Cilt 6 Bölüm 20 [ Shaula ≠ Bilge = Flugel ] (2/2)

avatar
4412 14

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 6 Bölüm 20 [ Shaula ≠ Bilge = Flugel ] (2/2)


Çevirmen : Clumsy



Subaru: “Yani Üçüncü Kat Başlangıç Seviyesi. İkinci Kat Orta Seviye. Ve Birinci Katta da birinci sınıf bilgilere ulaşabiliyoruz sanırım. Demek ki bahsi geçen bu Yargılamalar izin almak için gerekli Vasıfların Yargılanması, haksız mıyım?”

 

Shaula: “Ohhh, tam da Ustamdan beklenildiği gibi! Sen konuştukça benim bile kafam karışıyor! Ama belki de basit tutman daha iyi olur.” (Burada ‘daha iyi’ anlamında İspanyolca ‘Mucho mejor’ kalıbını kullanıyor.)

 

――Büyük Pleiades Kütüphanesi.

 

Gözcü Kulesi ismi oldukça hoş bir şeyden oldukça şüpheli bir şeye dönüşmüştü. Ve Subaru ile diğerleri sıralanmış şekilde Altıncı Katı terk ederek üst katlara doğru merdivenleri tırmanmaya başlamıştı.

 

Subaru ve diğerlerini taşıyan merdiven, kule sınırları içerisinde sarmal şekilde döne döne yükseliyordu. Fakat herhangi bir tırabzan olmadığı için yükseğe çıktıkça Subaru’nun kanı daha da donuyordu.

 

Subaru: “Bu korkunç.”

 

Emilia: “Subaru, eğer korkuyorsan elimi tutsana? Daha tamamen iyileşmediğin ve adımlarını sağlam atamadığın için gerçekten düşebilirsin.….”

 

Altıncı Katın zemini giderek uzaklaşıyor ve Gyan ile Ejder Vagonu aşağıda bayağı ufak görünmeye başlıyordu. Bu sırada Emilia, nefesini tutmuş şekilde aşağıya bakan Subaru’ya seslenmişti.

 

Doğruyu söylemek gerekirse Subaru onun elini tutmak ve solgun parmaklarının doğurduğu hissin tadını çıkartmak isterdi ama…

 

Subaru: “Teşekkürler, Emilia-tan. Ama şimdilik iyiyim. Şu an için basamaklar geniş olduğu sürece düşmem gibi görünüyor, ayrıca hala enerji ve canlılık doluyum, sen de öyle düşünmüyor musun?”

 

Emilia: “Gerçekten mi? Ama zorlanmaya başlarsan bana hemen söyleyeceksin, tamam mı? İş o noktaya gelirse seni sırtımda taşıyabilirim.”

 

Subaru: “Öyleyse…… İşi o noktaya getirmeyeceğim.”

 

Emilia’nın sırtında merdivenlerden çıkarılma düşüncesi beklenildiği üzere tüyler ürperticiydi. Böyle erkekliğe yakışmaz bir hamledense Julius’a borçlanmayı yeğlerdi.

 

Julius: “Ne oldu?”

 

Subaru: “Gerçi bu da çok kötü bir yol olurdu. Oh, yok bir şey. Hadi devam, devam!”

 

Kafasını çevirdiği anda Julius’un üzerindeki bakışlarını fark eden Subaru, ona doğru elini salladı. Julius ise hala Anastasia’nın elini tutar halde gruba merdivenlerde öncülük etmeyi sürdürürken omuz silkti.

 

An itibarıyla gözlerini kulenin üst katlarına dikmiş şekilde adım adım ilerliyorlardı. Aceleleri yoktu, bu yüzden temkinli bir hızla ilerliyorlardı ki bu da hissettikleri tedirginlikle çelişiyordu. Julius ve Anastasia başı çekiyordu, arkalarından sırayla Ram ve Emilia, onların arkasından da Subaru ve Beatrice geliyordu. Ve en arka sırayı da Shaula ile Meili işgal ediyordu.

 

Meili: “Oa~a hey, çıplak Onee-san, o kadar sarsmasana.”

 

Shaula: “Haaaaaah, omzuma binen birine göre amma da otoritersin ufaklık~”

 

Meili: “Çü~nkü, uyku~m var. Asırlardır yü~rüyoruz ve bu~nca merdivenden çıkıp inmeyi başaramam.”

 

Shaula: “Evet ama ben neden seni taşımak zorundayım ki..….! Saçımı çekmeyi kes!”

 

Tüm yaygaracılığına rağmen bu etkileşimin şiddetli bir yanı yoktu.

 

Shaula/Meili grubu arkayı çekiyor ve oldukça inanılmaz bir şekilde Shaula, Meili’yi omuzlarında taşıyarak merdivenleri tırmanıyordu. Harekete geçmeye karar verdikleri ilk anda Meili fırsatı değerlendirip ayaklarının ağrıyıp yorulduğundan şikayet etmişti. Fakat Shaula kendi ağzıyla onu sırtında taşıyabileceğini söyleyince Subaru da Meili’yi ona teslim etmişti.

 

Subaru: “İş hakiki fiziksel kuvvete gelince başı çeken Shaula galiba…”

 

Beatrice: “O kadarı kesin, sanırım. ――Subaru, gardını indirme, doğrusu. Görünümüne rağmen dişlerini ne zaman göstereceğini bilmiyoruz, sanırım.”

 

Subaru: “Bu kadının mı? Ondan böyle bir izlenim mi alıyorsun?”

 

Beatrice: “Senin Flugel olmadığın açığa çıkınca ne tepki vereceğini bilmiyoruz, doğrusu.”

 

Subaru: “B-bu……”

 

Subaru, Beatrice’in kısık bir sesle kendisini temkinli olmaya teşvik edişi karşısında kekelemekten öteye gidemedi.

 

Bu meseleyi hiç düşünmemiş değildi ama yalnızca düşüncelerinde kalırsa bir problem olmayacağını varsayıyordu. Açıkçası Shaula, Subaru’nun grubuna――Yo, Subaru’ya son derece dostane yaklaşıyordu, bunun tek sebebi de onu Ustası sanmasıydı.

 

Ve Subaru ile diğerleri Subaru ile Flugel ilişkisinin tamamen yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu biliyordu. Subaru, Shaula’nın sözlerini defalarca inkar etmiş fakat Shaula ona gülümseyip bu inkarı kabul etmemişti. Aslında kabul etmemekten ziyade ne kadar duyarsa duysun umursamamıştı demek daha iyiydi. Her halükarda Subaru, sözlerini ona ulaştıramamıştı.

 

Dolayısıyla Shaula’nın tavrı değişmemişti ve Subaru bunu bir nevi korunma olarak bile görebilirdi――

 

Subaru: “Bu da demek oluyor ki her şeyi allak bullak edecek tetikleyicinin ne olduğunu bilmiyoruz.”

 

Beatrice: “Bize düşman kesilirse işlerin oldukça endişe verici bir hal alacağına hiç şüphe yok, sanırım. Sen, ben, tabii Emilia ve o şövalye….. Julius güçlerimizi birleştirmeliyiz, başka çare yok, doğrusu.”

 

Subaru: “Shaula o kadar güçlü, ha?”

 

Arkasına dönerek Meili ile şakalaşan Shaula’ya kaçamak bir bakış attı.

 

Uygunsuz görünümünün dostane, savunmasız bir hali vardı―― Karşılaştıkları andan bu noktaya kadarki tüm konuşmalarında her açıdan değerlendirilmesi zor bir birey olmuştu.

 

Yine de -Subaru şu an için Shaula’ya nasıl bir tavır takınması gerektiğine karar veremese de- ona karşı beslediği bir düşmanlık yoktu, bu kadarı göründüğü gibiydi.

 

Subaru’yu bir başkası sanarak gruba dostane yaklaşsa ve onları gafil avlayarak karşılasa da şaşkına dönmek, ondan hoşlanmamaktan daha kolay bir seçenekti.

 

Tabii bu samimi duygularla üzerlerine çöreklenen tehlikeyi birbirine karıştırmamalıydı.

 

Subaru: “――――”

 

Gözlerini savunmasız uzuvlarına çevirerek Shaula’nın durumuna kaçamak bakışlar atan Subaru, düşüncelere dalmıştı.

 

Shaula, kum tepelerinde Subaru ve diğerlerini hedef alan ve onlara kuleden beyaz ışıkları gönderen kişinin kendisi olduğunu itiraf etmişti. O ışıkların hızı da isabetliliği de normal sınırlarda değildi, bu da Subaru’da Shaula’nın gerçek gücünün boyutu hakkında bir izlenim doğurmak için yeterliydi. An itibarıyla Subaru’nun o şeylerin büyülü olup olmadığını bilmesine dahi gerek yoktu.

 

Ve bir de kum tepelerinin yeraltı alanında yaşadıkları son anlar vardı.

 

Subaru’nun korkunç derece bulanık bilincine yitirilişinden hemen önce kazınan son şey, o itici görünümlü At Adama darbelerini indiren Shaula olmalıydı.

 

Yalnızca absürtlüğün ve rezilliğin vücut bulmuş hali denilebilecek o yaratık, kendinden daha sağlam bir güç tarafında ansızın paramparça edilmiş ve Subaru, onun varoluştan silinişine kendi gözleriyle tanık olmuştu.

 

İtiraf etmek istemese de kendisini Shaula ile doğrudan bir mücadele içerisinde bulduğu takdirde galip gelebileceğine hiçbir şekilde ihtimal veremiyordu.

 

Regulus, Petelgeuse ve benzerleri ondan çok daha kolay rakiplerdi.

 

Subaru: “…Aaahh, o herifleri aklıma her getirişimde neden bu kadar tiksinmeye başlıyorum bilmiyorum. Yo, tiksinmem gayet mantıklı ama bu tiksinti hissi artık tanıdık geliyor.”

 

Beatrice: “Aklından neler geçiyor bilmiyorum ama dikkatli olmamız lazım, sanırım.”

 

Subaru: “Evet. Öyleyse… sanırım ona sormak daha hızlı sonuç verir.”

 

Beatrice: “Ha? Doğrusu.”

 

Beatrice’in kafası karışık yanıtının hemen arkasından Subaru, hem kendisini hem de Beatrice’i arkaya döndürdü ve yüzleri o tarafa bakabilsin diye ayaklarını merdivenlerde döndürürken de gözlerini doğruca sırt sırta binmiş olan Shaula ve Meili’ye dikti.

 

Shaula ise adımlarını duraksatarak kafasını eğdi.

 

Shaula: “Ne oldu Ustam? Sen de yorulmuş olamazsın, değil mi? Seni taşımaktan gocunmazdım ama sırtım çoktan kendini küçük bir prenses sanan bu kız tarafından işgal edilmiş durumda, görüyorsun ya.”

 

Subaru: “Bayağı sağlam bir manzara olurdu, o yüzden pas geçiyorum. Ah, gerçi Meili’yi atkuyruğunla mutlu mesut oynatışını böldüğüm için üzgünüm...”

 

Shaula: “O atkuyruğu değil, akrep kuyruğu.”

 

Subaru: “――――”

 

Shaula: “O bir akrep kuyruğu.”

 

Shaula suskunlaşan Subaru karşısında bozuk bir plakmışçasına sözlerini tekrarladı.

 

Atkuyruğunu bir ucundan kavrayıp onu yüzünün önüne doğru kımıldattıktan sonra,

 

Shaula: “Bir akrep kuyruğu…..”

 

Subaru: “Anladık! Bu ısrar da neyin nesi! Neyse, Meili’yle yakınlaşırken aranıza girdiğim için üzgünüm ama sana sormak istediğim bir şey var.”

 

Shaula: “Mhm! Ustamın söylemesi gereken bir şey varsa ne olursa olsun dinlerim! Benimle bu şekilde konuşman beni sevindiriyoooor, Ustam~”

 

Diyen Shaula atkuyruğunu… ee, daha doğrusu akrep kuyruğunu neşeyle salladı.

 

Bunun sonucunda da omuzlarında olan Meili, o saçları suratına yedi. Subaru da o kuyruğun beklenmedik yumuşaklıktaki hoş hissinin tadına bakmıştı ama şimdi bunu bir kenara bırakırsak,

 

Subaru: “Ne söylersem söyleyeyim dinleyeceksin, değil mi?”

 

Shaula: “Sapıkça şeyler söylemeyeceksin, değil mi?”

 

Subaru: “O konuya girme bile. Beyinsiz falan mısın sen?”

 

Shaula: “Bunu Ustamın söylemesi çok aptalca değil mi? Şimdi ödeştik işte!”

 

Subaru hazırda bir cevabı olan Shaula’ya ayak uyduramadan afallayıp kalmıştı. Normalde çoğu kişi Subaru’yla konuşurken onun hızına ayak uyduramayıp olaydan uzaklaşırdı, bu nedenle bir konuşma başlatmak için düzgün bir konu bulmak Subaru’ya düşerdi ama bu defa bunu yapmakta zorlanacaktı.

 

Bu yaklaşım şeklinin zorluğu Günah Başpiskoposları gibi sapkınlarla yaşadığı zorluklardan farklıydı. Onlarla en başta karşılıklı bir konuşma gerçekleştirmek zorken Shaula için durum farklıydı.

 

Shaula kendisini anlarken onun Shaula’yı anlayamamasıyla orantılı bir gecikme hissediyordu.

 

Gerçekten Flugel gibi Subaru ve Allah bilir daha kimler bu ortak noktaya sahipti.

 

Subaru: “Her neyse, bir sorum ve bir talebim var. Onlara olabildiğince dürüstçe ve itaatkarca karşılık vermeni istiyorum.”

 

Shaula: “Bu kulağa bir talep gibi gelmedi. Bir emir olabilir gerçi.”

 

Subaru: “O kadar otoriter değilim ben. Neyse, soruma gelince….. Bize kuleden saldıran sendin, değil mi? O saldırı da neyin nesiydi öyle?”

 

Shaula: “*Hell’s Snipe idi, sinir bozucu sinekler kuleye yaklaşamasın diye kullanılan bir keskin nişancı saldırısı.” (Bu Subaru’nun bildiği bir kalıpmış, yani böyle bir silah veya oyun var mı bilemedim, o yüzden şimdilik çevirmedim. Bilen ya da önerisi olan varsa yorumlara yazsın ona göre çevireyim.)

 

Subaru: “……Ne?”

 

Shaula: “Hell’s Snipe.”

 

Shaula’nın ışık saçarak bu İngilizce kelimeleri söyleyişiyle Subaru’nun yüzü asıldı.

 

Ehh, ummm, bu bildiği bir kalıptı.

 

Shaula: “Geeeeerçi şimdi düşününce Hell’s Snipe’ın Ustamı vurmamasına sevindim. Boyut Kapısı kalkmasaydı Ustamı vurana dek fırlatıp durabilirdim.”

 

Subaru: “Durdurdurdurdur, çok fazla yeni kelime geldi! Boyut mu?”

 

Shaula: “Boyut Kapısı. İnsanların kuleye ulaşmasını engellemek için bir numara.”

 

Subaru, Shaula’nın konuşma şeklinden bahsi geçen bu Boyut Kapısı mı her neydiyse onun, “Kum Vakti” sayesinde Çiçek Tarhına açılan yollarını kestiğini ama buna rağmen E・M・T’nin çabalarıyla uzay bükülmesini atlattıklarını çözmüştü.

 

Shaula: “Ama bu sayede Ustamın gerçekten Ustam olduğunu anladım ve sonunda her şey açıklığa kavuştu. Ustamı vurmuş olsaydım bana kesiiiiin öfkelenirdi, değil mi?”

 

Subaru: “Hı hı, evet, muhtemelen. Yalnızca öfkelenmemle kalırdı umarım.”

 

İşin doğrusu iki defa vurularak ölmüştü, dolayısıyla o öfke düzeyine çıkıp çıkamayacağı konusunda bile tedirgindi.

 

Kendisini öldürenlerle karşı karşıya gelip de öfkelenmemek nadiren başına gelirdi. Bu sefer böyle bir şey olmamasıysa kısmen bunun bir kaza oluşunu anlamasından kaynaklıydı, kısmen de Shaula’nın sorumluluğunun izini sürmenin anlamsızlığından.

 

Meili: “A~ma ona vurmayı başarsaydın Onii-san ölmüş olurdu, deği~l mi? E ölseydi de sana sinirlenip sinirlenmediğinden bahsedemezdik diye düşünü~yorum.”

 

Shaula’nın sırtına tünemiş olan Meili, Shaula’yı yarı yarıya bağışlamış olan Subaru’nun yerine konuşmadaki yerini aldı. Bu sözleri işiten Shaula ise hiç de kadınsı olmayan, kontrolsüz bir kahkaha patlattı.

 

Shaula: “Sen ne diyorsun öyle ufaklık? Ustamın böyle bir şeyden ölmesi müüüümkün değil. Çünkü daha en baştan Ustam, ölüp ölmediği asla anlaşılamayan biri.”

 

Meili: “Amaa~ma, Kum Solucanı-chan çok fena vuruldu ve öldü, yan~i….”

 

Shaula: “Solucanlar veya Ayılar falan zerre kadar umurumda değil. Beniiim Ustam ölmez, önemli olan bu. ――Eğer ölürse de benim Ustam değilmiş demektir.”

 

Dalgınlıkla gülümseyen, keyifli görünen Shaula gözlerini Subaru’ya çevirdi. Onun kendisine çevrili gülümseyen, masum yüzünü gören Subaru’nunsa omurgası ürperdi.

 

Çocuksu bir masumiyet ve savunmasızlık seviyesinde bir inanç. Yani Flugel, Shaula’nın nazarında Subaru’nun hayal etmeye dahi kalkışamayacağı kadar körü körüne merkezine aldığı bir idealdi.

 

Demek ki Beatrice’in endişeleri doğrultusunda Shaula’nın karşısındaki Subaru ile bir anlaşmazlığa varacağı bir vakit gelecek olursa…

 

Shaula: “Sizi Kum Sarayından hemen alamadığım için özür dilerim. Diğer grubu kuleye getirirken Ustam ve diğerleri derinlere ilerlemiş, o yüzden bayağı heyecana kapıldım.”

 

Subaru: “Aah, yo, sorun değil... Gerçi, bekle, “Kum Sarayı” mı dedin?”

 

Shaula: “Aynen. Oralar gerçekten tehlikelidir, yani girmeseniz iyi edersiniz. Söz konusu kişi sen olsan bile tüm anahtarlara sahip olmadan yaklaşmak pervasızlık olur Ustam. Orada Aç At Kralları da dolanıyor.”

 

Subaru: “Aç At Kralları mı…..Şu ata benzeyen yaratıkları mı diyorsun?”

 

Kum Sarayı, Anahtarlar, Aç At Kralları. Subaru’nun zihnine yük bindiren pek çok kalıp vardı ama aklının esas takıldığı sonuncusu olan Aç At Krallarıydı.

 

Belki de At Adamı kastediyordu.

 

Shaula bu soruya başıyla onay verdi.

 

Shaula: “O şeyler Ustamın zamanında buralarda yoktu, o yüzden şaşıracağını düşünmüştüm zaten. Temelde Kum Sarayının içinde dolanmakla yetiniyorlar, yani oraya girmedikçe onlarla karşılaşmazsın. Ama o tiplerden biri dışarıda dolanacak olursa gidip hiç acımadan yok etmesini bilirim.”

 

Subaru: “Onlardan çok var mı?”

 

Shaula: “Tonlarca var.”

 

Shaula’nın hiç tereddütsüz verdiği onayı işiten Subaru, gerçekten kalbinin derinlerinden gelen bir tiksinti duydu.

 

At Adam = Aç At Kralının savaşma gücü ve tabii ki görünüşü ile ekolojisi tarifsiz bir tatsızlık uyandırıyordu. Subaru o ırktan yalnızca tek bir yaratık olmasını ummuştu fakat durum böyleymiş gibi görünmüyordu. Shaula bunu belirtmek için “tonlarca” ifadesini kullanmıştı.

 

Meili: “Aç At Kralı….. Bu isme ben de aşi~na değilim. Bir tanesini görmek isteyebilirdim be~lki.”

 

Subaru: “Kes şunu! Bir çocuğun görmesi gereken bir şey değil o…..”

 

Meili: “O-onii-san…..”

 

Subaru, bu düşüncesizce sözleri kullanan Meili’ye oldukça sert bir uyarıda bulundu. Belki de bir Cadı Yaratığı Koleksiyoncusu olarak Meili’de güçlü duygular uyandırmış olabilirdi fakat Subaru, onları resimli bir kitaba eklemek için o At Adamlarla temasa geçmeye kalkmasını tavsiye etmezdi.

 

Shaula da Subaru’yla aynı fikirdeydi.

 

Shaula: “Bence de yapmasan daha iyi. Aç At Kralı boynuzları tekrar tekrar yenilenebilen konseptte bir Cadı Yaratığı, yani diğer Cadı Yaratıklarıyla yaptığın ayarlamayı onunla yapamazsın. Karşına çıkan tüm düşmanları öldür, onların adalet anlayışı bu.”

 

Meili: “Peeeh, anla~dım.”

 

Yaşına uygun bir hareketle surat asan Meili, merakını bastırdı.

 

Bu durum karşısında rahatlayan Shaula ise bir kez daha “ee” diye Subaru’ya hitap ederek,

 

Shaula: “Ustam, bahsetmek istediklerin bundan ibaret miydi?”

 

Subaru: “Aah, şimdilik hepsi b-….. Yo, bekle, hepsi bu değil.”

 

Shaula: “――?”

 

Kafası hala eğik olan Shaula, “Gönder gelsin!” dercesine soruyu karşılamaya hazırlandı. Şimdiye kadar gruba kalbini açtığı düşünülünce Subaru’nun hala temkinli davranması büyük bir samimiyetsizlikti. Fakat bazen ne kadar acı verici olursa olsun kalbinizi taşlaştırmanız gerekirdi.

 

Subaru geleceğe hazırlık yaparak bir şeyler değiştirebilecekse bu da bir şanstı.

 

Subaru: “Shaula, talebim şu: Bana veya yoldaşlarıma herhangi bir zarar verme.”

 

Shaula: “――――”

 

Subaru: “Ustanın emirleri kuleye yaklaşan herkese saldırman şeklindeydi…. Peki ben ne düşünüyorum? İçeri girdiğimize göre artık bu emir sınırlarında değiliz. Artık bize saldırmana gerek yok. Yani bize zarar verme. Hiçbir şekilde zarar verme.”

 

Shaula: “――――”

 

Shaula, tamamen emin olmak adına sözlerini bir kez daha tekrarlayan Subaru’nun karşısında gözlerini kıstı.

 

Onun kısık gözlerinin içine bakan Subaru ise koyu yeşil bir ışıltıya sahip olduklarını gördü. Ve tanıştıkları andan bu yana neredeyse her saniyesini gülümseyerek geçiren Shaula ilk defa derin düşüncelere dalmışçasına gülümsemeyi kesti.

 

Bir süreliğine sessizlik hüküm sürdü. Tuhaf gerginlik nedeniyle nefesini tutan Subaru daha fazla dayanamayarak nefesini bıraktı ve sonra,

 

Shaula: “Mhm, TAMAM. Ustamın verdiği yeni komutu kelimeeee kelime ezberledim~”

 

Subaru: “――――”

 

Shaula: “Ustam?”

 

Bu komutu kabul etme kararı alışının hemen ardından Shaula’nın ifadesi eski uçarılığına döndü. Ve onun bu ani tavır değişimine ayak uyduramayarak gözleri irileşen Subaru’nun yüzünün dibine dek girdi.

 

Gözleri çok yakın mesafeden birbirlerinin gözlerine dikildi fakat Subaru, o yeşil gözlerde herhangi bir aldatmaca veya sahtekarlık bulamadı. Hiç değilse görebildiği kadarıyla yoktu.

 

Subaru: “Senin için uygun mu?”

 

Shaula: “Başka şansım yok ki. Ustam ne derse o. Hem zor bir komut da değil. Şiddet yok, itaat yok.”

 

Subaru: “Komutumu yerine getirecek olman itaat edeceğin anlamına gelmiyor mu?”

 

Shaula: “Bedenimle canının istediğini yapabilecek olsan da kalbimi çalmana izin vermeyeceğim!”

 

Subaru: “Amma da baş belası çıktın…..!”

 

Diyen Subaru, yüzü gerginleşen Shaula’yı bir adım gerilesin diye alnından dürttü. Shaula ise bir “AAUUUUH” sesiyle gerileyerek sırtındaki Meili’nin güvende olmasına rağmen paniklemesine yol açtı.

 

Her halükarda Subaru’nun talebini kabul etmeye hazırmış gibi görünüyordu. Bunun ne kadar işe yarayacağı belirsizdi ama hiç değilse…

 

Subaru: “Onu hayal kırıklığına uğratmadığım sürece sözünü tutacak olmalı.”

 

Beatrice: “Gereken tek şey buysa sorun çıkmayacaktır, doğrusu. Onu hayal kırıklığına uğratacağını düşünüyorsun ama uğratmayacaksın, sanırım.”

 

Subaru: “Beklentilerinin bu kadar yüksek olmasına gerçekten minnettarım ama bu durumda beklentilerinin benim onu hayal kırıklığına uğratmayacağımı düşündüğün kısmı biraz fazla iyimser değil mi? Flugel ne yapardı ki? Kanat mı çıkartayım? Kulağa Almanmış gibi geliyor.”

 

Bahsi açılmışken Subaru, Flugel’i “Kanat” anlamını taşıyan bir Almanca kelime olarak biliyordu.

 

Buradan bir şey çıkmasını beklemiyordu ama yine de şüpheliydi. Her halükarda bu Flugel ismi, Shaula ismiyle birlikte kulağa bir bit yeniği varmış gibi geliyordu.

 

Subaru: “Doğru ya, Shaula. Sana sormak istediğim son bir soru daha vardı.”

 

Shaula: “Neymiş o~?”

 

Yanakları Meili tarafından çimdiklenen Shaula’nın ifadesi tamamen tatsızdı.

 

Bu sırada sırtı Shaula’ya dönük olan Subaru, rahat bir ses tonuyla,

 

Subaru: “Maia, Electra, Taygeta, Alcyone, Celaeno, Asterope.”

 

Beatrice: “…..Subaru?”

 

Hemen yanındaki Subaru’nun bu kelimeleri ezberden sıralayışını işiten Beatrice’in yüzüne karmaşık bir ifade yerleşti.

 

Yalnızca işitildiğinde hiçbir anlam ifade etmemesi gereken bir kelimeler silsilesi gibiydi.

 

Tabii ki o kelimelerin dördünü yakın zamanda işitmişlerdi ama öyle pat diye ezberlenecek kadar kolay kelimeler değillerdi.  ――Çünkü yabancıydılar.

 

Subaru: “Tüm bunlar, yukarıdan aşağıya bu Pleiades Gözcü Kulesinin….. Eee, yani Büyük Pleiades Kütüphanesinin katlarının isimleri, değil mi?”

 

Shaula: “Doğru~”

 

Subaru: “Öyleyse Merope nerede?”

 

Shaula: “――――”

 

Shaula Subaru’nun sorusu karşısında bir kez daha sessizliğe büründü. Fakat bu seferki sessizlik öncekinden farklıydı, tamamen gafil avlamanın sebep olduğu bir şaşkınlık sessizliğiydi.

 

Nefesinin kesilişinin doğurduğu belli belirsiz sesi duymak mümkündü; bu sayede Subaru, gerçeğe parmak bastığına hükmetti.

 

Beatrice: “Subaru, ona ne sordun öyle, doğrusu? Merope de ne anlama geliyor, sanırım?”

 

Subaru: “Yedi kız kardeşin sonuncusunun ismi. Pleiades’te sonuncusunun olmaması tuhaf.”

 

Katlar birden altıya kadar altı isim almıştı. Fakat bu motifi takiben yedi kız kardeş bulunuyordu―― Yani yedinci ismin verildiği bir kat da olmalıydı.

 

Subaru: “Yedinci Kat yoksa….. bir Zemin Kat olmalı sanırım.”

 

Shaula: “Bir Zemin Kat var. İsmini Ustam vermişti, yani bu çok normal…… Ama orası Ustamın gidişinin ardından yapıldı, yani nerede olduğunu bilmiyor olmalısın.”

 

Shaula, Subaru’nun tahminini boğuk bir sesle yanıtladı. Subaru yanındaki Beatrice’in şaşırıp irkildiğini hissedebiliyordu fakat kurumuş dudaklarını yalayarak gözlerini kıstı.

 

Gizli bir şeyi bulmanın doğurduğu başarı hissinden eser yoktu. Sonuçta bu, Subaru için gizli bir şey değildi.

 

Subaru: “Birinci Kat en üst katsa Zemin Kat daha da mı yukarıda? Yani o kata girmek için………”

 

Shaula: “――Hayır.”

 

Shaula, oraya girme konusunda kendisini sorgulamak üzere olan Subaru’nun sözünü hızlıca kesti. Onun ses tonundaki kuvveti hisseden Subaru ise kaçamak bir bakış attı ve bunu yaptığında Shaula’nın yüz ifadesinin değişmemiş olduğunu gördü.

 

Hala dürüst bir havayla gülümsüyordu. Lakin gözlerine belli belirsiz bir yalnızlık yerleşmişti.

 

Shaula: “Henüz şartları karşılamadın. Ustam yolculuğunun ortasında beni görmeye geldi ve bu da beni mutlu etmeye yetti. Bu yüzden Zemin Kata hayır.”

 

Subaru: “――――”

 

Ses tonu değişmemiş olsa da araya bir tuhaflık hissettirecek kadar sağlam bir duvar örülmüştü.

 

Birkaç dakika önce verilmiş olan söz ve Subaru’yu iliklerine dek sarsabilecek kapasitede yayılan tehdit, Shaula’nın doğurduğu tehlike hissini şiddetle aşılıyordu.

 

Bu nedenle Subaru, onu bu mekanla ilgili sorgulama işine bir son verdi.

 

Subaru: “Anlaşıldı. Bu saçmalıklardan daha fazla bahsetmeyeceğim. Önceki sözümüze sadık kalalım.”

 

Shaula: “Anlaşıldı tamam~ Bu sözü tutacağım~ Bu sözü çok iyi tutacağım~”

 

Shaula az önceki etkileşimi unutmuşçasına mutlu mesut sırıttı. Subaru ise arkasından gelen neşeli sesi işiterek derince bir iç çekti.

 

Beatrice: “Subaru, çok fazla gelmeye başlarsa söyle, tamam mı?”

 

Subaru: “Mhm, tamam. Yalnızca aklımda çok şey var.”

 

Beatrice’in endişe dolu sözlerine karşılık güçsüz bir gülümseme sunduktan sonra şefkatle kafasını okşadı. Bunu yaptığı vakit Beatrice tek kelime edemiyordu ama bu, aynı zamanda Subaru’nun kendisini de yatıştırmak için yaptığı bir hareketti.

 

Flugel’in anormalliği Shaula ile yaptıkları konuşmada bariz hale gelmişti. Büyük bir mesele değildi. Subaru da aynıydı.

 

Subaru, Al, Hoshin ve Flugel.

 

Bu dünyada var olmaması gereken bilgileri taşıyan ve gösterişli bir şekilde ardında bırakan biri. Evet, hiç şüphesi yoktu, Flugel de kendisiyle aynı yerden gelmeydi.

 

Subaru: “Yüzyıllar önce, ha?”

 

Bu meseleye uzuuun uzun kafa yoran Subaru, sertçe kafasını kaşıdı.

 

Bu farklı dünyada ne hissetmiş, ne düşünmüş, ne hedeflemiş, ne aramıştı――

 

“Bilge” isminden feragat etmiş görünen ve bir ağaç diken bu adam ne arzulamıştı?

 

Tüm bunları düşünen Subaru, onun hala bu dünyada yaşayıp yaşamadığını da merak ediyordu.

 

Derken Subaru’nun arkasından――

 

Shaula: “Ustam.”

 

Subaru: “Mhm?”

 

Rahat bir tonlamayla Shaula’nın sesi yükseldi. Adımlarını duraksatmayan Subaru, yalnızca kafasını çevirerek Shaula’ya döndü. Shaula da birazcık utangaç bir şekilde Subaru’yla göz göze geldi.

 

Ve gerçekten keyif dolu görünen bir gülümsemenin süslediği ifadesiyle,

 

Shaula: “Evine yeniden hoş geldin, Ustam. ――Bu Shaula, “Büyük Bilgin” Flugel’in dönüşünü tüm kalbiyle bekliyordu.”

 

#Bu bölüm aralarda pek çok bilgi geçti. Akrep kuyruğu, yedinci/zemin katın varlığı, Shaula’nın tepkisinin değişişi, anahtarlar, karşılanmayan şartlar ve daha niceleri... En azından Subaru geçen bölümde bizi sinir ettiği şeye devam etmedi ve bir şeyler öğrenmeye çalıştı. Burada öğrenilmesi gereken daha çook şey varmış gibi ama ne kadarını öğreneceğimiz muamma tabii… Hadi bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr