Yüzleşme sona ermişti.
Theresia’nın savaş alanına girmesinin ardındaki hedef başarıyla yerine getirilmiş, Wilhelm kurtarılmıştı.
Ancak Wilhelm’in savaşmasının ardındaki memleketini kurtarma hedefi başarılı olamamıştı.
Memleketi yanıp kül olmuş, yaşayacak yerini yitirmiş, tamamen bir başına kalmıştı.
Çılgın bir öfkeyle kılıcını savuran Wilhelm, üç yüzün üzerinde can almıştı.
Tek bir savaş alanındaki tek bir kılıç ustası için bunun akla hayale gelmez ve olağanüstü bir sayı olduğuna hiç şüphe yoktu.
ーーTheresia’nın binden fazla boynu kesmiş olan kılıç ustalığı ise anormaldi.
『Kılıç Azizinin』varlığı işte buradaydıーー
Utanç verici ilk savaşının üzerinin örtülmesiyle bu mücadele, tarihe 『Kılıç Azizi』 Theresia’nın ilk savaşı olarak kaydedilmişti.
Savaşın kendisi sorgusuz sualsiz bir mağlubiyetle sonuçlansa da Theresia, kendi üstün kılıç yeteneklerini kanıtlamayı başarmıştı.
Theresia van Astrea ismi kraliyet boyunca yankılanmış, savaşan askerlerin morallerini yükseltmişti.
Tabii ki bu nam, Kılıç Şeytanının kulaklarına da ulaşmış olmalıydı.
“Aşağılayıcı.”
Aralarında bir kez daha buluşmak adına verilen bir söz yoktu.
Yine de o meydana gidecek olurlarsa birbirlerini göreceklerini hissediyorlardı.
Bu doğruydu, doğru olduğu açığa çıkmıştı.
Meydana gelen Wilhelm, gözlerini Theresia’ya dikmiş ve kılıcını savurmuştu.
Theresia ise kılıcın indiği rotaya elini koymuş, onu parmaklarıyla karşılamıştı.
Theresia en uygun saldırı açısından en uygun saldırı gücüne dek her şeyi biliyordu.
Kılıç saldırısı durdurulan Wilhelm dudaklarını sertçe büzmüş ve birleşmelerine yakışmayan, hırsa bulanmış kelimeler kullanmıştı.
“ーーDemek öyle.”
“Bana, gülüyor muydun?”
“ーーーー”
“Cevap ver bana, Theresia…… yo, Kılıç Azizi!!”
Theresia’nın bunu yapmaya niyeti yoktu.
Bunun için herhangi bir mazereti de yoktu.
Theresia’nın Wilhelm’in kılıç danslarını gözlemlemeye alışkın olduğu doğruydu. Onun kusurlarını gördüğü ve bu kusurlardan ona bahsetmediği de doğruydu.
Ve bu kusurlardan bahsetmelerinin bir anlamı da olmazdı.
“ーーーー”
Tedirgin olan Wilhelm öne çıkmış, hiddetlenmişti. Öfkeli bir ifadeyle Theresia’ya saldırmış ama o, bu hamleden kaçınıp karşılık vermişti.
Çok geçmeden de bu çarpışma tek taraflı hale gelmiş ve Wilhelm’in kıymetli kılıcı Theresia’nın eline geçmişti. Theresia kelimenin tam anlamıyla Wilhelm’in kolundan fışkıran kanları ve o enerjik kesiği görmüştüーー ve o saldırıdan kaçınmak için beyaz izi takip ederek Wilhelm’in karnına vurmuştu.
Kılıcın topuzu Wilhelm’in alt karnına saplanınca da yere devrilen Wilhelm boğuk bir nefes almıştı.
“Buraya bir daha gelmeyeceğim.”
Nefret, acıma, içten negatif düşüncelerle dolan Wilhelm, gözlerinin önündeki bu manzaraya daha fazla tanık olmayı kaldıramayacaktı.
Theresia ise boynunu çevirmiş, bugüne dek defalarca yaptığı seçimi yapıp kaçmayı seçmişti.
“Böyle bir, suratla…… kılıç tutuyor, olmamalısın.”
Ağzı pişmanlıkla dolu ve yüzü toprakla temas halinde olan Wilhelm, çılgına dönmüştü.
Kılıcın yüceliğine ve güzelliğine inancı, güveni olan Wilhelm’di. Ona tekmeyi basıp her şeyi ayaklar altına alma kabiliyeti olansa Theresia.
“Ben, Kılıç Aziziyim. Bugüne dek bunun sebebini hiç anlamamıştım ama şimdi nihayet anlıyorum.”
Nadide 『Ölüm Tanrısı İlahi Korumasına』 sahipti.
Bunu istememiş olmasına rağmen kendisine『Kılıç Azizi İlahi Koruması』bahşedilmişti.
Ve nihayet kutsanmış olduğu şeyle uzlaşmayı başarıyormuş gibi görünüyordu.
“Sebep……”
“Birilerini korumak için kılıcımı savurabilmem. Sanırım bu da pek fena sayılmaz.”
Birilerini korumak için, kılıcını savurmak.
Böylesine basit bir şeyi daha önce fark edebilmiş olmayı arzuluyordu.
Gerçi bunu daha önce fark etmiş olsa bile koruyacağı birini bulamayabilirdi.
Ama artık bulmuştu.
ーーWilhelm’i koruyacaktı.
Onu bu güçle, bu mide bulandırıcı katliam gücüyle koruyabildiği sürece, Wilhelm’i koruyacaktı.
Onu koruyacak, ailesini koruyacak, Carol’u koruyacak, çok daha fazlasını koruyacak, en nihayetinde krallık gibi muazzam bir şeyi koruyacak ve her bir 『Kılıç Azizine』uygun olanı yapacaktı.
Çünkü ben, en güçlü kişiyim. Çünkü 『Kılıç Azizi』, en güçlü kişi.
Hislerini ayaklar altına alabilirim, inançlarına ihanet edebilirim ama 『Kılıç Azizi』 olduğum gerçeğini bir kenara atamam.
“Yalnızca bekle… ve gör… Theresia……”
Söylenecek başka bir söz kalmamıştı.
Wilhelm’in sesi kendisine arkasını dönmüş olan, bunun bir son olduğunu düşünen Theresia’ya ulaşmıştı.
“ーーーー”
Theresia’nın durmasına ramak kalmıştı. Bu duyguyu çaresizce bastırıyordu.
Wilhelm’in sesiyse çaresizce duygularını bastırmaya çalışan Theresia’ya ulaşmayı sürdürüyordu.
“Kılıcı elinden alacağım. İlahi Koruman da sana bahşedilen görev de umurumda değil……. kılıcını savururken…… o kılıcın güzelliğine, tepeden bakmaya cüret edeyim deme, Kılıç Azizi!”
“ーーーー”
Ona söylenen şey, kılıcının elinden alınacağıydı.
Ve karşılığında bir kez daha, zihninde Kılıç Tanrısının kahkahası yankılanmıştı.
Bu çocukça, masum ilanla alay eder gibiydi.
Gelip geçici bir umuda kapılmış şımarık bir çocukla alay eder gibiydi.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
ーーİç savaşa son verilene dek iki yıl daha geride kalmıştı.
Ve Theresia, Wilhelm’le vedalaşışının ardından tüm savaş meydanlarına adım atmıştı.
Kararlı bir şekilde öfkeli mücadeleler vermiş, yarı insan ittifakının zayıflamasına katkıda bulunmuştu.
İttifak aynı zamanda çerçevesini teşkil eden üst yönetimini de yitirmiş ve temeli sarsılmıştı.
Artık krallığın teklif ettiği barış antlaşmasını kabul etmekten başka şansları kalmadığı söylenebilirdi.
Böylece krallığın görüp görebileceği en büyük iç savaş olan『Yarı İnsan Savaşı』, orta noktada iğrençliğinden sıyrılmış ve başladığı gibi hızlı şekilde sona ermişti.
“Savaş…… bitti mi?”
Theresia sıradaki cepheye, oradan bir sonrakine derken daha sayısız cepheye katılmaya tamamen hazırlıklıydı.
İşte bu yüzden bu ani raporu aldığında tamamen gafil avlanmıştı.
“Evet, bitti. İç savaş sona erdi. ーーBu, Theresia-sama’nın başarısı.”
Theresia’nın yumuşak bedenini kucaklayan Carol, masumca böyle söylemişti.
Carol son yıllarda böyle hoş duygularını arada bir sergilemeye alışmış ve duygusal Theresia’yı destekleyerek birkaç defa kibarca sırtını sıvazlamıştı.
“Başarı diyorsun……”
Ancak Theresia, onun bu söylemine pek katılmıyordu.
Theresia bu düşüncenin izlerini takip ediyordu. Ve inandığı şey, en nihayetinde işin yine birilerini korumaya bağlandığıydı.
İnandığı şey, hiçbir yerlerde görünmeyen o genci, o tek kişilik orduyu koruyabiliyor olması gerektiğiydi.
Theresia’nın fark edemediği şeyse tam da Carol’un söylediği gibi Theresia’nın eylemlerinin kraliyete yapılan en büyük katkı olarak değerlendirildiğiydi.
Onun adına bir tören düzenlenmiş, resmi kılığı içerisinde eline bir nezaket kılıcı alan Theresia, başından sonuna dek bir kez olsun bir rüyada olduğunu hissetmemişti.
Yo, bu yeni bir rüya olamazdı, çünkü Theresia çoktandır bir rüyanın içerisinde yaşıyordu.
Kılıç Tanrısının varlığını tanıdı tanıyalı,『Kılıç Azizi İlahi Korumasını』aldı alalı bir rüyadaydı.
İşte bu yüzden bu da o rüyanın bir parçasıydı. Kılıç Tanrısının sevgisi tarafından gösterilen, güneşin hiç doğmadığı bir rüyanın.
Yine bu yüzden, bu rüyanın sona ereceği bir vakit gelecekse o vakitーー
“ーーーー”
Canlı ve enerjik topluluğun arasında bir hengame başlamıştı.
Durması yönünde yükselen tüm bağrışlar arasında varlığı, salona girmeyi sürdürüyordu.
Ellerinde paslı, eski bir kılıç tutuyordu.
Pis lekelerle kaplı kahverengi, kirli bir tunik giyiyordu. Ancak bu itici görünümünden önce herkesin içgüdüsel olarak fark ettiği başka bir şey mevcuttu.
ーーOnun yaydığı karşı konulamaz korku.
ーーYo, Kılıç Şeytanının yaydığı.
“ーーーー”
Theresia, sessizce yaklaşan o varlığı ellerinde kılıcıyla karşılamıştı.
Kralın ve geri kalanların etrafındaki korumalar, onlar için koruyucu bir bariyer oluşturmuştu. Theresia buna minnettardı. Bu sayede önlerine hiçbir engel çıkmayacaktı.
Hiç kimse『Kılıç Şeytanıyla』 gerçekleştireceği buluşmayla arasına girmeyecekti.
ーーHiçbir uyarı yapılmamıştı.
Ama iki tarafın kılıçları gayet doğal bir şekilde çarpışmaya başlamış ve tiz bir ses yükselmişti.
Donuk kılıç, yalnızca nezaket uğruna getirilmiş olmasına rağmen kutsallığı sorgulanamayacak kılıçla önden, doğruca çarpışmıştı. Kıvılcımlar coşkuyla dans ediyor, kesikler rüzgarda savruluyor, iki gölge dans edercesine sahnede birleşip ayrılıyordu.
“ーーーー”
Kılıcını savuran Theresia’nın kalbi hayranlıkla çarpıyordu. Kalp atışları hızlanmıştı ve kalbi giderek daha da fena çarpıyordu.
Theresia’nın gözleri daima beyaz ışık zerrelerini izliyordu. Yalnızca onları takip edecek olursa rakibini öldürebileceği hiç şüphesizdi, bu da Kılıç Tanrısının onun gözleri aracılığıyla yaptığı yardımdı.
Ve Kılıç Tanrısının inşa ettiği bu garantili galibiyet yolu, Kılıç Şeytanının kendini adayışı ve delice tutkusu tarafından aşılıyordu.
O havada süzülen beyaz ışık zerreleri daima paslı kılıç tarafından sonlandırılıyordu.
O zerrelerin her ama her birini karşılayan Kılıç Şeytanı kükrüyor, asla elde edemeyecek olması gereken bir galibiyete doğru ilerliyordu.
Theresia’nın kalp atışları hızlanmayı sürdürüyordu. Temas ettikleri her seferde aynı şey oluyordu.
Kılıçlarının her çarpışmasında ve beyaz zerrelerin her kesilişinde.
Gözlerinin önündeki Kılıç Şeytanına, aşık oluyordu.
『Kılıç Azizi』『Kılıç Şeytanına』yeniden ve yeniden ve yeniden aşık oluyordu.
Onu seviyordu. Onu seviyordu. Onu öyle çok seviyordu ki buna dayanamıyordu.
ーーOna dayanılmaz derecede yoğun bir aşk besliyordu.
“ーー~hk.”
Tören saçmalıklar daniskası halini almıştı ve onca insanın gözü önünde ne yaptığını düşünen Theresia, bunu dayanılmaz bir şekilde gülünesi buluyordu.
Yanakları sıcacıktı. Kalp atışları çok hızlıydı. Sevgisi her geçen saniye daha da yoğunlaşıyordu.
İşin doğrusu kılıcımı hemen şu anda bir kenara atıp göğsümü sımsıkı tutmak istiyorum.
Artık benden alınabilecek hiçbir şey yok. Uzun bir zaman önce, seninle tanıştığım, görüntünün hafızama ilk kazındığı andan bu yana, benーー
“ーーーー”
Theresia’nın kaçma, onunla yüzleşmeyi reddetme olasılığı tamamen engellenmişti.
Yalnızca Kılıç Tanrısının kınayıcı sesi değil, gözlerinin önünde duran şeytanın gözlerindeki ışıltı da bunu her zerresiyle reddetmişti.
Başkasının ellerine, hatta kendi ellerine bile borçlanmana gerek yok. Ben, kendi ellerimle, kendi gücümle, kılıcı ellerinden alacağım.
Ben kendi gücümle, kendi azmimle, kılıca adadığım her şeyle, bu kadını Kılıç Tanrısından kurtaracağım.
Kim bilir kaç defa, kaç sefer…
Wilhelm bu düşünceleri zihninden belki yüzlerce, on binlerce, yüz milyonlarca kez geçirmişti.
Savrulan kılıçlar birbirlerine temas ediyor, birbirlerine bastırıyor, uçları ışıldıyor, iki kılıç birbirini defalarca ve defalarca kucaklıyordu.
Ve Kılıç Tanrısının öfkeli sesi tüm kesiklere eşlik ediyorduーー
“ーーーー”
En sonunda paslı kılıç çatlamış, ucu havadayken ayrılıp platforma iniş yapmıştı.
Bu sınamayı gerçekleştiren şey『Kılıç Azizinin』şüphesiz ve tutkulu saldırısıydı.
Her ama her şeyden öte bu,『Kılıç Azizine』adanan güçle gerçekleşen bir saldırıydı.
Ancak-
“Ben”
“ーーーー”
“Ben, kazandım.”
Kıymetli kılıç, Theresia’nın ellerinden alınmıştı.
Saldırının şaşkınlığından avcu uyuşmuş, kıymetli kılıcı uçarak ardına düşmüş ve bir çınlama sesi çıkartmıştı. Ve yarısı çatlayan, ucu kırılan paslı kılıç, Theresia’nın beyaz ve narin boynunun hemen yanındaki yerini almıştı.
Güzelce donatılmış olan 『Kılıç Azizi』, kaba bir eğitim almış olan 『Kılıç Şeytanına』yenilmişti.
İşte bu, paslı, eski kılıcın o kıymetli kılıca karşı galip gelme anı ve 『Kılıç Azizinin』 mağlup edilişine dair bir hayal oyunuydu.
“Benden güçsüzsün, yani artık kılıcı kuşanman için hiçbir sebep yok.”
Bir ses yankılanmıştı.
Şimdi düşünüyorum da bu kaba sesi işitmeyeli bayağı olmuştu.
Ve ağzından dökülen ilk sözler de bunlardı.
“Kılıcı ben kuşanmazsam…… kim kuşanacak?”
“Kılıcı savurma sebebini ben üstleneceğim. Çünkü sen, benim kılıcı savurma sebebim oldun.”
Onun kılıcını savurma sebebi, birilerini korumaktı.
O sebep sen oldun, derken kapüşonunu çıkartmıştı.
Onun lekelenmiş ve hırçın bakışlarına maruz kalan Theresia ise kafasını sallamıştı.
Bir şeyleri üstlenmek veya onu korumak gibi bayağı havalı şeyler söylemiş olsa bir kadının kalbinden geçenleri asla anlayamıyordu. Gerçi o bir kılıçtı, yani yapacak bir şey yoktu.
“Çok kabasın. Birinin kararlarını ve azmini öylece işe yaramaz kılıyorsun.”
“Onları da üstleneceğim. Sen yalnızca bir zamanlar kılıcı eline almış olduğunu unut…… evet, öyle yap. Sen yalnızca benim arkamda huzur içerisinde yaşa ve çiçek falan yetiştir.”
Ah, bu, buーー
“Bu sırada, senin kılıcın tarafından korunacağım, öyle mi?”
“Evet, öyle.”
“Beni koruyacak mısın?”
“Evet, koruyacağım.”
Onu korumak istediği şeylerin arasına dahil ediyorsa, sevgisine karşılık veriyor demekti.
Theresia Kılıç Şeytanının, Wilhelm’in sözleri karşısında gülümsemişti.
Ve sonrasında boynundaki kılıca dokunmuş, öne doğru tek bir adım atmıştı.
Kılıcına dokunarak, Wilhelm’in iki yılını hissedebilmişti.
Ve o ihtimali, o sürede kendisini düşünmüş olduğu ihtimalini düşünmek, göğsünün daha da ısınmasına yol açmıştı.
Kaldıramadığı duyguların yükselişiyle gözleri yaşlarla dolmuştu. Ve en nihayetinde gözyaşları süzülerek gülümsemekte olan Theresia’nın yanaklarından aşağı dökülmüştü.
“Çiçekleri, sever misin?”
“Onlardan nefret etmiyorum artık.”
“Peki kılıcını, neden savuruyorsun?”
“Seni korumak için.”
Theresia’nın sabrının sınırı buraya kadardı.
Kılıcı ellerinden düşürdü düşüreli Kılıç Tanrısının sesini işitemiyordu.
Wilhelm’den başka hiçbir şey görmüyordu.
Wilhelm’den başka hiçbir şey hissetmiyordu.
Wilhelm’den başka hiçbir şeyi yoktu.
Ellerini yavaşça Wilhelm’in göğsüne koymuş, kendi kafasını hafifçe yukarı kaldırmıştı.
Gözleri kapalı olan Theresia’nın dudakları Wilhelm’in dudaklarıyla birleşmişti. Onun sıcacık ve yumuşacık sevgisini hissetmiş ve Theresia’nın dünyası köklü bir değişime uğramıştı.
Kırmızı yanaklarla önünde durmakta olan kıymetlisine bakıyordu.
Wilhelm ise hiçbir şey söylemiyor, sessizce onun konuşmasını bekliyordu.
Bu tavır tuhaftı. Esas bekleyen Theresia idi. Ancak Wilhelm bunu anlamıyor gibi görünüyordu, bu yüzden aynı önceki seferler gibi bu sefer de Theresia yeni bir sohbet başlatmıştı.
“Bana, aşık mısın?”
“ーーBunun cevabını biliyorsun zaten.”
Kaba bir yanıt vermiş, kafasını çevirmişti.
Bu soru karşısında gözlerini kaçırdıktan sonraysa ikisinin dünyasına yeni sesler girmişti. Gözlemciler heyecanlı hallerine geri dönmüş, korumalar onlara yönelmişti.
Wilhelm’in onların hareketlenişinin, korumaların kendisine doğru gelişinin farkında olduğu belliydi.
“Oh peki, oh peki.”
Wilhelm’in rahat ifadesine bakanlar yanaklarını şişiriyordu.
Theresia hemen gözünün önündeyken o neden başka bir yere bakıyordu ki?
Onun duymak istediği kelimeleri bile söylememişti.
“Söylemeni istediğim bir şey var, bilirsin.”
“Ah.”
Wilhelm kafasını çevirmiş, onu kandırmak istercesine yanaklarını kaşımıştı. Ancak çok geçmeden yeniden Theresia’nın yüzüne dönmüş ve suratını eğip iç çekerek kadının ince belini sarmıştı.
Ve yüzünü şaşkın Theresia’nın kulağının dibine kibarca yaklaştırarak,
“Bir gün, içimden geldiğinde.”
ーーDemişti, o güne ulaşması uzun vakit alacakmış gibi hissettirerek.
Theresia’nın tepesi atmıştı ama aynı zamanda o günü iple çekmeye de başlamıştı.
Onun cazibesine kapılmanın doğurduğu zayıflıkla, sevdiği adamın sözlerini bağışlamıştı.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
ーーŞimdi geriye dönüp bakınca o günün ardından pek çok şey yaşanmıştı.
Bunlardan biri, beklenmedik bir şiddetle törene dalan Wilhelm’i kocası olarak selamlar hale gelişiydi.
Wilhelm’in, Bordeaux ve diğerlerinin önerisiyle,『Kılıç Azizi』 olmayı bırakan Theresia’nın yerine bir Kraliyet Koruması şövalyesi olması da bunlardan biriydi.
Kendini ömür boyu Theresia’nın hizmetine adayan Carol’un Wilhelm’in meslektaşlarından birine aşık olması ama onunla evlenmeyişi de bunlardan biriydi.
Birkaç savaş başarısı elde eden Bordeaux’nun Parlamento Komisyonunda bir koltuk elde edip önemli kraliyet meseleleriyle ilgilenmeye başlaması da bunlardan biriydi.
Gerçekten ama gerçekten çok fazla şeyin yaşandığı eğlenceli günlerdi.
“Sana aşığım, Wilhelm. Peki ya sen?”
“ーーーー”
Ancak Wilhelm, bu sözlere vermesi gereken karşılığı hiçbir zaman vermemişti. Tabii bunu kelimeler yerine eylemlerle yapmıştı.
Buna kanıp yetinebilecek kişi ya nazik bir kadın olabilirdi ya da söz konusu adama sırılsıklam aşık olan bir kadınーー e Theresia her ikisine de uyduğu için buna kanmaya devam etmişti.
Çift olarak birlikte geçirdikleri vakit sakin ve huzurlu olduğu için verdiği his de çok huzurlu olmuştu.
Wilhelm’in Theresia’ya söz verdiği günden bu yana kadın, bir kez olsun kılıcı kuşanmamıştı. O kılıca dair bir bağlılık beslediği de yoktu. Kılıç Tanrısının sesi kesileliyse çok olmuştu.
Yine de Theresia arada bir『Kılıç Azizi İlahi Korumasına』denk gelmeyi sürdürüyordu.
Mesela ne zaman yemek yapmak için eline mutfak bıçaklarını alacak olsa kesmesi gereken en uygun açıları anında çözüyordu. Bunu bir şekilde başardığı ve uyulması gereken prosedürleri öğrendiği vakitse bir ev hanımı olmanın kılıç ustası olmaktan çok daha zor olduğunu anlıyordu.
“……Ah.”
Bir o, bir de『Ölüm Tanrısı İlahi Korumasını』kontrol altına almayı öğrendiği vakit zorluydu. Yemek yaparken bir malzemenin kabuğuyla kazara parmağını kesmişti.
Gönüllü yaralar ne olursa olsun İlahi Korumaya konu oluyordu. O yarayı kendi kendine açtığında beti benzi atmış ve aceleyle kanamayı durdurmaya çalıştığındaysa kanama anında kesilmişti.
ーーİlk tepkisi ‘gerçekten fazla mı kolay oldu’ şeklindeydi.
İlahi Korumaların varlıklarını kabul etmiş, onların güçlerini kontrol edebilir hale gelmişti.
『Kılıç Azizi』 şeklinde büyük bir unvanı omzuna yüklenmiş küçük bir kızdı ama gerçekte sahip olduğu şeyleri anlamıyordu bile.
Keşke bu daha önce yaşansaydıーー benzeri düşünceler esnasında kalbinde erkek kardeşlerinin görüntüleri beliriyordu.
“Theresia.”
“ーーHm.”
İşte o sırada, eve dönen Wilhelm’i karşısında bulmuştu.
Ve yıpranmış kıyafetlerini kalbinde gizli düşünceler olan Theresia’ya teslim etmişti.
Theresia’yı o pozisyonda kurtarması mümkündü.
“Bana, aşık mısın?”
“ーーーー”
Ama o soruya ısrarla, inatla cevap vermeyi reddediyordu.
#Günün ilk kısmının sonuna geldik. Bu kısmın,
Theresia’nın aşk betimlemelerinin gerçekten kalbime dokunduğunu söylemeden
geçemeyeceğim. Ve çok daha etkileyici olan ikinci kısmı okumanız için hemen
susacağım. Orada görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..