Reinhard: “Böylesine kritik bir anda yardımım dokunmadığı için beni bağışlayın. Kusuru yalnızca kendi eksikliklerimde bulabilirim.”
Etraftakilerin bakışlarını üzerine toplayan Reinhard bu şekilde özür dilemiş, başı eğik Kılıç Azizini görenlerse anlık bir sessizliğe bürünmüştü.
Özrüne sert bir karşılık vermek basit bir mesele olurdu. Suçlama kelimelerini seçmek, gerçek niyetini ifade etmekten daha kolaydı.
Doğrusu Reinhard’ın gücüne çok ihtiyaç duydukları onca zaman boyunca bilinmeyen bir statüyle kaybolduğu gerçeği değişmemişti.
Belediye ele geçirilirken aynı güç yanlarında olsa neler olacağı akla hayale sığmazdı.
Ama sonuç olarak basit negatif kelimeler bile hiç kimsenin ağzından kolaylıkla dökülemiyordu.
Yalnızca,
Subaru: “Hadi ama, aptal. Sen yoktun diye ne kadar zorlandığımızı biliyor musun?”
Kan kırmızı kahramana yaklaşan Subaru, göğsünü dürterek böyle söylemişti.
Yumruğunun hafifçe dokunduğu Reinhard ise Subaru’ya kendisini açıklaması mümkün değilmişçesine bakışlarını kaçırdı. Ve ona yakışmayan azarlanmış, başı öne eğik tavrını gören Subaru homurdanarak devam etti.
Subaru: “Ayrıca madem gelecektin, bunu 15 dakika erken yapsaydın ya! Bu sayede karakterime hiç uymayan bir konuşma yapmak zorunda kalmazdım. O görev senin olmalıydı.”
Reinhard: “Üzgünüm… Ama bence sana çok uygun bir konuşmaydı. Elimden pek çok şey gelse de cesaret verici konuşmalar yapmak bunlardan biri değil. Bu iş için doğru tercih sendin.”
Subaru: “Sanırım o yayın için aranan rol konusundaki fikirlerimiz farklı.”
Diyen Subaru, acı bir şekilde gülümseyen Reinhard’ın göğsünü bir kez daha dürttü. Sonra da başı eğik kahramanın burnunun ucuna parmağıyla dokunarak,
Subaru: “Reinhard.”
Reinhard: “……?”
Subaru: “Senin gelişin yüz kişinin, yo, bin kişinin gelişi gibi. Senden bu kadarını bekleyebilirim, değil mi? Sana güvenebilirim?”
Reinhard: “――――”
Bu, gelgitlerin kuvvetine rakip olan bir güçtü. Subaru’nun yüz, hatta bin kat şeklindeki değerlendirmesi gülünesiydi.
Subaru’nun beklenti dolu sorusu karşısında Reinhard, mavi gözlerini kırpıştırdı. Ama tereddüdü anında silindi ve zoraki bir gülümsemeyle yanıtını verdi.
Reinhard: “Aah, bana güvenebilirsin. Madem benden bu kadarını bekliyorsun, ben de beklediğini vereceğim.”
Subaru: “Şu kadınları mutlu edecek tarzda konuşmayı kesmesen olur mu? Ne, neyse…… Ve bir de söylemek istediği bir şey olan varsa lütfen şimdi söylesin.”
Gülüşüyle Reinhard’ın yüzünden silinen rahatsızlığı fark eden Subaru arkasına döndü ve o ana dek bir şey söylememiş olanları gözleyerek Reinhard’ı işaret etti.
Subaru: “Böyle zamanlarda özel muamele gören taraflar daha çok çile çeker. Ayrıca azarlanmak isteyen bir Kılıç Azizini azarlama fırsatı da kolay kolay karşınıza çıkmaz. Yani gönlünüzce, dilediğinizce azarlayın hadi.”
[――――]
Subaru: “Aklımızdan geçenleri itiraf ettikten sonraysa――Herkese nasıl yardım edeceğimizi konuşalım.”
Kalbini açan Subaru böyle söylemiş, bu tavrının karşısında nefesler tutulmuştu.
Onun bu cesaret gösterilerine, meydan okumalarına alışkın olanlar yalnızca Otto ile Garfiel’den ibaretti ve ikisi de bu manzara karşısında gülümsüyordu.
Her halükârda, gerçek niyetini anlayabilen bir iki yoldaşının olması adil ve normaldi.
Düşüncelerini içlerinde saklamak gibi bir mecburiyetleri yoktu, çünkü yapılan o yayının hemen sonrasıydı.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Akabinde -Reinhard’ın (detayları atlanan) şahsi konuşmaları gerçekleştikten sonra- şehri geri alma planları yeniden başladı.
Buna rağmen Reinhard ve Otto’nun onay verişi dışında belirgin bir ilerleme gerçekleşmemişti. Ne saldırmaktan kaçınamayacakları düşman sayısı değişmişti ne de eşzamanlı olarak tüm kontrol kulelerini ele geçirme planı…
Subaru: “Peki Reinhard bunca kaosun ortasında nerede ve neyin peşindeydi?”
Bir çember halinde oturup konuşan gruptan Subaru, bu soruyu yöneltmişti.
Bu sözler karşısında Reinhard’ın ifadesi karardı. Bugün suratı sıklıkla bu hali alıyordu.
Subaru: “Felt yanında değil ve senden duymak istediğim pek çok şey var. Ah, seni azarlarmışım gibi mi oldu? Bu konuya gelince, bundan böyle hiçbir şey olmamış gibi davranacağım.”
Anastasia: “Natsuki-kun’un söyledikleri, şey, kısmen beni de rahatsız ediyor.『Kılıç Azizinin』korkup saklanmış olmasına imkan yok, böyle bir şeye ihtimal vermiyorum. Ama senden ikna edici bir sebep duymak istiyorum.”
Anastasia da Subaru’nun sorusuna dahil olmuştu. Tavrı dikkatle ele alınırsa Julius’tan rapor alırmış gibi bir görünüm sunduğu kesindi.
Bu hengâme başlamadan önce Reinhard ve Felt’in Heinkel’le irtibat halinde olduğunu söylemişti.
Ve ondan gelen sorunun Reinhard’ın ifadesini daha da karartmış olması, bu iddiayı kanıtlıyordu.
Söz konusu Heinkel Astrea olunca Wilhelm de aynı tavrı takınıyor, açıklamaları belli belirsiz oluyordu. Yani yaklaşımları birazcık—
Subaru: “Söz konusu kişi on yıl boyunca içeri tıkılıp kalmış ve şimdi de çalışmayan, eğitim almayan biri olarak yaşlı ebeveynleri tarafından tümör muamelesi görüyormuş gibi…..”
Otto: “Natsuki-san tuhaf yanılsamalara dalıyor, o yüzden üzgünüm, ama ne yapacaksın? Eğer Reinhard-san için anlatmak zorsa ben anlatabilirim fakat…”
Subaru Hikkikomorilere özgü akşam haberlerini anımsamakla meşgulken Otto konuya dalmış ve endişeli bakışları Reinhard’a çevrilirken mahcup bir ses tonu kullanmıştı.
Subaru: “Doğru ya, sen Reinhard’la birlikte geldin ama hengâme sırasında da onunla mı beraberdin?”
Otto: “Yo, öyle bir şey değil. Reinhard-san’a son anda katıldım….. Ama durumu büyük oranda çözebildim.”
Reinhard: “Teşekkür ederim, Otto. Ama bu, benim hanemle ilgili bir problem. Gerçekten konuşması zor bir konu olsa da bizzat benim anlatmam daha uygun olacak.”
Reinhard, Otto’nun düşünceli davranışına başını eğip teklifini reddederek karar vermişti.
Bakışları önündeydi ve bir müddet sonra sırtını dikleştirerek,
Reinhard: “Öncelikle, pek çok kez söylemiş olmama rağmen bir kez daha özür dilememe izin verin lütfen. Başından beri katkıda bulunmam gereken bir pozisyondayken yardım edebilmek adına saatlerce size katılamadım. Tüm içtenliğimle özür dilerim, özrümü ciddiye almanızı dilerim.”
Julius: “……Bu konuda bakış açımızı az önce belirttik. Hiçbir sorun yokmuşçasına her şeyi bağışlayamayız. Ama yaklaşan mücadelede sana ihtiyacımız var. Pişmanlığını belli etmek istiyorsan o mücadelede iyi bir performans sergilersin.”
Reinhard: “Öyle yapacağım, Julius… Cadı Tarikatının ilk yayını esnasında Felt-sama ile birlikte çağrıldığımız 2. Sokağın köşesindeydik. Bizi çağıran kişiyse Komutan Yardımcısı Heinkel’di.”
Konuşmaya başlayan Reinhard, ‘Komutan Yardımcısı’ kelimelerini kaskatı bir ses tonuyla dile getirmişti.
Heinkel ile baba oğul oldukları çoğunluk tarafından biliniyordu. Buna rağmen babasına unvanıyla seslenişi de aralarında basit bir baba oğul ilişkisi olmadığını fark ettiriyordu.
Subaru: “Önceki kavga ve vedadan sonra Felt onun çağrısına itaat mı etti yani?”
Reinhard: “Felt-sama da içten içe onu reddetmek istiyordu. Ama konuşma konusu Astrea Lordunun otoritesiyle bağlantılı olduğu için reddetmek gibi bir opsiyon söz konusu değildi. Nasıl bir talepte bulunacağını bilmiyorduk…… Böylece Felt-sama ile birlikte buluşma noktasına yöneldik.”
Subaru: “Peki orada gerçekleşen konuşma…”
Reinhard: “Özür dilerim ama bu mesele doğrudan Kraliyet Seçimiyle alakalı ve bağlantılı. Bu yüzden bunu dile getirmememe müsaade ederseniz çok sevinirim. Konuşmanın sorunsuzca ilerlemediğini söylemem yeterli olacaktır.”
Reinhard’ın ses tonu alçalıyordu ve konuşmanın sahiden de kötü gittiğini anlamak kolaydı.
Öyle olmasa bile Felt, negatif duygularıyla baş etme konusunda tecrübesizdi.
Heinkel’in iğrenç tabiatı da hesaba katılınca aralarında nasıl bir konuşma gerçekleştiğini hayal etmek zor olmasa gerekti.
İşte böyle bir konuşmanın ortasında–
Reinhard: “O sırada Cadı Tarikatının ilk yayını başladı. Kulaklarımıza inanmakta zorlansak da bir an önce harekete geçmemiz gerektiği belliydi. Gerçekten ağır bir durumdu ve niyetim hemen işe koyulmaktı. Diğer elemanların da gerekli durumlarda beni çağırmaları için kullanabilecekleri bir yöntem vardı.”
Bu yöntem göğe bir büyü göndermekti. O büyü bir sinyal görevi görüyordu.
Sirius’un ortaya çıktığı ve Larkins’in sinyal verdiği her seferde Reinhard 30 saniye içerisinde alana ulaşmıştı. Yani söylediği şey doğruydu.
Fakat Reinhard Cadı Tarikatının yayınını işitmesine ve ardındaki kötü niyete rağmen harekete geçmemişti. Koşarak alandaki yerini almamış, bununla da kalmayıp birkaç saat boyunca sessizliğini korumuştu.
Peki bunu… ne halt yemeye yapmıştı?
Subaru: “Yayının Belediyeden yapıldığını sen de biliyor olmalıydın. O noktada Belediyeye koşmayı seçmen gerekiyordu….. Peki neden gelmedin?”
Reinhard: “――――”
Onu azarlamıyordu. Niyeti bu değildi ama cevap arayışındaki sesi sertti.
Aklına gelen şeylerin sayısı birden fazlaydı. Reinhard Belediyeyi geri alma amaçlı zorlu mücadele öncesi gelmiş olsaydı… şu anda bile ıstırap çeken Crusch, hiç zarar görmemiş olabilirdi. Subaru’nun sağ bacağı da o tuhaf hadiseyi yaşamayabilirdi.
Kasten olmasa da Reinhard’a çevrili tüm bakışlar sertleşmiş, bu durum yalnızca Subaru’yla sınırlı kalmamıştı.
O ana dek akıcı bir şekilde konuşmakta olan Reinhard ise tüm bu bakışlar yüzünden ağzını kapatarak bir kez daha başını eğmişti.
Uzun kirpikleri ve ışıltılı gözleri öne eğikti ve bu manzara karşısında herhangi bir şey söylemeye tereddütlüydü.
Ama buna rağmen yavaşça akan karmaşa dolu birkaç saniyenin ardından kahramanın sözleri bir kez daha ağzından dökülmeye başladı.
Reinhard: “――Komutan Yardımcısı Heinkel, Felt-sama’yı rehin aldı.”
[…………]
Reinhard: “Bu benim geri dönüşü olmayan başarısızlığım. Felt-sama yakalandı ve benim hareket edememem için de boğazına bir kılıç dayandı. İşte bu yüzden herhangi bir şey yapamadım.”
O bu sözleri sarf ederken Subaru, onun neden bu kadar acı çektiğini açıkça anlamıştı.
Her şeyiyle savunması gereken efendisi, bizzat öz babası tarafından rehin alınmıştı.
Aşağılanan ve utanan Reinhard kim bilir kendisine zihinsel olarak nasıl bir yük bindirmiş, kendisini ne kadar suçlamıştı?
Subaru: “…..Ne, bu da ne demek oluyor? O Yardımcı Komutan Cadı Tarikatının piyonu falan mı?”
Şok edici bir itiraf işiten Subaru, Reinhard’ın ne hissettiğini düşünürken kendi kendine mırıldanmıştı. Bu çok acımasız bir gerçek olurdu. Cadı Tarikatı sağda solda saklanıyordu, yani duyduğu kadarıyla kimin bir tarikat üyesi olduğunu hiç kimse bilemezdi. Ama ailesinde bir tarikat üyesi olması, düşünmek dahi istemeyeceği bir şeydi. Petelgeuse’in yanı sıra diğer Günah Başpiskoposlarının da gerçekliğini gördükten sonra bu düşüncesi daha da kuvvetlenmişti. Çünkü Cadı Tarikatı üyelerinin her biri olabilecek en düşük, en mide bulandırıcı insanlardı.
Reinhard: “――Öyle olsaydı nasıl tepki verirdim… Hislerim nasıl olurdu…”
Subaru: “Ne?”
Fakat Subaru’nun vardığı sonuç, ortamdakilerin yalnızca yarısını ikna etmiş, Reinhard ise dikkat çekici bir ses tonuyla karşılığını vermişti.
Bu tavrı Subaru’nun merakını kabartmış olsa da diğer yarıyı oluşturan Anastasia, Julius ve Otto, başka bir sonuca varmış olduklarını belli eden ifadelere bürünmüştü.
Reinhard: “Komutan Yardımcısı bir Cadı Tarikatı üyesi değil….. Hiç değilse Felt-sama’yı rehin aldıktan sonraki söylemlerinde buna işaret eden bir şeye rastlamadım.”
Subaru: “Öyleyse ne yani, salağın teki falan mı? Yo, salak olsa bile bunu yapmazdı…… Peki neden? Neden Felt’i rehin aldı? Böyle bir şeyi yapmanın ne–”
İşte o noktada Subaru, durumu fark etti.
Reinhard’ın yüzündeki depresif bakış ve Otto’nun acıma dolu bakışları… Bunları gördüğünde vardığı sonuç, neredeyse gülmek istemesine yol açacaktı.
Ama buna gülemezdi. Heinkel’in eylemleri,
Subaru: “Yalnızca, yalnızca seni orada tutmak istediği için yapmış olamaz, değil mi?”
[――――]
Subaru: “Cadı Tarikatı yayınını duyunca şehrin tehlikede olduğunu anladı……Bu yüzden kendisini güvende ve korunaklı tutabilmek için şehirdeki en güçlü kişiye sımsıkı tutundu, öyle mi?”
Reinhard: “……Komutan Yardımcısı dedi ki… Kıymetli hanımın da baban da burada. Onları terk edip yüzlerini bile bilmediğin birkaç piçi mi kurtaracaksın?”
Subaru: “Babanın söyledikleri saçmalığın daniskası!”
Subaru bu sözler eşliğinde yumruğunu yere geçirmişti.
Tekrarlayıp durduğu sabahtan beri bu öfke haline bürünüyordu. Ama Cadı Tarikatıyla tamamen bağlantısız bir rakip karşısında bu kadar öfkeleneceğini hiç hayal edemezdi.
Reinhard: “Ona karşılık verecek hiçbir kelime bulamadım. Tabii ki Felt-sama tüm bunların bir blöf olduğunu, kendisi iyi olduğu için gidip diğerlerini kurtarmamı söyledi. ――Ama buna rağmen orada kalmak benim kararımdı. Suçlanacak kişi kesinlikle benim.”
Subaru: “Bunu nasıl söylersin! Kimin suçu öyle mi, e kimin olduğu apaçık ortada!”
Reinhard: “Buna rağmen o seçimi yapan bendim.”
Reinhard, Subaru’nun bağrışlarına rağmen utancını paylaşmaktan geri durmamıştı.
İnatçı Reinhard muhtemelen kim ne derse desin düşüncesinden vazgeçmeyecekti. Bu esnada Subaru öfkeyle dilini tutuyor, şiddetli hislerini yatıştırmaya çalışıyordu.
Reinhard: “Her halükârda, bu şekilde bir çıkmaza girdim. Sonrasındaysa kayda değer bir şey olmadı. Takip eden yayınlarda bile harekete geçmem mümkün olmadı…… Felt-sama’dan ağır azarlar işitmekle yetindim.”
Anastasia: “Ama o şu anda seninle değil. Felt-chan iyi mi?”
Anastasia buruk bir gülümseme takınan Reinhard’a bu soruyu yöneltmişti.
Okunması zor, boş bir surat ifadesine bürünmüş bir şekilde omzundaki kürkü okşamakta olan kız, aralarında olmayan Felt’in durumuna ilgi göstermişti.
Anastasia: “Saatlerce o şekilde rehin tutulmak zihinsel olarak bayağı yorucu olmalı. Ama Reinhard-kun bizimle burada olduğuna göre mesele çözüme kavuştu diye düşünüyorum.”
Reinhard: “Evet, öyle oldu. Felt-sama elemanlarıyla birlikte sığınağa geçti. Komutan Yardımcısı ise tutuklandı ve Felt-sama’nın gözetiminde.”
Subaru: “Tutuklandı…… Yani yakalandı, ha...”
Reinhard: “Bu kadarını memnuniyetle onaylıyorum. Ama Otto’nun iş birliği olmasa bunu başarmak bile zor olurdu sanırım.”
Subaru: “Otto burada devreye giriyor yani.”
O ana dek bir ortaya çıkma belirtisi vermemiş olan Otto’nun adını işiten Subaru kaşlarını çatarken Otto, sırasının gelişiyle dikkatleri üzerine çekmek adına hafifçe boğazını temizledi.
Otto: “Anlatıldığı gibi işte. Yine de o sahneye varışım bir şans ve tesadüfler silsilesi sonucuydu. Yalnızca üçlü arasındaki ilişkinin farkında olarak yaşanan durumu az çok anlayabilmiştim.”
Astrea ailesinin problemleri ve Felt’in kraliyet adaylığı durumu.
Bu kadarını bilen Otto, Heinkel’in Felt’i rehin alarak Reinhard’ı yerinde tuttuğunu anlamıştı. Beyni az çalışan biri bile bu bilgilerle durumu çözebilirdi.
Otto: “Ben de Cadı Tarikatına karşı verilecek mücadelede Reinhard’ın gücünden faydalanamamanın olabilecek en kötü senaryo olduğunu anlamıştım. Aynı zamanda betim benzim atık şekilde nasıl yardım edebileceğimi düşünüyordum.”
Subaru: “Ve Otto bir şekilde dikkatleri üzerine çekip Felt’in özgür kalmasını sağladı. Bu sayede de Reinhard harekete geçebildi ve bize ulaşabildi…… Yaşananlar bu şekildeydi, haklı mıyım?”
Reinhard: “Neyse ki Natsuki-san’ın büyük konuşması da o sırada gerçekleşti, dolayısıyla buluşma noktasını netleştirme konusunda endişelenmemize gerek kalmadı. Tabii biraz daha hızlı hareket edebilseydik iyi olabilirdi ama başımda çok fazla şey vardı.”
Reinhard kısaca da olsa Otto’nun katkısını onaylamıştı.
Garfiel: “Ama Otto-kardeş bu noktaya kadar nası geldi ki? Dürüst olmak gerekirse Otto-san’ın gücüyle şehirde dolanmaya intihara teşebbüs etme gözüyle bakılabilir.”
Otto: “Bu konuya gelince, işin içinde pek çok ayrıntı var ama…… Yo, anlatacağım.”
Bu noktada boğazını temizleyen Otto, Belediye binasının dışını işaret ederek devam etti.
Otto: “Bu sabah planladığım gibi tek başıma Muse Şirketine gitmek adına yola çıktım. Kiritaka-san’dan görüşmelerin devamının gerçekleşmesini talep edecektim. Olayların üzerinden bir gece geçişiyle o taraf da yatışmıştı ve görüşmelerin sorunsuzca devam etmesinden yana bir sıkıntı yok gibi görünüyordu……”
Subaru: “Öyle görünüyordu, ama?”
Subaru’nun tahmin ettiği üzere onlar konuşmayı bitirip duraksadığında Cadı Tarikatı yayını başlamış olmalıydı.
Fakat Otto, kafasını sallayıp bu tahmini geçersiz kılarak konuşmayı sürdürdü.
Otto: “Muse Şirketinin bulunduğu 3. Sokaktaki meydanda Cadı Tarikatının…… bir Günah Başpiskoposu belirdi. O figürün ortalığı karıştırışıyla da Cadı Tarikatı saldırısı açığa çıktı.”
Subaru: “Bir Başpiskopos mu……! Yayından önce mi?”
Otto: “Evet. Sahiden de yayından önce.”
Otto öne eğilen şaşkın haldeki Subaru’ya başıyla onay vermişti.
Aslında düşününce bunun gerçekleşmesi imkânsız değildi. Çünkü yayından önce harekete geçen Günah Başpiskoposları düşünülürse Sirius ve Regulus da bu gruba dahil edilebilirdi.
Şehre saldıran Capella dışındaki diğer Başpiskoposlar Pristella’daki serbest zamanlarında bir şeyler yapabilirlerdi ve büyük olasılıkla–
Subaru: “Dur bir saniye, Otto.”
[――――]
Subaru’nun ses tonu alçalırken Otto’nun bakışlarına tatsız bir ışık yerleşti.
Bu endişeli tavrı, Subaru’nun hayal ettiği şeyin doğru olduğunu anlatıyordu.
Sirius ve Regulus bu süreçte Subaru ile olduğuna göre Muse Şirketine gidemezdi. Capella da Belediyedeydi.
Dolayısıyla Otto’nun karşısına çıkan Başpiskopos için tek bir seçenek söz konusuydu.
Subaru: “Tesadüfen karşılaştığın kişi『Oburluk』Başpiskoposu olabilir mi?”
Otto: “……Evet. Öyle olduğunu iddia etti. Yalan söylemesi için spesifik bir sebep olmadığı için de doğru olduğunu düşünüyorum. Meydanda kendisini Oburluk Günahı Başpiskoposu olarak tanıtsa da henüz bir çocuk görünümündeydi.”
Otto’nun ifadesi, Subaru’nun görmüş olduğu Roy Alphard ile uyuşuyordu.
Başpiskoposluk seçim standartları bilgi edinmek istediği bir konu olmasa da『Oburluk』hiç değilse dış görünüm olarak bir çocuktu. Paçavra kılıklı, pis görünümlü bir çocuktu. Tavırlarıyla da tam bir çocuğu andırıyordu.
Otto: “İlk başta terk edilmiş bir çocuk olduğu şüphesiyle yaklaşırken ona seslenen biri oldu. Muse Şirketi yakınlarında nöbet tuttuğu için bu kişinin『Beyaz Ejderin Pullarından』biri olduğunu düşünüyorum. İşte o kişi『Oburluğun』ilk kurbanı oldu. Kelimenin tam anlamıyla kalakaldım.”
[…………]
Otto: “Bir kişi öylece, basitçe bitap düştü, gerçekdışı görünse de inanmamak elde değildi. O anda daha çok『Beyaz Ejderin Pulları』askeri oğlanı kuşatmak için harekete geçti ama mutlu bir sona ulaşılamadı.”
Diyen Otto, bu çarpık vukuatı giderek kararan bir suratla, yavaş yavaş anlatıyordu.
『Oburluk』, paralı askerleri dans edermişçesine rahatlıkla kesip geçmişti. Daha da korkutucusu, keskin bir koku duyusuna sahip olmasıydı— bu sayede avının izini asla kaybetmiyordu.
Otto: “Durum böyle olunca ilk kimin başlattığından endişelenmeksizin kaçışmaya çalıştılar. Ama o çocuk buna müsaade etmedi. Açıkçası ne yaptığını bilmiyorum. Fakat çok uzaklardakiler bile『Oburluğun』saldırılarından nasibini aldı. Binaların içerisindekiler için bile durum aynıydı.”
Subaru: “Ne, neyin peşindeydi peki?”
Dalgınlıkla bu soruyu soran Subaru, anlamsız bir soru olduğunu fark etmişti.
Cadı Tarikatının eylemleri de ardındaki amaçları da belirsizdi. Zaten Otto da bu soruyu yanıtlamak yerine kafasını çevirmekle yetindi.
Otto: “Acaba ne olabilir... Her halükârda sıkıntılı bir durum oluştu. Oradan kaçmaya çalışanlar bile arkalarını döndükleri anda saldırıya uğrama tehdidi altındaydı. Sayıları az olsa da tam bir çıkmaz söz konusuydu……. Kiritaka-san olmasaydı ben de kurtulup bu noktaya gelemeyebilirdim.”
Subaru: “Kiritika mı, bunu nasıl yaptı ki?”
Otto: “Her şeyden önce temkinli bir insanmış. Muse Şirketindeki başkanlık ofisinde kanalla binayı bağlayan yeraltı geçitleri bulunuyormuş. Küçük bir tekne kullanarak o geçitten kaçtım. Kaçarkense Kiritaka-san’ın sırtının kesilişine tanık oldum.”
[――――]
Otto: “3. Sokaktan düzensizce kaçmaya devam ettim. Sonra da Cadı Tarikatı yayını başladı ve şehirde dikkatsizce dolanmak imkânsız hale geldi, yine de temkinli bir şekilde alanda dolanmayı sürdürdüm. Son olarak da zar zor karşılaşmayı başardık ve az önce anlatılan sahne gerçekleşti.”
“Sahneden” kastı Reinhard’ı bulduğu çıkmazdı.
Subaru, o ana dek anlatılan hikâyeden hem Otto’nun çektiği çileyi hem de pek çok zorluğa rağmen kurtulmayı başardığını anlamıştı.
Ama az önce söylenenler üzerine biraz düşününce,
Subaru: “Kiritika neden o kadar ileri gitti ki? Yaşananlar anlattığın gibiyse Otto’nun kaçmasına yardımcı olmak için kendi bedenini feda etmiş demektir. Bana öyle geldi.”
Otto: “……Evet, aynen öyle oldu. Kiritika-san, kendisini feda ederek kaçmama müsaade etti. Son anda beni yere itip kendini siper ederek yaralanmayı seçti.”
Subaru: “Bu kadarını neden yaptı ki……”
Subaru, Kiritika’yı zihninde hemen hemen hiç canlandıramıyordu. Anımsadığı ufacık görüntü, yüzünün kızarışı ve titreye titreye büyü taşlarını fırlatışı şeklindeydi. Tabii ki bu adam yalnızca varsaydığı, anımsadığı bu tavırdan ibaret değildi.
Ama bir yabancıyı kurtarmak için kendi bedenini feda etmek… Böyle bir güç seviyesini o adamda görememişti.
Otto: “Dükkanına davet edilen bir müşteri olduğum için bir tüccarın gururunu, onurunu sergilemiş olabilir. Ama kesinlikle kendince daha iyi bir sebebi olmalı. Anlaması kolay, ufak bir sebebi...”
Subaru: “Anlaması kolay diyorsun…”
Otto: “Fark edemedin mi? Sebep Natsuki-san’dı.”
Otto, kafası karışan Subaru’ya ciddiyetle bu yanıtı vermişti.
Ve Subaru isminin ansızın dile getirilişiyle sarsılırken de bu tepki karşısında gözlerini kısa bir süre kapalı tutarak,
Otto: “Bir Günah Başpiskoposunun varlığından haberdar olan ve astlarının ölümüne şahitlik eden Kiritika-san’ın içinde belli belirsiz bir şey kalmış olmalı. Sanırım bir nevi sorumluluk hissine tutundu. Sonra da sen onun umudu oldun, Natsuki-san.”
[…………]
Otto: “Kiritaka-san daha önce yaşananlardan Natsuki-san’ın varlığını anımsıyordu. Ve kesinlikle senin『Tembelliği』mağlup ettiğinden de haberdardı. Bu sayede bir umuda kapılması çok doğaldı. Önceliği benim kurtulmama vermesi de benim Natsuki-san’a eşlik etmemi istemesinden kaynaklanıyor olmalı.”
Otto’nun açıklaması mükemmel bir uyum sağlamış ve Subaru’nun göğsüne bir ağırlık oturuvermişti.
Ama ne olursa olsun mantıksız bir hikayeydi.
İçten içe biliyordu. Devam etmeli, bu yükü taşımalıydı, doğruydu, kararını çoktan vermişti.
Yine de aynı meseleydi işte... Herkes mi Subaru’dan bir şeyler bekliyordu?
Gerçekten şehrin kaderini ufacık, umutsuz, işe yaramaz bir insana mı emanet ediyorlardı?
Otto: “Natsuki-san, yanlış anlama lütfen!”
İstemsizce alaycı bir gülümseme takınan Subaru, bu sesle kendine geldi.
Otto içini görürmüşçesine dimdik kendisine bakıyordu ve kaskatı kesilen Subaru’ya doğru omuz silkerek,
Otto: “Kiritaka-san kendi rolü ve şehirdeki sorumluluğuyla ilgili içsel mücadeleler vermiş, çeşitli şeyler düşünmüş olmalı. Natsuki-san’ın şehrin kaderini üstlenme konusunda tereddütlü olduğunun da farkındayım. Ama Kiritaka-san’ın bu konuda Natsuki-san’a güvenmesi nispeten basit bir mesele.”
Subaru: “……Ne?”
Otto: “Çok bariz. Bu şehrin bir noktasında Kiritika-san’ın sevdiği kadın yaşıyor. Ve onun Natsuki-san’dan umduğu esas şey, şehrin güvenliğinden önce sevdiği kadının güvende olması.”
[――――]
Otto: “Çünkü beni yere iterken söylediği şey buydu.”
Otto Subaru’ya kısaca ‘fazla mücadele ediyorsun’ demek istiyordu.
Sırf öyle istiyor diye şehrin sorumluluğunu üstlenen, sonra da bu konuda endişelen Subaru’nun bu yükün altında mücadele edişini görünce bu sözleri söylemeden edememişti.
Ve her şeyin üstüne, sert görünen Subaru’nun kalbine bir acı daha saplamıştı.
Yüzü giderek ısınan, kızaran Subaru kendinden utanıyordu.
Bu şehrin kaderi, onca umut ve beklenti, hepsi ne kadar da saçma ve aptalcaydı…
Kurtarılmazsa bir felaketin içerisine düşecek olan şehir, yalnızca Subaru’nun gördüğü şeydi.
Subaru korumakta başarısız olursa sonu gelecek bir şey… Bunlar göründüğü gibi bariz ve ağır kelimeler değildi. O şehri oluşturan bir insandı, tek bir insan. Yalnızca biri, sonra bir başkası daha… Önemi olan şey, o insanların hayatlarıydı.
Söz konusu hayatların her birinin kendilerince bir kıymeti vardı ve bu sadece bağlantı kurma meselesiydi.
Otto: “Tek ve kocaman bir varlığın yükünü taşımayı düşünmektense bütünün pek çok ufak parçasını sırtlandığını düşünmek hislerini birazcık yatıştırır mı?”
Otto’nun destek kabiliyeti bir hayli yüksekti, Subaru bunu rahatlıkla söyleyebilirdi.
Ve Subaru’nun asılan suratının yeniden neşe kazanışı da Ottu’yu tatmin eden bir sonuçtu.
Anastasia: “Bu da nesi, ne kadar da hoş bir ilişki, değil mi? Sizi izlemek beni bile birazcık kıskandırıyor.”
Sohbette bir duraksama hisseden Anastasia araya böyle bir şaka karıştırmış, neredeyse yüz yüze gelmiş şekilde bu sohbeti gerçekleştiren Subaru ve Otto ise nasıl göründüklerinin farkına varmıştı.
Bu sırada bakışlarını herkesin üzerinde gezdiren Anastasia kafasını eğerek,
Anastasia: “Söylediklerine bakılarak anlaşılıyor ki……Muse Şirketinin işi bitti…”
Otto: “Emin olamasak da sanırım doğru söylüyorsun. Kiritaka-san’ın sırtının kesildiğini gördüm ama yaranın ölümcül olup olmadığı meselesi…”
Julius: “Peki sizce『Oburluğun』amacını düşünmek zaman israfı mı? Bana kalırsa, ne olursa olsun, sebepsiz yere böyle bir sorun yaratmasının mantığı olamaz.”
Konuşan kişi rahatsız bir surat ifadesiyle araya giren Julius olmuştu.
İddialı ses tonu insanın zihnine işliyordu.
Subaru: “Böyle tuhaflaşmasana. Bu sözlerini destekleyecek bir kanıtın falan mı var?”
Julius: “…… Hayır, net bir kanıtım veya dayanağım olduğunu iddia edemem. Yalnızca onunla Belediyede çarpışırken edindiğim izlenim gereği bunları söylüyorum. Onu basit bir hedonist* olarak görüp geçmenin bir hata olduğuna inanıyorum.” (*Yaşamın gereği hazdır, eylemler hazza yönelik gerçekleştirilmelidir anlayışını benimseyen kişi.)
Bu kısma Subaru da katılıyordu. O basit bir hedonist değildi, kötülük timsali bir hedonistti.
Ama bu izlenim, Julius’un vardığı şeyden farklı bir yanıt teşkil etmiyordu.
Subaru: “Yayında söylendiğine göre『Oburluğun』talebi yapay ruhlarla alakalı değil miydi? Belki de bir yapay ruh edinme fırsatı bulmuştur?”
Reinhard: “Bu gerçekten de mümkün. Ama öncelikli olarak sorulması gereken soru,『Yapay Ruh』olarak bahsi geçen şeylerin varlığını sorgulayıp sorgulamayacağımız. Gerçekten öyle bir şey var mı ki?”
Subaru çenesini kapalı tutarken araya giren Reinhard olmuştu.
Yayını dinleyen pek çok farklı kişi de onunla aynı soruyu sormuş olmalıydı.
İçlerinde yanıtı bilenlerse yalnızca Subaru ve Anastasia’dan ibaretti.
Bu soru karşısında Subaru istemsizce Anastasia’nın suratına göz gezdirdi ve tecrübelerinden beklenildiği üzere surat ifadesinin hiç değişmemiş olduğunu fark etti. Bu şekilde sırrının ortaya çıkmasına niyeti olmadığını mı anlatmaya çalışıyordu?
Otto: “――Affedersiniz ama bir şey daha var.”
Bu esnada bir karar vermeye çalışan Subaru’nun önündeki Otto, dikkatleri bir kez daha üzerine çekme talebinde bulundu.
Sonra da suratında hafif bir gerginlikle, teslim olurmuş gibi iç çekti.
Ve-
Otto: “Yapay ruh meselesini cevaplamak benim için de zor. Ama bir başka talebe,『Öfkenin』istediği『Bilgelik Kitabına』gelecek olursak...”
Sözlerini bu noktada kesen Otto, anlık bir tereddütten sonra devam etti.
Otto: “Özür dilerim. ――Kitabı şehre getiren bendim.”
#Öncelikle, bu bölümün İngilizce metninde nedense konuşmacı isimleri eklenmemişti, kafa karışıklığına yol açmaması adına ben yine de eklemeyi tercih ettim. Bu nottan sonra bölümü yorumlamaya geçeyim.
Reinhard’ın
hikayesi Heinkel’den bir kez daha nefret etmemi sağladı. Çılgınca güçlü
kahramanımızın bunca zorluğa rağmen neden ortalarda görünmediği de açıklandı.
Bence haklı bir sebebi varmış, sonuçta efendisini korumak gibi bir önceliği vardı.
Anastasia’nın ruh meselesini kendisine saklamak istemesiyse beni şaşırtmadı.
Ama kitabı şehre getiren kişinin Otto olması… Bu bilgi gerçekten şaşırtıcıymış.
Bu konuşma nereye bağlanacak, ne zaman harekete geçilecek ve bizi bekleyen başka
ilginç bilgiler var mı sorularının cevapları için bir sonraki bölümde görüşmek
üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..