Bölüm 66: Anneciğim!

avatar
1768 0

Mavi Elma - Bölüm 66: Anneciğim!


Adem, dört gözlü tavşanın, dört gözü de kendisine dikildiğinde boğazında oluşan yumruyu hızla yutkundu. “Bu tavşan daha demin benden kaçan tavşan mı?” diye sormadan edemedi. Ona göre bu tavşan ile bir önceki tavşan arasındaki fark göğün yedi katı ile yerin yedi katı arasındaki fark kadar fazlaydı!

 

“ROOAARR!”

 

Tavşanın kükremesi ile fişek gibi ileriye atılması bir olmuştu. Dudakları bütün kuvveti ile o kadar hızlı açılmıştı ki, Adem’in gelişmiş olan duyuları bile kısacık bir an da olsa kendinden geçmişti. Tavşanın altı metrelik boyu ile kendisine doğru geldiğini fark eden Adem, kendisini kaçmaya hazırlıyordu ki, devasa çenenin omzuna doğru yaklaştığını fark etti.

 

Katırt!

 

Adem’in omzu iki güçlü sivri diş tarafından şiddetle ısırıldı! Isırılmış olan bölge anında kanamaya başlamıştı. Adem üstünde tükürükçü yeşim yılanından yapılan deri zırhı olmasa işinin çoktan biteceğini anlamıştı.

 

Adem’i hızla havaya doğru kaldıran canavar, bütün gücüyle Adem’i savuruyordu. Bu sırada ortaya çıkan iki devasa pençe de Adem’i tutuyordu. 

 

“Bu ne güç!” 

 

Adem’in zihni terör ile dolmuştu. Gözlerinin karanlığı geceyi bile kıskandırabilecek düzeye ulaşmıştı. Hızla Cennet Ateşi tekniğini uygulamaya koyan Adem, eline gelen Ördeğin Dansı adlı baltalarından bir tanesini hızla savurdu. Balta doğrudan tavşanın kendisini kavrayan pençesine doğru vurmuştu!

 

Fışşk!

 

Balta sanki havayı kesiyormuşçasına ilerledi ve devasa tavşanın kürkünü geçti. Kürkünü keserken içinde bulunan gücü tüketen balta eti fazla kesemedi ve tavşanın pençesinde ufak bir kanamanın oluşmasına yol açtı. 

 

“Yiivuu!”

 

Acıklı bir çığlık ile birlikte ağzını açan tavşanın bu durumundan istifade eden Adem, hemen tavşanın dişlerinden ve kendisini kavrayan pençesinden kurtuldu. Ancak bunu yaparken bir şeyi fark edememiş olacak ki diğer pençe Adem’e doğru savrulmuştu. 

 

BOOM!

 

Kendisine doğru gelen müthiş güçlü bir pençe ile birlikte Adem’in dengesinin sağlam kalmasını beklemek bir farenin insanların arasında, insan gibi yaşamasını beklemek kadar imkansızdı. Rüzgarın gücü ile savrulan bir bez parçası gibi hızla havalanan Adem, kendisini devasa mağaranın duvarında bulmuştu. 

 

Adem, mağara duvarına çarptığı anda ağzından kan sızdı. Korkudan donmuş gibi görünen dudaklarına kırmızı bir renk veren bu kan ile birlikte Adem’in suratında derin bir korku oluşmuştu. 

 

“Kaçmam lazım! Kaç!” 

 

Bir saniye bile vakit kaybetmeyen Adem, bedenini çevreleyen Cennet Ateşi tekniği ile birlikte olağan gücüyle koşmaya başladı. Bu durum kendisinin bir oktan bile daha hızlı gitmesini sağlamıştı. 

 

Whooosh!

 

Adem olağan gücüyle o kadar hızlı koşuyordu ki, bir anda kendisini tavşan mağarasının girişinde bulmuştu. Ay o kadar parlak bir durumdaydı ki, gökte duran tek parça elmasa benzetilebilirdi. 

 

Adem koyu yeşile dönmüş ormana çıktığı anda durdu, derin bir nefes aldı ve arkasından hiç ses gelmediği için tavşanın kendisini kovalamadığını düşünüp sevindi. “En azından kovalamadı! Yoksa bu sefil hayatım doğrudan tavşanın midesinde sonlanacaktı!” 

 

Devasa tavşan birden, sanki bu anı beklermişçesine, büyük deliğin içinden çıkmış ve havaya doğru yükselmişti. Nereden bakarsanız bakın en azından yirmi metrelik bir yüksekliğe doğru ulaşan bu tavşanın yükselmesi ile yere inmesi neredeyse bir olmuştu.

 

“AHHHH!”

 

Adem’in ağzından çıkan korku dolu çığlık ile birlikte koşması bir oldu, “Manyak tavşan kovalamaya devam ediyor! Kaç! Kaç!” 

 

“ROOOARRRR!”

 

Tavşan kükremesini bitirdiği anda koşmaya başladı. Tavşanın koşması o kadar hızlıydı ki; Adem’in koşmasını bir nebze geçiyor ve her adımında bulanık bir gölgeye dönmesini sağlıyordu! 

 

Adem, hemen arkasından gelen tavşanı fark ettiğinde daha da panikledi! “Ölmeyeceğim! Koş Adem! Koşşş!” 

 

Gerçekten de ölüm korkusu Adem’in bedenini o kadar hızlı ele geçirmişti ki, kaçma ve saklanma hırsı ile birlikte eski hızını bir anda aştı! 

 

Swhooosh!

 

Etrafta bulunan hayvanlar Adem’in bulanık gölgesini fark ettiklerinde kısacık bir an meraklandılar, tam kafalarını işlerine geri indiriyorlardı ki altı metrelik devasa dört gözlü tavşanın gelmesiyle birlikte hepsinin gözleri fal taşı gibi açıldı! 

 

Bu insan ne yapmıştıki bu tavşanı bu kadar sinirlendirmişti? 

 

İnsanlar ve sebzeler için ölümcül olan bu tavşan aslında hayvanlar arasında son derece tatlı bir görünüme sahipti. Son derece şirin olduğundan çoğu üstün varlık ona dokunmaya kıyamaz mutlu mesut yaşamını sürdürmesine izin verirlerdi.

 

Elbette, Adem bu durumu nereden bilebilirdi ki? 

 

Ona göre bu tavşanın gücü son derece vahşiydi ve garip bir çukurda yaşıyordu! Üstüne hem et hem de ot yediği için eşsiz bir bedene de sahipti. Nasıl bir fiziksel saldırı alırsa alsın kürkü çoğu saldırıyı bertaraf edecekti. 

 

 

“Bu gün iyi hasılat yaptık çocuklar!” 

 

“EVETT!” 

 

Lider önüne duran eşsiz canavarların en önemli parçalarını sökmüş ve hepsini bir yere depolamıştı. Onun en büyük payı alacağı bir bakışta anlaşılıyordu, bundan ötürü de oyunculuğuna daha fazla önem vermesi gerekiyordu. 

 

“Hatice! Bu parçalar sana ait!” 

 

“Teşekkürler lider.” 

 

“Erol, bu sana ait!” 

 

Erol elinde bulunan Alev Üfleyen Yaban Domuzu dişlerine baktı. Her iki dişte iki dala ayrılmış ağaç dalına benziyordu. Suratını büzen Erol, doğrudan Namık’a doğru bakmaya başladı. 

 

“Lider, benim istediğim parçalar bunlar değil ki! Bunları alıp bana sadece midesini vermeye ne dersin?” 

 

Namık bunu duyduğu anda dudaklarından kanın çekildiğini hissetti. Açıkçası Alev Üfleyen Yaban Domuzunun en pahalı kısmı şüphesiz boğazı ve midesiydi, bunun en büyük sebebi ise efsanelerdeki ejderhalar gibi ateş üflemesini sağlayan özelliğiydi. Bu özellik bedenini ateşler ile güçlendiren geliştiriciler için bulunmaz nimet gibiydi. İçinde bulunan Ateş’in iyilik özelliği o kadar güçlüydü ki, bedendeki kötülüklerin yüzde doksanının ortadan kaybolmasını sağlıyor ve en kirli bedenin bile tertemiz olmasını sağlıyordu. 

 

Namık, hemen yanında bulunan Hüsamettin’e doğru baktı. Hüsamettin’in suratından düşen bin parçaydı. O lanet çocuk bu adamın en sevdiği baltasını aldığından beridir suskunluğunu korur olmuştu. Çok basit cümleler dışında konuşmaz hale gelmişti. Bunu fırsata dönüştürmeyi kafasına koyan Namık hemen kafasını ona doğru çevirmiş ve “Hüsamettin sen yanlışlıkla Alev Üfleyen Yaban Domuzu'nun midesini delmiştin değil mi? Daha sonra kontrol ettiğimde mide sıvısı çoktan toprağa boşalmıştı değil mi?” diye sordu. 

 

Hüsamettin her zamanki ölü bakışlarıyla doğrudan Namık’a doğru baktı, ardından da itaatkar bir şekilde kafasını salladı. “Gerçekten de baltam yaptığım son hamlede midesine isabet etti, Patron Namık daha sonra midenin parçalandığında farketti. Üzgünüm…” 

 

Suratının bu berbat halini gören Erol, bunun baştan sona kadar yalan olduğunu bilse de insanların acıyan bakışları ve sözlerinden sonra tek bir söz söyleyemeyeceğini biliyordu. Yaklaşık altı aydır bu ekipteydi ve Hüsamettin’in son derece güçlü bir savaşçı olduğunu biliyordu. Hem insanlarla hem de canavarlarla savaşırken her zaman en ön safhada olur ve takımın rahat nefes almasını sağlardı. 

 

“Sana demiştim değil mi Erol? Kusura bakma bundan ötürü sana midesini veremem…” 

 

“Sorun değil Lider! Teşekkürler!” 

 

 

Mal dağıtımı bittiği sırada, yaban domuzunun eti de ateşte pişmiş ve herkes yemeğe koyulmuştu. Bu gün yapılan hasılat karşısında son derece mutlulardı, en azından Hüsamettin dışında herkes mutluydu. 

 

“Seni ne kadar özledim bilemezsin bebeğim…” 

 

Elinde bulunan baltasıyla konuşan Hüsamettin, kafasında Adem denen çocuğa vermiş olduğu baltayı hayal ederek konuşmaya devam ediyordu. Herkesten uzaktaydı, “O kadar güzel mühürlenmiştin ki seni hiç silmem gerekmiyordu! Oysa bu salak baltayı her seferinde silmem ve paslanmaması için dua etmem gerekiyor!”

 

Hüsamettin, Cennet Ateşi Tarikatından almış olduğu görevle birlikte dışarıya çıktığında Adem denen çocuğunda bir görev sebebiyle dışarıda olduğunu öğrenmişti. Hatta çıktığı görev o kadar ciddiydi ki insanlar eğer görevi başaramazsa cezalandırılacağını bile söyler olmuştu. Ancak görevin sahibi olan Kıdemli Ouz en ufak bir söz dahi söylemeyerek insanların meraklarını tavana çıkartıyordu…

 

“Bir gün onu bulacağım ve onun kemiklerinden un yapacağım! Baltamı elinden alacak ve boynunu bir ağacı keser gibi keseceğim!” 

 

Tam da bu kelimeleri söylerken bir anda kulaklarına ulaşan çığlık ile birlikte hemen kafasını havaya doğru kaldırdı. Tüm tedbirlerini almış olan Hüsamettin, sesin geldiği yönü teyit etmeye çalıştı. 

 

“Anneciğim! Gökler, ne olur beni kurtarın! Ölmek istemiyorum! Bu sefil hayatta daha hiçbir şey yaşayamadım! Annneeee!”

 

Bu çığlık o kadar güçlü bir çığlıktı ki, tüm ekip duymuştu. On kişilik bu ekibin tüm üyeleri, hemen ellerine silahlarını almış ve daha sonrasında gelen sesi dikkatle dinlemeye çalışmışlardı. 

 

Tamda bu sırada ağaçların arasından çıkan minik figürlü bir çocuk çığlıklar atıp ağlayarak fişek gibi yanlarından gelip geçti. Anında kamptan uzaklaşan çocuk hızla, bir maymun gibi, ağaca çıkmaya başlamıştı. 

 

“Hazırlıklı olun!” diye bağıran Namık’ın sesiyle birlikte devasa bir figür ağaçları yıkarak ortaya çıkmıştı! Altı metre yüksekliğindeki kızgın tavşan kan rengi gözleriyle önündeki gruba bakıyordu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44332 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr