Bölüm 76: Soyadı Gibi!

avatar
1892 0

Mavi Elma - Bölüm 76: Soyadı Gibi!


Nazım’ın attığı okun yıkıcı günden etkilenen Şemsettin, bir kayanın altından bedenini güçlükle çıkardı. 

 

“Şerefsiz Nazım! İnsan bu tekniği uygulayacağını bir kez de olsa söyler!” 

 

Şemsettin’in güçlü bedeni ve şansı olmamış olsaydı sonu hemen yan tarafında parçalara ayrılan aile üyeleri gibi olacaktı. Bu durumdan sağ kurtulmayı başaran Şemsettin’in gözü hemen etrafı arasa da canlı kimseyi bulamamıştı. 

 

İşin garip tarafıysa hemen karşısındaki ağacın üstünde duran Adem tüm bu yaşananları naklen izlemekteydi. “Haha! Göremezsin ki! Haha aptal Şemsettin, haydi ne duruyorsun gidip aileni çağır da beraber beni arayın!”

 

Sanki zihni okunuyormuşçasına Şemsettin eline ses iletim kristalini aldı ve “Alev, hemen tüm aileyi topla ve ses iletim cihazına göre bulunduğumuz yere gelin. Bu şerefsiz Nazım'ın en güçlü saldırısıyla bile ölmedi!” 

 

“Nazım’ın daha o tekniğe hakim olamadığını biliyorum. Büyük ihtimalle ondan ötürü kurtulabildi. Nazım tekniği Bir Oka Batan Yeryüzü'nde ustalaşamadığından büyük ihtimalle saldırı pek güçlü olmamıştır.” 

 

Şemsettin bu duruma son derece sinirlendi, hatta o kadar çok sinirlendiki kafa derisi bu durumdan ötürü patlamak üzereydi. 

 

“Kafa mı buluyorsun lan sen benimle! Hayati ve Yılmaz dağa taşa kafalarını vura vura mı öldüler! Şerefsiz Nazım'ın okunun gücü o kadar güçlüydüki, iki yüz metre içerisinde ki her kaya her taş paramparça oldu! Hayati ve Yılmaz sırf onun saldırısından ötürü öldü! Ancak o piç Adem yine ölmedi, yine ölmedi!” 

 

Bu sözler üzerine Alev on nefes boyunca bir şey söylemedi, Şemsettin'de bunu fırsat bilerek “Derhal herkesi topla ve buraya getir! Çok fazla uzaklaştığına inanmayı reddediyorum, taş çatlasa 300 metre kadar kaçtı! Ancak bu sık ağaçlardan en ufak bir şey görünmüyor!” dedi.

 

Alev tekrardan konuşma yetisine kavuştuğunda ses iletim kristalinden tek kelime gelmişti oda; “Tamam” olmuştu. 

 

Bu sırada Adem'de yukarıda ağacın kovuğunda oturmuş tüm olanları izliyordu. Suratında keyifli bir sırıtma bulunuyordu, “Heh, Çaresiz Yoldaş Ağacı benimle birlikte olduğu sürece beni bulmanız imkansız. Öyle değil mi yalnızların imparatoru? Kim sizin eşsiz saklanma yeteneğinizi sorgulayabilir ki?” 

 

Ağaç sanki Adem’in söylediklerini anlıyormuşçasına şiddetle titretti. Bunu yaparken aynı zamanda hafif bir mırıltı da çıkardı, ancak Adem ne dediğini anlayamadığından sadece susabilirdi. 

 

Bundan sonrasında hafif bir sessizlik ortalığa hakim oldu. Şemsettin dışarıda hâla daha ailesine küfürlerle karışık emirler yağdırıyor olsada kovuğun içi son derece sessizdi. 

 

En sonunda Adem daha fazla dayanamadı ve ağzını açma ihtiyacı hissetti. 

 

“Her ne kadar karşılıklı konuşamıyor olsakda en azından sana ufak bir hikaye anlatayım. Belkide anlar ve bu konuda bir fikir belirtsin ha?” 

 

“Bir zamanlar küçük bir kasabada küçük bir çocuk yaşarmış. Bu çocuk doğduğu andan itibaren sefalete mahkummuş, hatta soy adı da kaderi gibi Çulsuzmuş...” 

 

“Günlerden bir gün, bu çulsuz çocuk ahırda çalışıp ekmek parasını kazanıp evine yemek götürdüğünde tek akrabası olan ninesini yatağında ölü olarak buluvermiş...” 

 

“Soyadı gibi fakir olmakta birlikte bahtı da kara olan bu çocuk ninesinin öldüğüne inanmayı reddetmiş ve köyün dışına doğru koşmaya başlamış. Üç gün üç gece boyunca aralıksız koşan bu çulsuz çocuk... En sonunda yağmur başlamış ve saklanmak için bir mağaranın içine doğru ilerlemiş...” 

 

“Sonra ne mi olmuş? Mağaranın içinde daha önce hiç görmediği mavi renkli bir elma ortaya çıkıvermiş. Mavi elmanın bir hazine olduğunu düşünen bu çocuk büyük bir ısrarla elmayı yemeyi reddederek, saklamış...”

 

“Bir anda birisi çıkmış ve elmayı vermesi karşılığında onu ölümsüzlük yoluna sokabileceğini söylemiş...” 

 

Derin bir nefes alan Adem, olanları dün gibi hatırladığında suratında bulutlu bir gülümsemenin oluşmasına engel olamadı. Dudaklarında hafif bir titreme mevcuttu, gözleri hafifçe puslandı. 

 

“Ailesi daha kendini bilmediği zamanlarda ölen bu çocuğun ninesinin ölümüyle birlikte ölme fikri kendisine büyük bir yük olmuş. Bu yüzden ölmemeye ve ölümsüz olmaya karar veren bu çocuk doğal olarak bu teklifi kabul etmiş...” 

 

Hikayeyi bilerek yarıda kesen Adem nereye bakacağını bilemediğinden sadece gevrek bir gülüş ortaya koymuştu. 

 

“Hehe, gerisini merak ettin değil mi? Ancak sana gerisini şimdi anlatmayı düşünmüyorum. Eğer kaderimiz gelecekte, İki Dilli Suyla[1] tarafından eşelenmiş ve daha sonrasında tekrar bir araya gelmişse kesinlikle sana hikayenin kalanını anlatacağım.” 

 

Bunu duyan Çaresiz Yoldaş Ağacının içinde daha şiddetli bir titreme ortaya çıktı. Ancak bu titreme bir önceki titreme kadar uzun sürmemişti. Adem titremenin hemen sonrasında derin bir iç çekişe benzer bir sesin çıktığını fark etti. En azından kendisi böyle duymuş ve Çaresiz Yoldaş Ağacı'nın kabul ettiğini düşünmüştü.

 

Bunlardan sonra tekrar bir sessizlik oldu. Adem bu durumdan faydalanarak hemen meditasyon yapmaya koyuldu. “Azalan ruh gücümü meditasyon ile arttırmalıyım” diye düşünüyordu. 

 

Elbette sadece kuru meditasyon yapmıyordu, çantasından çıkardığı orta derece ruh arıtma hapını da ağzına yerleştirmişti. Qi'nin bedenine yumuşak bir şekilde aktığını hisseden Adem’in suratı rahat bir görünüm sergiliyordu. 

 

“Gelişimimden sonra çok fazla meditasyon yapamadım, bu yüzden gücüm hâla daha en saf halinde değil. Şuan ki durumum sıradan bir Qi Yoğunlaşması uzmanına benzer bir durumda. Eğer güçlü olup hayatta kalmak istiyorsam bu durumda kendimi sürekli olarak geliştirmek zorundayım!” 

 

Adem’in meditasyon yapmaya başladığı sıralarda, Şemsettin’in ailesi de Şemsettin’in yanına toplanmıştı. Toplam sayıları on altıya ulaştığında herkesin gözü merakla Şemsettin’e bakıyordu. 

 

“İki kişi Nazım'ın okuyla öldü, neredeyse bende bu ok ile ölecektim! Bunun dışında Hayrettin'i öldüren kişi doğrudan Adem'di. Hayrettin ölürken çığlık atma fırsatı bile bulamadı. Anında kafası kesildi...” 

 

Başta herkesin gözü şiddetle Nazım'ın doğru dönmüştü. Nazım sadece omuz silkmekle yetindi, “Onları uyardığım halde geri çekilmediler. Bu tekniğin ne kadar güçlü olduğunu sizlerde gayet iyi biliyorsunuz. Beni onları öldürdüğüm için suçlayamazsınız...” 

 

Şemsettin öfke ve intikam düşüncelerinin suratına vurmasıyla her an saldırabilecek bir köpek gibi bakıyordu. İki saniye kadar daha Nazım’a baktıktan sonra derin bir nefes aldı ve “Evimize döndüğümüzde tüm olanları dedeme rapor edeceğim. Dedemin son derece adil olacağına eminim, şimdi bunun sırası değil.” dedi. 

 

Hızıroğulları ailesi son derece genişti ve bundan ötürü aile içerisinde tam bir kenetlenme yoktu. Çoğu kişi sadece belirli bir sayıdaki kuzeniyle iyi geçinirdi. Ölen kişinin yakın kuzenleri öldürme niyetiyle dolu gözler eşliğinde Nazım’a bakıyordu. 

 

“Amacımız Adem Çulsuz denen orospu çocuğunu bulmaktır. Ailemizi mahvettiği yetmiyormuş gibi birde onu bulup öldürecek ekipten de birisini öldürmüştür.” 

 

“Onu arayacağız, onu bulan kişiyi dedeme önereceğim ve ailesi hangi kademeden olursa olsun en iyi muameleyi almasını sağlayacağım.” 

 

Bunu duyan aile üyelerinin hepsinde büyük bir açgözlülük ortaya çıkmıştı. Kim en iyi muameleyi almak istemezdi ki? Birinci sınıf ilaçlar, en iyi teknikler, en iyi parasal olanaklar. Ailelerinin gücü yetmeyen alt tabakadaki aile üyeleri bu lafı duydukları anda etrafı aramak için ayrılmaya başladılar. Hepsinin zihninde tek bir düşünce vardı, Adem Çulsuz'u bulmak ve en iyi muameleyi almak istiyorlardı. 

 

Hâla daha ölü kuzenlerinden ötürü sinirli olan ekiptekiler hiç ara vermeden Nazım’a doğru bakmaya devam ediyorlardı. En sonunda birisi derin bir iç çekti ve “Ölümün şimdi olmayacak bok parçası...” diye mırıldandıktan sonra ekip hızla uzaklaştı. Onlar için bile Adem Çulsuz'u bulmak çok önemliydi. 

 

Şemsettin’in yüzünde tatminkar bir gülümseme vardı, yanına gelen Alev kuzeninin omzuna doğru dokundu, “Üç üyemizi kaybettiğinde bile gülüyorsun. Seni memnun eden şey nedir?” 

 

“Adem Çulsuz geçen sefer elimden kaçmış olsada bu sefer kesinlikle elimden kaçamayacak. Her ne kadar yeteneklerini geliştirmiş olsa da hâla daha bizden kaçamayacak!” 

 

“Gerçekten de kendi sırandan feragat edip, en iyi muameleyi onlara verecek misin?” 

 

Şemsettin dudaklarını kısacık bir süre büktü, bundan sonra da “Normalde olsa vermem ancak bu durum biraz farklı, eğer gerçekten de birisi Adem'i bulabilirse rahatlıkla yerimi ona vereceğim. Eğer Adem’in kafasını Dedemize sunabilirsem o zaman sıramı terk etmem gerekmeyecek.” 

 

Çok değil sadece bir saatlik süre geçmişti ki, bir aile üyesine ait ses kristalinden ses gelmeye başladı. “Kuzen çabuk herkesi topla!” 

 

Şemsettin son derece heyecanlıydı, Adem’i bulduğunu düşünüyordu. “Söyle bana Adem Çulsuz’u nerede buldun!” 

 

“Onu bulamadım ancak çok daha iyisini buldum! Burada harika hazineler var, muazzam bir ruh taşı dağı bile var. Dağda en azından on milyon kadar ruh taşı olmalı!” 

 

Şemsettin bunları duyduğunda dudaklarını yaladı. “Kim bir taşla iki kuşu vuramayacağımı söylemeye cesaret edebilir ki?”

 

[1]-İki Dilli Suyla: Türk-Altay mitolojisinde yazgı tanrısıdır. At gözlü, kartal gagalı, eşek kulaklı, yılan saçlıdır ve iki dili vardır. İnsanların yaşamlarını denetler ve bir değişiklik olduğunda durumu Ülgen'e bildirir. At Gözlü Kartal ya da İki Dilli Kekeme Han adlarıyla da bilinir.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44252 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr