Doğum

avatar
530 2

Demons & Gods - Doğum


Buz gibi bir kış gününde, kar her yeri sarmıştı. Dağlar, ovalar, çayırlar, nehirler ve bazı küçük hayvanlar donmuştu. Bembeyaz dağlarda rüzgar esiyordu ama beyaz kurtlar, bu durum'a hiç aldırmıyordu. Tüyleri kalın, burunları kırmızıydı. Boyları ise bir insanın yarısı kadardı. 

Penceleri 1.5 inçti, (1inç 2.5cm) ayrıca bazı pencelerde kan izi vardı, yeni avlandıkları belliydi. Genelde, dağlarda koyun ve keçi yiyorlardı. Yiyecek bulamazlarsa fare ve sıçanla idare ediyorlardı. Kırmızı gözleri, ateş gibi parlıyordu.

Dağların biraz aşağısında, büyük ve sık ağaçları olan bir orman vardı. Ağaçlar'ın yaprakları yoktu ve boyları 5 ila 60 metre arası değişiyordu.

Orman'a 60 metre girince, bebek ağlama sesi duyuluyordu. 

                     -5000 yıl önce-
"Yokuzo, hiçbir yere kaçamazsın, sadece boşuna çabalıyorsun!"

Yokuzo, bu sözler'den sonda daha da sinirlendi. Peşinde 12 şeytan ve bir tane Yüce şeytan bulunuyordu. Yokuzo, Kraliçe'nin Kara elmasını "çalmıştı", bu sayede Kraliçe, Yokuzo'yu öldürmek için astlarına emir verdi. 

Yüce şeytan'ın ismi: Dayrus. Dayrus, orta boyluydu ve keldi. Teni, simsiyahtı ve tırnakları maviydi. Gözü siyahtı, kolları'nda siyah dikenler vardı, dikenler iki inçti. Yüzünde, kibirli bir bakış vardı. Alnında siyah bir mühür vardı, bu mühür kraliçe'nin emrinde olduğunu gösteriyordu. Mühür, kuş ve yılanın iç içe geçmesine benziyordu. Kıyafetleri, siyah ve mavi şeritliydi. Omzundan boynuna doğru, bir yara izi vardı. Yara izi, bir inçti.

"Kara elmas benim hakkım, onu asla vermem. Kraliçe, onu kendinmiş gibi benden aldı ve şimdi de beni öldürüp, kara elması benden alabileceğini mi sanıyor?! Kraliyet ailesi, daha ne kadar utanmaz olabilir?"

Bu sözlerden sonra, Yokuzo, kendi bedenini ve ruhunu yakıt olarak kullanıp, ileriye doğru atılmaya hazırlanıyordu.

Yokuzo, uzun boylu, sarı saçlı ve kırmızı gözlüydü. Kafasındaki iki çift boynuz, oldukça dikkat çekiciydi. Kıyafetlerı yırtıktı, kalbi'nin iki inç aşağısında, iki yumruk büyüklüğünde delik vardı.

Tırnakları uzun ve siyahtı, tırnakların'dan dört'ü kırıktı. İkisi sağ elde ikisi sol eldeydi. Alnında, şeytan klanına ait olduğunu belirten bir sembol vardı. Fakat, okunamıyordu. Üstü çizilmiş gibiydi. Muhtemelen Yokuzo, kendisi çizmişti. Burnu dik ve kalkıktı. Sinirden, gözlerindeki ve alnındaki damarlar ortaya çıkmıştı.

Siyah kanı, tüm vücutuna saçılmıştı. uçarken, kanı rüzgar ile her yere saçılıyordu. Arkasında kan yolu bıraktı dersek, fazla abartmış olmazdık. Siyah ten reng'i, beyaz kumaştaki bir leke gibiydi. Ne tesadüfki bu zamanda kar yağıyordu.

Yüce şeytan, bu durumu anladı ve diğer 12 şeytan'a kafa salladı.

12 şeytan, patlayıcı bir hızla, Yokuzo'ya yaklaşıyorlardı. Yokuzo, neyin peşinde olduklarını anladı.

"Demekki planları, kendilerini feda edip beni öldürmek ha?"

Yokuzo, sırıtmaya başladı. Kendine elbette güveniyordu. Fakat, daha fazla dayanacak güçü kalmamıştı. 

Üstelik, Yüce şeytan, çok yaklaşmıştı. Aralarında 200 metre mesafe kalmıştı ve gittikçe mesafe kapanıyordu. 

Yokuzo, dantian bölgesin'den gezegenler arası ışınlayıcı taşını hızlıca çıkarttı. 

Bu, ani değişiklik Yüce şeytan'dan kaçmadı.

Yüce şeytan, kararlı bir ses tonuyla

"Ya şimdi ya hiç!" Diye bağırdı.

Yüce şeytan'ın, arkasındaki şeytanlar, gözlerindeki kararlı ve sarsılmaz bakışlarla

"Her şey majesteleri için!"

Diyerek kendilerini aniden patlattılar. Geriye ruhları ve etleri bile kalmadı, kanları bile yok oldu.

Tam o sırada, Yüce şeytan, patlama dalgasıyla Yokuzo'nun karşısına geldi.

"Şimdi, geber hain! Şeytan sanatları: Hiçlikten gelen kılıç!"

Yokuzo, aniden telaş içinde kükredi.

"Hadi hadii! Neden hâlâ ışınlanma gerçekleşmedi?!!"

Ruhu'nun büyük bölümünü ve beden'in tamamını patlattı.

Kılıç qi'su inanılmaz yoğundu, kılıç simsiyahtı ve iki metre boyundaydı. aşırı hızlı bir şekilde, Yokuzo'ya vardı.

Kılıç, Yokuzo'nun kalp ruh bölgesini tam yarıp geçecekiken, Yokuzo, ışınlanmayı başardı.

Kalp ruh bölgesi, normal dantian bölgesi gibi yetişimi ve qi'yi barındırıyor. Orası zarar görür yada yok olursa kişi, sakatlanıp güçünü kaybedebilir yada ölebilir.

Yüce şeytan, Yokuzo'nun kaçtığını gördüğü anda, öfkeden deliye döndü.

"Yaralı piç! Ne cüretle benden kaçarsın!?"

Aniden, bir şey fark etti. 

"O yaralar ile 10 dakika daha dayanamazsın! Kendini ölmüş say, hak ettiğin buydu hain..."

Şeytani topraklar: Yükselen Tapınak

Yükselen tapınağın önü

"Kapıyı açın, ben geri döndüm."

Kapı bekçileri, birbirine bakıp kapıyı açtılar. Kapı devasaydı 25 metre civarındaydı üstünde desenler vardı. Altın rengindeydi, büyük bir yılan ve Anka kuşu vardı. İkisi savaşın ortasında gibiydi.

Kapı, yavaşca bekçiler tarafından açıldı. Bekçilerden biri kraliçeye haber vermeye gitti. Bekçiler keldi, renkleri kırmızıydı. Dayrus'un mührüne benzer mühürlere sahiplerdi. kıyafetine benzer kıyafetler giyiyorlardı.

Yükselen tapınağın içi

"Kraliçem, Dayrus geldi. İçeri gelmek istiyor."

Bunları söylerken Eğilmiş ve elleri arkasındaydı.

Kraliçe, uzun boyluydu. Teni bembeyazdı. 3 inç uzunluğunda siyah boynuzları vardı. içe doğru, biraz bükülüydü. Kıpkırmızı gözleri ve tırnakları vardı. Alnında, kraliçe sembolü bulunuyordu. Sembol, altın rengindeydi. anka ve yılanın birleşimiydi. Küçük ve düz bir burnu vardı. Kirpikleri uzundu, kulaklar'ında ejderha küpeleri vardı renkleri sarıydı. Saf altın'dan yapılmıştı.

Giydiği kıyafet beyazdı, kollar'ında altın şeritler vardı. Şeritler bileklerden omzuna kadar uzanıyordu. Saçları iki yana ayrılmış ve kırmızı rengliydi.

Göğüs ve kalçaları çok belirgindi ve bu hatları dikkat çekiciydi. elleri zarif ve inceydi. Dudaklarında kırmızı bir ruj vardı. Bu ruj ejderha kanından yapılıyordu. Bacakları, ince ve zarifti. Ayakkabıları, dokuz başlı yılan'ın dili'nden, topuğu ise dişinden yapılıyordu. Rengi Pembeydi ve topuğu beyazdı.

Ejderhalar çok güçlü canlılardı ve piyasada çok yüksek fiyatlara kanları ve kemikleri satılıyordu. Bu malzemeler ile birçok iksir, kıyafet, silah ve hap yapılıyordu. nadir olarak, yavrular da pazarda  satılabiliyordu.

Dokuz başlı yılan, Genelde ormanlarda ve yer altında yaşıyordu. Dokuz başı vardı, boyu 700 metreye kadar ulaşabiliyordu. Reng'i genelde siyah ve kırmızı oluyordu. Pulları çok sertti. Normal silahlar gıdıklayamazdı bile. zehiri ölümcüldü ve asit şeklindeydi. Hem zehirleyip hem eritebiliyordu. Dişleri kar gibi beyazdı, çelikten daha sağlamdı. Genelde güçü yettiği Her şeyi yiyebiliyordu. 400 ila 700 yıl arasında deri değiştiriyordu.

Kraliçe, taht'a oturuyordu. Gözleri kapalıydı, elleri karnında birleşmiş haldeydi. Bu sözlerin ardından gözlerini açtı.

"İçeri gelsin."

Sakin ve rahatlatıcı tonla konuştu.

Bekçi, doğrulup kapı'nın önüne yöneldi.

Dayrus'un önüne geldi.
Soğuk ve sade bir tonla
"Kraliçe, girmene izin verdi."

Dayrus, başını sallayıp içeriye girdi.
İçerisinde 16 tane sütun vardı. Anka ve ejderha desenleri vardı. Sütunlar muazzam bir qi yayıyordu. Renkleri yeşildi ve yeşim taşından yapılmıştı.
Tavan ve zemin bembeyazdı.

Kraliçe'nin taht'ı, saf altından yapılmıştı. Ejderha desenleri taht'ın her yeri'ndeydi. Taht, kraliçe'nin iki katı uzunluğunda ve iki katı genişliğindeydi. 

Dayrus, kraliçe'nin karşısına geçip eğildi. Elleri arkadaydı.


"Dayrus, neler olduğunu anlat."

Dayrus, açıklamaya başladı. Sesi titriyordu. Korktuğu belliydi ve tek hatasına kellesi gidebilirdi.

Kraliçe, acımasız, otoriter, kararlı ve cesurdu. Taht kavgası'nda birçok adayı öldürdü. Ve pes ettirdi. Güçü küçükken bile yaşıtların'dan çok daha fazlaydı.

"Kraliçem, Yokuzo'yu yendik. Kaçarken, onu yakalamak için 12 sıradan şeytan sizin için Kendini feda etti. Bedenini yok ettik. Ruhu ise büyük oranda hasar gördü. Şimdiye ölmüştür."

Kraliçe, ayağa kalktı. Yüzünde sert bir ifade vardı. Dişlerini sıkıyordu, alnındaki damarlar ortaya çıkmıştı.

"Aptal! Onu nasıl tamamen yok edemediniz!? Bir grup aptal!
Elinden nasıl kaçtı söyle bana."

Dayrus, kraliçe'nin ne kadar sinirli olduğunu görünce daha da paniklemeye başladı.

"E-efendim, o hain'in elinde gezegenler arası ışınlayıcı taşı vardı. Başka çaremiz yoktu. Ama-

Kraliçe, aniden lafını kesti daha da sinirlenmişti.

"Aptal beceriksiz, daha fazla bahane istemiyorum. Ünvan'ın elinden alınacak ve 400 yıl hapiste kalacaksın. Yokuzo ölmemişse tüm ailen senle ölecek! Şimdi defol!"

Bu sözlerin ardından, Dayrus, çok sinirlendi. Ne yazıkki kraliçe'nin huzurundaydı, elinden hiçbir şey gelmiyordu.

"Kibirli piç..."

"P-peki efendim"

Dayrus, hızlı ve sert adımlarla Tapınak'tan çıktı. Çıkmadan önce, arkasına iki defa baktı.

Kraliçe, yerine oturup gözlerini kapattı. Ellerini karnında birleştirmişti. 

nazik bir tonla

"Yonie, buraya gel."

Aniden hiçlikten, güzel, zarif bir kadın çıktı. Teni bembeyazdı Giysileri, kraliçe'nin giydiği giysilere benziyordu. Altın şeritleri yoktu. bedeni, kraliçe'nin bedenini andırıyordu. Göğüs ve kalça bölgesi belirgindi. Mavi gözlere, sarı saçlara sahipti. Küpe takmıyordu. Saçları kısaydı ve boğazına kadar geliyordu. Ruj sürmesede dudakları pembe ve zarifti. Burnu küçük ve yukarı doğru kalkıktı. Ayakkabısı yoktu. Ayakları zarifti, nereye basarsa bassın hep temiz kalıyordu. 

Eğilip, ellerini arkada birleştirdi.

"Ne emretmiştiniz usta."

Kraliçe'nin gözleri hâlâ kapalıydı. Gözlerini açıp, Yonie'ye baktı.

"Yokuzo'yu bul. Öldüyse, ölü ruhunu Ruh saklama kutusuna koy. Bedeni yok olmuş durumda. ölmemişse onu öldür ve bana geri getir. Ruhu büyük oranda yaralandı, senin için bir tehdit oluşturmuyor. sana güveniyorum."

Ruh saklama kutusu, ruhları depolamaya yarar. Ölü ya da diri fark etmez, hepsini depolayabilir. Canlı ruhları depolamak daha zordur. Ruh yeterince güçlüyse kutuyu kırabilir.
Kutu, ejderha kemiğin'den yapılmaktadır.

"Emredersiniz usta, Hiyorine.

Ayağa doğrulup, ellerini yanına gitirdi. Yavaş ve emin adımlarla tapınaktan çıktı. Yüzünde sakin bir ifade vardı.

Kraliçe, tekrar gözlerini kapattı.

"Bunun iyi bir fikir olduğunu mu düşünüyorsun?"

Yaşlı ve kadim bir ses, kraliçe'nin gözlerini açmasını sağladı. 

"Yaşlı adam, sen karışma. Emirlerimi sorgulayamazsın."

Karanlığın içinde, gözün bile göremeyeçeği bir yerdeydi sesin sahibi.

"Hahaha... küçük kız'ın dili epey keskinleşmiş. Ben, senin Büyük baban yaşındayım."

Kraliçe, çatlarını çattı. Derin bir iç çekti.

"Öğrencim gayet yeterlidir. Tek eksiği tecrübedir, ne yapmamı bekliyordun."

Sesi sinirli, meraklı ve sorgulayıcıydı.

"Zamanı gelince anlayacaksın, olan oldu. Minik bir kuş ne kadar uçabilirki? Ya, rüzgarda savrulur ya, kartallara yem olur." 

Ses tonu, kışkırtıcı, kibirli ve ders veriyor gibiydi.

Kraliçe, Ayağa fırladı alnındaki ve  gözündeki damarlar ortaya çıkmıştı, kaşları çatıktı.

"Yaşlı osuruk! Kapat çeneni! Geldiğin karanlığa geri dön. Yoksa, mühürünü sıkılaştırırım!"

Bu sözler tehditkar ve dayatıcıydı.

Tapınak, en sonunda sessizleşti.
Kraliçe, gözlerini kapatıp ellerini karnında birleştirdi.

Yokuzo, zayıf yaşam formları'nın bulunduğu bir gezegen buldu. Gezegen de rastgele bir yere ışınlandı. Yerin biraz aşağısında bir yere geldi.

Yokuzo, Acıdan kıvranıyordu. Dev bir buz kütlesi'nin altındaydı. Yukarıda 5 inç uzunluğunda olan buz sarkıtları vardı.
Bulunduğu yer genişti, bir'i önünde ikisi arkasında olan buz odaları vardı,
Başka hiçbir şey yoktu.

Yokuzo, yavaştan ayağa doğruldu.
Ruh şeklindeydi ve gerçek bedenini andırıyordu, ruh kalbi ağır şekilde yaralanmıştı.

"Daha fazla dayanamam, acilen mühür uykusuna geçmeliyim. Kraliçe, bunu canınla ödeyeceksin! Ne kadar hızlı yetişim yaptığımı fark ettin ve benim başımı küçükken kesmeye çalıştın! Kara elmas, sadece bahaneydi. Üstelik benimdi! Kraliyet ailesi sizi-  Aaghhhh... Şimdi, şimdi yapnalıyım ama ne kadar uykuda kalacağımı bilmiyorum..."

Sona yaklaşırken, Yokuzo, bütün güçüyle mühürü gerçekleştirdi.

"Yasaklı Ş-şeytan sanatları: Uyuyan kuzu'nun son günü!!"

Ruh kalbi, mühürlendi. Sarı bir ışık geliyordu hayat havuzun'dan ama ışık çok soluktu. Işık yanıp sönmeye başladı, sanki direniyor gibiydi. Ama yedi saniye sonra sonunda söndü. Hayat belirtisi tamamen kayboldu.

Hayat havuzu, kişinin ömrüdür. havuz ne kadar doluysa ömür o kadar çok olur. Tahmin edilebileceği gibi, havuz ne kadar boşsa, ömür o kadar az kalmış demektir. Ayrıca, Şeytanların ömür havuzu deniz gibidir, insanlara göre, ömürleri çok fazladır, ama yetişim ile havuz büyük oranda arttırılabilir.

Ayakların'dan taşlaşmaya başladı, gözleri kapalıydı. Taşlaşma dizlerini ardından karnını kapladı. Bedeni yok olduğu için kırık tırnakları, ruh hâlindeyken onarılmış gibi gözüküyordu. 

Taşlaşma göğüsüne ulaştı. Sonra da  boğazından, neredeyse ağza ulaşmıştı.
İçinden, son kelimelerini söyledi...

"Ahjura, seni tek başına bırakmak zorundayım... kendine iyi bak, eski dostum..."

Sonunda, tüm ruhu taşlaştı. gözleri kapalı bir şekilde, yerde uzanıyordu.
Sağ eliyle, Ruh kalbini tutuyordu. Sol elini ise buzdan zemine avuç içi zemine dönük halde, uzanır şekilde koymuştu.

                    -1000 yıl sonra-
Taştan heykel halde, hâlâ orada yatıyordu. Yanına buz köstebeği yaklaştı, biraz meraklı bir canlıydı.
Mavi bir kürkü, önde iki uzun buzdan yapılma dişi vardı. 

Normal köstebeklerin aksine, gözleri herhangi bir şeyi görebilecek kadar büyüktü. Pençeleri uzun ve keskindi. Ayrıca, onlar da buzdan yapılmış gibiydi.

10 metre'ye kadar yaklaştı, herhangi bir hareket olmayınca, tam yanına kadar geldi. Havayı güzelce kokladı ve avuç içi zemine bakar şekilde olan sol ele dişleriyle vurdu, sert maddeleri dişlemeyi seviyordu. Üstelik dişleri çok sağlamdı.

"Çıt" diye ses geldi iki ön dişi çubuk gibi kırılmıştı. Korkuyla oradan uzaklaşmaya başladı, dönüp arkasına son kez baktı. Sonra, tünel kazıp oradan uzaklaştı.

                     -2000 yıl sonra-
Buzlar erimeye başlamıştı, buz sarkıtları her yere düşüyordu. Taştaşmış heykelin üzerine, mermi gibi buz sarkıtı düşüyordu. Hiç zarar vermiyor gibi gözüksede, köstebeğin dişlediği yer de, inanılmaz küçük nokta boyutunda bir delik vardı. Taştan heykel, inanılmaz sertti.  

                    -1000 yıl sonra-
"Mağra, sular altında kalmıştı. Taştan heykel, tamamen suya gömülmüş haldeydi. Üç oda, tamamen suyla dolmuştu. Balıklar yüzüyor, kablumbağlar ürüyordu. Canlılık artmaya başlamıştı.

                    -1000 yıl sonra-
Mağrada, su kalmamıştı. Tüm canlılar yok olmuştu. Toprak, suyu çekmişti. Taştan heykel, yüksek miktar da tahrip olmuştu. Genel olarak, her yer zarar görmüştü, ama nokta kadar olan delik, göz boyutuna gelmişti.

Buzlar erimişti, mağra gerçek şeklini ortaya çıkardı. Normal bir mağraydı, hiç ışık yoktu. Tavandan aşağa damlalar düşüyordu. Damlaların düşme sesi tüm mağrada yankılanıyordu.

                        -Günümüz-
Bebek hâlâ ağlıyordu, Yokuzo'nun bilinç'i nihayet açılıyordu.

"Bu... bu ses... bebek mi ağlıyor?
Hissettiğim kadarıyla yukarıda.
Kar yağıyor, bir bebek orada ne arıyor?"

Bebek hâlâ ağlıyordu, fakat, artık soğuktan neredeyse donmuştu. Göz yaşları, soğuktan donmuştu. Gözünü bile açamıyordu.

"Hâlâ ağlıyor, gidip baksam mı? Yapacak gücüm kaldı mı? Hesaplarıma göre, bu 5000. Kış, bebeğin içine girersem kurtulma şansım olabilir..." 

Bir süre sonra, taştan heykel, kımıldamaya başladı. 

"Ne güçlü bir mühür, 5000 yıl geçti hâlâ çok sert. Şimdi açarsam 5000 yıl sonucunda geri topladığım ruh güçümün yüzde yetmişini harcamış olurum. Fakat, Bu riski alacağım..."

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Vote ve yorumlarla bana destek olabilirsiniz.

Not: yapıcı eleştiriye açığım, elimden geldiğince yorumları çevaplayacağım


Dipnot: haftada 1 bölüm atmaya çalışacağım.







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46887 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr