Regulus: “Aah! Lanet olasıca, zıplayıp durmayı kes!”
Lanetler okuyan Regulus, ellerini aşağı yukarı sallıyordu.
Hedefi sürekli zikzak çizen Reinhard, silahıysa etrafta yatmakta olan çokça çakıl taşıydı.
Normal şartlarda çakıl taşları olsa olsa bir rakibi kör etmeye yarardı; çakılı silah olarak kullanan kişi, övgüye layık bir karakter olmazdı— ama kullanıcı Regulus olunca bu rezil taktiğin gücü bile tavan yapabiliyordu.
Çakıl taşlarının temasıyla binalar un ufak olmaya başlıyor ve etrafta tam bir yıkım manzarası oluşuyordu.
Reinhard: “—tch”
Önünde gerçekleşen bu dehşet verici yıkımı izleyen Reinhard ise çarpıcı bir kaçınma gerçekleştiriyordu.
Alt bedenini sürünmeyi planlarcasına eğmiş ve hızla harekete geçmişti. Dışa yansıyan nahoş görünümünün aksine öylesine hızlı hareket ediyordu ki sıradan insanların erişebileceği sınırları aşıyordu.
Ve bu yüzden sıradan bir insandan farkı olmayan Regulus’un Reinhard’ı yakalamasına imkân yoktu.
Regulus: “Lanet olsun… Hey! Bir böcek gibi nereye kaçıyorsun öyle!”
Hedefini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Regulus, ayrım gözetmeksizin dört bir yandan saldırıyordu.
Tüylerinin diken diken oluşu korkunç bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunun göstergesiydi— herkesin doğuştan sahip olduğu, düşmanın yakında olduğu uyarısını veren hayatta kalma içgüdüsüydü.
Esasında bunun net bir tehdidin varlığıyla pek alakası yoktu. Tüm canlılar bu hisse duyarlıydı. Regulus da bir istisna değildi; sinirlerinin uyarılışı tüm bedenine yayılmış şekilde ona bir şeylerin yanlış olduğunu anlatıyordu.
—Ancak bu defaki inanılmaz tehdit, baskın bir çember halinde dört bir yandan yaklaşıyordu.
Regulus: “Seni lanet olasıca, ne cehennemsin sen böyle—!?”
Reinhard: “Ben yalnızca Kraliyet Adayı Felt-sama’nın şövalyesiyim. Lafı açılmışken, onu desteklediğinden emin ol lütfen.”
Regulus: “——!?”
İstikrarlı bir sesten şaka olması da olmaması da mümkün bir cümle dökülmüştü.
Ve şoktaki Regulus kafasına keskin bir darbe almıştı— çelikle dövülmüş olabilirdi. Silah şeklini tamamen yitirip büküldükten sonra da kenara atıldığını anlatan cızırtılı bir ses yükseldi.
Aşağılanan Regulus, dudaklarını ısırarak bakışlarını yere dikti.
O, saldırı rahatlığını engelleyen keskin bir ayak hareketi gerçekleştirirken Reinhard duruşunu sergiliyordu.
[Kılıç Azizi] ve [Açgözlülük] arasındaki ofansif ve defansif mücadelelerdeki durum iki taraf için de barizdi.
Alışılagelmiş savaş gücünü sergileyen Reinhard’ın Günah Başpiskoposlarının en ölümcülünü bile oyuncak edebilmesini sağlayan kuvvetinin bu dünyaya ait olduğu söylenemezdi. Ama buna rağmen—
Regulus: “Kazanan ben olacağım, bunu anlayamıyor musun? Yalnızca başkalarını bastırmayı düşünebilen bu vahşi gücünü ne kadar iyi kullanabildiğin hakkında hiçbir fikrim olmasa da senin gibi mutluluğu başkalarının feda edilmesi üzerine kurulu biri burada durdurulacak! Bu güçle kaç kişinin hayatını ayaklar altında çiğnedin? Bu açgözlülük gerçekten mide bulandırıcı.”
Reinhard: “—Bunu duymak sahiden can sıkıcı. Benim yüzümden kimilerinin mutluluğunu yitirdiği doğru. Fakat hiç kuşkusuz bunu yapma sebebim bir şeylerin telafisini sağlamaktı.”
Regulus’un saçma sapan konuşmalarıyla karşı karşıya kalan Reinhard’ın gözleri hafifçe kısılmıştı.
Kılıç Azizinin tepkili hareketiyle karşılaşan Regulus ise gözleri irileşerek,
Regulus: “Bu da ne cehennem oluyor? Bir nevi ‘söylemene gerek yok, zaten biliyorum’ rolleri mi? ‘Günahlarımın farkındayım. Farkındayım, bu yüzden kötü özelliklerimi düzeltmeye çalışıyorum diyorum sana!’ Tüm bunlar her şeyi bir kenara atma teşebbüsü mü? Şakalaşmak da bir yere kadar. Hiç kimse senin gelecekte ne yapacağına dair bir beklenti taşımaz. Önemli olan sadece geçmişte yaptıklarındır. Bir zamanlar yerde olan ayaklarının tabanları başkaları tarafından yalandı. Böyle biri on binlerce, hatta yüz milyonlarca kişiye yardım etse de bir anlamı olmaz. Geber, günahkâr. Yalnızca başkalarına yalvarmayı bilen sen, iyi bir insanmışsın gibi davranmayı kes artık.”
Reinhard: “Seninle konuşurken gerçekten de kendime ayna tutulduğunu hissediyorum. Subaru’nun bana seni ciddi ciddi dinlemekten kaçınmamı söyleme sebebi bu olmalı.”
Regulus: “Lafı açılmışken… oradaki herif, şu meşhur ‘Subaru’ mu? Gelinimi benden çalan o rezil adam, o nefret edilesi piç… Kızın pis bir orospu olduğu ortaya çıksa da o herifin gerçekleştirdiği ihlal asla bağışlanamaz. Başkalarına ait olanları çalmaya çalışanların alacağı ceza— uaa!?”
Tiradının yarısında Regulus’un dünyası ansızın tersyüz olmuştu.
Duruşunu bozup eğilen Reinhard, an itibarıyla Regulus’u sol ayak bileğinden yakalamış şekilde döndürüyordu. Vahşi bir yıkım alanında döndürüldükten sonraysa sırtı bir duvara tosladı.
Bu etkiyle bir toz yağmuru yağarken Regulus’un hala sağa sola sallanmakta olan bedeni duvarı aşarak bir binayı yıktı.
Reinhard: “Seninle doğrudan temas etmek son derece tehlikeli gelse de bu işi bir an önce sonlandırmaya çalışmak isterim.”
Regulus: “Ne yani, bunu ona dostum diyebilmek için mi yapıyorsun? Ne lanet olasıca bir ikiyüzlülük gösterisi… alçak benliğinin doğru düzgün bir arkadaşı olmaması çok doğal. Irz düşmanı olarak bilinen biriyle bir arkadaşlık paylaşmak—”
Reinhard: “Gerçekten uğraşılacak gibi değilsin— hele de arkadaşlarıma iftira atarken.”
Rüzgâr ansızın bedenlerini sarmalarken bunu hızlı bir yükseliş hissiyatı takip etti.
Hızlı bir bakış atacak olursanız ikilinin figürlerinin gece göğünün ortasında asılı olduğunu ve hemen yanlarında dolunayın kuvvetle ışıldadığını görürdünüz. İşte o noktada, ay ışıklarının menzillerindeki Regulus’tan bir cık sesi yükseldi.
Regulus: “Demek kuvvet meselesi değilmiş. —Beni bu yükseklikten bırakarak bu işe bir son vereceğine inanacak kadar saf olamazsın gerçekten. Beni salak yerine mi koyuyorsun yoksa?”
Reinhard: “Sahiden de seni yere çarpıp toprağa saplamayı deneyebilirdim… ama aldığım talimatlar bunlar değildi.”
Regulus: “Sen neden…”
Ayak basacak yeri olmadan havada süzülen Reinhard, bedenini hafifçe kaydırarak aşağı yukarı ilerliyordu. Hala ayağından kavranmış halde olan Regulus ise merkezkaç kuvvetine tabi şekilde Reinhard tarafından sallanıyor, iri gözleriyle aşağıyı izliyordu.
Regulus: “Yok artık…”
Reinhard: “Yaklaşan şey ‘ilk dalga’ olarak biliniyor. —Umarım seni son görüşüm olur.”
Reinhard’tan nadir görülür, alaylı bir cümle çıkmıştı ama Regulus’un buna dikkat edecek vakti yoktu.
Reinhard, tüm kuvvetiyle Regulus’u aşağı savurmuştu. Havayı yarıp geçen Regulus’un yoğun formu, bir mermi misali hızla aşağıdaki kanala ilerliyordu. —Rüzgarlar tarafından yıkanan Regulus’un yapabildiği tek şey, giderek yaklaşan kanalın yüzeyini izlemekti.
Regulus: “Tek tehdit su…!”
Sağa sola döne döne alçalan Regulus, suya inmeleri niyetiyle ellerini uzatmıştı. Bu sırada hazırlıksız haldeki Reinhard da hemen ardından savunmasız halde süzülerek onu takip ediyordu.
Sakin suratı tek bir darbede paramparça olabilirdi.
İşte bu düşünceyle—
Subaru: “—Emilia, hadi!”
Emilia: “Ul Huma!”
Nefret dolu kadınla erkeğin seslerini işiten Regulus’un ışıltılı gözleri o mide bulandırıcı çifti göz ucuyla yakalamıştı.
Bir parmağıyla işaret eden siyah saçlı bir oğlan ve sessizce büyüsünü yapan gümüş saçlı bir kız.
Bir an sonra, düşmekte olan Regulus’un üzerine momentumuna denk bir hızla atılan buz saçakları inmeye başladı.
Saçaklar kıyafetlerinin uzuv kısımlarını yakalayarak düşüşünü hızlandırdı. Ve sonuncusu da dosdoğru sırtına inerek bedeninin kaskatı kesilmesini sağladı.
Regulus’un sınırlarını çizen toplam beş buz saçağı, bedenini bir donma noktası olarak kullanarak onu kanala ulaştırdı. Ve o anda buzdan bir el öne uzanarak tam da Regulus’un düştüğü akış noktasını merkez aldı. —Böylece kanal, tek bir açıklığı dahi olmayan buzdan bir mezar şeklinde mühürlendi.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Subaru: “―Operasyon 1 isimli [Su Sıçratma] Operasyonu başarıyla tamamlandı!”
Reinhard: “Umarım işe yarar.”
Subaru’nun yanına inen Reinhard, ay ışıklarıyla kuşanmış halde donuk kanal sularını izliyordu.
Regulus’u gökten fırlattıktan sonra o düşüşün yörüngesiyle kendisinin de suya düşmekten kaçınamamış olması gerekiyordu ama bir mucize eseri üzerinde tek bir damla su dahi yoktu.
Tabii Reinhard’ın havada bu kadar iyi hareket edebilmesinin pek şaşırtıcı olduğu söylenemezdi.
Emilia: “Hareket alanını kısıtlayıp onu suya fırlattık ve sonrasında da dondurduk. Bir daha yüzeye çıkması mümkün değil, değil mi…”
Reinhard’ın öteki tarafındaki Emilia da suları izliyordu.
Savaş planlarını yapan Subaru, olanak sağlayansa Reinhard idi. Fakat Regulus’u çaresizce bir duruma iten Emilia olmuştu. Ve karşı taraf absürt bir katil olsa da Emilia, son derece ürkek bir ifadeye bürünmüştü.
Her şey sorunsuzca ilerlerse Regulus pek yakında boğulmuş bir cesetten ibaret hale gelecekti.
Ve Emilia haddini aştığını hissediyordu ki bu hissiyat yersiz değildi.
Subaru: “——”
Bu haldeki Emilia’yı gören Subaru, kollarını düşünceli bir şekilde önünde bağladı.
Fakat Emilia adına çok üzülse de Regulus’un boğulması, olabilecek en iyi sonuçtu. Bu mümkün olmasaydı da onu ölümü yansıtan bir halde bırakmak en iyisi olurdu.
Fakat en kötü olasılığı da beklemek gerekliydi. Mesela—
Subaru: “Reinhard!”
Reinhard: “—Tsk!”
—Buzun yüzeyi gözlerinin önünde çatırdamaya başlamıştı, hemen arkasından da fışkıran bir su öbeği doğruca üzerlerine atıldı.
O su öbeğini fark eden Reinhard, sular kendilerine yaklaşırken Emilia ve Subaru’yu kavradı.
Ve kollarını bellerine sararak tek seferde geriye sıçradı— suyun menzilinden çıktıklarındaysa gözlerini kıstı.
Reinhard: “Sorun henüz çözülmemiş gibi görünüyor.”
Subaru: “Haklısın. Bu herif gerçekten de belanın ta kendisi.”
Reinhard ve Subaru farklı noktalara takılmıştı.
Reinhard bir buz parçasının üzerinde dikilmekte olan figürü izlerken Subaru, o figürün beklenmedik bir şekilde çıkışıyla doğan suların sonucunu izliyordu.
Su damlaları uçuşuyor, Subaru ve diğerlerinin durmakta olduğu noktanın yakınlarına dökülüyordu.
Sonuç cama vuran veya yere inen yağmur damlalarının büyüleyiciliğinde değildi; inen her damla yeri aşıyor, devasa bir yaratık tarafından kuvvetle ısırılmışçasına yarıklar açılıyordu.
Bu yıkıcı gücün Regulus’un fırlattığı kum ve taşlardan aşağı kalır yanı yoktu.
Yani Regulus’un saldırı gücü, katı sıvı demeden çizgisini koruyordu.
Emilia: “…Bedeni biraz olsun donmamış. Aynı kilisede olduğu gibi.”
Hala sürüklenmekte olan buz parçasının üzerinde duran Regulus’a bakan Emilia’nın ağzından bu cümleler dökülmüştü.
Subaru, büyü kullanarak Regulus’un gövdesini ve uzuvlarını dondurma görevini Emilia’ya emanet etmişti. Onun ‘merhamet gösterme’ talimatıyla da buz saçakları doğruca gövdesini ve uzuvlarını delip geçmişti ki bu eylem onu büyük oranda ölü hale getirmeliydi.
Fakat suya düştüğü vakit buz saçakları bedenine nüfuz etmemiş ve Regulus yalnızca kilisede olduğu gibi yüzeyde donup kalmakla yetinmişti.
Yani Regulus üzerinde ne dondurma işlemi ne de büyü etkili oluyordu.
Aynı mermiler ve kesişler gibi bu tip saldırıları da geçersiz kılabiliyordu.
Subaru: “[Öfkenin] alevlerinden etkilenmeyince biraz şüphelenmiştim ama… yenilmezliğinin temeli her türlü fiziksel ve büyüsel saldırıyı tek taraflı olarak iptal etme gibi bir şey mi?”
Reinhard: “Savaşarak teyit etmeye çalışabileceğim bir şey var mı?”
Subaru: “Bu konuda, eğer denemek için sıkıştırmazsak…!?”
Subaru’nun Reinhard’a verdiği yanıt, kanaldaki bir değişiklikle yarıda kesilmişti.
Suyun donuk yüzeyinde, çatlağın uzaklarında bir girdap belirmişti. Momentumu giderek arttıktan sonra da Regulus’un bulunduğu buz kütlesini içine çekmeye başladı. Ve ardından—
Subaru: “Su Ejderi—!”
Girdabın merkezinden sıçrayan ejder, buz kütlesinin üzerinde durmakta olan Regulus’a dişlerini gösteriyordu.
Normal şartlarda şehri çevreleyen kanal sularında yaşayan evcilleşmiş Su Ejderlerinden biriydi. Fakat sözüm ona uysal bu Su Ejderi, çenesini kocaman açarak Regulus’un ince sırtını hedeflemiş durumdaydı.
Belki de o Su Ejderi bile asla gerçekleşmemesi gereken bir trajediyle [Öfkenin] etkisinden nasibini almıştı― fakat dişlerinin hedefine yaklaşma şansı bile olmamıştı.
Subaru: “—hk”
Önünde gerçekleşen tüyler ürpertici manzara karşısında Subaru’nun boğazı istemsizce düğümlenmişti.
Az önce ne olmuştu, bu şey nasıl tarif edilebilirdi ki?
—Su Ejderinin çenesi, Regulus’un üzerine çullanmaya çalıştığı anda yerinden edilmişti.
Evet, bir Daruma Otoshi oyunundaymışçasına Su Ejderinin alt çenesinin yeri değişmişti.
Momentumuyla Regulus’a doğru uçarken çene kemiği kaymıştı. Regulus’u kanala sürüklemesi gereken çenesi bu değişikliği onaramayınca da büyük bir çatırtıyla ikiye ayrılmıştı.
Bölünen su ejderinin iki yarısının battığı noktalardan kanal sularına kanlar saçılıyordu.
Bir an sonraysa bir zamanlar bir su ejderi olan abartılı kan ve iç organ öbeği yüzeyde süzülmeye başladı; tüyler ürpertici bir ölümdü.
Reinhard: “Emilia-sama. Mümkünse bana bir mızrak yapabilir misin?”
Emilia: “…Ha?”
Reinhard: “Bir mızrak. Bir buz mızrağı. Zahmet vereceğim ama.”
Bu manzarayla karşı karşıya kalan Reinhard, sersemlemiş haldeki Emilia’ya bu cümleleri mırıldanmıştı. Noktaları birleştiren Emilia ise hızla manasına odaklandı. Birkaç başarısız teşebbüsün sonunda da nihayet bir buz mızrağı yaratarak Reinhard’a teslim etti. Dengesini test etmeyi tamamlayan Reinhard,
Reinhard: “Affedersiniz.”
Buz mızrağını kaptığı gibi bileğini döndürerek Regulus’u hedefledi ve hedefine uçurdu.
Mızrak dosdoğru uçuyordu— ama Regulus’u hedefleyen noktası keskin ucu değildi. Yana dönüşüyle gövdesi tam isabet yapmıştı. Fakat mızrağın gövdesi, Regulus’a çarpışının hemen ardından ikiye bölünmüş halde kanal sularına alçalmaya başladı.
Emilia: “Bunun anlamı nedir…?”
Subaru: “Demek öyle… Anladım, Reinhard.”
Kırık mızrağın halini gören Emilia, kafası karışık halde başını eğmişti. Yanındaki Subaru ise Reinhard’ın bunu yapmasının ardındaki sebebi çözmüş ve bu sonuç onu ürpertmişti.
Subaru’nun onayını alan Reinhard başını sallayarak,
Reinhard: “Emilia-sama, az önce ona vuran mızrağa ne olduğunu gördün mü?”
Emilia: “Parçalandı, değil mi? Buzdan bir mızrak gerçek bir mızraktan farklıdır, yani böyle bir güç karşısında ikiye ayrılması çok doğal…”
Reinhard: “Aslında tam olarak öyle değil, mızrak parçalanmadı. Mızrağın ona çarpan ucu kayboldu. Kaybolarak ayrıldı. Yani mızrak ikiye değil, üçe ayrıldı.”
Reinhard’ın açıklaması mızrağa ve Su Ejderine olanları açıklıyordu.
Her ikisi de Regulus’a temas ederek bedenine nüfuz etmeyi başaramamıştı. Sıradan bir bariyer olsa çarpışmaları o nesnelerin sekmesine veya darbenin etkisiyle dağılmasına yol açardı ama yaşanan bunlar olmamıştı.
Regulus’un bedeni, kelimenin tam anlamıyla kendisine herhangi bir şeyin çarpmasını reddetmişti.
Regulus: “—Ne kadar da cahilce, saf ifadelere bürünmüşsünüz. Göründüğü gibi işte.”
Üçlü grup bir sonuca varmaya çalışırken buz kütlesinden ansızın Regulus’un sesi yükselmişti.
O sakin sesi adeta kendi kendine konuşurmuş gibiydi. Subaru bunu düşünür düşünmez nahoş bir şok dalgası hissederken,
Regulus: “Anlayışsızlık, anlayışsızlıkanlayışsızlıkanlayışsızlık. Hiçbiriniz, gerçekten, gerçektengerçekten hiçbir şeyi anlamıyorsunuz. Hiçbir değeri yok. Hiç şansınız yok. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın anlamı yok. Neden göremiyorsunuz? Size söylüyorum, gösteriyorum, görmeniz için zorluyorum… ama asla anlayamıyorsunuz.”
Regulus buzdan sıçrarken kendi kendine fısıldıyordu. Öne hafifçe sıçramasıyla da bedeni kanal sularına battı; bir an sonraysa gözden kayboldu. Fakat tek eliyle kanalın köşesine tutunarak kendisini sulardan çıkartışıyla yeniden sokağa ulaştı. Ve bir kez daha gözlerini kendisini izlemekte olan gruba dikti.
Reinhard: “—Bedeninde en ufak bir ıslaklık görünmüyor. Nefes alıp verişi değişmemiş. Doğal olarak ne buz parçalarından bahsetmeye gerek var ne de üzerine tek bir damla su sıçramış. Kıyafetleri tertemiz ve kupkuru.”
Regulus’u gözlemleyen Reinhard hızlı bir rapor vermişti.
Bunu işiten Subaru ise kafasını sallayarak hissettiği dehşeti bastırmaya, endişelerini değerlendirmeye çalışıyordu. Bu mücadeleyle ilgili teyit etme niyetinde olduğu her şey teyit edilmiş gibi görünüyordu.
Fakat en ufak bir iyi haber dahi yoktu; olabilecek en kötü senaryo söz konusuydu.
Reinhard: “Subaru, kılıcım.”
Subaru: “Oh, ah, doğru…”
Reinhard’ın talebi karşısında Subaru, başından beri tutmakta olduğu kılıcı hızlıca teslim etti. Reinhard sevgili kılıcının tutacağını kibarca test ederken de yan taraftan bakınan Emilia ürkek bir merakla,
Emilia: “Kılıç kınından çıkıyor mu?”
Reinhard: “Hayır, tutacağı hala yerinden oynamıyor. İtaat etmeyecek gibi görünüyor… ama onunla yüzleşmek için kullanabileceğimiz başka bir silah yok.”
Emilia: “Kılıcını çekemiyorsan ne yapacaksın ki? Ona doğruca kınıyla mı saldıracaksın?”
Reinhard: “Tam olarak öyle değil. Ama pek farklı bir şey olmayacak.”
Sesinde en ufak bir gerginlik dahi olmayan Reinhard bu şekilde bir adım öne çıktı.
Ve kendisini Regulus karşısında Subaru ile Emilia’ya kalkan etti.
Reinhard: “Subaru, lütfen benim için zaman kazanma görevini üstlen. Gücünü çözme çabalarına da devam edebilirsin.”
Subaru: “Zorluk seviyesi yükseldi gibi görünüyor. Ama senin için tezahürat edeceğim.”
Emilia: “Ben, ben de edeceğim!”
Reinhard: “Öyleyse ben de edeceğim. —Başlıyoruz!”
Reinhard sesinin duyuluşuyla birlikte uçarak harekete geçti.
Beklemekte olan Regulus ise onu sükunetle karşıladı.
Regulus: “Sana görmedin mi diyorum? Ejderin kaderini görmediysen mızrağı görmüşsündür… Hayal gücün sahiden bu kadar mı kötü?”
Reinhard: “Yalnızca ayaklarının ucundaki madeni paraya dikkat edersen esas önemli olan şeyi kaçırırsın— ustam bir defasında böyle demişti.”
Regulus: “Demek öyle.”
Regulus’un derin ve ilgisiz iç çekişiyle Reinhard’ın açılış saldırısı üst üste binmişti.
Kasların ve kemiklerin keskin bir şeyler tarafından deliniş sesleri yükseliyor ve Subaru’nun boğazı istemsizce kaskatı kesiliyordu. Reinhard’ın kılıcın kınını kavrayışını ve kılıcın kabzasını Regulus’a indirişini izliyordu.
Regulus: “—Oh, görünen o ki bir stratejin bile yok.”
Bu darbelerin sesi su ejderi ve buz mızrağının kaderinden farklıydı; Reinhard’ın sevgili kılıcı ne yaparsa yapsın hiç değilse Regulus’a vurduğu için parçalanmıyordu.
Fakat Regulus bu saldırılara herhangi bir tepki vermiyordu. Reinhard’ın önceki saldırıları bir hasar veremese de en azından onu uçurmaya yetiyordu; ama şu anda o etki bile ortadan kalkmıştı.
Reinhard: “Gururlanmakta özgürsün. Beni *Dragon Sword Reid’i kullanmak zorunda bırakan ikinci kişisin.” (Daha önce kullanılmış mıydı, düzgün bir çevirisi var mıydı hatırlayamadım, bilen varsa yorumlara eklesin.)
Regulus: “Eleştiriden başka bir şey duyamıyorum, sahiden beni adam yerine koymuyor musun sen? Bu kılıcın doğası değil mi, bunu mu demek istiyorsun? Benim gibi aydınlanmış birinin böylesine karalayıcı bakışları, aşağılayıcı sözleri çözmesi çok doğal!”
Reinhard: “Daha ziyade— ah!”
Regulus’u kışkırtan Reinhard, yakın mesafede zikzaklar çiziyordu. O öldürücü parmak uçları karşısında kaçınıcı hareketleri tüm bedenini harekete geçiriyordu.
Fakat bacakları ansızın hareketi kesti. Yo, hareketlerinin kesilmesine sebep olundu.
Ve Reinhard dizlerinin üzerine yığılarak yere çöktü.
Sağ baldırı kesilmiş, çılgınca kan dökülmeye başlamıştı.
Subaru: “Vuruldun mu!? Ne oldu!?”
Subaru bu şekilde bağırırken Reinhard, kafa karışıklığı içerisinde kaşlarını çatmıştı.
Ne uzaktan gözlemlemekte olan Subaru ne de hemen olay yerindeki Reinhard ne olduğunu çözebilmişti. Bu soruyu soran kişi, başarısızlıkla ilgili değerlendirmesini yapmıştı.
Regulus: “İnsanüstü görüşlerin ve tepkilerinle çakıl parçalarından ve sudan kaçınabilirsin. Ama çok safsın, değil mi? Benimle gerçek anlamda yüzleşmek istiyorsan nefes almamı da engellemelisin. Bunu yapamazsın, değil mi? Az önce ne mi yaptım? Nefes verdim.”
Reinhard: “Nefesi bile…”
Regulus, yere çökmüş olan Reinhard’a merhametsizce yaklaşıyordu.
Doğrudan bir saldırı halinde Reinhard’ı paramparça halde uçurabilirdi. Reinhard’ın böyle bir saldırıdan kaçınacak vakti kalmamıştı.
Alelacele kollarındaki kılıcı kaldırarak siyah kınıyla darbeyi engellerken—
Reinhard: “kuu…!”
Regulus: “O sinir bozucu kını araya sokarak ne yaptığını sanıyorsun! Layık olmadığın bir şeye yapışmak, insanlar böyle şeyleri neden yapar ki? Hiç anlayamıyorum.”
Bu defansif hareketle Reinhard’ın bedeni oyuncak bir topmuşçasına uçurulmuştu.
Böylece tekmenin ölümcül gücünden korunsa da sokağa çakılarak etraftaki mimariyi dağıtmaya başladı. Ve bedeni yuvarlanıp durdukça yıkım süregeldi.
An itibarıyla Reinhard, bir kurşundan farksız halde uçmaktaydı.
Regulus: “Tamamdır ve şimdi de—”
Subaru: “——!”
Reinhard’ı güzelce uzaklaştırmış olan Regulus, bir şey anımsamışçasına etrafında döndü. Ve bakışlarının hedefi olan Subaru anında gerginleşti.
Hemen yanındaki Emilia hızlıca bir büyü mırıldanırken gökyüzü pek çok buz saçağıyla doldu ve her biri acımasızca Regulus’a alçalmaya başladı.
Fakat sonuçlar kendi adına konuşuyordu.
Regulus: “Ortamı okuyamayan bir kadından daha beteri yok. Öylelerini disipline etmeye çalışmak tam bir zaman kaybı. Fakat kadınlar cahil yaratıklar olduğu için öncelikle eğitilmeleri gerekiyor. Bu işler böyle. Terbiye edildikten sonra çok daha iyi oluyorlar.”
Bedenine çarpan ve parçalanan buz saçakları yere düşmeden önce onu kımıldatmayı bile başaramıyordu. Regulus aygın baygın ilerliyordu.
Subaru: “Emilia! Şu anda savaşmaya çalışmanın faydası yok! Gizemini çözemediğimiz sürece saldırsak bile hiçbir etkisi olmayacak!”
Emilia: “Ama…!”
Subaru: “Şimdilik buradan uzaklaşmamız lazım!”
İnatlaşan Emilia’yı bileğinden kavrayan Subaru, onu Regulus’tan uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Fakat Subaru’nun eylemleri yalnızca Regulus’u daha da heyecanlandırmaya yarıyordu—
Regulus: “Haha, kaçmaya mı çalışıyorsunuz? Ehh, çok normal. Sonuçta durum ortada, bana karşı hiçbir şansınız yok. Gerçi bunu çocukluk edip kapımı çalmadan önce anlamış olmanız lazımdı ama… madem kaçmak istiyorsunuz, öyleyse kaçın bakalım.”
Aklından ne geçiyordu? Regulus, Emilia ve Subaru’nun kaçışını gülümsemekten başka bir şey yapmayarak izliyordu.
E kendilerine bu şans verilmişken sebebini düşünmeden değerlendirmeleri gerekiyordu. Her ne olursa olsun şu an için vakit—
Regulus: “—Ama önce bundan kurtulmanız gerekiyor.”
Diyen Regulus kanala yaklaştı ve eğilerek su ejderinin yarım bedenini sudan çıkarttı.
Sonra da kuyruğundan tutarak gaddar bir gülümsemeyle sallamaya başladı.
Emilia: “H-hey, Subaru… İçimde kötü bir his var.”
Subaru: “Ne tesadüf, benim de.”
Onun ne yapacağına dair en ufak bir fikirleri yoktu.
Fakat yaptığı her önemsiz eylem tamamen olağanüstü bir sonuç doğuruyordu, bu kadarı gün gibi ortadaydı.
Dolayısıyla Subaru ve Emilia anında hızlanmıştı.
Bu sırada acelesi olmayan Regulus, memnuniyet dolu bir gülümseme eşliğinde kafasını kaldırarak harekete geçti. Ayağını yakınlardaki bir binanın üzerine yerleştirdi, ardından başka bir binanın üst katına, daha uzun bir binaya derken nihayet saat kulesi yüksekliğinde bir yapıya ulaştı.
Bu süreçte iki taraf arasında hatırı sayılır bir mesafe açılmıştı.
Fakat Subaru, o mesafeye rağmen Regulus’un suratını çıkartabiliyordu.
—O suratta apaçık ortada olan öldürücü, alaylı bir gülüş görünüyordu.
Regulus: “Hadi, saklanmak istiyorsanız bunu yapıp yapamayacağınızı görelim. —Gelin olmayı hak etmeyen bir orospu ve bu kadına değer biçen bir piç. Sizi bir kan yağmuruyla yıkayacağım!”
Diyen Regulus su ejderinin yarısını iki eliyle kaldırarak cesedi acımasızca büktü.
Ve ejderin etinin nahoş, vıcık vıcık bir şekilde bölünüşüyle yavaşça damlayan kanlar fışkırmaya başladı. Bu kanlı enkaz, Regulus tarafından yükseklerden neşeyle sallanıyordu.
Kana bulanmış haldeki cesedi, ıslak bir havluymuşçasına kuyruğundan tutuyordu.
Kafasının üzerinde dur durak bilmeden döndürdükçe kanlar bir hale şeklinde dağılıyordu.
Uzaklaşıyor, uzaklaşıyordu, ta ki momentumu onu Subaru ve Emilia’nın az önce kaçtığı yere götürene dek…
Ve bunun sonucunda da—
Emilia: “—Subaru!”
Subaru: “Kaç kaç kaç kaç kaç kaç kaç kaç—!”
Dökülen kanlar bir yıkım yağmuru şeklinde şehri iyice mahvediyor, bu bombardıman geri çekilmekte olan çifti hedef alarak onları kaçmaya mecbur bırakıyordu.
#Bu bölümle birlikte Açgözlülük cephesine mola vererek diğer cephelere bir göz atacağız. 51. bölüme kısacık bir göz atıp gördüğüm kadarıyla pek çok çarpışma okuyacak gibiyiz. Gerçekten arc5 çok fena ilerliyor, art arda bu kadar heyecanlı bölümleri okuduğumuzu sanmıyorum daha önce. Öyleyse bol heyecanlı, bol kapışmalı yeni bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..