Cilt 6 Bölüm 20 [ Shaula ≠ Bilge = Flugel ] (1/2)

avatar
3508 14

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 6 Bölüm 20 [ Shaula ≠ Bilge = Flugel ] (1/2)


Çevirmen : Clumsy



――Ünlü “Yüce Bilgin” Flugel.

 

Shaula apaçık bir gülümsemeyle, dolgun göğsü gururla kabarmış şekilde bu ismi kullanır kullanmaz Subaru ile diğerlerinin bakışları havada beliren nahoş bir hisle birlikte birbirlerine çevrildi.

 

Shaula: “Ha? O tepki de neyin nesiydi? Tuhaf bir şeeey mi söyledim?”

 

Subaru: “Yo, sadece, ne?”

 

Subaru ve diğerlerinin sıkıntılı tepkilerini işiten Shaula’nın gözleri bomboş şekilde irileşti. Subaru özgüven timsali görünen, sözlerinin gizemli hiçbir yönü yokmuş gibi konuşan bu kız adına üzülüyordu. Her halükarda Subaru ve diğerlerinin “Flugel” ismine verdikleri tepki son derece karmaşıktı.

 

“Büyük Bilgin” Flugel.

 

Maalesef ki ona verdiği unvan farklıydı fakat Subaru, bu isme aşinaydı.

 

Flugel, bu farklı dünyaya çağrıldığı günden bu yana yalnızca bir defa kaderinin kesiştiği kişinin ismiydi. Yine de onunla bir tanışıklığı yoktu, sadece tek taraflı bir “Borçlanma” söz konusuydu.

 

Öyle ya da böyle, bu kişiyi tanıma sebebi, hayatının o kişinin yaptığı bir şey sayesinde kurtulduğu bir tecrübesi olmasıydı.

 

Subaru: “Flugel’in Ulu Ağacı…..O Flugel-san’dan bahsediyorsun, değil mi?”

 

Shaula dışında herkes Subaru’nun ağzından çıkan anahtar kelime karşısında kafasını sallayarak onay verdi. Gerçi Meili’nin kafa sallayışı daha ziyade “O~ da ne” der gibi şüpheliydi.

 

Meili: ”Daha ö~nce o terimi hiç işitmemiştim. “Ulu Ağaç” mı, bildiğin ağaç mı yani?” (Aslında Subaru orijinal dilde ‘ağaç’ değil de ortalama bir kızın anlayamayacağı bir kelime kullanmış. Bugüne dek hep ‘ağaç’ kullanıldığı için de İngilizceye çeviren kişi bir değişiklik yapmamış, ağaç şeklinde bırakmış. Meili’nin anlayamaması bundan kaynaklı.)

 

Subaru: “Evet. Doğru, Lugnica Krallığındaki Lifaus Ovalarında lanet olasıca kocaman bir ağaç vardı ve ona Flugel’in Ulu Ağacı deniliyordu. Öyle büyüktü ki neredeyse bulutları aşmış olabileceği söyleniyordu; insanın eril içgüdülerini gerçekten kamçılayan bir şeydi.”

 

Meili: “Heeh, anlı~yorum. Sen böyle söyleyince çok göresi~m geldi.”

 

Subaru: “Üzgünüm. Ama ben o ağacı kestim.”

 

Meili: “Onii-san, çok kabasın!”

 

Meili’nin arzusunu bir çırpıda paramparça etmiş ve sonucunda insandan daha aşağı bir mahlukmuş gibi bir muamele görmüştü.

 

Açıkçası ağacı kesmek Subaru’nun sorumluluğu değildi. Fakat onu kesip kullanmayı teklif eden kişi oydu, yani en büyük sorumluluk kimde diye sorulacak olursa cevap Subaru olurdu.

 

――Flugel’in Ulu Ağacı, bir yıl önceki “Beyaz Balinaya Boyun Eğdirme Mücadelesinde” Subaru’nun kozu olmuştu.

 

Ulu Ağacın varlığı -o devasa yaratıktan da büyük oluşu nedeniyle- “Sis” Yaratığı Beyaz Balinaya boyun eğdirilmesinde büyük bir rol oynamıştı. Sonuç olarak Ulu Ağacı keserek kımıldayamasın diye Beyaz Balinayı altına hapsettikleri ve son olarak da bitirici darbeyi indirdikleri söylenebilirdi.

 

Subaru: “Ağacı diken kişi olduğu söylenen Flugel-san adına üzülüyordum ama…….. Böyle bir yerde onun adını işiteceğim hiç ama hiçbir şekilde aklıma gelmezdi.”

 

Emilia: “Beyaz Balinaya boyun eğdirilişinin ardından yapılan müzakerelerin gerçekleştiği ağaç kökü bu noktadan görülebiliyordur, değil mi? Kesilen ağacın pek çok şeyde kullanıldığını duymuştum gerçi…..”

 

Julius: “Şu an için “Flugel’in Ulu Ağacının İzleri” olarak bilinen ve geriye kalan tek şey köklerinden ibaret. Önemli bir tarihi simge olarak korunduğu bir evde ama birkaç yüzyılın sonunda eski haline dönmesi gerektiği düşünülüyor.”

 

Emilia ve Julius ikilisi Subaru’nun şaşkınlığı sonrasında bu açıklamalarda bulundu.

 

Beyaz Balinanın mağlup edilişinin hemen sonrasında “Tembellik” de mağlup edilmiş ve Crusch ile Rem’in Günah Başpiskoposlarının saldırısına uğrayışı bunun üzerine gelmişti. Ve işleri daha da kötüleştirecek şekilde Subaru’nun Emilia Kampına katılışının üzerinden hiç vakit geçmeden “Sığınağın” ortasına düşmeleriyle sonuçlanan vukuat yaşanmıştı. Yine de tüm bu talihsiz olaylar silsilesi sonucunda savaş müzakerelerinin ganimetleri elde edilebilmişti.

 

O müzakerelerde ana konu “Beyaz Balinaya” ve “Tembelliğe” karşı gerçekleştirilen büyük başarı olmuş ama doğal olarak kendilerini uğradıkları zararın tazmini meselesini tartışırken de bulmuşlardı. Yine bir başka tartışma konusu da Flugel’in Ulu Ağacı, yani ağacın kalan kökleriyle ilgilenme, ağacın gövdesini etkin bir şekilde kullanma meseleleri olmuştu.

 

Bu sırada Beyaz Balinanın bir işe yaramadığına hükmedilmiş ve devasa gövdesi pek çok insan tarafından parçalanıp yakılmıştı. Yalnızca kafatası saklanarak boyun eğdirilişinin sembolü olarak Kraliyet Kalesine sunulmuştu.

 

Öyle ya da böyle artık Ulu Ağaca ne olduğu meselesini bir kenara bırakıp daha mühim bir konu olan Flugel-san’a dönülmeliydi.

 

Subaru: “Şimdi düşünüyorum da onun “Bilge” Flugel olarak anıldığını kesinlikle duymuştum.”

 

Beatrice: “Ama o, hiç kimsenin gerçekte ne yaptığını bilmediği bir “Bilge”, doğrusu….. Yani daha en baştan bir “Bilge” olarak adlandırılıp öyle muamele görmesi tuhaf, sanırım.”

 

Ram: “Yalnızca başarıları dikkate alındığında o başarıların “Bilge” unvanına kıyasla sönük kaldığı doğru. Belki de başarılarıyla böbürlenmeyi çok seven biridir….. Tıpkı Barusu gibi, ha?”

 

Subaru: “Ben ne zaman başarılarımla böbürlendim acaba!?”

 

Bu beklenmedik tahlil karşısında Subaru’nun suratı asılmıştı. Fakat Ram, kayıtsızlığını koruyordu.

 

Bu sırada etkileşimlerini dinleyen Anastasia da “Anlıyorum” kelimesiyle lafa girdi. Yüzünde birazcık anlayış belirtisi taşıyan tek kişi oydu.

 

Anastasia: “Elbette etrafta dolaşan hikayeler gereği Flugel-san’ın “Bilge” olarak çağrılmak için yetersiz olabileceğini anlıyorum fakat….. Esas “Bilge” olduğu varsayılan Shaula-san böyle biri çıkınca acaba mesele şüphelendiğim gibi mi diye düşünmeye başladım.”

 

Emilia: ““Mesele şüphelendiğim gibi mi acaba” derken ne kastediyorsun?”

 

Anastasia: “Ortada dolaşan başarılar için durum aslında tam tersi…… Hmm, yo, bu doğru olmadı sanırım. Tam tersinden ziyade başka bir tarafa ağırlık verilmiş diyeyim. O başarılar öyle ya da böyle kasıtlı şekilde ona yüklenilmiş olabilir diye hesap ediyorum.”

 

Emilia: “Yani, başka bir deyişle, aslında Flugel-san’ın yaptığı şeyler Shaula-san yapmış gibi gösterilmiş mi diyorsun?”

 

Anastasia’nın hipotezini işiten Emilia’nın gözleri şaşkınlıkla irileşti. Anastasia ise doğru anladın dercesine başıyla onay verdikten sonra bir kez daha yüzünü Shaula’ya çevirdi.

 

Anastasia: “Benim bu konuda böyle şüphelerim var ama Shaula-san, sen ne düşünüyorsun? Ustan böyle bir şey yapmaya çalışmış olabilir mi acaba, Shaula-san?”

 

Shaula: “Hı hı~, gerçi bu ağır konuşmayı pek de anlayamadım.”

 

Subaru: “Sakın ama sakın……”

 

Shaula: “Yoyoyoyoyo! Hemen sonuca atlama ama! İzin ver de söyleyeceklerime adamakıllı devam edeyim!”

 

Subaru’nun belli belirsiz yanıtı karşısında gözlerini kısışının ardından Shaula, ürkmüşçesine kafasını salladı. Sonra da iki elini birden havaya kaldırıp mantıksızca avuçlarını açıp kapatarak dedi ki:

 

Shaula: “Dürüüüst olacaksam Ustamın düşünce şekliyle ilgili anlamadığım çok şey var. Ama o, öne çıkmaktan gerçekten hoşlanmayan biriydi. Yani bana kalırsa~ can sıkıcı dedikoduları beeenim üzerime yıkıp kaçmayı hedeflemek tam da Ustamın yapacağı bir şey.”

 

Subaru: “Öne çıkmaktan hoşlanmayan bir insanın Flugel’in Ulu Ağacı diye bir ağaç dikmesi bana çok mantıklı gelmedi gerçi…..”

 

Julius: “Subaru, yanlış bir fikre kapılıyorsun. Flugel’in Ulu Ağacı daha dikildiği anda bir Ulu Ağaç değildi ki. Aylaaar yıllar sonunda nihayet tamamen büyüyüp gelişerek görkemli bir görünüme kavuştu. Ağacı diken kişinin isminin mazide kaldığı düşünülünce de gelecek nesillerin ağaçtan o isimle bahsetmeye başlamasında bir tuhaflık olmamalı.”

 

Subaru: “……Buna ne cevap versem bilemiyorum.”

 

Julius’un açıklamasını idrak eden Subaru’nun yüzü ekşidi.

 

Sahiden de zamanında pek çok sıradan ağaçtan biriyken uzuun yılların sonunda büyüyüp gelişerek görkemli bir Ulu Ağaç olmuştu. Muhtemelen ona bir isim vermek istemiş ve bunu istedikleri zaman da “E hadi diken kişinin ismini verelim” demişlerdi. Bu kulağa gayet normal geliyordu.

 

Eğer durum buysa Subaru’nun gözünde Flugel, adını ardında bırakma konusunda dikkatsizlik etmişti.

 

Subaru: “Saklanmak istiyorduysa en başta Flugel ismini ardında bırakmaktan kaçınması gerekiyordu bence. Bu işte bir eksiklik yok mu?”

 

Julius: “Bunu bir kitapta okumuştum ama yanılmıyorsam Flugel-san’ın ismini bilme sebebimiz… Ulu Ağacın üzerine “Flugel buradaydı” yazısının kazılmış olmasıymış, haksız mıyım?”

 

Subaru: “Bir eksiklik mi dedim ben! Okul gezisine katılmış bir öğrenci falan mıymış bu!?”

 

Meseleyi beklediğinden fazla kurcalamış gibi görünen Subaru, bu kısım karşısında afallamıştı.

 

Kendisinin de Ulu Ağacın yanında dikilirken böyle bir şey yapmak istediğini anımsıyordu fakat bu isteği eyleme döküp dökmemek başka bir meseleydi. Flugel o ağaca ismini kazıdıysa o ağaç daha en başta bir Ulu Ağaç olmamalıydı.

 

Julius: “Üzerinde bir tek o isim olunca o ağacı dikmiş olması dışında hakkında hiçbir şey bilinmeyen esrarengiz bir tarihi figür olan “Bilge” Flugel efsanesi nesilden nesle aktarılır hale gelmiş.”

 

Subaru: “Yani aslında ağacı diken kişinin Flugel olduğu inancı da belirsiz, öyle değil mi!?”

 

Julius: “Yine de zaman geçtikçe doğruluğu bir başka “Bilge” tarafından da onaylanmış. Gerçi şimdi düşünüyorum da…. Hmmm. Eksik tarih parçalarıyla dolu bir yerdeyiz, bu sizin kalbinizi de birazcık hoplatmıyor mu?”

 

Subaru: “Bir tarih *otakusu gibi konuşmaya başlamasana…..” (Bir konuya/şeye sosyal becerilerini etkileyecek derecede takıntılı gençlere verilen isimmiş.)

 

Birkaç yüz yıl öncesine ait belirsiz tarihsel gerçeklerle karşı karşıya kalan Julius derinlemesine etkilenmişti.

 

Julius’un sihirle ilişkili şeyleri açıklarken derinlemesine düşünmektense gereğinden fazla konuşmak gibi bir eğilimi vardı, yine de bilgili bir otaku tarafı olması da mümkündü.

 

Emilia: “Ama antik çağın “Bilgesinin” aslında Flugel olduğu kısmını anlasam da….. bu pek bir şey değiştirmiyor, haksız mıyım?”

 

Flugel’in yaptığı şey konusunda herkes hemfikir olurken Emilia, çekingen bir şekilde diğerlerinin yüzlerine göz gezdiriyordu. Onun bakışlarını üzerinde hisseden Subaru ise onaylayıcı bir şekilde başını salladı.

 

Emilia’nın da söylediği gibi geçmişteki efsanevi işlerin ardındaki kişinin aslında Flugel olması şu an için pek bir anlam taşımıyordu. ――Yo, bu hiç de doğru değildi.

 

Subaru: “Hayır, Emilia-tan. Bu gerçek bayağı büyük bir problem doğuruyor.”

 

Emilia: “Ha?”

 

Subaru: “Yani öyle olması gerekmiyor mu? En başından beri buraya gelme amacımız her şeyi bildiği söylenen meşhur “Bilgeden” bir şeyler öğrenmekti. Ama söylentilerdeki “Bilge-san” farklı biri çıktı ve ardında bıraktığı tek şey de aklı bariz şekilde havada olan bu kız olunca biz……”

 

Shaula: “Oooh, Ustaam~, kafamı sallamamanı isterim. Patır patır dökülecek.”

 

Subaru tarafından omuzları sarsılan Shaula, şakalaşarak bu tepkiyi verdi.

 

Subaru düşüncelerini kırpmadan dile getirecek olursa Shaula, her şeyi bilir olmaktan aklın hayalin alamayacağı kadar uzaktı.

 

Subaru: “En başta amaçladığımız şeyi elde edemeyeceğiz. ―― “Bilge” burada değilse buraya boşuna gelmişiz demektir.”

 

Herkes: “――――”

 

Emilia ve diğerleri Subaru’nun vardığı sonuç karşısında çenelerini kapalı tutarken Subaru, gördüğü bu tepkiler karşısında arka dişlerini gıcırdattı.

 

Geride kalan bir ayı aşkın sürede Subaru dört kez ölmüştü bile.

 

Ulaşabilmek için bin bir zorluk atlattıkları Pleiades Gözcü Kulesindeyse yalnızca ismen “Bilge” olan bir bekçi kalmıştı. Bu nedenle hiçbir sonuç alamayacaklardı.

 

Tarihin gerçekliği, “Bilgenin” esas durumu. Bunlar Subaru için hiçbir değer taşımıyordu.

 

Çünkü Subaru’nun tek arzusu, önem verdiği insanları kurtarmak için bir yol bulmaktı.

 

Subaru: “Shaula. Uzak bir ihtimal olabilir ama söylesene. Ustan….. Gerçek “Bilge” olması gereken Flugel, o nerede?”

 

Shaula: “Şu anda şu yanıtı verecek ve… “Gööözlerimin önünde” diyecek olursam bana kızacakmışsın gibime geliyor! Ama yapmak zorundayım! Ustam Flugel heeemen gözlerimin önünde!”

 

Subaru: “Ben de öyle düşünmüştüm.”

 

Subaru, Shaula’nın cesaret kırıcı yanıtı karşısında iç çekmekle yetindi.

 

Açıkçası Subaru’nun şu anki hisleri çorak bir toprağa benzerdi, neşe içerisindeki Shaula’ya patlama şeklindeki tüm dürtülerini bastırıyordu. Ellerimiz boş kaldı diyebilecekleri koşullar içerisindeydiler.

 

“Bilge” isimli umut ışıkları sönmüş ve körü körüne verdikleri tüm uğraşlar boşa çıkmış gibi görünüyordu. Ayrıca karanlığın içerisinde göz kamaştırıcı bir ışık gördükten sonra tekrar çöken karanlığın da farklı bir ağırlığı vardı.

 

Umut, insanlara ilerleme gücü verirdi fakat belki de o umut örtüldüğünde gelen karanlık, insanı daima karanlığın içerisinde olmaktan daha koyu bir karanlığa boğardı.

 

Her halükarda Subaru için tüm bunların anlamı――

 

Emilia: “Subaru, dinle. Söylediklerin doğru olabilir ama aslında bu, bir çıkmaza girdiğimiz anlamına gelmiyor.”

 

Subaru: “Ha?”

 

Emilia, elini Subaru’nun omzuna yerleştirip kasvetle sarkmış yanaklarının hizasından konuşmaya başladı. Ve yüzünü ona dönen Subaru, Emilia’nın ametist gözlerinin sarsılmaz bir umutla dolup taştığını gördü.

 

Hala omzuna dokunmakta olduğu Subaru’ya başıyla kısaca onay veren Emilia, Shaula’ya “Öyle değil mi?” diyerek konuşmayı sürdürdü.

 

Emilia: “Az önceye dek bizimle neredeyse tek kelime etmemiş olsan da şu anki halinle bizimle çok daha detaylı konuşabilecek olmalısın, haksız mıyım?”

 

Shaula: “Elbette. Ustamın moralinin bozulması hoşuma gitmiyor ama ben de onca zamandır yapayalnızdım, bu yüzden konuşmak isterim.”

 

Shaula, Emilia’nın güler yüzlü bir şekilde sorduğu anlamlı sorusuna değişmemiş bir tavırla karşılık verdi. Bağdaş kurmuş halde sağa sola sallanıyordu; derken sağ elini kaldırarak yukarıyı işaret etti.

 

Shaula: “Buradakilere birazcık bahsetmiştim ama biz şu anda kulenin en alt katındayız. Burası Altıncı Kat, “Asterope”. Yukarı çıkınca Beşinci Kat “Celaeno”, sonra Dördüncü Kat “Alcyone” diye devam ediyor ve en yukarıda da Birinci Kat, yani “Maia” var.” (Bunlar Ülker yıldız kümesindeki altı yıldızın isimleri.)

 

Subaru: “Tüm katlara isim mi verdiniz? Uğraştırıcı olmadı mı?”

 

Shaula: “Bu isimleri veren sen değil miydin Ustam?”

 

Subaru: “Benim zevkim o kadar kötü değildir ama şu anda bundan bahsetmek istemiyorum. Ee?”

 

Emilia’nın gözlerinde umut vardı ve Subaru’nun ruh hali, Shaula’nın bunu destekleyen konuşması karşısında sabırsızlığa doğru ilerliyordu. Onun ifadesindeki bu değişimi gören Shaula, yüzüne keyifli bir gülümseme yerleştirdi.

 

Ve hala yukarıyı işaret eder halde diğer elini, yani sol elini kaldırıp beş parmağını Subaru’ya göstererek,

 

Shaula: “Hemen yukarıdaki Beşinci Kat “Celaeno’da” dışarıya açılan bir çıkış bulacaksınız. Altıncı Kat “Asterope” ise onun altında, yani esasında doğrudan yeraltı bölgesine bağlanıyor. Eğer yanlış yere sapacak olursanız canlı canlı gömülürsünüz, bu yüzden duvarları kırmak gibi pervasızca şeylere kalkışmasanız iyi edersiniz.”

 

Julius: “Lafı açılmışken, duvar ve zemin ilk bakışta taştan yapılı gibi görünüyor ama alışılmadık bir güçteler. Emilia-sama’nın ve pek tabii benim büyülerimizle azıcık olsun yontamadığımızdan bahsetmek isterim.”

 

Tabii ki onları yok etmeye kalktığından bahsetmiyor olmalıydı, buna rağmen Shaula’nın açıklamasına katkıda bulunmuştu. Kuleyi yok etmek gibi bir niyeti olmasa da ne olur ne olmaz diye “Anlıyorum” diyerek kafa sallamayı da ihmal etmemişti.

 

Subaru: “Ee, çıkışın Beşinci Katta olduğunu anladım, peki ya daha yukarısı?”

 

Shaula: “Dördüncü Kat “Alcyone” benimmm yaşam alanım gibi bir şey, ıvır zıvırlarım için basit bir yer. Orayı dağınık bırakmaktan hoşlanıyorum, o yüzden çok incelerseniz beni utandırabilirsiniz~”

 

Subaru “――――”

 

Shaula: “Ustam, çok ciddi bakıyorsun. Ne kadar korkutucusun……Ge-genelde buradan Kum Kulelerini izlerim. Ve kuleye yaklaşan herkese hedef alarak pat pat pat ateşlerim!”

 

Subaru: “Demek sahiden de sendin.”

 

Zaten tahmin ettiği bir şeydi ama bu ifade sayesinde nihayet tamamen emin olabilmişti. Pleiades Gözcü Kulesinden atılarak Subaru’nun Kum Tepelerinde iki kez ölmesine yol açan, ayrıca grubun ikiye ayrılmasının sorumlusu olan beyaz ışıkların ardındaki kişi―― Subaru’nun da düşündüğü gibi Shaula idi.

 

Subaru: “Bu yüzden çok çile çektik, bunu nasıl telafi etmeyi planlıyorsun acaba?”

 

Shaula: “Pardonpardon, ben yaaaalnızca Ustamın talimatlarını dinliyordum ama bu sözlerle son birkaç yüzyıldır burada yaptığım şey uğruna gereksiz yere yaygara kopartıyorsun~”

 

Sert bir ses tonuyla ve pis bakışlarla konuşan Subaru, Shaula’nın irkilmesine, yüzünün darmaduman bir hal almasına yol açmıştı. O yüze yansıyan hiçbir kötü niyet belirtisi yoktu ve bunun yanı sıra vicdan azabı çekiyor gibi de görünmüyordu.

 

Aslında yaptığından suçluluk duymuyor değil de suçluluk duygusu gibi bir şeye sahip değil demek daha doğru olurdu.

 

Tabii bu hiçbir duygusu olmadığı anlamına gelmiyordu, daha ziyade…

 

Beatrice: “Subaru, ne dersen de hiçbir faydası yok, doğrusu. Bu kadında ne pişmanlık ne de vicdan azabından eser var, sanırım. Yalnızca kendisine emredileni yapıyormuş…..Bir aracın kullanım şeklini sorgulamanın hiçbir anlamı yok, doğrusu.”

 

Shaula: “Evetevet, beeeeen Ustamın aracıyım! Ufaklık doğru söylüyor!”

 

Beatrice’in acımazca fikrini işiten Shaula’nın yüzünün her zerresine “Ben de tıpatıp aynı şeyi düşünüyordum” diyen koca bir gülümseme yayılmıştı.

 

Ruh halleri ve yüz ifadeleri hızlı değişimler geçiriyordu ve bununla birlikte Subaru’nun şu anki varoluş biçiminden anladığı kadarıyla ―― belki de Shaula yalnızca farklı değerlere sahipti. Muhtemelen farklı dalga boylarındaymış gibi konuşma sebepleri de buydu.

 

Başka bir deyişle,

 

Subaru: “Seninle konuşmak cidden insanı yoruyor.”

 

Shaula: “Eskiden de hep böyle derdin! Uzuuuun zaman olmuştu.”

 

Subaru: “Öyle mi? Fi tarihinde böyle şeyler söylerdim.”

 

Hala aynı şeyi yapıyor olsa da bu meseleyi şimdilik bir kenara attı.

 

Her halükarda Gözcü Kulesinden atılan beyaz ışıkların Shaula’nın işi olduğunu da ondan herhangi bir özür veya pişmanlık cümlesi işitemeyeceğini de anlamıştı.

 

Öyleyse bu konuşmayı burada kesmenin bir anlamı yoktu. Konuyu ileri taşımalıydı.

 

Subaru: “Dördüncü Kat, senin yaşam alanın demiştin…… Senin dairen gibi bir yer yani. Peki ondan yukarısı?”

 

Shaula: “Üçüncü Kat “Taygeta’da” sınav salonu var. ――Kişinin kütüphaneye girmeye hakkı olup olmadığı test ediliyor.”

 

Subaru: “……Kütüphane mi?”

 

Kaşları çatılan Subaru, duyduğu kelimeyi sorgulayarak tekrarladı. Shaula ise Subaru’nun tavrındaki değişimi umursamaksızın “Evet” diyerek sakince başını salladı.

 

Shaula: “Bir kütüphane. Üçüncü Kat “Taygeta” ve yukarısındaki katların her birinde yargılamalar ve karşılığında kütüphaneler var. Kütüphaneye girme şartlarını karşılayan kişi boş zamanlarında içerideki kitapları okuyabilir.”

 

Subaru: “Peki “içerideki kitaplarda” neler yazıyor?”

 

Shaula: “Errrrr?”

 

Subaru: “Errrrr!?”

 

Bu kadar önemli bir havayla anlattığı bunca şeyi bir anda “Errrrr” diye sonlandırması sinir bozucuydu. Kaşları çatılan Subaru karşısında saçlarıyla birlikte kafasını isteksizce salladıktan sonraysa, “Çünkü~” diye devam etti.

 

Shaula: “Kitapları falan okuyamıyorum, bana kuleyi gözetmekten başka bir şey yapmamam söylendi.”

 

Subaru: “Bu da mı Ustanın….. Flugel’in emriydi?”

 

Shaula: “Hı hı!”

 

Shaula bunu nasıl bir gururla ifade etmiş olursa olsun Subaru’nun cevap vermesi imkansızdı.

 

Subaru Shaula’nın sözlerine şüpheyle kafa eğmekten öteye gidemese de Emilia ve diğerleri hala yüzlerindeki ciddiyeti de gözlerindeki umudu da koruyordu.

 

Beatrice: “Subaru, kütüphanelerdeki kitaplarda yatan şey bilgi, sanırım.”

 

Subaru: ““Bilgi” derken kelime anlamını kastetmiyorsun, değil mi?”

 

Beatrice’in ifadesini işiten Subaru, bariz olanı sorguladı.

 

Kurgu türleri bir kenara atılırsa tipik olarak kitaplarda bilgiler yer alırdı. Kitaplardan edindiğiniz şey ya bilgi zenginliği ya da derin, etkileyici izlenimler olurdu.

 

Fakat muhtemelen Beatrice’in söylemeye çalıştığı şey bu değildi.

 

Beatrice, Subaru’nun kucağında oturmayı sürdürerek kafasını salladı.

 

Uzun bukleleri kafa hareketlerini takip ederken de bu hareketi gözleriyle takip eden Subaru’ya şöyle dedi:

 

Beatrice: “Aslında burası her şeyi bildiği söylenen “Bilge” tarafından kaleme alınan bilgilerin yattığı yer. Pleiades Gözcü Kulesinin yalnızca dışarıda kullanılan bir isim olduğunu işitmiştim, doğrusu.”

 

Shaula: “Evet. Ustam geri döndüğüne göre kule esas rolüne geri dönecek. İster bilmek ister haberdar olmak istediğiniz, arzuladığınız her şeyi araştırabileceğiniz bir Büyük Kütüphane. ―― İşte Pleiades’te bunu yapabilirsiniz.”

 

#Shaula’yı bilge sanarak geldik, hüsrana uğradık, gerçek bilgeden konuştuk, o burada olmadığına göre boşuna mı geldik tasasına kapılırken de kütüphane meselesini öğrendik. Yani katlarda kütüphaneler var ve bilgi edinmek için o kütüphanelere girme yetkisi tanıyan yargılamaları/sınavları geçmeleri gerekecek. Peki gerçekten de sonunda istedikleri tüm bilgileri elde edebilecekler mi? Bunca bağlantıdan sonra Subaru bu işin üstesinden gelemezse çok şaşırırım yani. Olacakları büyük bir merakla bekliyorum, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44225 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr