Hücum!”

 

Drinfeld, bu komutla birlikte o ana dek nehrin gerisinde bekleyen gemileri peşine takarak dosdoğru Hayalet Filonun merkezine yöneldi.

 

Hayalet Filonun aralıksız ateşi karşısında bazı gemiler karaya otururken bazıları da Donmayan Nehrin kayalarına pervasızca göğüs gererek yelkenlerinin tüm hızıyla hücum etti.

 

“Denize ulaşır ulaşmaz ateşi başlatın. Yükleyebildiğiniz hızla ateşleyin!”

 

Alev saçarmış gibi görünen muharebe gemileri bu komutla ateş açtı. Ve Drinfeld’in ana filosunun sağ ve solunda kalan Hayalet Gemiler vurularak batmaya başladı.

 

Bu esnada Weed’in kıymetli hayat bahşedilmiş heykelleri, onun Hayalet Gemisinin güvertesinde güvenliğe yelken açabiliyordu.

 

“Biz savaşmak istiyoruz. Daha önce büyük bir savaş için bize ihtiyaç duyduğunu söylememiş miydin!”

 

Bambu bir mızrak tutan ve kahraman goblin ‘Kuzeyli Kerra’ya’ benzetilerek oyulan iri bir heykel, bu şekilde itiraz etti. Hayat bahşedilmiş birkaç kahraman yaratıktan biriydi. Ebeveynine pek şefkat beslemeyen saldırgan bir tipti.

 

Ancak Weed, söylediği şeye imkan olmadığı için yalnızca kafasını sallamakla yetindi.

 

“Müsaadenizle size bir şey soracağım, her birinize neden hayat bahşettiğimi biliyor musunuz?”

 

Sarı Oğlan, Altın Kuş ve Gümüş Kuş üçlüsü tamı tamına aynı saniyede yanıt verdi.

 

“Para kazanmak için.”

 

“Para için değil mi?”

 

“Para dışında bir sebep var mı ki?”

 

Weed ise an itibarıyla bir iskelet Liç formuna bürünmüş pintinin teki olmasına rağmen sevgi dolu bir abi gibi gülümsedi.

 

“Millet, şu anda yeni doğmuş bir bebekten farksızsınız.”

 

“Hayır, bu doğru değil!”

 

Kuzeyli Kerra bir kez daha itiraz etti.

 

Bilinen hikayelerdeki ünlü yaratıklara benzeyen diğer heykeller de gereksiz yere iftiraya uğradıkları hissini taşıyordu. Hayat bahşedilmiş heykellerin gururunu incitirseniz aranızdaki yakınlığı yitirebilirdiniz ve o yakınlık yeterince düştüğünde de bağımsızlıklarını ilan edip gitmeleri mümkün hale gelirdi.

 

Ayrıca Weed’in şu anki Liç görünümü göze son derece nahoş görünüyordu.

 

Görünüş konusunda tuhaf bir takıntıya sahip olan heykeller Weed’i değersiz görmeye başlıyordu ama elbette ki tüm bunlar planın bir parçasıydı.

 

“Geniş Versailles kıtasının güzel, eğlenceli ve keyifli bir yer olduğunu biliyor muydunuz? Sizler benim evlatlarım gibi gördüğüm yaşam formlarısınız. Bu savaşta benim için çarpışacak ve ölecek olursanız ömrümün geri kalanı keder dolu, bitmek tükenmez günlerden ibaret hale gelir. Sizleri korumak ve savunmak için hiçbir şeyden sakınmam. Bu Liçe dönüşmek zorunda kalmaktan daha kötü bir şeyi bile memnuniyetle yapabilirim.”

 

İşte bir ebeveynin çocukları için çarpan kalbi böyle olurdu!

 

“Bu savaş benim sorumluluğum. O yüzden siz yalnızca uzaktan izlemeyi planlayın.”

 

“Bana ne, istemiyorum. Ben yine de savaşmak istiyorum.”

 

Ancak büyük, azılı yaratıklara benzeyecek şekilde oyulmuş heykeller, bu hikayeyi dinlemelerine rağmen ısrarcıydı.

 

Son derece huysuz ve asabi mizaçlı olsalar da bir kez ehlileştirildiler mi mutlu ve sadık kalmaları çok kolay olurdu.

 

Bu sırada Sarı Oğlan ve Altın Kuş sesli düşünmeye başlıyordu.

 

“Şimdi dayağı yiyecekler!”

 

“Tenha bir yere gidip konuşmayı önerecek!”

 

Weed, tatlı sözlerinin heykelleri etkilemediğini görebiliyordu.

 

Bir sonraki hamlesi, çocuğu tıp fakültesini yeni kazanmış bir annenin kahvaltıda ne istersin deyişi kadar sevecen bir ses tonuyla şöyle söylemek oldu:

 

“Hepiniz için bir ev inşa edeceğim. Size leziz yemekler de yapacağım. Aile dediğiniz de bu değil midir? Bu sayede hep birlikte yaşayabilir ve sonsuza dek harika bir hayatın tadını çıkartabiliriz.”

 

“Ben savaşmak istiyorum.”

 

“İyi, tamam. İleride dilediğinizce savaşmak için bir sürü fırsatınız olacak. O zaman size bizzat ben liderlik edeceğim.”

 

“Yemin ettin bak.”

 

“Tabii ki. Ama şimdilik bir ara verip gücünüzü toplayın. Hele bir karaya ulaşalım, o zaman benimle birlikte savaşabilirsiniz. Ben sizin ebeveyninizim. Benim tek hayalim sizlerin hayatta büyük şeyler başarması. Bu, benim ne pahasına olursa olsun yapmaya kararlı olduğum bir iş, yoksa siz benim sadece parayı umursadığım şeklindeki o sözlere mi inandınız?”

 

“Yok canım, tabii ki hayır.”

 

Hayat bahşedilmiş heykeller, Weed’in hayatları için duyduğu endişeden etkilenmişti.

 

“Oh, iyi bir sahiple karşılaşmışız.”

 

Derin endişelerini gösterebilen Weed ise onlarla daha büyük bir yakınlık elde edebilmişti.

 

Söz konusu yalnızca birkaç heykel olunca her şeyin icabına bakmak için şantaj veya şiddete başvurmak kolaydı.

 

Hayat bahşedilmiş heykelleri idare etmekse zordu, dolayısıyla kalplerinde saygı ve takdir duygularının büyümesine imkan tanımak, ileride vereceği her türlü emri sindirmelerini çok daha kolay kılacaktı.

 

Bu, bilenmiş ve cilalanmış doğal bir dolandırıcılık yeteneğiydi!

 

Onun bu ani dönüşümü ne tuhaf ne de şüpheliydi. Weed, bu plana adadan ayrılmalarının bile öncesinde hazırlanmıştı.

 

Ve Seo Yoon’u dahi etkilemişti.

 

“Böylesine iyi bir baba görmek beni mutlu etti.”

 

Weed, bu iltifata uysal bir mütevazılıkla karşılık verdi. “Ehh, ben de bunu umut etmiştim, anlıyor musun? Yalnızca her şey olması gerektiği gibi olsun istiyorum, belki de yumuşak mizacımdan kaynaklanıyor, bilemiyorum, ama onlarla adamakıllı ilgilenebilmek istiyorum. Herhangi bir ödül peşinde değilim.”

 

Sarı Oğlan ve Altın Kuşun kusmasına ramak kalmıştı.

 

Deniz savaşında yakın dövüş arka planda kaldığı için hayat bahşedilmiş heykellere pek ihtiyaç duyulmuyordu.

 

‘Önümüzdeki 20 yılda bana çok para kazandıracaklar, o yüzden burada ölmelerine izin veremem.’

 

Gemi batacak olursa çoğu yüzme bilmeyen heykeller boğulur ve onca potansiyel ziyan olurdu! Üstelik heykeller, bir savaşın seyrini değiştirmek konusunda muazzam bir güce sahipti. Dürüst olmak gerekirse henüz onları açık etmek için çok erkendi!

 

Dolayısıyla uçabilen veya yüzebilenler hariç tüm heykellerin savaş alanından uzaklaşması emredilmişti.

 

Nihayet tüm heykellerin gemiye dönüşüyle Weed’in ilgisini arkasında yaşanan savaşa verdiği sırada Drinfeld’in gemileri, Hayalet Filoyla aralarındaki mesafeyi hızla kapatmaktaydı.

 

Her başarılı gülle su hattının altına isabet ediyor ve Hayalet Gemileri batırmaya başlıyordu.

 

Deniz alev almış gibi görünüyor, gülleler insanın kulak zarını parçalayacak bir gürültüyle patlıyordu.

 

Ölümsüzler, bir Ruh Çağıranın doğrudan komutası altında olmadıkları sürece kendi başlarına çok düşük bir zeka sergilerlerdi.  

 

Ancak Weed’in Hayalet Gemisinden idareyi ele alma zamanı gelmişti.

 

“İlerleyen düşmanların önünde bir savunma hattı oluşturun. Hayalet Gemi birimi 'Macellan', konumundan uzaklaş ve yön değiştir!”

 

Normal şartlarda saldırıda kullanılan veya batan gemiler çoğunlukla orta ila küçük ebatta olurken geniş yolcu gemileri de hayalet gemiye dönüşebilirdi.

 

Macellan!

 

Ortadan kaybolup bir hayalet gemi olarak tekrar beliren 590 kişilik yolcu gemisi Macellan, yalnızca 2. bölüğü durdurmak için ansızın rotasından sapmış şekilde filodan uzaklaşıyordu.

 

“Solumuzdan yaklaşıyor!”

 

Bir savaş gemisi Kaptanı bu şekilde bağırıp Macellan’dan kaçınmaya çalışsa da diğer hayalet gemi enkazlarının sürüklenen parçaları önlerini kesiyordu. Ayrıca küçük teknelerde beliren hayaletler balıkçı gibi davranıyor ve hatta denize ağ atıyordu.

 

“Tüm bu balıkları tek başıma yiyeceğim.”

 

“Köpekbalıklarını cidden sevmiyorum, onlara hiç tahammülüm yok. Bir defasında bir köpekbalığı tarafından yutulmuştum. Korkudan aklım çıkmıştı.”

 

İşte balıkçı teknelerinin bu şekilde savaş gemilerini geciktirişi sayesinde Macellan, zırhlılara çarparak zincirleme üç gemilik bir çarpışmaya sebebiyet verdi.

 

Bu, denizde meydana gelen ciddi bir trafik kazasıydı!

 

Çarpışma, silahlı denizcilerin sulara düşmesine yol açarken silahlarından olmalarının yanı sıra gemilerin gövdesi de epey hasar almıştı. Ve tam güverteye fırlatılan kaptanla mürettebat yeniden toparlanacakken yolcu gemisinin hayalet mürettebatı dışarı akın etmeye başladı.

 

“Dışarı çıkmayalı bayağı olmuştu.”

 

“Hadi, diz çökün. Karşınızda Marki Hazretleri var!”

 

Yolcu gemisindeki Şövalyeler, Leydiler ve Asillerin her biri hayalete dönüşmüştü.

 

“Yeni bir gemi. Bindiğimiz yolcu gemisi bizim seferimizde hayaletler tarafından ele geçirilmişti, şimdi de biz bu gemiyi çalacak ve sonsuza dek elimizde tutacağız.”

 

“Oo ki ki ki!”

 

Hayaletler, direk halatlarını kullanarak maymunlar gibi sallana sallana gemiye biniyordu. Yolcu gemisine çok sayıda hayalet musallat olmuştu. Tüm filonun önü kesilirken onlara toslamak adına her yönden yeni hayalet gemiler yaklaşıyordu.

 

Bir gemi çarpıldığı anda ele geçirilmiyor, Hayaletlerin gemiyi ele geçirmek için güverteye çıkması gerekiyordu. Bu gerçekleştiğinde de işler hızla değişiyordu.

 

*Ting!*

 

****

 

-Bu yelkenli geminin tüm personeli vefat etti. "Decker" zırhlısının mülkiyeti hayaletlere devredilecek.

Bu devirle birlikte geminin bir hayalet gemiye dönüşmesi icap edecek.

 

****

 

Savaş gemisi ani bir yaşlanma sürecine girmişti. Yeni hayalet gemi, donanma silahları kullanıyordu. Ve savaş gemisinin başlattığı top ateşinin hedefi, Drinfeld’in bölüğüydü.

 

Yüksek hızlı gemilerin çoktan batmış olmasıyla Weed, akıllılık ederek bu yeni yaratılmış, savaşa hazır Hayalet Gemilerden faydalanmaya başlamıştı. Onlar Hayalet Gemilerin doğal kabiliyetlerinden faydalanırken de Drinfeld’in filosunun tek açık yolu kullanmaktan başka bir seçim şansı kalmamıştı.

 

Denizde pek çok farklı yöne ilerlemek mümkündü. Ne kadar çok top atılırsa bir savaş gemisi o kadar yavaş dönüş yapabilirdi.

 

O gemilerin kasten tek açık yönde ilerlemesine müsaade eden Hayalet Filo da yaklaşmakta olan savaş gemilerini bekliyor ve bombardımana tutuyordu.

 

Ağır ateş, ilerleyişlerinin durmasına neden oluyordu.

 

“Siz de savaşın!”

 

Bu sırada Weed, Van Hawk’ı ve gururlu Vampir Lordu Tori’yi çağırdı.

 

“Efendimin daha da güçlendiğini hissedebiliyorum.”

 

“Kau-raaa! O eski kayıp güç geri dönmüş. O kanın tadının nasıl olduğunu öğrenmek çok hoşuma giderdi.”

 

Ölüm Aurası ve Ölümsüz Çağırma becerilerinin seviyeleri yükselmişti ve bu durum Van Hawk’ı da Lord Tori’yi de etkiliyordu.

 

Çağrılmalarının ardından Ölümsüz bedenleri, Ölüm Aurasının akışını algılayabiliyordu.

 

Lord Tori de Van Hawk da başlangıçta Ölümsüz Liç Lord Balkan’ın emrindeydi ve ikisi de olağanüstü güçte patron sınıfı canavarlardı. Mevcut seviyeleri başlangıçtan bu yana 200 ila 300 kadar bir artış göstermişti.

 

Yine de Ölümsüzlerin, kendilerini destekleyen bir Ruh Çağıran olmadıkça güçlerini tam anlamıyla sergilemeleri mümkün olmazdı.

 

Bununla birlikte Ölümsüzleri güçlendiren Ruh Çağıran kabiliyetlerine bağlı olarak destek almadan, kendi başlarına savaşmaları mümkündü.

 

Tabii ki Weed’in emrindeki bu ikiliyi merhametsizce dövdüğü pek çok acınası sahne olmuştu ama yine de ileri düzey Ölümsüz becerilerini kullanmadan Van Hawk ve Tori’den faydalanmak istiyorsa başka şansı yoktu.

 

“Geminin yönünü değiştirin.”

 

Becky-Nin’in üç çılgın köpekbalığı, bu komutla canlandı. Ve mevcut rotayı değiştirmeleriyle gemi, Hayalet Filoyla çarpışan Haven Krallığı savaş gemilerine yaklaştı.

 

“Hadi!”

 

Van Hawk, düşman güvertesine atladı. Ölü Şövalyenin yanında 100 astı da vardı.

 

Weed’in bir Ruh Çağıran olarak sahip olduğu üstün kabiliyetle Ölü Şövalye Van Hawk’ın manası artmıştı ve artık kalabalık bir Ölümsüz grubunu emri altında yönlendirebiliyordu.

 

O Ölü Şövalyelerin bir kısmı, düşman güvertesini kana bularken hayalet atlarına binmeyi bile başarıyordu.

 

“Bu mücadelenin icabına bakacağız. Biz, Gerçek Kan Vampir Klanı olarak önümüzde uzanan o kanı emeceğiz.”

 

Derken gözleri kızaran Tori, yarasa formuna dönüştü. Gece karanlığının çöküşüyle Haven Krallığı güllelerinin sıklığı ve gücü azalırken Vampir Lordu Tori daha da güçleniyordu.  

 

Bir deniz savaşında vampir yarasalarla savaşmak oldukça zordu.

 

Gerçek Kan Klanının diğer üyeleri de yarasaya dönüşmüştü ve Tori önderliğinde en yakın savaş gemisine saldırıyorlardı.

 

Gülleleri yükleyen silah ekibi, subaylar ve hatta dümenin başındaki rehberler bile boyunlarından fena halde ısırılıyordu.

 

“Artık benim emrim altındasınız.”

 

“Buyurun, Lordum.”

 

“Hala yaşayan kim var kim yoksa saldırın.”

 

“Emredersiniz, Lordum!”

 

Böylece bu kuklalar, eski donanma gemilerine top atmaya başladı.

 

“Ne haltlar dönüyor! Çılgınca bir hata falan mı bu?”

 

“Bir gülle daha geliyor! Ateşe karşılık verin!”

 

Bu kaosun içerisinde hiç kimse olup bitenleri idrak edemiyordu. Derken Gerçek Kan Vampir Klanı, cezbetme büyüsüyle insanları bir illüzyon dünyasına tutsak etti. Böylelikle gece göğüne sahip olan Vampirler, artık düşman ateşinden yana endişe duymadan rahatlıkla uçabilecekti.

 

Weed, bir Liç olarak düzgün bir üst haline geldiği için Van Hawk ve Tori’nin savaş becerileri inanılmaz bir manzara düzeyine erişmişti.

 

Bu sırada Weed, Bingyong ve Wyvernlerin görülemeyecekleri bir mesafeden alanı çevrelemesini sağlayarak deniz hazırlığını da yapmıştı.

 

“Hey oradakiler, siz de savaşın.”

 

Bu emirle Altın Kuş, Gümüş Kuş, Anka Kuşu ve isimsiz deniz yaratıkları da savaşa adandı.

 

“Bu mücadele için vur kaç taktiklerine başvurun. Komuta Bingyong ve Wyvernlerde olacak.”

 

“Anlaşıldı, Efendim.”

 

Bingyong ve Wyvernler hallerinden çok memnundu. Kendilerinden küçük bir sürü kardeşleri vardı, dolayısıyla erken doğmuş olmak, hiç bıkıp usanmayacakları bir özel ödüldü!

 

“Hepsi bizi takip etmek zorunda.”

 

Denizdeki pek çok yaşam formu da deniz canavarlarıyla birlikte savaşa sürüklenmişti. Bingyong, Anka Kuşu ve Wyvernler de üzerlerinde başarılı bir formasyonla ilerliyordu.

 

Kıpkırmızı bir ışıltıyla karanlık gökte uçuyor, pençeleriyle yelkenleri paramparça ediyorlardı. Ya da silahlardan sorumlu mürettebatı yakaladıkları gibi denize atıyorlardı.

 

“Savaşın seyri pek iyi görünmüyor, Amiral.”

 

Drinfeld’in gemilerinin sayısı azalıyordu. Esas problemse batan gemilerin Hayalet Gemilere dönüşüp geri gelerek saldırıya geçiyor olmasıydı.

 

Civar denizde ne var ne yoksa, tüm Hayalet Gemilerden radyo dalgaları misali yayılan kötü şansla dolmuş durumdaydı. Kullanılan belirli bir büyü olmasa da Weed’in Ruh Çağıran becerileri, batan gemilerin zaman içerisinde Hayalet Gemilere dönüşmesine yol açıyordu.

 

“O piç cidden tepemi attırıyor.”

 

Çoğu Hayalet Gemi çok eskiydi. Yavaşlardı ve topçuları fazla değildi ama harikulade bir savaş formasyonları vardı. Weed’in deniz üzerindeki kontrolü, savunmasız tedarik gemilerini saldırılara karşı koruyabileceği anlamına geliyordu.

 

“Bu muharebe yakın mesafeden göğüs göğse bir meydan savaşına döndü artık, Amiral.”

 

Drinfeld’in filosu, düşmanı silahla alt edebilmek için taktiksel becerilere odaklanmıştı. Donanma şövalyeleri ve mürettebatı, denizde kılıçtansa top iş gördüğü için varsayılan silah olarak top/gülle konusunda eğitim almıştı. Daha önce bir top savaşında mağlup edildikleri hiç görülmemişti fakat bu deniz canavarı ordusu karşısında işler göğüs göğse çarpışma noktasına gelmişti.

 

Drinfeld’in amiral gemisi birlikleri Hermes Loncasından takviye edilmiş, kutsal güçleri ve ateş büyüleriyle Hayalet Gemileri batırabilecekleri için gemiye alınmışlardı. Ancak Hayalet Gemiler bu göğüs göğse çarpışmada üstün başarı gösterirken avam savaş gemileri bunu başaramıyordu.

 

Açıkçası seyahatlerine katılan rahip sayısı çok azdı, neredeyse hiç kutsal güçleri olmayınca koruması da son derece sınırlı oluyordu. Hayaletler gemilere bindikçe de paniklemekten başka bir çareleri kalmıyordu.

 

Bu esnada Weed, gemisine bir savaş gemisiyle yan yana olacak şekilde keskin bir dönüş yaptırmıştı. İnsanlar tarih boyunca pek çok gösterişli ahlaki gerekçe sıralamıştı ve bu böyle sürüp gidecekti.

 

“Bir ziyafet hazırlamışlar!”

 

İnsanoğlunun doğası buydu!

 

Weed’in gözleri, tecrübe ve öğe dışında hiçbir şey göremiyordu. O da denizcilerle çarpışan hayaletlerle birlikte kılıcını kuşanmıştı. Birkaç öğeyi kaçıracağı korkusuyla aklı çıkıyordu.

 

“Bir Liç!”

 

Weed’i gören pek çok denizci, mücadele ruhunu yitirerek kaçıyordu.

 

Bu da bir Liçin korku yaratma kabiliyeti ve Ölüm Aurasının ne denli etkin olduğunun göstergesiydi.

 

Açıkçası savaşın zorlu olduğunu düşünmek bile Weed’i heyecanlandırmak için yeterli değildi. Ruh Çağıranlar, bir rahip karşısındaki güçsüzlükleri haricinde erişilebilir en iyi sınıflardan birinin mensuplarıydı.

 

Akıcı uçma kabiliyetini kullanan Weed, denizcileri yakalarından kavramaya başlıyordu.

 

“Mana çekme!”

 

Mürettebattan aldığı manayı da öncesinde batmış olan Hayalet Gemileri yeniden çağırmak için kullanıyordu. Ve suların altından baloncuklar yükselişinin hemen sonrasında çok sayıda Hayalet Gemi yüzeye çıkıyordu.

 

Bir Liçin absürt güçteki becerilerinden korkulmasının gerçek bir sebebi vardı. Ölüm Aurasının sağlık, mücadele gücü ve manayı arttırması sayesinde Ölümsüzler, daha çok düşmanın canını alabilecek hale geliyordu.

 

Sağlık ve mana Ölümsüzleri güçlendirirken aynı zamanda batmış olan Hayalet Gemilerin yüzeye çıkması da mümkün oluyordu. Yani Ölümsüzlerin ana ekseni olan Liç, bir Kral gibi hükmedebiliyordu.

 

Tüm bu olup bitenleri belli bir mesafeden izleyen Drinfeld, endişeliydi. Merkezdeki müttefik savaş gemilerinin arasına Hayalet Gemilerin karışması onların ateş etmesini imkansız kılmış, ortalık büyü kullanıcılarının herhangi bir şey yapamayacağı kadar kaotik bir hal almıştı.

 

Artık tek tük yağmur damlaları bile Drinfeld’in çileden çıkmasına yetiyordu.

 

“Yok artık.”

 

“Eh?”

 

“Sırf bu göğüs göğse mücadeleyi başlatabilmek için kasten bizi mi beklemişler?”

 

“…”

 

Donmayan Nehrin ağzında kalmış olsalardı zaman alacak olsa da muhtemelen toplarıyla düşmanlarını alt etmekten yana problem yaşamazlardı. Ama Weed o zamana kadar uzaklaşmış olurdu.

 

Her ne pahasına olursa olsun, Weed'i cesurca ve belirleyici bir savaşla yakalamaları gerektiği açıkça belirtilmişti. Öyleyse Weed bu savaşı öngörüp kaçmaktansa Drinfeld’in gemilerinin kendisini denize dek takip etmesine izin mi vermişti?

 

Eğer öyleyse planları istediği şeye müsaade etmemiş demekti ki bu da Drinfeld’in Weed’i tekrar değerlendirmesi gerektiği anlamına geliyordu. Weed yalnızca karada değil, denizde de gücünden en iyi şekilde faydalanarak savaşmayı biliyordu.

 

Ölümsüzlere komuta ederken bu denli plan ve strateji yürütmesi Drinfeld’in beklentilerinin ötesindeydi.

 

Gemilerin yan tarafları güçlüyken baş ve kıçları savunmasız olurdu. Güllelerin %90ından fazlası da gemilerin her iki tarafına boylu boyunca yerleştirilirdi.

 

Gemiler arası mücadelede en önemli şey pozisyonken Hayalet Gemilerin manevra kabiliyeti oldukça çeşitliydi.

 

Weed, yakın dövüşün arasına atlamış durumdaydı.

 

Bir sürü savaş gemisinin Hayalet Gemilere dönüşmüş olması toplardan hasar alırken bir araya toplanan gemilerin karman çorman olmasına yol açarken rahatlıkla yelken açabilmesi mümkün olmayan Drinfeld’in tek çaresi yerinde kalıp savaşmaktı.

 

Topçulukta ve göğüs göğse savaşta eşit oranda iyi birisi söz konusu olduğunda tecrübe ve becerilerinin çok iyi olduğunu itiraf etmemek mümkün olmazdı.

 

Weed’i Las Phalanx’ta yalnızca sürpriz saldırılardan ibaret taktikler kullanmak ve kaosa sebebiyet verdikten sonra bir korkak gibi kaçmakla itham ederlerken şimdi, düşman generalin hakkını vermeleri gerekiyordu.

 

Bu yaşananlar, onu büyük bir Amiral pozisyonuna sağlam bir şekilde yerleştirmişti.

 

Sadece 1-2 alanda değil, en az 3 alanda güçlü olduğu ve bunun ona daha geniş bir bakış açısı ile daha iyi bir muhakeme yeteneği sağladığı çok açıktı.

 

“Hey, geri zekalılar! Harekete geçsenize, kim size altınları saymanızı söyledi? Yeniden derin, karanlık denizlere dönüp yosunlarla kaplanmak mı istiyorsunuz? Şşşt, bakımsız, tek kollu ve şapkalı herif, ne diye demir atıyorsun? Birazdan harekete geçeceğiz, yani daha fazla aylaklık etmek yok!”

 

Weed’in herhangi bir şekilde komuta edebilmesinin tek yolu her şeye burnunu sokan muazzam bir dırdırcı olmaktı, aksi takdirde Hayalet Gemidekilere sözünü dinletemezdi.

 

“Daha fazla dayanamayacağım. Bu kaotik göğüs göğse çarpışma korsanlar için mükemmel fırsat, Korsan Kralı Griffith’le iletişime geçin. Bu mücadelede çıldırmaya izinleri var.”

 

Korsanlar hala Donmayan Nehre demir atmış şekilde tetikte bekliyordu.

 

Drinfeld ise filosu yüzünden Hermes Loncasının itibar kaybettiğini görmekten korkuyordu.

 

“Nihayet bize fırsat doğdu. Çapaları kaldırın!”

 

Devasa kürekleri taşıyan Korsanların daha fazla bekleyip seyirci kalması gerekmiyordu.

 

Bir Donanma ve Korsan birliği söz konusuydu!

 

Artık bir Donanma Gemisini göğüs göğse çarpışmada esir alan her Hayalet Gemiyi hedefleyen bir de Korsan Gemisi vardı.

 

“Yakalayın onları!”

 

“Hayaletleri ortadan kaldırın!”

 

Hayalet Gemilere bağlanan korsanlar gemilere binip saldırmaya başlıyordu. Esas hedefleri Hayalet Gemileri soymaktı fakat bu girişimleri engelleniyor ve geri püskürtülüyorlardı.

 

Konum, Donmayan Nehrin denizle buluştuğu yerdi; bir tarafta Haven Krallığı Savaş Gemileri ve Korsanlar vardı, diğer taraftaysa Hayalet Gemiler ve Deniz Canavarları.

 

Topla ve göğüs göğse çarpışmaların olası iki sonucu şuydu: Hayalet Gemiler batırılabilir ya da güvertede bir Ölü Şövalye varken ele geçirilme şansları olabilirdi.

 

İşte Weed’in süvarileri tam da o anda, mükemmel bir zamanlamayla savaş alanına ulaştı.

 

***

 

“Weed! Biz geldik!”

 

Pale ve grubu nihayet Las Phalanx’a varmıştı. Ve bölgede şiddetli bir yağmur başlamıştı.

 

Hwaryong, kamarasında saf ve doğal materyallerden yapılmış makyaj malzemelerini yüzüne uygulamakla meşguldü. Teni berrak ve parlak, bir çocuğunki gibi pürüzsüz ve yumuşacıktı. Makyajı hiç yokmuş gibi görünecek şekilde uygulamak çok önemliydi!

 

Dansçılar, izleyicilerin dikkatini çekmek için sıklıkla makyaj malzemelerine başvururdu.

 

“Yağmurda ufacık bir allık dokunuşu yeterli, kalemse kullanılmamalı.”

 

Deyip beline dek inen saçlarını açarak doğal bir şekilde omuzlarından aşağı dökülmelerini sağladı. Bir dansçının özel yeteneklerinden biri de saçlarını hızla uzatabilmesiydi. Bu sayede farklı etkiler yaratmak için çeşit çeşit saç stili kullanabilirlerdi.

 

Normal şartlarda gururlu ve cazibeli biri olan Hwaryong da bugün parıl parıl, masum bir ruha dönüşmüştü.

 

*Ting!*

 

****

 

-Makyajınızı başarıyla tamamladınız.

Cazibe + %21

Karizma + %15

İyi Şans + %29

Dans Yeteneği Etkileri + %31

Çiçek tutma veya toplama eylemi, yeteneğinizin etkilerini arttıracaktır.

Bu özel efektler, makyaj korunduğu sürece aktif olacaktır.

 

****

 

Çocukluğundan beri izleyicilere pek çok görünüm sunmuşken bugünkü görünümü, şu ana dek gerçek özelliklerine en çok yaklaştığı haliydi.

 

“Weed’i uzun bir süredir görmemişken bugünkü gösterimin unutulmaz olmasını istiyorum.”

 

Aynadaki yansımasını kontrol eden Hwaryong, görünümünden tatmin olarak küpe ve kolye takmamakta karar kıldı. Aksesuarlar iyi seçenekler sunsa da dansına uygun değillerdi. Kıyafetleri hafifçe ışıldıyor, upuzun beyaz elbisesi uzaklardan bile kolayca görünüyordu.

 

Geminin savaş alanının ortasına doğru kaydığı sırada dümende Pale duruyordu.

 

“Kahretsin, yağmurlu havada büyüm güçsüzleşiyor. Neyse, yapacak bir şey yok. Alev Girdabı!”

 

Romuna’ysa deniz savaşının ortasına büyülerini gönderiyordu.

 

Dönen ateşlerin merkezi, denizde bir orman yangını misali hızla genişleyerek büyüyordu. Ve dönen girdap, rüzgarla birlikte göğe yükseliyordu.

 

Gökyüzünde süzülen spiral bir ateş girdabı!

 

İşte o girdabın içerisinden savaş gemilerine doğru ateş topları fırlıyordu!

 

“Hedefler belirlendi… hadi hadi hadi. Çoklu atış!”

 

Diyen Pale, yelkenleri sabitleyen çok sayıda halatı hedef aldı. Sallanan o halatları kesmek halihazırda zor bir işken yağan yağmur her şeyi daha da zorlaştırıyordu.

 

Her bir ok başı, geniş bir kanca takılacak şekilde özel olarak tasarlanmıştı, bu sayede halatlar kesilirken yelkenleri parçalamaya devam edebiliyorlardı.

 

Bu okların çatışmaya büyük bir katkısı olmasa da yelkenli gemilerin hareket kabiliyetini azalmaktaki etkileri büyüktü.

 

‘İşte orada, Kaptan şu kırmızı şapkalı herif olmalı.’

 

Tüm Kaptan ve Subayların keskin nişancı oklarının hedefi belliydi!

 

Zephyr, oltasını sallayarak yaklaşan Korsanları hizada tutuyordu. Büyük bir rol oynamasa da Korsanların gemiye çıkmasına mani oluyordu. Surka da yumruklarını sallayarak bir şekilde gemiye çıkanları alt etmeyi başarıyordu.

 

Bu sırada bir oku daha yaya yerleştiren Pale, “Keşke Maylon da burada olabilseydi, bu işe bayılırdı.” diye mırıldandı.

 

Maylon’un hiç kaçırmak istemeyeceği, kıskançlık dolacağı bir maceraydı. Ama özel programların sunucularından biri olması nedeniyle bu maceranın bir parçası olmaktan vazgeçmek zorunda kalmıştı.

 

İşçi sınıfının dertleri bitmek bilmezdi.

 

“Ateş edin! Batırın şunları!”

 

Korsan Gemilerinin de gülleleri vardı.

 

Pale, artık menzillerine girmiş olan ve kendilerine ateş etmeye başlayan Korsanlar tarafından batırılmaktan kaçınmak için emirlerini sıralıyordu.

 

*Ta la la da ta la*

 

Ateşlenen topların ve çarpışan kılıçların seslerinin ötesindeyse bir arp melodisi savaş alanına yayılmaya başlıyordu. Gözetleme noktasına yerleşmiş olan ozan Bell, arpını çalıyordu. Sahiden unutulmaz ve güçlü bir sesti.

 

“Ne…”

 

“Savaş alanında bu performans da neyin nesi?”

 

Tüm Korsanlar kahkahalara boğuluyordu.

 

O görkemli sesin şiddetli sağanak ve azılı çarpışma seslerinin arasında bile rahatlıkla işitilebildiğini söylemek abartı olmazdı.

 

Rüya gibi, yumuşacık ve dostane bu ses, her dinleyiciyi performansı karşısında hayrete düşürüyordu.

 

Müzik başladığı sırada ana yelken direğinin altında oturmakta olan Hwaryong da o anda ayaklandı. Ve kendi kendine sessizce mırıldandı.

 

“Bir daha nerede böyle bir seyirciye gösteri yapma şansı bulacağım ki?”

 

Böylece ana direk hizası boyunca usulca ilerledi. Gece göğünün kara bulutları ve alev girdapları birlikte tatlı bir gün batımı parıltısı efekti sağlıyordu.

 

Hwaryong yağmurun altında yürüdükçe damlalar beyaz elbisesinin ıslanıp vücuduna yapışmasına yol açıyordu.

 

Bubi Tuzağı Dansı, izleyicilerin zihnini çelmekte daha etkili olması adına genellikle çok daha yakından gerçekleştirilirdi.

 

Dansın ne zaman gerçekleştirileceği, yerli yersiz demeden nasıl sunulacağıysa çok önemli noktalardı!

 

Lakin yağmur altında gerçekleşen böylesine büyük bir savaşta standart bir dans kullanılamazdı.

 

Yağmurlu bir günde ne kadar çarpıcı bir performans sergilerse sergilesin seyirciye ulaşamadığı takdirde bir milyon ışık yılı uzakta olsa da olurdu.

 

“Seyircilerin beni sahnede izlemesi defalarca kez deneyimlediğim bir şey. Ve şimdi de onlara dansımı sergileyeceğim.”

 

Küçücükken yağmurun gökten düşen solucanlar olduğunu zannederdi. Topraklar suya doyar ve hayat bahşederdi. Yağmurda dans etmek de herkes için arzulu ve cüretkar bir düştü.

 

Parmak uçlarında doğrulan Hwaryong, zarif bir şekilde hareket ederek balerin gibi dönmeye başladı.

 

O döner ve zikzaklar çizerken rüzgar esiyor, lakin o güçlü rüzgarlar yalnızca ürettiği vücut ısısını yatıştırarak dans etmesini kolaylaştırmaya etki ediyordu.

 

Düşen yağmur damlalarının sesiyle dans etmenin keyfi bir başkaydı.

 

“La La La La La”

 

Rüzgar ve yağmurla ahenk içerisinde şarkı söylüyordu.

 

Elleri ve ayakları zarif hatlar çiziyor, yüzünde seyircilerin kalplerini durduracak kadar çekici bir kararlılık taşıyordu.

 

Bu performansın içine çekilecek ve bir daha asla ayrılamayacakmışsınız hissi uyandırıyordu. Tüm sahneyi etkisi altına alan bir mıknatıstı adeta. Harikulade, nefis bir manzaraydı.

 

Yağmuru, bir daha yağdığını hiç göremeyecekmiş gibi seven ve ona neşeli dansını sunan bir periydi sanki.

 

Sırılsıklam elbisesi uysal kıvrımlarına cazibe katıyor, şehvetli bir deneyim sağlıyordu. Şeytanı uyandıracak kadar çekici zayıf bir beden ve zarif, dolgun yaka hattıyla büyüleyici gözlere sahip masum bir yüz taşıyordu.

 

Uzun saçları savrulurken havada pırıl pırıl su mücevherleri bırakıyordu.

 

Yağan yağmur, dekoratif dansıyla mükemmel bir kontrast oluşturan ışıltılı bir arka fon sunuyordu. Dans etmeye bayılıyordu, onun dünyası, o anki hislerini baskılayamayan bir sahneydi.

 

Neşeli dansı, tutku ve güçlü cereyanlarla dolu bir hal alıyordu.

 

Sahne onun dünyasıydı, öyle ki seyircilerin bile farkında değildi. Tanrıçanın ışıltılı cazibesi gibi erişilmezdi.

 

“Oh.”

 

Korsanlar ve Donanma mürettebatının ağızları açık kalıyordu.

 

****

 

-Dansçı; Hwaryong dans ediyor.

Gözleriniz o danstan başka bir noktaya çevrilemiyor.

Dikkat dağınıklığı nedeniyle tüm yeteneklerin başarı oranları düşüş gösterecek.

Kuvvetiniz azalacak.

 

****

 

Hwaryong’un dansı, bölgedeki tüm Korsanların ve Donanma personelinin gözlerini üzerine çekip hapsediyordu. Ve korsan oyuncular da Donanma oyuncuları da gönüllerini çaresizce Hwaryong’a kaptırıyordu.

 

#Çok iyi bölümdü ya. Weed’in heykellerine bayılıyorum, Sarı Oğlan zaten baş tacım, artık hepiniz biliyorsunuz :D ‘Para para para’ mottosuyla hareket ederken ‘siz benim evlatlarımsınız’ diyerek yeni heykellerini de batağa düşüren pintiler pintisi Weed için her şey yolunda gidiyor. Komedi, heyecan, romantizm, seride ne ararsanız var gerçekten. Ve dansçı ablamızın performansını gözümde canlandırdıkça ben bile bir ‘vuhuuu, yürü be ablam’ demeden geçemedim. Weed’in herhangi bir tepki verip vermeyeceğiniyse çok merak ediyorum. Sıradaki bölümümüzün ismi ‘Arkadaş’, yani Seo Yoon’la ilgili bir gelişme olabilir. Orada görüşmek üzere!

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47001 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr