6-Canavar

avatar
437 1

Lucas - 6-Canavar


Yaşlı adam birkaç adım öne çıkınca gözler ona dikildi. 

“Genç adam, gözlerinde gençliğin ateşlerini göremiyorum. Gözlerin oldukça solgun ve sakin ki bunu taktir ediyorum. Ama genç adam, o gözlerindeki sınırsız açlık sana zarar verecek şeydir. Loyern Krallığını biat ettirdiğini söylüyorsun, bir prensi yenerek bir krallığa hükmetme hakkını almak tarihte görülmemiş bir şeydir. İlk imparatorun sözleri elbette bilgecedir, o bir ülkeyi kendisinin saymadan önce o ülkenin bütün kraliyetini ya ölümün pençelerine iter ya önünde diz çökme hakkıyla mükafatlandırırdı. Ama tek yaptığı bu da değildi, kazandığı her savaşta halk ile iyi geçinirdi göklere adaklar sunar ve kendisini bir imparator olarak kutsamalarını isterdi. Halka verdiği önem ve tanrıların ona verdiği hak onu imparator yapan şeydi, tek başına güç değil. Bu sana nasihatımdır, bu konuda sınırlarını bil, yoksa ilk imparator gibi küçük yılanların başı ezilir.” 

Ne güzel sözler, ne güzel. . . ne güzel.  

Hayır, ben yenilmeyi reddediyorum.  

“Yaşlı bunak, güce sahibim ve korkmuyorum. Beni tehdit ediyorsun, ilk imparatoru da tehdit etmişlerdi. Bugün ilk imparatorun bir imparatorluğu var, onu tehdit edenlerinse bedenlerini kaplayan soğuk toprakla dolu mezarları. Ben ilk imparator’u takip edeceğim, tanrılar bile karşımda dursa onları katlederim. Korkmuyorum.” 

“İndirin şu maymunu.” 

Prens istediği bahaneyi bulmuştu ve emrini vermişti ki gerçekten hiç korkmuyordum. İçimi dolduran bu his, bilmediğim bir güce karşı savaşacak olmanın heyecanı, kalbimin hızlı atışları ve gözlerimdeki o boşluğu yakabilecek derecede bir zevk. Kazanmak için savaşmak, hırsla, kanla, güçle savaşmak.  

Büyü gücümün birazını bile saklamıyordum artık, üzerimdeki büyük yaşlının baskısını hissetmiyordum bile, yanındaki prens ve diğer yaşlı da bunu fark etmiş olacaklar ki onlar da üzerime baskı kurmaya çalışıyordu.  

Bu üçlünün gücü bile sınırsız sayılırdı ki benim bile göğsümü ağırlaştıran bir baskı oluşmuştu. Üzerime doğru gelen bir altın okunu ise tam o anda fark edebilmiştim.  

Vücudumu büyüyle katlarca kez güçlendirip hızlandırdığımdan bu altın oktan sağıma kaçarak sıyrılmayı başarsam bile gözüme çarpan yüzlerce altın okun parlaklığı içimdeki sonu belli olmayan bu savaşa duyduğum isteği coşturmuştu.  

“GEL!” 

Sağ elimi bir kalkanı tutarmış gibi kullandım, gözlerimin önünde mor bir kalkan oluşmuştu, benim geliştirdiğim bir büyüydü bu, Mor Ayna Kalkanı. 

İlk altın ok ve kalkan buluştuğunda herkesin beklediği çarpışmanın gürültüsü yükselmedi, ok kalkanın içinde bir göle atılmış gibi düşmüş ve kalkan tarafından yutulmuştu.  

Yüzlerce ok, her biri de kalkanım tarafından yutulduktan sonra başından beri sıktığım diğer elimi ordularına emir verecek bir general gibi kaldırdım. 

 Kalkan yok olmuştu ve arkamda mor bir çizgi oluşmuş daha sonra bu çizgi iki tarafa zorla çekilmiş gibi büyümüş ve bir yırtığa dönüşmüştü. 

“Oklarını geri al bunak!” 

Emretmek için yukarıda tuttuğum elim yaşlıya doğru sallandı ki aynı anda arkamdaki yırtıktan yüzlerce altın ok bunu takip etti.  

Krun, bu olayları izlerken yanında ona sarılmış Liana vardı.  

“Baba, o canavara böyle şeyler öğrettin mi?” 

Liana her zama Lucas’ı bir canavar olarak görmüştü, ilk günden beri bu böyleydi ama bunu Lucas’a belli etmemişti. Lucas gibi bir yetenek, kıtanın hükümdarlarından birisi olacaktı ki onu kurtaran kızı unutması imkansız olacaktı.  

“Hayır, bunu kendi başına öğrenmiş.” 

Krun sözlerini daha bitiremeden altın oklar yaşlıya çarpmayı bitirmişti, ortadaki toz görüşü kısıtlıyordu ki kulakları yırtan bir ses ve bütün sisi bir anda dağıtan bir ışın Lucas’ın olduğu yerden geliyordu.  

“Beyaz Nova, oluş!” 

Lucas’ın bir eli altta bir eli üstte göğüs hizasında duruyordu. İki elinin ortasında ise beyaz bir nokta görülüyordu ve bütün bu ses ve ışığın kaynağı da bu noktaydı.  

Lucas’ın iki eli önce bu beyaz noktanın etrafında bir tur attı ki bu bir saniye bile sürmemişti. Top önce biraz büyüdü sonra biraz küçüldü, beyaz minyatür bir güneşe benziyordu.  

Lucas daha fazla yukarıdaki elini orada tutmadı, allta olan sol elini de prens ve yaşlıların olduğu yöne doğru ileriye doğru çıkardı. Beyaz topta bu eli izledi ve süzüle süzüle Lucas’ın avucuna kondu. Çıkardığı ses her şeyin duyulmasını engelliyor, ışığı ona direkt bakmayı imkansız kılıyordu.  

“Beyaz Nova, yan!” 

Avcuna inen bu beyaz güneşi yumruğunun içine aldıktan sonra söylediği bu sözler bütün gürültüyü kesmişti, ışık da sadece Lucas’ın yumruğundan geliyordu ki Lucas yumruğunu prense çevirdi.  

“Beyaz Nova, patla!” 

Avcunu açmasıyla birlikte tanrıların gazabını andıran bir ses göklerden yankılandı, beyaz ışık kimsenin takip edemediği bir hızla fırlamış, prensin masasının önünden göklere doğru fırlamıştı ki inanılmaz ses yüzünden birçok normal insan kulakları patlayarak ölmüştü. Normal büyücüler bile bu büyük baskıya dayanmakta inanılmaz zorlanıyordu. 

Prens ve iki yaşlı neler olduğunu anlamış olsa da bu denli büyük bir saldırı geleceğini tahmin etmiyorlardı. Diğer kralların önünde kötü görünmek istemediklerinden saldırıyı karşılamaya karar vermişlerdi ama bu saldırıyı karşılayan onlar da değildi. Karşılayabilecekleri bir saldırı olsa da böyle sektirmeye güçleri yetmezdi. 

“HAHAHAHAHAA” 

Kahkaha bütün gökte yankılandı, insanlar bu kahkaha sanki kafalarının içinden geliyormuş gibi sersemledi. Göğüsleri titredi ve kalpleri sakinliğini yitirdi bu kahkaha karşısında.  

Genç bir kız, prens ve yaşlıların önünde havada duruyordu. Genç bedenine bakan ölümlüler bu kadının ulviyeti tarafından büyülenmişti. Büyücüler ise bu kadının gücünün farkındaydı, engin bir okyanusun ortasındaki devasa dalgaların arasında kaldıklarını hissediyorlardı. Ezici ve mutlak olan güç işte buydu.  

Kadının uzun ve kırmızı saçları belinin biraz üstüne kadar sarkıyordu. Giydiği kızıl kıyafet perilerin kanatlarından yapılmış gibiydi, sanki bir ağırlığı yoktu kumaşının. Belinin biraz altına kadar uzanan kıyafeti canlılık sahibi olan her varlının ruhunu titretecek güzellikteki bacaklarını gizlemeye cürret edemez gibiydi.  

Saf bir güzellik, bedeni daha önce orada olanların görmeyi hayal dahi edemeyeceği kadar güzel olan bu kadının yüzü ise bu güzelliğini tamamlayan son parçaydı. Bir kolyeye takılmış mücevher gibi parlayan kan kırmızısı gözlerine bakmaya kimse cürret edemiyordu.  

Bu mükemmelliğin içinde, sağ yanağında duran küçük bir yara izi bu kadındaki tek kusurdu. Bu küçük yara izi mükemmel varlığındaki bir hasar olsa da insanların zihinleri bu küçük yarayı bir takının en önemli parçasıymış gibi güzel karşılamıştı. Sanki o yara izi bu kadının güzelliğinin imzasıydı. 

Lucas da diğerlerinden farksızdı, bu mutlak güç ve kusursuz güzellik karşısında ister istemez hayranlık duyuyordu. Onun bu hisleri ortaya çıktıkça derinlerden, ruhunun belki de en farkında olmadığı noktası onun bu hislerini zincirliyordu. Sanki birisine hayranlık duymasından rahatsız oluyordu ruhu. 

Bütün bu sessizliği bozan yine bu sessizliğin sebebi olan kız olmuştu. Böyle bir güzelliğin sesinden yavaşça akan bir nehrin sakinliği ve güneşin sıcaklığı beklenirdi. Ama insanların duyduğu ses bunların tam tersiydi.  

Kendisini kullarına ilan eden bir imparator’un gururunu ve mutlak gücün baskısını içeren sert bir sesle konuşmaya başladı kadın.  

“Çocuk, buradan geçerken ruhunu fark ettim. Gözlerini gördüm, hazza aç olan o gözlerini gördüm. Kazanmayı çok seviyorsun değil mi? Hatta sadece kazanmak seni tatmin edebiliyor. Ama uğruna kazanmaya değmeyecek kadar basit olan savaşında gözlerindeki o hırs ve haz artık yoktu.  

Benim gibisin, benimle gel. Seni, savaşmana değecek rakiplerin olduğu yere götüreceğim.” 

Lucas’a yöneltilen bu konuşmayı duyan herkes tam olarak neler olduğunu idrak etmeye çalışıyordu. Bu kadın kimdi? Neden Lucas’ı istiyordu?  

Lucas’ın gözleri ise net değildi, düşünceleri birbiriyle çarpışıyor karar vermekte zorlanıyordu.  

Kafasını hafifçe yana çevirip arkasında kalan seyircilere baktı. Orada, Krun ve Liana’nın olduğu koltuklara takıldı gözü.  

Krun, onu çocukluğundan beri büyüten bir baba gibiydi. Gözleri bu adamda bir süre takılsa da onu asıl zorlayan kişi Krun değil Liana’ydı. 

O, hiçbir zaman unutmamıştı. Aç midesi ve soğuk havanın altında Liana’nın onu kurtardığı ve ona sıcak bir yuva verdiği zamanları.  

Bunlar bile onu engelleyen asıl faktörler değildiler. O, Liana’yı seviyordu. 

 Bu duygunun gerçekliğini fark edemeyecek kadar toy da olsa kalbi ve duyguları bu kıza açıktı. Diğerlerinden farklıydı Lucas için. 

“Onlar mı? Bu çöp parçaları seni buraya bağlıyor değil mi? HAHAHAAAHA! Gerçekten aptalsın.” 

Hala havada duran kadının sol elinin tırnaklarının arasından kan akmaya başlamıştı. Gözleri sanki biraz daha parlaklaşmış tırnakları biraz daha uzamıştı. 

Lucas o anda daha önce hiçbir zaman hissetmediği bir tehdit hissetti. Ölüm, ölümün gerçekliği ilk defa bu denli ağır bir şekilde üzerindeydi.  

Sanki tam arkasında, boğazına tırpanını dayamış bir ölüm meleği bekliyordu. Arkasını dönerse öleceğini hissediyordu.  

“Oh, demek bu kızı seviyorsun. Gerçekten onun da seni sevdiğini düşünecek kadar da aptalsın. Gel buraya!” 

Yüzünde şeytani bir gülümsemeyle verdiği bu emir Lucas’ın rızasına kalmadan gerçekleşmiş, Lucas’ın boynu kadının narin eli tarafından sıkıca tutulmuştu. 

Bir an sonra da Liana’nın karşısındalardı, kimse nasıl oraya gittiklerini anlamamıştı. 

“Böcek, benim karşımda söylediğin her yalan sevdiğin bir kişinin canını almam için bir sebep olur. Sıra sana geldiğinde ise gökler seni korusa bile elimden kurtulamazsın. Şimdi bu çocuğa gerçekleri söyle!” 

Kadının otoriter duruşu ve anlaşılamaz gücü Liana’yı tamamen ter içinde bırakmıştı. Titreyen sesiyle konuşmaya çalıştı. 

“Lucas, seni. . . seviyorum.” 

Sesi titriyordu ve o kadar kısıktı ki duyulmuyordu bile. Kalp atışları sıklaşmıştı.  

-DİNGGGGGG! 

Demirin sallanma sesine benzer bir ses duyulmuştu.  

-AHHHHHHHHH! 

Ve bir haykırış, Liana’nın yanında bir abisinin kafası kan rengi bir demirle delinmiş, diğerinin de aynı demir ayağına saplanmıştı. Bunları gördüğü anda sandalyesinden yere düştü, ölümün gerçekliği korku içinde bırakmıştı onu da.  

“Doğruyu söyle kızım, sadece doğruları.” 

Bu sözleri söylerken elinde kandan başka bir demiri sallıyordu kadın.  

Derin bir nefes aldı Liana 

“Lucas’ı hiçbir zaman sevmedim! Sokaktan aldığımız bir köpekten farksızdı! Onu kontrol edebilmek için onu seviyor numarası yaptım ve o yeterince güçlenince bütün kıtanın kraliçesi olmak istedim!” 

Vücudu söylediği bu sözlerle daha fazla dayanamayacak gibi titremeye başlamıştı, gerçekliğin verdiği ağırlık onun ruhunu eziyordu.  

Kadının suratında ise küçük bir gülümseme vardı, Liana’nın doğruları söylediğini biliyordu. 

Lucas ise bu sözleri duyduğunda önce kabul edemedi. 

“Yalan, ona zorla yalan söylettin. Değil mi? Cevap ver!” 

“Ona neden sormuyorsun?” 

Lucas’ın gözleri Liana’ya döndü. 

Bu gözlerle karşı karşıya gelen Liana hayatı boyunca unutamayacağı o duyguyu hissetti. Lucas’ın gözleri karanlıktı, korkunç bir karanlık hemde. Liana ruhunun ezildiğini hissetti, daha önceki kadından bile farklı bir güçtü bu, sanki ruhu Lucas’tan korkuyordu. Kalbinin ezildiği hissiyatı içinde haykırdı. 

“CANAVAR!” 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46887 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr