Hey — Liliana canlı canlı sahnede—!
Evetevet, an itibarıyla Pristella Şehrinin kuzey kısmındayız! Kontrol kulelerinden birini geri almak için mücadele ediyoruz—!
Dört kontrol kulesi Cadı Tarikatı tarafından ele geçirildi! Kuleleri geri alabilmek için şehrin en yetkin kişileri harekete geçti, dördü de aynı anda gerçekleşecek cephelerle büyük çaplı bir savaş başlıyor!
Hiçbiri en ufak bir şekilde altta kalmayan bu kuvvetlerin arasında her nedense benim gibi tek gücü sevimlilik olan bir müzisyen de savaşa katılıyor, amma beklenmedik bir iş! Yine de geri çekilmek değerlendirilemez bile!
Ehh öyleyse, sırada benimle, Liliana Masquerade ile birlikte operasyona katılacak çılgın suratı tanıtmak var!!
Priscilla: “O surat şimdiden mide bulandırıyor. Boynunu benimkinin altında tut. O kafa kesilecek olursa kafatası mumluk olarak iyi iş görecektir.”
Evet, işte böyle~! Merhametsizce kelimeler ve haince taktikler! Ama üzerimizde kullanılacak olurlarsa bizim de işimiz biter! Ölürüm, o yüzden merhamet et lütfen!
O ince kırmızı gözlerde ışıklar dans eden figür, adeta bir ateşe dönüşüyor! Sürekli değişen bir ateş formunu andıran bu karaktere dokunmanın tehlikeli olduğu bariz!
Bir eliyle Yang Kılıcını kuşanmış kişi, saldırımızın şampiyonu! Priscilla Bariel-sama!
Priscilla-sama tek nefeste göz kamaştırıcı Yang Kılıcını sallayarak yan taraftaki alevli kanalı aşıyor! Sallıyor! Salsalsallıyor!
Darbe! Parlaklık! Ses! Bunu karşılayan kişi, büyük ölçüde geri püskürtülüyor~!
Ama sonra! Kendisini toparlıyor! Ve Priscilla-sama’ya pis pis bakıyor!
???: “Aah, aah, aaaaaaaaaah! Gerçekten, gerçekten, gerçekten! Neden bu veya şu veya hepsi birden toplanıp hep birlikte geliyor! Yani benim o kişiyle buluşmamı engellemeye mi çalışıyorsunuz! Istırap verici, ıstırap verici, ne kadar da ıstırap içindeyim! Kalp kırıklığı göğsümü parçalıyor! O çaresizce hisleri kalbimden silkinip atıyorum! Böyle bir ıstıraba katlanılamaz—!”
Beliren kişi—! Gözyaşları özgürce akarken hıçkırıp ağlayarak bağıran kişi, bandajlarla sarılı öfkeli bir manyak!
Yüzü, dönerek ve dönerek ve dönerek ve dönerek gözlerine dek örtünen beyaz bandajlarla sarılı! Bedeni bir pelerinle tamamen örtülü! Tüm içtenliğimle cinsiyetini çıkartamıyorum ama sesine bakılırsa muhtemelen bir kadın! Kadın kimliğinden vazgeçmiş bu giyim tarzıyla ve aklında tehlikeli düşüncelerle kollarına sarılı ve sarılı ve sarılı zincirleri sallıyor! Herhangi biri ya da ben onun ne söylediğini takip etmeyi çoktan bıraktıysak,
O kişi Cadı Tarikatının [Öfkeyi] temsil eden Günah Başpiskoposu Sirius Romanee-Conti’ydi! Az önce kendisini tanıtan kişi!
O deli Sirius’un örtülü yüzü yaşlarla kaplıydı! O gözyaşları alev almışçasına kontrol kulesinin altındaki avluya alev damlaları düşürüyordu! Böyle bir bağlantı! Açıklanamazdı!
Buna ek olarak kanalda alevden beyaz bir elin varlığı mevcuttu, bir anda umursamaz hale gelen insanlara, insanlara, insanlara uzanıyordu! Kuzeydeki sığınaklarda gizlenmeleri gereken insanların büyük bir çoğunluğu bu savaşı izlemek için yollarından çıkıp buraya koşmuştu — ama bu, gerçek değildi! Çünkü şu anda herkes yerde debelenip ağlıyor, bağırıyordu! Tamı tamına o çılgın Sirius’la aynı hislerle! İşte bu, [Öfkenin] tüm şehre adamakıllı yayılan kaosun sebebi olan gücüydü—!
Hıçkıra hıçkıra ağlayıp bağıranların gözlerinde farkındalıktan eser yoktu! Hislerle zehirlendikleri, hislerle kendilerinden geçtikleri, hislerle manipüle edildikleri, hislerle işkence gördükleri söylenebilirdi, işte böyle bir histi! Bir başlarına bırakıldıkları takdirde ne olacağı inanılmaz net, belirgin, barizdi, bu yüzden burada biraz daha sıkı mücadele vermek iyi olurdu, değil mi!
Liliana: “Ui, uii… Gelin, gelin, bu kesinlikle büyük bir sahne olacak!”
Yüksek bir platformun üzeri! Oradan bu sahnenin altında yatan, yanan zemini ve hala ağlamakta olan seyirciyi ve delirmişçesine alevlerini yayan aktörü, sahne almak için sesini yükseltişini gözlemliyorum.
Tüm dürüstlüğümle söylüyorum ki Priscilla-sama’nın o çok güçlü his alanından çıktığım için göğsüm keder ve umutsuzluk ve yalnızlığın saldırısına uğramışçasına durmak bilmeksizin delinip geçiliyor ama böyle bir nedenden dolayı adımlarımı durduracağımı, parmaklarımı gevşeteceğimi veya yanan alevlerin nefesimi keseceğini sanmayın!
Istırap gibi bir şey hissetmeye zorlanınca, en azından bir şarkı doğrudan tecrübe edilince, daha büyük bir dalga boyunda gelen ışık karşısında bile mağlup edilemem!
Neticede duyularını yitiren bu insanların her birine kendimi başrol oynayan kişi olarak tanıtacağım~!
Liliana: “Gelin, gelin, uzaktakiler sesimi dinleyin! Yakındakiler, dansımı izleyin! Daha da uzaktakiler, siz duyabilesiniz diye sesimi yükselteceğim! Liliana Masquerade, sizler için şarkı söylemeye ve dans etmeye ve performans sergilemeye geldi, o yüzden iyi dinleyin! — Gelin, gün doğumunu aşan göğün altına gelin!”
Lu-lir çalan parmaklara olabildiğince narin ama cesur bir güç katacak, gırtlağı olabildiğince uzağa ulaşsın, yakınlara yankıları yayılsın diye açacak, dünyanın ses ve ritimlerini ödünç alıp çalmaya başlayacağım—!
Ama bundan önce! Ufacık bir vakit ayıralım da bu duruma nasıl geldiğimizi hatırlayalım!
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Liliana: “Peki, pekipekipekipeki, Priscilla-sama! Peki, gerçekten sorun yok mu?”
Priscilla: “Sen ne olmasını tercih ederdin?”
Priscilla-sama’nın adımları bir an olsun duraksamamıştı.
O figürü takip eden ben de kelimelerimi aceleyle saçıyordum.
E öyleyse, barizdi. Bir sonraki adım net bir şekilde bir Günah Başpiskoposuyla çarpışmakken peşi sıra sürüklenen kişi gerçekten de bendim!
Değil mi? Başlangıcın başlangıcının başlangıcında, planladığım şey hiç de bu değildi.
Cadı Tarikatının üçüncü yayınından sonra Natsuki Subaru-sama nasıl tarif etsem, sağlam olmayan ama kalplerde iz bırakan, her neyse, böyle bir his taşıyan bir yayın yapmıştı. Ve biz de Belediyedekilerle buluşmuştuk!
O sıralarda Kiritaka-san’ın iyi olmayabileceğini duymuştum ki bu kalbimde endişeyi andıran bir şey şekillendirmişti ama o anda şok edici bir gerçeklik de yüzeye çıkmıştı!
Öyle ya da böyle, Pristella’ya gelen Günah Başpiskoposları yalnızca [Şehvetten] ibaret değildi. Bir tanesinin bile felaket yaratmaya yettiği Günah Başpiskoposlarının sayısı aslında dörttü! Ve dördünün de birer kuleye yerleşmiş olması, yeterince tuhaftı.
Cadı Tarikatının komutanı olmayan bir grup sapkın olduğunu, grup olarak iş göremeyeceklerini söyleyen kimdi? Bu mükemmel bir grup çalışması örneği değil miydi? Ve tüm bunlar bunun sonucu değil miydi?
Bu tanımın gerçeğe uyum sağlayan tek tarafı sapkın olmaları mıydı? Olamaz — bu geriye yalnızca korku bırakır—!
Amaama, bizim tarafımızda da Kraliyet Seçimi adayları var!
Bu değerli insanların bir kısmı önceki savaşta yara almış olsa da şehri geri alma kararı alanların gözlerinde en ufak bir şüphe yoktu! Bu defa nereden bakarsanız bakın geriye kalan tek şey, bu enerji dolu insanları yollarına göndermekti.
Priscilla: “—Ben ve müzisyen burada oldukça korkulacak hiçbir şey yok.”
Ansızınansızın, Kiritaka-san’a ettiğim duaların arasında, Priscilla-sama’dan gelen bir karar işitmiştim!
Öfke Günahı Başpiskoposuyla yapılacak olan savaşın ortası, benim götürüleceğim yer olmamalıydı.
Yoyo, bu çok zorlama olmaz mı, tekrar düşünün lütfen — cesurca buna karşı çıksam da Priscilla-sama birlikte geçirdiğimiz saatleri unutmuşçasına buz gibi bir tavırla kışkırtıcı sözlerini bana saplamıştı.
Benim, yalnızca bir kadın olarak, böyle sözleri karşılamam nasıl mümkün olabilirdi ki? Bir ozan olarak.
Ve sonra da bu [Öfkenin] tüm şehirde çalkalanma yaratan kişi olduğunu öğrenmişken, tırsıp kalmak gibi bir seçenek söz konusu olamazdı.
Esasında Priscilla-sama beni belediyedeki büyülü cihazla tüm şehre şarkımı yayayım diye getirmişti. Ama o görev Subaru-sama’nın konuşmasıyla hallolunca sahne alamamış ve bir mağlubiyet hissiyle kalakalmıştım…
[Öfkeyle] yüzleşmek için yeni bir şans doğarsa, bir kez daha çarpışmak için mükemmel bir fırsat olmaz mıydı?
Daha ziyade çarpışmadan sonlanan bir savaşın, rakibin haberdar olmadığı bir savaşın intikamı, yeniden açılışı olurdu.
Böyle bir şey, teoride herhangi birini gaza getirmez miydi?
Liliana: “Harika! Bayan Liliana! Priscilla-sama’nın emri altında sahnede, lu-liri ve gırtlağıyla güzelce şarkı söyleyecek!”
Ta daa! Zarafetle olup bitmişti.
Priscilla-sama ve Al-sama [Öfkeyle] çarpışmaya odaklanırken, ben, arkadan, [Öfkenin] algılanamaz gücüyle etkilenen kişileri sarmalayacaktım. Mükemmel bir plandı!
Yani, ben öyle düşünmüştüm. Tamamdır, bu sahneyle birlikte az önceki çarpışmaya dönüyorum. Utanmaz sesime ‘ne tercih edersen’ diye karşılık veren Priscilla-sama’ya.
Tabiitabii, tabii ki öyle söyleyecekti.
Liliana: “Neden Al-sama’yı geride bıraktın ki? Biri sevilesi ben ve biri de güzel Priscilla-sama olan iki kadının bir başlarına olması birazcık tedirginlik verici değil mi?”
Priscilla: “Değil. En başta ben, tek başıma yeter de artarım bile. Hem adam eksikliğinin öyle yoğun olduğu bir durum ki benim bile harekete geçmem gerekti. Ben sıradan bir çaba sarf etmeye zorlanırken o Cadı Tarikatı üyeleri galibiyetin eşiğinde olduklarına inanıyor olmalı.”
Liliana: “…? Gerçekten ne söylediğini anlamıyoruuuuuuuuuum—! Priscilla-sama bir harika!”
Priscilla-sama’nın yandan attığı tek bir bakıştan öteye geçemedim, bakışı karşılayan yerlerimse acıyla sızlıyor! Göz yanılması mı? Bir göz yanılması mıydı bu!? Priscilla-sama’ya çok yakın olmamdan, yakıcı tutkusunu hissetmemden, bedenimin onun tarafından şartlandırılmasından dolayı mıydı!?
Priscilla: “Duyduğun gibi işte. Kontrol kulesine bir sinyal gittiği anda bir tarikat üyesinin boş üssü hedef alıp harekete geçeceği kesin. Ve bu yaşandığında geride kalanlara rahatlıkla bulaşabilecekler. O tüccar da bunu fark etmiş gibi görünüyor.”
Liliana: “Ah, yani gitmeden önce Anastasia-sama’yla konuştun.”
Priscilla: “Yalnızca büyülü cihazı alıp diğer savaşamayanlarla birlikte bir sığınakta gizlenme ihtimali de değerlendirilse de… Cadı Tarikatı her halükârda geleceği için onları karşılamayı seçmek tatmin edici olabilir. Muhtemelen geri dönen kişi [Şehvet] olacaktır ama Al orada olursa bir şeyler yapmayı başarabilir.”
Liliana: “Ah, demek öyle… Al-sama’ya gerçekten güveniyormuşsun gibi görünüyor eeeeeek!”
Priscilla-sama’nın sözlerini işitir ve başımla onay verirken bir pis bakışa daha maruz kalmıştım!
Ama yanlış bir şey yapmamıştım ki! Çünküçünkü, bir müttefiki düşmanın saldırabileceği bir yerde bırakmak gibi bir şeyin güven olmadan yapılamayacağı kesindi.
Priscilla: “Güvenden ve inançtan öyle düşüncesizce bahsetme. Al ve Schult’un desteğini aldığımı inkâr etmesem de. O adam sahiden bir araç olarak rol oynasa, gerçekten işe yarar olsa da. Dışsal özellikleri yüzünden çekilmiş bir kart olsa da, onu yanıma koymak bir engel teşkil etmese de...”
Priscilla-sama alaycı bir sesle, canı sıkılmışçasına kısık bir tonla konuşuyordu.
Doğrusu böyle kelimeler insanın öncelikli şövalye-sama’sına söylenmemeliydi ve güvenilir bir partneri değerlendirirken gelen sıcaklıktan eser yoktu, peki neden?
O kelimelerin yalnızca yüzeysel anlam ve hisler barındırdığı kesindi ama ne sebeple yeterliymiş gibi hissettiriyordu?
Liliana: “Diğerleri için yaptığı değerlendirmeler düşükten de öte olduğu için normal bir şekilde değerlendirilenler iyi değerlendirildiklerini mi hissettiriyor, bir dağılım meselesi mi…?”
Priscilla: “Benim üslubumu anlaman gereksiz. Yalnızca sonuçlarla ilgilenmek kâfi. Senin böyle bir şeyi anlamanı da beklemiyorum zaten. Senden beklediğim şey, sadece benim onayımı alman.”
Liliana: “Be-benimle ilgili bir şeyler senin onayını alacak kadar işe yarar olarak değerlendirilebilir mi?”
Priscilla: “Seni peşime takacağım kadar değerin olmasını sağlayacak düzeyde işe yarar olduğun söylenebilir. Beklentilerime karşılık vermek gibi bir yükümlülüğünse yok.”
Uhi, sırf bana bu kadar kıymet biçilmesi bile bu görevi cidden ağırlaştırıyor!
Ya da, şey, bu, öyleyse, bunları bir kenara bırakırsak, az önce bir şey fark ettim.
Priscilla-sama az önceki Belediye toplantısında bana sen (kisama* kaba versiyon) şeklinde hitap ederek beni ansızın bir mesafe hissine sürüklerken şimdi tercihi sen (sonata) olmuştu. Acaba…?
Liliana: “Yalnızca sıcakkanlı bulduklarına gösterdiğin özel bir tarafın mı, saaaadece şaka yapıyorum… uhiiii!”
Kafamı gömerek Priscilla-sama’nın yakıcı bakışlarından gizlendim. Huu, son birkaç saatte dersimi almıştım. Nasıl ifade etmeli, Priscilla-sama mı yoksa atmosfer gibi bir şey mi? Neyse, Priscilla-sama’daki hafif değişimleri hassas kulaklarımla, tenimle vs anında yakalıyorum…
Liliana: “Hmm? Beklenen keskin karşılık gelmedi? Bu nasıl mümkün olabilir, Liliana’nın beklentileri boşa çıktı…”
Priscilla: “Hala bu küçük oyunun ortasında olmama rağmen saçmalıklarına olan ilgim buraya kadarmış.”
Liliana: “Ah, bana yine aynı şekilde hitap etmeye başladın…”
Bir kez daha, bu şekilde araya mesafe mi koyulmuştu? Hafiften moral bozucu hislere kapılmış halde anlayabilmek için kafamı kaldırdım. Ah anlaşıldı, benimle oyun oynayacağı bir vakitte değildi.
Bir noktada kontrol kulesi hedefimize ulaştık. E ama bir probleme dönüşen o kontrol kulesiyle benim bildiğim arasında hafif bir zıtlık söz konusu—
Liliana: “Biliyor muydun, Priscilla-sama… Pristella raporum doğrultusunda kontrol kulesi rastgele alev alabilecek bir şey olmamalıydı.”
Priscilla: “Aynen öyle. Benim de takdir ettiğim bir dekorasyon olmasına rağmen bu umutsuz performans tasarısı kabalığın ötesinde. Bu yanışın kavruluşun alazlanışın insanı gaza getirdiği kesin ama aptallığa bel bağlamaktan zevk türetilemez.”
Priscilla-sama sakinlik timsali olsa da ben o kadar soğukkanlı sayılmazdım.
Kuzey kontrol kulesi, kanallarla çevrili o güvenilir kule, o koca yapı, an itibarıyla tamamen alevlerle kuşatılmıştı. Aslında kule taştan, kolay kolay alev alamayacak bir materyalden yapılıydı. Ah, galiba ilham gelmek üzere.
Liliana: “Bir ilham. [Fırınlanmış taş kule ve tatlı patatesler]. Dinlemek ister misin?”
Priscilla: “Bu dünyada yalnızca parmak izlerin kalsın istiyorsan buyur, şarkını söyle. En ufak bir aksaklıkta bu gerçeğe dönüşür. Sıradanlık, bayağılık, adilik, eğer benim şanıma güveniliyorsa sen de düzgün davran, bir grup ahmağın elinden hiçbir şey gelmez. Kendilerine zarar veren ahmaklara merhamet gösterecek kadar bağışlayıcı biri olduğumu sanma.”
Aniden ne kadar da ciddi bir surata büründü! Bu Priscilla-sama’nın savaşa hazırlanma evresine girdiğinin işareti mi?
Doğru doğru. Yanan kontrol kulesini izlemek, üzerindeki baskıyı arttırmıştır. Ve sonra ve sonra, ikimizi karşılayan, bizi karşılayan kişi, alevlerle kuşatılmış kulenin önünde iki kolu yana açık halde duran bir çılgın! Bu şekilde burada karşımıza çıkan kişinin başka biri olması mümkün değildi.
Sirius: “Affedersiniz, acaba öne çıkma zahmetini göstermeniz mümkün olabilir mi? Teşekkür ederim.”
Bandajlı çılgının ilk cümlesi, bize düşüncelilik edermişçesine beklenmedik şekilde sakindi.
Buna bir de kollarının başından beri iki yana açık oluşu ve her nedense eğik olan başı eklenince oldukça tatlı bir hava yayıyordu. Görünüşüyle arasındaki zıtlıktan mıydı ki? Belki de o histen kaynaklanıyordu.
Sirius: “Bir işaret koymak adına biraz fazla ileri gitmiş olabilirim ama şehrin işlerliği bu gecelik duraksadığı için birazcık ışık eksikliği varmış gibi geldi, haksız mıyım? Karanlıkta kaybolmak ya da dengeni yitirip kanala düşmek bayağı tehlikeli olurdu, ben de bu yüzden, ışık olsun diye yangın başlatmaya çalıştım.”
Bunun mükemmel bir fikir olduğunu düşünen bandajlı çılgın, yoyo, bu kaba oldu. Bandaj-san’la devam edelim. Bandaj-san bize yangının sebebinin bu olduğunu söylemişti.
Mmm, demek öyle. Etkilenmemek elde değildi. Su Kapısı Şehri Pristella olarak bilinen şehir kesinlikle kanallarla doluydu. Ve gece seferlerinde dikkatli olunması sıklıkla hatırlatılırdı. Bilhassa arka sokak gibi yerlere giderken. Gece yolculukları sebebiyle ana yollarda yedek bir aydınlatma oluyordu ama kanallar buna rağmen oldukça tehlikeliydi.
Huu, başka bir yerden gelen bir uzmanın Pristella ile ilgili böyle bir şeyi fark edip değerlendirmeye alması insanda birazcık mutluluk uyandırıyordu.
Ah, yo, bunun sebebi Pristella’nın benim için memleket gibi olması değil ama Pristella’nın bir temsilcisi olarak minnettar hissetmemek gerçekten tuhaf olurdu.
Eh, Kiritaka-san’ı şehrin işlerliğini sağlamak için pek çok şey yaparken gördüğüm için aşina olduğunuz bir başka kişinin çabalarını görmek hiç de memnuniyetsizlik doğurmuyordu. Mhm.
Sirius: “Ama bu şehirdeki herkes bayağı harika. Bu kulağa keyfi bir fikir gibi gelebilir ama bir acil duruma verdikleri tepki sahiden mükemmel. Yetişkinler çocuklara yardım ediyor, erkekler kadınlara, kocalar karılarına, abiler kız kardeşlerine, ablalar erkek kardeşlerine, yabancılar bile kendilerinden güçsüz olanlara yardım ediyor. Bu karşılıklı yardımlaşma ruhu iliklerine dek işlemiş. Sığınaklara koşturan o figürleri görünce karşılıklı desteğin gerçekten harika olduğunu hissetmeden edemedim.”
Çınçın. Dikkat kesilince bu çınlamaların Bandaj-san’ın iki kolunu saran zincirlerden geldiği anlaşılıyor. Subaru-sama’nın söylediğine göre onlar Bandaj-san’ın silahları olmalı, ama baksanıza, böyle bakınca bayağı şık görünmüyorlar mı?
Bandaj-san’ın bedenini örten büyük beden ceket… Onu kasıtlı bir elbise olarak düşününce fena olmuyor… mmm, hiç fena olmuyor!
Bandaj-san’ın ses tonu çok kibar, ama o ses azıcık, ne desem, rahatsız edici mi? Yüksek olmasına rağmen yaşamak için seslerle çalışan birinin görmezden gelemeyeceği belli belirsiz bir sahtekarlık hissi veriyor ama bu hiç de küçültücü değil!
Bütün olarak bakıldığında, şey, daha fazlasını dile getirmek gereksiz denemez miydi?!
Liliana: “Rahatladım, Priscilla-sama. Bu rahatlıkla iletişim kurulabilecek bir rakibe benziyor. Durumu düşününce, işler kötü giderse Priscilla-sama daha çok zorlanır aaaaa, gözlerim aaaaa!?”
Gözlerim yanıyor! Aaaaaa, gözlerimde ateşler bükülüyor!
Gözlerim, gözlerim eriyecek! Eriyecek ve bu dünyanın hoş manzaralarını göremez hale gelecek!
Liliana: “Aah, kahretsin… bilseydim, böyle olacağını bilseydim, şehrin güzelliklerini gözlerime adamakıllı kazırdım…!”
Priscilla: “Aptal. Kafanı kaldır. Öylece dalıp giderek beni hayal kırıklığına uğratma.”
Priscilla’nın sıcak, hiç de sıcak olmayan sözlerini dinleyerek yüzümü gerdim, gözlerimi kırptım, kafamı kaldırdım. Ah, harika, gözlerim hala sapasağlam. Hala dünyayı görebiliyorum, her şeyi görebiliyorum. Kırmızı Priscilla-sama’yı görebiliyorum ve beyaz Bandaj-san’ı da.
Evet, şu anda Priscilla-sama, Bandaj-san’a her zamanki sert ifadesiyle bakıyor. Bandaj-san da narin hareketlerle kafasını kaldırarak o bakışlara karşılık veriyor.
Hadi ama, bu durumda Priscilla-sama kesinlikle hatalı.
Liliana: “Priscilla-sama, bunu yapamazsın. Karşındaki kim olursa olsun görgüsüz bir köpekmiş gibi davranamazsın. Yani düz göğsüm ve yüzümün verdiği yetkiyle, yetkiyle, düz göğsümle… bir çeşit müzakere yolu izlemek…”
Eeeh, nedendi ki? Her nedense gözyaşlarımın dökülmesine ramak kalmıştı.
Ama sorun yoktu. Düz göğsümün gerçekliğiyle yüzleşmem şeklindeki bu tavrı Priscilla-sama ve Bandaj-san’ın ruhlarını bağlayan bir köprü olarak kullanabileceksem o gözyaşları yutulabilir!
Liliana: “Hadi, benim düz göğsüm adına ellerinizi uzatın…!”
Sirius: “Sahiden, ne sevimli bir manzara. Ben de o hanımın sıcaklığıyla uyum içerisindeyim. İnsanlar karşılıklı iletişim kurabilir, anlaşabilir, tecrübe edinebilir. Samimiyete samimiyetle, nezakete nezaketle, sevgiye sevgiyle karşılık verilebilir! Tamı tamına bunu yapan kişi mutluluğa erişecektir.”
Liliana: “Iiii! Ben de öyle düşünüyordum! Gerçekten, sevgi tam da bu değil mi? Priscilla-sama, sevgi bu! Buna uyum sağlamanın etkiden kaynaklandığını inkâr edemesem de akışa kapılmanın da kendince bir tadı var! Hey, burası Su Kapısı Şehri, akan kanallarla dolu bir şehir! Hey, hey!”
Priscilla: “——”
Bandaj-san’ın konuşması beni kelime kelime yürekten etkilemişti. Uvuu, ruhumu delip geçiyor, derinlere saplanıyordu—
Bandaj-san’la aynı duyguları paylaştığımızı gören Priscilla-sama’nın inatçı kararlılığı da dağılıyor ve bize… gergin bir ifade mi sergiliyordu?
Priscilla: “Böyle bir noktaya erişebilmesi karşısında onu hafife aldığımı itiraf etmek zorundayım. Başka türlüsü mümkün olamaz.”
Liliana: “Ha—? Priscilla-sama, neden böyle bir ifadeye büründün…”
Priscilla-sama bir elini alnına yerleştirmiş şekilde düşünürcesine iç çekiyordu. O iç çeken figürden hoş bir portre olabilirdi ama bir şey çözmüşçesine anında benim önüme ulaştı.
Bedenim son derece minyon olduğu için topuklularla karşıma dikilen Priscilla-sama’ya yalnızca aşağıdan bakabiliyordum. Canım sıkılmıştı, bu ani yakınlık da niyeydi ki?
Liliana: “Priscilla-sama fuuuu.”
Priscilla: “——”
Priscilla-sama’nın göğsünün önden bastırışını hissettikten sonra beyaz parmakları sıkıca boynumu ve çenemi kavradı. Ardından Priscilla-sama’nın yüzü benimkiyle buluşmak için yaklaştı. Ya da bunun yerine, dudakların dudaklarla buluşması için miydi, eeeeeh—!?
Liliana: “Nnn—! Nnnnnnn—! Nnnmmmnnnh—!”
Tokattokat, darbedarbe, kıpkırmızı bir suratla tüm gücümle karşı koydum. Ama yaklaşan güç çok yüksekti ve bastıran dudaklar öyle yumuşaktı ki, cidden neyin nesiydi bu!!
Ah, hah, durbirsaniye, Priscilla-sama’nun dudaklarından kavurucu bayağılıkta bir şey taşıyor, ahi, hiii, ahu.
Liliana: “… Haaah.”
Durmaksızın taşıp gelen sıcaklık baş dönmesine yol açarken bir baktım ki çoktan bitkinlikten yere yığılmışım. Bana ikinci bir bakış bile atmayan Priscilla-sama ise kan kırmızı dilini dudaklarında gezdiriyor.
Priscilla: “Ehh, bu kadarı yeterli olmalı.”
#Liliana’nın iç sesi beni
giderek baymaya başlıyor. Her şeyi çok abartan ve hayal dünyası fazla geniş bir
karakter olduğu için koca bölümde elimize geçen işe yarar bir iki cümle ve
Priscilla’nın son anda yaptığı hareketten ibaret. Bakalım bölümün ikinci
yarısında yeni bir şeyler öğrenebilecek miyiz veya heyecanlı bir şeyler
okuyabilecek miyiz… Orada görüşmek üzere!
Dipnot: Atatürk'ü saygıyla andığımız bugün aynı zamanda hem benim doğum günüm hem de serimizin yayınlanmaya başlanışının 3. yıldönümü :) Arada verdiğimiz uzun ara haricinde hiç aksatmadan sizlerle bu seriyi paylaşmak, hep birlikte okuyup şaşırmak, üzülmek, gülmek çok güzeldi, nice yıllara arkadaşlar :))
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..