Cilt 5 Bölüm 78 [ Su Kapısı Şehrinde Kalan Dalgalanmalar ] (2/2)

avatar
3888 18

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 78 [ Su Kapısı Şehrinde Kalan Dalgalanmalar ] (2/2)


Çevirmen : Clumsy



Herkes: “――――”

 

Kiritaka’nın kasvetli ses tonu, işiten herkesi sessizleştirmişti.

 

Belirtmek üzere olduğu şey―― ortamdaki herkesin anladığı bir şeydi. Yani “Şehvetin” şeytani pençelerine düşmüş ve insan dışı formlara dönüştürülmüş Belediye personeli.

 

Biri siyah bir ejdere dönüştürülmüştü, bir düzine civarı kişiyse kocaman sineklere.

 

Hala “Şehvetin” Varyasyon ve Değişim şeklindeki otoritesinin etkilerine karşı bir çözüm geliştirememişlerdi. Tabii o kişileri şimdilik bir araya toplamış ve varlıklarını gizlemişlerdi.

 

Kiritaka: “Bu işin sorumlusu olan “Şehvet” kaçtı…… Yo, zaten en başta “Şehveti” yakalayabilmiş olsaydık bile onları normale döndürme niyeti olup olmayacağı şüpheliydi.”

 

Subaru: “O kadarı kesin….. Ama onları böyle bırakamayız, haksız mıyım? Yapabileceğimiz herhangi bir şey yok mu? Ferris için bile mi imkansız bir iş?”

 

Orijinal formlarına dönemeyen o insanların yaşadığı değişiklik, hastalıklardan farklı bir temele sahipti.

 

Subaru’nun kendisine çevrilen bakışlarını fark eden Ferris kafasını sallayıp dudaklarını ısırarak,

 

Ferris: “Ben bile onları öylece tedavi edemem. Yo, mesele onları tedavi edip edememem değil. Ortada bir yara veya hastalık yok, onlar yalnızca o yaratıklara dönüştürülmüşler. Şifa büyüleriyse sadece hasta veya yaralı insanları iyi etmeye yarar. Bu yüzden o dönüşümler karşısında şifa büyüsü kullanmak nafile.”

 

Kiritaka: “Dürüst olmak gerekirse sineğe dönüştürülenlerin farkındalığa sahip olup olmadığını bilmiyorum. Bu ayrımı yapamıyorum ve insan boyutunda sinekler olmalarına rağmen uçamıyorlar bile. Kanatlarını doğru düzgün hareket ettirmeyi bile öğrenmemişler, tamamlanmamış haldeler. Ama eğer farkındalıkları varsa…”

 

Subaru: “Eğer içlerinde bulundukları şartları net olarak anlıyorlarsa kafayı yiyorlardır sanırım…”

 

Kendi bedenlerini yitirmişlerdi.

 

Düşünmesi bile ürpertici bir değişimdi. Ve insan dışı bir şeye―― mide bulandırıcı bir şeye dönüştüklerini düşünmek her şeyi daha da kötü hale getiriyordu. Bedenin özgür değilken ve arzularını ifade etme yolunu bile yitirmişken akla ne geleceğini hayal etmek oldukça kolaydı.

 

Düşündükleri şey mutlaka…

 

Priscilla: “Bana kalırsa o çirkin böceklere dönüşenler ölmek istiyor olmalı. Onları eski hallerine çevirme şansı yoksa bu isteklerini yerine getirmek merhametli bir hareket olmaz mı?”

 

Al: “Prenses, bu…..”

 

Priscilla: “Sessiz ol, Al. Yapmacık bir saygının anlamı yok. Bende tembel domuzlara gösterecek merhamet yok ama saçmalıklara yenik düşerek kaderi kötüleyenleri öldürmek de bir nezaket göstergesidir. Kısaca, anlamı bu.”

 

Priscilla bu sert bakış açısıyla, içgüdüsel olarak fikrini beyan eden Al’ı susturdu. Ancak Al’ın daha fazla itiraz etmemesinin esas sebebi, Priscilla’nın bir bağlamda haklı olmasıydı.

 

Tabii ki Al, o insanların ölmesi gerektiğini düşünmüyordu. Ama sineğe dönüşmüşlerdi ve onları normale döndürmenin bilinen bir yolu yoktu; haliyle ölmek istiyor olmaları çok doğaldı.

 

Subaru: “Suçlu kişi olan “Şehvetle” pazarlık etmek imkansız. Şifa büyüleri o insanları düzeltmiyor. Ne yapacağız?”

 

Kiritaka: “Şahsen bu meseleyi herkese sormak istedim. Çok ufak bir ihtimal olsa da önemi yok. Onları nasıl iyileştireceğimize dair herhangi bir fikri olan var mı?”

 

Hala bir umuda tutunmaya çalışıyor gibi görünen Kiritaka’nın sorusu hem beklenti hem de vazgeçiş içeriyordu. Yo, vazgeçiş daha fazlaydı. Bu da normaldi. Tutunulacak herhangi bir olasılık olsaydı biri şimdiye o olasılığı önermiş olurdu.

 

Başka bir deyişle, şu ana dek herhangi bir çözüme dair bir imada bulunulmamışsa,

 

Kiritaka: “――Anlıyorum. Verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü çok özür dilerim. Onlarla ilgilenmek şehri alakadar eden bir mesele, bu sorumluluğu sonrasında biz üstleneceğiz.”

 

Subaru: “Sorumluluğu üstlenmek mi? Ne yapacaksınız ki?”

 

Kiritaka: “Bu işten sonra tüm olasılıkları değerlendireceğiz….. İşin içinde olanların arzularını ve hepsinin vardığı sonucu öğrenmek zorundayız. Son karar ne olursa olsun son ana dek bekleyip öyle göreceğiz.”

 

İşlerin normale dönebilmelerinden ziyade hayatlarına son verilmesiyle sonlanacağını iddia eden güçlü kelimeler gibi gelmişti. Kiritaka’nın vardığı sonuç bir bağlamda kaçınılmazdı.

 

Kaçınılmazdı. Ama o sonuca varmak için de çok erkendi.

 

Emilia: “Bekleyin. ――Emm, bu işi bana bırakamaz mısınız?”

 

Kiritaka: “Emilia-sama?”

 

Bu konudaki tartışmanın sona ermekte olduğunu fark eden Emilia, hızlıca elini kaldırmıştı. Dosdoğru baktığı Kiritaka’nın kendisine çevrilen gergin ve beklenti dolu bakışlarını hissederken de,

 

Emilia: “Hepsini şu anda normale döndürme yolunu… Üzgünüm, o yolu bilmiyorum. Ama aceleyle sonuca varmanızı da istemiyorum. Daha çok vakte ihtiyacımız var.”

 

Kiritaka: “Hislerini anlıyorum, Emilia-sama. Fakat o vakte sahipler mi değiller mi bilmiyoruz. Esas mesele ruhlarının dönüşmüş bedenlerindeki dengeyi sürdürmeye ne kadar dayanabileceği……”

 

Emilia: “Evet, biliyorum. Bu yüzden zihinlerini korumaları için vakit yaratacağım. ――İlkel bir yöntem olabilir ama işe yarayacağına eminim. Onları uyutacak bir yöntem.”

 

Subaru: “Anlıyorum……Soğuk Uyku.”

 

Emilia’nın niyetini anlayan Subaru, parmaklarını şaklatarak sesini yükseltti.

 

Etraftakilerin bu yabancı kelimeler karşısında kafaları karışık halde boyunlarını çevirdiğini gördüğündeyse kendisine bakmakta olan Emilia’ya başıyla onay vererek,

 

Subaru: “Başka bir deyişle, kilisedeki gelinlere yaptığın şeyi kastediyorsun, haksız mıyım? Emilia-tan’ın büyüsüyle o dönüşmüş kişileri askıya alınmış bir canlılık haline sokacağız. Yalnızca kaçınılmazı erteleyecek olabiliriz ama bir sonuca varmamız için yeterli olacaktır. Bu esnada bir çözüm bulabilecek olmalıyız.”

 

Kiritaka: “Onları dondurup uykuda tutmak….. Bu mümkün mü? Ama uykularında donarak ölmezler mi?”

 

Emilia: “İyi olacaklar. Kısa bir süreliğine olsa da gelinler üzerinde kullandım, yani kişinin sağlığı üzerindeki etkisinden haberdarım, ayrıca ben de o şekilde 100 yıl kadar uyudum.”

 

Kiritaka: “Sen de mi uyudun……!?”

 

Toplantı alanında arzulanmayan bir konu açılırken Subaru, Emilia’nın kelimeleri karşısında yumruğunu sıktı.

 

Emilia’nın büyüsüne pozitif yaklaşıp onu bu şekilde kullanma konusunda ısrarcı olması alışılmadık bir şeydi. Alışılmadıktı ve Subaru’nun düşünmemiş olduğu sağlam bir hamleydi.

 

Kesin çözüm olmadığı kesindi ama “Şehvet” dışında bir yerden çözüm bulabilmek için zamana ihtiyaçları vardı. Hiç değilse bir zaman limitleri olmazsa olasılıklar arttırılabilirdi.

 

En kötü senaryoda―― Evet, en kötü senaryo olsa da önlerinde bir olasılık vardı.

 

Subaru “Şehveti” kendi elleriyle mağlup eder ve sahip olduğu Cadı Faktörünü alırdı. Ya da belki de o Cadı Faktörünün gücünü kullanabilse bile o insanları normale döndürmesi mümkün olmazdı.

 

“Açgözlülük” Cadı Faktörünü daha yeni almışken Günah Başpiskoposlarını çoğaltmak yalnızca boş bir hayal de olabilirdi.

 

Kiritaka: “……Eğer mümkünse, elbette senden bunu yapmanı isterim ama…”

 

Emilia: “Müsaade edin yapayım. Kesinlikle pişman olmayacaksınız.”

 

Emilia, tereddüt eden, ne düşüneceğini bilemeyen Kiritaka’ya talebini tekrarladı. Kiritaka bu konuda içtenlikle acı çekiyordu. Ancak o esnada hemen yanındaki Liliana, kıyafetinin uçlarını çekiştirmeye başladı.

 

Ve Kiritaka’ya bakan kahverengi kız, burun deliklerini şişirerek,

 

Lilianna: “Ne için endişeleniyorsun, Kiritaka-san? Neden olmasın? Bırak denesin! Emilia-sama onca şey söyledi. Bir başarı şansı olması doğal!”

 

Kiritaka: “Tabii ki ben de buna inanmak istiyorum, hem de çok istiyorum, Liliana. Ama bu pek çok insanın hayatını ilgilendiren bir mesele. Öyle kolayca sonuca varamayız..….”

 

Lilianna: “Endişelenmeye gerek yok! Emilia-sama başarısız olmayacak. Çünkü, ÇüüüüüüNNNNNNkkkkkkÜÜÜÜÜÜÜ! Geleceğin büyük kahramanları böyle sorunları hiç zorluk çekmeden aşabilir! Ne kadar uzun veya ne kadar kalın olursa olsun önlerine çıkan tüm engelleri aştıkları o kahramanlık masalları! Kanların kaynadığı, etlerin kabardığı, herkesi büyüleyen o masallar böyle yaratılır!”

 

Lulirin toplantı alanına yakışmayan nazik tınlaması yankılanıyordu.  

 

Liliana’nın idealist söylemlerinin hiçbir temeli yoktu ama nedense içlerinde tuhaf bir ikna edici güç mevcuttu. Tabii ki yalnızca buna dayanarak sonuca varmak öyle kolay değildi.

 

Subaru: “Hiç değilse ailelerine soralım. Kurbanlar Belediye personeliyse aileleri de aynı şehirde olmalı, haksız mıyım? Onlarla konuşup bu olasılığa açık olup olmadıklarını öğrenmeye çalışalım.”

 

Kiritaka: “……Söz konusu bu soruysa hiç kimsenin ailesini terk etmeye razı geleceğini sanmıyorum.”

 

Subaru: “Öyleyse bu işi Emilia’ya bırakıp bırakmayacağımızı sonrasında konuşabiliriz. Ve Emilia’ya inanıp inanmayacaklarına gelince….. Ehh, bunun yanıtını bilhassa tüm şehrin fikir birliğiyle öğrenmek isterim.”

 

Kiritaka tereddüt belirtisi taşıyan bakışlarını Emilia’ya yönlendirdi. Emilia o bakışlar karşısında sinseydi bu tartışma daha da uzayabilirdi.

 

Fakat Emilia, Kiritaka’nın kendisine kilitlenen bakışları karşısında en ufak bir korku duymaksızın başıyla onay verdi.

 

Emilia: “Bana bırakın. ――Başarısız olmayacağım.”

 

Özgüven ve inanç―― Biraz farklı duygular olsalar da Emilia, eylemleriyle yüzleşmeye olan gönüllülüğünü güçlü bir farkındalık ve hazırlıklı olma haliyle sergilemişti.

 

Kiritaka: “――――”

 

Emilia’nın bakışlarını görüp söylemini işiten Kiritaka’nın nutku tutulmuştu.

 

Yalnızca onunla da kalmamıştı, etraftakilerin Emilia’ya çevrili bakışları da şu ana kadarkilerden çok farklı duygular içerisindeymişçesine çeşitli tepkiler yansıtıyordu.

 

En nihayetinde Kiritaka uzunca bir iç çekti.

 

Kiritaka: “Anl…ıyorum. Elbette acelece bir sonuca varmaktansa dileklerimizi gerçek kılmak için çalışmalıyız. Çünkü aksi takdirde Pristella’yı koruma mücadelesi daha en baştan pervasızcaymış gibi görünür.”

 

Kiritaka: “Benim sizlere teşekkür etmem gerekiyor……”

 

Kiritaka pozisyonunu yitirmenin burukluğuyla gülümsedi. Konferans sonrası kurbanların ailesinden izin alınacak ve Emilia’nın büyüsüyle Soğuk Uyku gerçek kılınacak gibi görünüyordu.

 

Subaru, Emilia’nın az önceki baş sallayışına bir parmağını kaldırarak karşılık verdi.

 

Böylece ikinci tartışma konusunun da halloluşuyla sıra, gündemdeki son konuya geldi.

 

Ve o da――

 

???: “Öyleyse son konuya gelelim……Şehrin farklı kısımlarında kimliği bilinmeyen, bilinçsiz halde insanlarla ilgili pek çok rapor geliyor. Bu konuyu tartışmak isterim.”

 

Büyük ihtimalle unutulan ve o ana dek sessizliğini koruyan şövalye için en önemli konu buydu.

 

※  ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

???: “An itibarıyla rapor edilen “İsimsiz” kişi sayısı 36. İçlerinde “Beyaz Ejderin Pulları” organizasyonumuzun bir parçası olduğu anlaşılan altı kişi de var. Ayrıca “İsimsiz” kişilerin sayısının gelecekte artma ihtimali oldukça yüksek.”

 

Tartışmayı başlatıp bu raporu veren kişi, “Beyaz Ejderin Pullarının” temsilcisi Dynas idi. Parmaklarıyla beyaz kıyafetine işli ejderha armasına dokunuyor, suratını güçlü bir pişmanlık ifadesi kaplıyordu.

 

Büyük ihtimalle “Beyaz Ejderin Pulları” olduklarını anlatan arma o idi. “Organizasyonun bir parçası olduğu anlaşılan” şeklindeki muğlak ifadenin dayanağı da yine o arma olmalıydı.

 

Felt: “Günah Başpiskoposunun saldırısına uğrayanların “İsimsiz” hale geldiğini söyleyebiliriz, değil mi? Yani bir anda ortaya çıkan o kişiler ani bir mağlubiyete uğramışlar.”

 

Kiritaka: “Durumu hesaba katınca mantıklı bir düşünce şekli derim. Üniformalarında uyumlu arma ve işlemeler mevcut….. Kimliklerinin hiçbir şekilde bilinmiyor olması gerçekten can sıkıcı.”

 

Dynas: “Onlarla benzer durumda 30 kişi daha var…… Tam bir karmaşa söz konusu. Öyleler mi değiller mi belirsiz ve şu anda ne yapacağımıza karar vermek de zor.”

 

“Oburluğun” kurbanlarıyla―― “İsimleri” yenilen insanlarla baş etmek bir bağlamda “Şehvetin” kurbanlarıyla baş etmekten de zordu. Sonuçta o kurbanlar kendilerini tanıyan herkesin hatıralarından tamamen siliniyordu. Üstelik söz konusu kişiler bilinçli değilse kimliklerini teşhis edecek herhangi bir ipucu da olmuyordu.

 

“Beyaz Ejderin Pulları” hakkında bile -bağlantılarının bilinmesinin harika olmasına rağmen- daha fazla şey bilen hiç kimse yoktu. Kimlerle ilgilendikleri gibi soruların cevapları da yoktu.

 

Felt: “Bulduğunuz tüm “İsimsiz” kişiler bilinçsiz haldeydi, değil mi? Şifa sanatları kullanıcısının teş…….. Yo, tahmini ne oldu?”

 

Ferris: “……“Şehvetle” aynı durum. Neden bilinçsiz olduklarını bilmiyorum. Tahminlerim sonucunda yalnızca uykuda olduklarını düşünüyorum. Ama bu da kesin değil. Yalnızca uyuyor olanların uyanması gerekir ama ortada Rem-chan vakası varken…”

 

Ferris, Felt’in sözleri sonrası Subaru’ya dönerek böyle söyledi.

 

Bir yıl önce “Oburluktan” aynı darbeyi yiyen Rem, Ferris tarafından “İsimsiz” insanlarınkine benzer bir tahminle yorumlanmıştı. O tahminin sonucuysa tıpatıp aynı olmuştu. Ve Rem hala uyanmamış olsa da sağlığı kötüye gitmemişti.

 

Tabii uyuyor gibi görünse de bedeninin yaşam destek fonksiyonlarını yerine getirmediğini de söylemek durumundaydı. Saçları uzamıyor, boşaltım yapmıyordu. Anlaşılmaz bir durum içerisindeydi.

 

Subaru: “Kimliklerinin bilinip bilinmemesini bir yana bırakırsak o insanlarla ilgilenmek kolay. Halihazırda yatağa düşmüş insanlarla baş etmek daha iyi, onları o halde, yataklarında uyur halde bırakabiliriz……. Tabii esasında onları tanıyan birilerinin yanlarında olmasını isterdim.”

 

Ricardo: “Böyle bir şey mümkün değil ama, sorun da bu, değil mi? Zorlu bir durum.”

 

Söylediklerinin pek anlamlı olmadığını bilse de Subaru, bunu Rem için yapmıştı. Gerçek anlamdaysa Rem için “Oburluğu” mağlup etmekten başka şansı yoktu.

 

Bunu bilse de birazcık başkaldırı gerçekleştirmekle kendisini tatmin etmeye çalışıyordu.

 

Ancak Subaru’nun naifliği, sesini yükseltmesine rağmen suratında en ufak bir kötü niyet barındırmayan Ricardo tarafından reddedilmişti. Kafasını çevirip yan tarafa doğru bir bakış atan Subaru, onun yan yana yerleştirilmiş iki sandalyeyi koca bedeniyle kaplamış şekilde konferansa katılmış olduğunu gördü.

 

Hala aynı heyecanlı ruha sahipmiş gibi görünse de farklılık taşıdığı bir nokta vardı. Ve o da bedenine sarılmış bol miktarda bandaj ile dirseğinden aşağısını yitirmiş olan sağ koluydu.

 

Ricardo: “Öyle acıklı bir surat ifadesine bürünme, kardeşim. Mahvolduğum doğru ama hala hayattayım. Olanları düşününce bu çok daha tercih edilebilir bir hasar.”

 

Subaru’nun bakışlarını fark eden Ricardo, kesik sağ kolunu kaldırarak dişlerini gösterdi. Görünen o ki sağ kolunu kontrol kulesini geri almak için verilen şiddetli çarpışmada “Oburluğun” saldırısıyla yitirmişti.

 

Subaru bu hikayeyi onun yanında çarpışan Julius’tan işitmişti. Julius ona Ricardo’nun kolunu kendisini korurken yitirdiğini de anlatmıştı ama Ricardo bunu hatırlamıyordu.

 

Bunu kanıtlarcasına bakışlarını Subaru’nun yan tarafına çevirerek,

 

Ricardo: “Bu arada, yanında yakışıklı bir adam görüyorum, tanıdığın biri falan mı kardeşim? En azından aradığın adamı bulmuşsun gibi görünüyor, bu rahatlatıcı herhalde. Öncesindeki yardımın için de cidden teşekkür ederim.”

 

Julius: “――――”

 

Julius’a yakışıklı bir adam diyen Ricardo, bir yabancıyla konuşur gibiydi.

 

Konuşmanın akışına bakılırsa Julius, Subaru’yu atlatmaya çalıştığı sıralarda Ricardo ile aynı şeyleri konuşmuştu.

 

Julius yaralı Ricardo’yu sığınağa taşımıştı, Ricardo’nun en sondaki teşekkürünün sebebi bu olmalıydı.

 

Her halükarda, bu yanlış anlaşılmayı olduğu gibi bırakmak fazla acı vericiydi.

 

Ayrıca artık “Oburluk” konusuna gelinmişti. Yani bu işe bir son verme zamanıydı.

 

Subaru: “Sizlere söylemek istediğim bir şey var. “İsimsizlerle” baş etme meselesiyle ilişkili, önemli bir şey.”

 

Diyerek ayağa kalkan Subaru, salondaki herkesin dikkatlerini üzerine çekti.

 

An itibarıyla “İsimsizlerle” nasıl baş edileceğiyle ilgili en çok bilgi sahibi olan kişi Subaru idi. Doğal olarak bir çözüm beklentisiyle dolu bakışların kendisine çevrildiğini görebiliyordu ancak o bakışlara kafasını sallayarak karşılık verdi.

 

Subaru: “Beklentiye sebep olduğum için üzgünüm, tüm dürüstlüğümle söyleyebilirim ki bu, anında umut vaat edecek bir şey değil. Ama sizinle bu konuda konuşmak zorundayım.”

 

Anastasia: “Bilirsin ya, böyle abartılı bir önsözle başlarsan bizi üzmeye mahkumsun demektir. Ne söylemeyi planlıyorsun?”

 

Anastasia ortamdaki gerginliği yatıştırmak adına Subaru’yla şakalaşmaya çalıştı. Ancak anlatılacaklara en çok hazırlanması gereken kişi kendisiydi.

 

Eğer hazırlanmazsa o gerçekler, şu anki ruh halini kökünden değiştirme potansiyeline sahipti.

 

Subaru hızlıca aldığı bir nefesin ardından herkesin yüzüne tek tek baktı. Ve en sonunda gergin görünümüne rağmen başıyla onay veren Julius’a döndü.

 

Bunu gören Subaru, yakınındaki Julius’u eliyle işaret ederek sorusunu sordu.

 

Subaru: “Aranızda burada duran adamı tanıyan var mı?”

 

Herkes: “――――”

 

Subaru’nun sorusu karşısında toplantı alanına sessizlik hakim oldu.

 

Tabii sebep soruyu anlamamış olmaları değildi. Subaru’nun sorusunun, Julius’un konumunu sorgulamasının ardındaki sebebi hissetmiş olmalarıydı.

 

Buna dayanarak, hiç kimseden çıt çıkmıyorsa hiç kimse Julius’un kim olduğuna dair herhangi bir fikre sahip değil demekti.

 

Subaru: “Al! Peki ya sen? Suratı tanıdık gelmiyor mu?”

 

Al: “Ah? Hayırdır, kardeşim? Neden bir anda beni ortaya atıyorsun ki?”

 

Ansızın ismi dile getirilen Al, saf bir şaşkınlıkla sesini yükseltti. Bu tavır, içinde Julius’a dair anılar olduğunu kanıtlamaya yeterli olabilirdi ama Subaru yine de emin olmak zorundaydı.

 

Subaru elini yuvarlak masaya yerleştirip ona doğru eğilerek Al’ı bir kez daha sorguladı.  

 

Subaru: “Gerçekten sebebini bilmiyor musun? Seninle ortak noktamız yüzünden soruyorum. Ee, bu adamı hatırlamıyor musun? Öyle mi? Hadi yanıt ver bana.”

 

Al: “……Ah, demek o yüzden. Üzgünüm kardeşim. Ne kastettiğini anlıyorum ama sana yardım edebileceğimi sanmıyorum. O herif kafamda hiçbir şekilde yok.”

 

Subaru: “Tamamen emin misin? Birazcık daha kafa yorarsan…..”

 

Julius: “Bu kadarı yeterli. ――Gerçekten, fazlasıyla yeterli Subaru.”

 

Başka bir dünyadan gelen biri olarak―― Al, bu sorgulamaların ardındaki niyeti anlamış ama başıyla onay vermemişti. Amansız Subaru’yu durduran kişi onun yerine bizzat Julius olmuştu.  

 

Ardından Subaru’nun omzuna suratında perişan bir gülümsemeyle hafifçe vurup Al’a doğru eğilerek,

 

Julius: “Fazla beklentiye girmişim, özür dilerim. Kabalığımız için özür dileriz.”

 

Al: “Özür dilemen için hiçbir sebep yok. Bilmiyorum….. Öyle bir sebep olsa bile benden özür dilemene gerek yok.”

 

Tek kolunu sallayan Al, böylece bakışlarını Julius’tan ayırdı.

 

Bu tepkide hiçbir sahtelik belirtisi yoktu. Muhtemelen Al’ın Julius’u hatırlamadığı doğruydu. Öyleyse Subaru’nun tahminlerinin o kısmı yanlış olmalıydı.

 

Ait olduğun dünyanın “Oburluğun” Otoritesinin etkileriyle hiçbir ilişkisi yoktu.

 

Eğer öyleyse en olası sebep, Subaru’nun bedenindeki Cadı Faktörüydü. Ve Beatrice’in “Kapı Geçişinde” olduğu gibi dış dünyayla bir izolasyon sağlamakla sınırlı gibi görünüyordu.  

 

Wilhelm: “Anlatılan hikayeye bakılırsa Subaru-dono, bu genç adam bizlerle ilişkili biri…… Ve bunun yanı sıra, oldukça önemli bir pozisyonda olduğunu düşünüyorum?”

 

Wilhelm, üçlünün arasındaki etkileşim sonrası bu çıkarımı yaptı. Muhtemelen diğerleri de bilge kılıç ustasıyla aynı sonuca varmış olmalıydı.

 

Subaru Wilhelm’e başıyla onay verdikten sonra Julius’a doğru dönerek,

 

Subaru: “Bu kişi Julius. Julius Euculius. Hepinizin tahmin ettiği üzere “İsmi” “Oburluk” tarafından yenildi ve “İsimsiz” insanlardan biri oldu. Ancak onun dahil olduğu süreç, bilincini yitirenlerinkinden farklı. ――Onun bilinci yerinde.”

 

Ferris: “Elimizde böyle bir vaka mı varmış? Etrafındakiler tarafından unutuldu ama o her şeyi hatırlıyor….. Yani, bu kişi bizden biri mi?”

 

Ferris, olanlara inanamadığını anlatan bir ifadeyle bakışlarını defalarca Subaru ve Julius arasında gezdirdi. Reinhard ise ürperen Ferris’in sözleri karşısında çenesini kaldırarak, “Öyle görünüyor.” dedi.

 

Ve “Kılıç Azizi”, dingin gözlerini Julius’a dikerek,

 

Reinhard: “Subaru konferanstan önce de bana aynı soruyu sormuştu. O….. Julius, muhtemelen benim veya Ferris’in tanıdığı biri. Belki de “tanıdık” kelimesi ilişkimizi tarif etmek için yetersizdir. Belki de bir dosttur.”

 

Julius: “……En azından ben, siz ikinizi dostum olarak görürdüm. Hiçbir şey beni sizin de aynı görüşte olmanızdan daha fazla onurlandıramazdı.”

 

Ferris: “Dost…… Öyleyse, Julius da bir şövalye? Kraliyet Korumalarından biri?”

 

Reinhard da Ferris de bir yabancı tarafından dost olarak adlandırılmanın şaşkınlığını yaşıyordu. Bu tepkinin önüne geçilemezdi, dolayısıyla Julius, onları kısmi bir boyun eğişle doğrulamıştı.

 

Üçlünün etkileşimini izleyen Subaru’nun içiyse öfkeyle yanıp tutuşuyordu.

 

Ne kadar çarpık, mide bulandırıcı bir sahneydi.

 

Subaru o üçlünün nasıl tanıştığına, nasıl arkadaş olduklarına ve ilişkilerinin boyutuna dair detayları bilmiyordu.

 

Buna rağmen o üçlü birbirlerinin meslektaşı ve dostu olarak yakın, doğal olarak samimi bir ilişki içerisindeydi. Şimdiyse bu bağlardan eser kalmamıştı.

 

Rem’in “İsmi” yenildiğinde ve varlığı herkes tarafından unutulduğunda Subaru, bu dünyada bundan daha hüzünlü bir şey olamayacağını düşünmüştü.

 

Peki ya Julius’un şu anki durumu? Dünyadaki herkes tarafından terk edilmiş olmanın doğurduğu mutlak kayıp hissi; bu üzücü değil de neydi?

 

Üzüntü, kıyaslaması mümkün bir şey değildi. Ama, öyle olsaydı bile, bu seferki fazla ağırdı.

 

Anastasia: “……Sanırım o yalnızca bir Kraliyet Koruması değildi.”

 

Dostların acılı karşılaşması, durduk yere Anastasia’nın sözleri tarafından bölünmüştü.

 

Narin yüz hatlarına düşünceli bir ifade yerleşmişti ve dudaklarını yalarken çenesine dokunuyordu. Derken önce Ricardo’yu, sonra da Julius’u işaret ederek,

 

Anastasia: “Ricardo’yu ağır yaralı halde omuzlarında taşıyarak buraya getiren kişi Julius-san’dı. Ricardo’nun tedavisiyle ilgili konuşmamızın hemen ardından da birini araması gerektiğini söyleyerek ayrıldı…… Ama, o tepki hakkında, olan şey buydu, değil mi?”

 

Julius: “Anastasia-sama……”

 

Bu, efendi ve hizmetkarın normal şartlarda gerçekleşmemesi gereken ikinci tanışmasıydı. O acı hatıraları anımsayan Julius, yüzünde acılı bir ifadeyle efendisinin ismini söyledi.

 

Ancak Anastasia, o titreşerek çıkan kelimelere işli bağlılığın varlığını fark etmedi. Bir müddet düşündükten sonra da parmaklarından birini kaldırdı.  

 

Anastasia: “Julius-san’ın “İsimsizliği” son derece alışılmadık bir vaka. Şehirde aynı durumda kaç kişi olduğunu bilmiyoruz ama belki de bilinçsiz haldeki “İsimsizleri” de tespit etmenin bir yolu vardır. Bunun ciddi bir durum olduğuna hiç şüphe yok. Haksız mıyım?”

 

Bakışlarını Julius’tan ayıran Anastasia, temayı tartışmanın ana hattına yönlendirdi. Görünen o ki Julius’un kimliği meselesi de çözülemeyen problemlerden biri olarak ertelenmişti.

 

Bu şu anki Julius için son derece adaletsiz bir muameleydi ancak ortamda olup da buna öfkelenebilecek tek kişi Subaru’ydu.

 

Anastasia: “Bu problemler ışığında….. Bir teklifim var, tabii, sizler için de uygunsa?”

 

Subaru: “Bir teklif mi?”

 

Subaru’nun hisleri bir kenara bırakılırsa konferansın ilgi odağı bir kez daha Anastasia olmuştu.

 

İşte o ilginin merkezindeki Anastasia, etrafına bakındıktan sonra bakışlarını yeniden Subaru ve Julius’a çevirerek,

 

Anastasia: “Cadı Tarikatının kurbanları….. “Şehvetin” kurbanları ve “Oburluğun” “İsimsizleri”. Günah başpiskoposlarından bu sorunlarla ilgili yardım istemekten yana umut yok, bunda hemfikir miyiz?”

 

Kiritaka: “Onları konuşmaya zorlamak zor olacak, bu bağlamda haklısın sanırım. Ama fazla karamsar bir fikir de tam aksine gerçekleri görmemizi engelleyebilir.”

 

Anastasia: “Bu benim de en kötüsünü düşündüğüm anlamına gelmiyor. Ama, yanıt almanın tek bir yolu yok, yalnızca bunu söylemek istiyorum.”

 

Subaru: “Yanıt almanın başka bir yolu mu var?”

 

Subaru kendisini, sözlerinin anlamını çözemeden Anastasia’nın kelimelerini tekrarlar halde bulmuştu.

 

Hasarın ardındaki Günah Başpiskoposlarını sorgulamaktan farklı bir çözüm―― Eğer böyle bir yol varsa, muhtemelen bir Cadıyla ilişkili olmalıydı.

 

Bir an için Subaru’nun aklından yapmaması gereken bir seçim, yani “Açgözlülük Cadısının” cevabı biliyor olabileceği düşüncesi geçti.

 

Emilia: “Ee, ne demek istiyorsun? Net bir şekilde söyle lütfen.”

 

Ancak Anastasia’ya sözlerinin ardındaki gerçek anlamı soran kişi, bu fikri kafasında reddetmekle meşgul olan Subaru değil, Emilia oldu. Ve sonra Anastasia, parmaklarıyla kafasına vurarak,

 

Anastasia: “O yozlaşmış Günah Başpiskoposlarından bilgi alamıyorsak belki de cevapları bilebilecek başka birini sorgulamamız gerekiyordur. ――Kulağa geldiği gibi işte. Bu ülkede bir yol bilebilecek olan biri var.”

 

???: “Yok artık……”

 

Anastasia’nın sözlerinin ardındaki imayı çözen biri, boğuk bir sesle böyle söyledi.

 

Ancak onun ne söylemek üzere olduğunu anlayanların aksine Subaru’nun söyleneceklere dair hiçbir fikri yoktu.

 

Felt: “Anlamıyorum. Havalara girme de doğru düzgün söyle işte.”

 

Bu konuda anlayış seviyesi Subaru’yla aynı olan Felt, somurtkan bir şekilde Anastasia’dan bu talepte bulunurken Anastasia, bu sözlere buruk bir gülümsemeyle karşılık verip “Pardon, pardon” şeklinde özür dileyerek,

 

Anastasia: “――Bilge Shaula.”

 

Felt: “Ah?”

 

Anastasia: “Pleiades Gözcü Kulesi, eğer orada olması gereken “Bilge”….. Eğer o, dünyayla ilgili her şeyi görebilen o efsanelere konu kişiyse, cevapları bilmesi tuhaf olmaz, haksız mıyım?”

 

Dedi ve teklifinin ardındaki gerçek niyeti açığa çıkarttı.

 

#Bu bölümle ilgili yapabileceğim çok yorum var. Birincisi, Emilia’nın böylesine özgüvenli, ağır birine dönüşebilmiş olması aşırı şaşırtıcı. Son yaşadıklarından sonra güncelleme gelmiş sanırım bizim kıza. Onca hayatın sorumluluğunu böylesine rahat ve ısrarcı bir şekilde üzerine alabilmesi hem enteresan hem de hoş. İkincisi, Al ile ilgili kısım sanki biraz muallakta kalmış. Julius’u tanımıyor gibi görünüyor ama belki de tanıyor izlenimi verilmiş biraz. Serinin en gizemli karakterlerinden biri olduğu için ben kafamda soru işaretleriyle devam edeceğim şahsen. Üçüncüsü, Julius’un kimliği konusunun böyle özensizce/önemsizce kapatılması sinirimi bozdu. Adam hüzünlü bir şekilde karşınıza geçmiş, dünyada hiç kimse onu hatırlamıyor, birazcık insanlık edip kimdir, kimin nesidir biraz konuşsalardı çok daha mantıklı olmaz mıydı? Dördüncü ve sonuncusu da meşhur ‘Bilge Shaula’. Açıkçası ben bu ismi bölümlerin altına mütemadiyen yazıldığı için biliyorum, onun dışında hakkında hiçbir şey bilmiyorum, eskiden bahsi geçtiyse de hatırlamıyorum. Ama her halükarda bir şeyler öğrenmeye çok yaklaşmışız gibi görünüyor. Bir sonraki bölüm nispeten kısa olduğu için tek seferde atacağım. Arc5i bitirmemize çok az kaldı! Hadi sıradaki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44250 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr