Kendisini Julius’tan kurtarıp desteksiz bir şekilde ayağa kalkan Subaru, yüzünü *“Sınavına” çevirdi. (Genel olarak sınav daha uygun olacağı için artık yargılama yerine sınav kelimesini kullanacağım.)
Subaru’nun gözlerinin önünde, dokunduğu Monolitin gövdesinden başlayarak beyaz genişlik boyunca yayılan sayısız Monolit taklidi uzanıyordu. Dürüst olmak gerekirse saymaya çalıştığında sıkılıp bunalacağı kadar çoklardı.
Subaru: “Bahsettiğin “Sınav” buydu….. değil mi, Shaula?”
Shaula: “Öyle görünüyor, değil mi? Ustamın gücünü gösterişini görmek istiyorum!”
Subaru: “Grupça içkili bir partiye gelmişiz gibi konuşmaya başlamasana…..”
Daha önce hiçbir içkili partiye katılmamış olsa da o ortamlarda böyle sohbetler geçiyor olmalıydı.
Subaru, neşeli mizacıyla kendisine tezahürat eden Shaula’nın ardından odaya bakındı. Zemin hala mesafeyi ve yüksekliği ayırt etme yeteneklerini ellerinden alacak şekilde beyaza bürünmüş haldeydi.
Yaşanan tek değişiklik mekana yayılmış olan Monolitlerdi fakat onlar da ilkinden pek farklı görünmüyordu. Ebatları arasında ufak bir farklılık varmış gibi dursa da her biri yapıldıkları tuhaf materyal ve havada süzülüşleriyle birebir aynıydı.
Subaru: “Bunlar dışında ipucu olarak verilen şeylerden bahsedecek olursak, şu az önceki şey var.”
Monolite dokunduğu anda beyninin içerisinde yankılanan sesi anımsıyordu.
???: “――Shaula’nın yok ettiği kahramanların en parlağına dokun.”
Ses kulak zarları aracılığıyla iletilmemiş, daha ziyade doğruca kafatasının içerisindeki beynine fısıldanmış gibiydi; buna yakın bir şeydi. İşittiği şey bir ses değildi, yani genel olarak “birinin sesi” olma konsepti bu durumda işlemiyordu.
Başka bir şekilde dile getirecek olursa o kelimelerin aklına gelen bir cümleymişçesine beynine sıkıştığını söylerdi. Düşüncelerin sesi olmazdı. Dolayısıyla o sesin kime ait olduğunu anlayamazdınız. İlla birine ait olacaksa kişinin kendine ait olurdu.
Subaru: “Duyulan o ses sınav sorusuydu, değil mi? Eğer öyleyse…..”
Julius: “Subaru, düşüncelerine çomak soktuğum için üzgünüm ama söylemem gereken önemli birkaç şey var. Bunları dinledikten sonra devam etmenin bir sakıncası olacağını sanmıyorum.”
Daha az önce gerçekçi bir şaka yapmış olan Julius, kafasını zorlayan Subaru’ya böyle söyledi. Aşağı inen merdivenlerin yakınlarındaki Emilia ve geri kalanlar Monolitin etrafında çember olmuştu. Hepsi de kafası karışık görünüyordu. Subaru herkesi yanına toplayan Julius’a onaylayıcı bir şekilde omuz silkerek, “Oh?” dedi.
Subaru: “Öyle mi? Hepiniz ben uyurken şansınızı denemiştiniz. Herhangi bir ilerleme kaydedebildiniz mi?”
Julius: “Sanırım ilerleme kaydettik diyemem. Neyse. Subaru, lütfen taş tabakaya dokunmaya çalış…… Yani şuradaki “Monolite”.”
Subaru: “Bu seni o kadar mı mutlu ediyor? Eh, peki madem…..”
Subaru, tabakaya Monolit deme fikrine sadık kalan Julius karşısında gözlerini kısarak sağ eli doğrultusundaki Monolite doğru yürüdü. O tabaka, orijinal Monolitin taklitlerinden biriydi. Yaklaştıkça orijinalinden birazcık daha küçük olduğunu görebiliyordu.
Subaru: “Ya bir tuzaksa ve dokunduğum anda kollarımı yutarsa?”
Beatrice: “Sorun yok, doğrusu. Böyle bir şey olursa Betty ömrünün geri kalanı boyunca senin sağ kolun olur, sanırım.”
Emilia: “Ah, öyleyse ben de Subaru’nun sol kolu olurum. İçin rahat olsun.”
Subaru: “Böyle bir şeyin olacağını varsayarsak iki kolumu da kaybedeceğim ama!”
Beatrice ve Emilia’nın rahatlatıcı taahhütleri sonrası Subaru, cesaretini toplayarak elini Monolite uzattı. Aslında başlı başına dokunma eyleminden yana bir endişesi yoktu.
Yoldaşları bunu yapmasını önerdiğine ve onu durdurmadıklarına göre güvenliğinden şüphe duymasına gerek yok demekti. Asıl mesele Moolitin kendisinin taklitlerini yaratışında olduğu gibi gerçeği gizliyor olma ihtimalleriydi――
Subaru: “Oh?”
Hala gerginlik dolu olan Subaru’nun parmak uçları Monolite dokunur dokunmaz siyah tabaka öyle kuvvetle ışıldadı ki neredeyse gözlerini kör edecekti. Öyle ki parlaklık, nefesini tutmasına ve anında koluyla yüzünü örtmesine yol açmıştı.
Işık silindiğinde Subaru’nun gözlerinin önünde kalan şey ise…
Subaru: “Ha? Monolit nereye gitti?”
Shaula: “Hehehe, arkandaaaaa Ustam.”
Subaru: “Arkamda mı…..?”
O ışıltının ardından Subaru, önünde olması gereken Monolitin yokluğunu teyit etti. Ve bu yaşananlar karşısında afallamış şekilde arkasına dönerek anlamsızca zafer nidaları atan Shaula’ya baktı.
Etrafına, merdivenlerin ön kısmına―― başka bir deyişle orijinal Monolitin durduğu yere bakındığındaysa ilk Monolitin bir başına orada durduğunu gördü. Geri kalan tüm tabakalar odadan kaybolmuştu.
Subaru: “Başka bir deyişle…… bunun anlamı nedir?”
Julius: “Her şeyin ilk haline döndüğü anlamına geliyor. Özetle “Sınavda” batırmışız gibi görünüyor”. Tabii ki.…..”
Hüsrana uğrayan Subaru’nun yanından birazcık uzaklaşan Julius rahatça orijinal Monolite ilerledi. Ve sonra da elini uzatıp yüzeyine dokunuşunun hemen ardından zihinlerinde o ses yankılandı――
???: “――Shaula’nın yok ettiği kahramanların en parlağına dokun.”
Bir kez daha önlerine çıkan mücadeleyle birlikte orijinalin taklitleri olan Monolitler aynı güçle odanın her yerine yayıldı. “Sınav” böylece yeniden başlatıldı.
Başka bir deyişle bu, onların “İkinci Şansı” idi.
Subaru: “Anlıyorum. Bu, bir yanıt bulana dek istediğimiz kadar düşünebileceğimiz anlamına geliyor olmalı.”
Julius: “Şu anki tahminimiz bu yönde. İşte bu Monolit karşımızda duruyor ama şunu söyleyebilirim ki diğer Monolitlere rastgele dokunduğumuzda bile…. Bir sonuç almayı başaramadık.”
Subaru: “Ah, kaba kuvvet uygulamayı denediniz bile yani?”
Subaru Julius’un yumuşak konuşma tarzını dağıtırken onun bu açıklamasını duyan Emilia ve Meili ikilisi bundan utandıklarını gösteren bir ifadeyle kafalarına vurmaya başladı.
Tek tek her birine dokunup denemeye çalışma taktiğini kesinlikle denemiş gibi görünüyorlardı. Öyle ya da böyle kandırmaca başarılı olmamış olmalıydı.
Subaru: “E bu bir “Sınav” sonuçta. Yani problemi çözmeli ve yanıtını o şekilde vermeliyiz.”
Julius: “Sınavın sahibi olan kişi rastgele yanıtlarımızı pek takdir etmiyor gibi görünüyor.”
Subaru: “Aynen, öyle herhalde. Yani bildiğin her şeyi kağıda dökmedikçe puan vermeyen ve yalnızca yanıt sütununa yanıtları karalamana izin vermeyen bir Sensei gibi. Hile karşıtı önlemlerin hızla devreye girdiği de kesin.”
Nasıl ulaştığınızı göstermeksizin bir yanıta ulaşmanız ya hile yaptığınızı/kopya çektiğinizi ya da içinize öyle doğduğunu gösterirdi. Subaru sıklıkla, İlkokula dek, içgüdülerine dayanarak yanıt bulduğu problemlere denk gelmişti fakat Matematiğin ana noktası problemin nasıl türetileceğini öğrenmekti, ister istemez tekrarını doğurmak değil.
Bir keresinde İlkokuldaki çalışmalarında açıklıktan yoksun olduğu not edilmişti ve bu konunun canını ne kadar sıktığını anımsıyordu fakat――
Subaru: “Onca zaman sonra bakıyorum da Senseim haklıymış sanırım…”
Anastasia: “Hala düşüncelere dalmış haldeyken araya girdiğim için üzgünüm ama senin sıran geldi. Hadi gerçekliğe dön, dön bakalım.”
Subaru: “Ha, ah, oh, pardon. Ama senin sıran derken ne kastediyorsun?”
Anastasia gerçekliğe geri dönerek gözleri parlayan Subaru’ya böyle söyledikten sonra sırtına hafifçe vurdu. Subaru onun bu sözleri karşısında kafasını eğerken geri kalanlar da birbirlerine bakarak mırıldanmaya başladı.
Her biri aynı şeyi söylüyordu, toparlanıp kelimelere dökülmüş halleriyse şuydu―― “Shaula’nın yok ettiği kahramanı bulma işi Subaru’ya kaldı”.
Emilia: “Biz Subaru uyanana dek “Sınavda” defalarca şansımızı denedik. Ama bu kız o sırada bize Shaula olup olmadığını bile söylememişti.”
Beatrice: “Bizim gözümüzde Shaula “Bilge” idi, doğrusu. Onun Gümüş Sikkeye çizili kişi olduğunu düşünüyorduk, yani bu kadınla Shaula’yı bağdaştırmamıştık, sanırım.”
Her ikisi de o ana dek Shaula’nın hikayesini işitmemiş olan Emilia ve Beatrice’in yanıtları bu şekildeydi.
Subaru uyandı uyanalı Shaula’nın kendisiyle tipik bir arkadaşlığın belirtilerinden çok uzak, fazlasıyla aşinalık içeren bir şekilde iletişim kuruşuna tanık oluyordu, dolayısıyla onun arkadaşlarına herhangi bir şey söylemeyi reddettiğine inanmakta zorlanıyordu. Ancak kuledekiler karşısında çenesini kapalı tutmak zorunda olduğu için onlara hiçbir şey söylememesi doğaldı, yapacak bir şey yoktu.
Gerçi buna rağmen Subaru’nun hala endişeleri vardı.
Shaula dilinin mührünü açmış ve bu konularda konuşabilir hale gelmişse…
Subaru: “Sanırım sormamdan zarar gelmez. Hey, Shaula. Eğer bilgin varsa bana yok ettiğin kahramanla ilgili her şeyi anlatabilir misin lütfen?”
Shaula: “O işi bana bırakın. Ama öldürdüğüm tüm tiplerin isimlerini hatırlamak gibi bir şey ikinci sınıf işi… Ben bir birinci sınıf olduğum için deeeeeee 100 puanın ötesini hatırlamıyorum.”
Subaru: “Tabii ki böyle söyleyecektin!”
Shaula başparmağını kaldırarak göz kırptı. Bu enerjik yanıtı alan Subaru ise dizini dövdü.
Tam da beklediği ve korktuğu gibi aklı havada Shaula’ya yaraşır bir yanıt almıştı.
O ana kadarki sözleri ve tavırlarını düşününce böyle olabileceğinden şüphelenmişti. Evet, “Shaula’nın yok ettiği kahraman” sorusunun yanıtını bilmesi en muhtemel kişinin böyle bir şeyi hiç hatırlamıyor olmasına ihtimal vermişti.
Julius: “Ama bu işi burada bırakırsak hiç ilerleme kaydedemeyiz ki. Bayan Shaula, gerçekten hiçbir şey hatırlamıyor musun? Ufacık minicik bir detay bile olur.”
Shaula: “Söylemesi kolay. Ben yaaaaaalnızca kuleye yaklaşan herkese Hell’s Snipe uyguladım ve cesetlerini de dışarıdaki Cadı Yaratıkları temizledi.”
Anastasia: “Tamam ama bu biraz tuhaf değil mi? İlk etapta kulenin bilgisini açığa çıkartıp çıkartamayacağımızı görmeye yönelik bir “Sınav” olabilir mi? Shaula-san’ın kuleyi koruma görevinin başlangıcının ardından yaşanan bir şeyi göstermemizi gerektirdiği için bu, tuhaf bir olaylar dizisi olurdu.”
Shaula hiçbir fikri olmadığını söyleyip surat assa da Anastasia bu sözlerin altındaki yersizlik hissine işaret etmişti. Shaula dışındaki herkes “Anlıyorum” sözleriyle bu fikre katılmış görünüyordu. Elbette kuledeki sorunun onun kuledeki görevine başlayışı sonrasındaki bir şeyi temel aldığını hayal etmek zordu. Öyleyse doğal olarak bahsi geçen “Shaula’nın yok ettiği kahraman” olayı kulenin inşasından önceki zaman periyoduna ait olmalıydı.
Beatrice: “Başka bir deyişle senin insanlara rastgele ateş etmenden öncesinden bahsediyor, doğrusu. Hadi ama, hatırlasana, sanırım. Aldığın tüm vitaminler kalçalarına ve göğüslerine gitmiş, hafızana bir şey kalmamış, doğrusu.”
Shaula: “Bu görünüm Annem tarafından seçildi bir kere~. Amaama, “Hatırlıyorum!” dersem dürüst davranmış olmam. Kulenin inşasından önce dediniz, değil mi?”
Emilia: “Evet, öyle. Kulenin inşasından önce. O sıralarda birini öldü…..yani yok etmiş olabilir misin acaba?”
Shaula’yı ortalarına almış şekilde merdivenin yakınlarında toplanan grup, çaresizce o kızın anılarını uyandırmaya çabalıyordu. Fakat tüm o beklentilerin tadını çıkartan Shaula, başarılı olduklarına dair herhangi bir işaret vermeyerek bir “Ahiiin” sesiyle homurdanmakla yetiniyordu.
Subaru: “400 yıl öncesinden beri buralarda olduğun doğru mu yanlış mı? O zamanlarda yaşayan birkaç kayda değer isim saysam, onlardan 2 3 tanesini öldürmüş olamazsın herhalde, değil mi?”
Shaula: “Ustam, sen benim hakkımda böyle bir şey mi düşünüyorsuuunnn? Ben çiçeklerle ilgilenmekten hoşlanan bir genç kızım, bunu biliyorsun.”
Subaru: “Genç kız değil de genç kurt diyelim biz ona.”
Emilia: “Subaru, az önceki konuşma tarzının çok kaba olduğunu düşünüyorum. Hatırlamak istemiyorsa onu sıkıştırmana ve zorlamana…..”
Subaru: “Emilia-tan, nezaketin mükemmel, en iyi özelliğin bu ama bu kadın ne kadar şımartırsan o kadar işe yaramaz geliyor, sence de öyle değil mi!? Bence öyle! Çünkü ben de aynıyım!”
Emilia kararlılıkla göğsünü şişirerek böyle söyledi. Fakat Shaula’nın hatırlamama sebebi hatırlamak istememesi değil, hafızasının bunu yapamayacak kadar kötü olmasıydı.
Aralarından birinin hatıralarla ilgili çok sayıda zorlu sorunu olduğu için Subaru’nun hassasiyetle halletmek istediği bir meseleydi fakat söz konusu Shaula olunca işler değişiyordu.
Subaru: “Sonuç olarak rastgele isimleri sıralasam sorun olmaz, değil mi? Yine de cevabı sağlayan olsa bile Monolitlerde nasıl bir tepki uyandıracak bilemiyorum.”
Anastasia: “Kesinlikle Natsuki-kun’un söylediği gibi. Yanıtı bulsak bile “En Parlak Olana” nasıl dokunabileceğiz acaba?”
Dokunduğu Monolitin ortadan kalktığı ve “Sınavın” başarısız olduklarına hükmetmiş gibi göründüğünü düşününce yanıtlarının final formunun muhtemelen “Doğru Monolite dokun” şeklinde olacağını tahmin edebiliyordu.
Öyleyse mesele “Doğru Monoliti” nasıl bulacaklarıydı. Ve Subaru’nun Shaula’nın anılarını kurcalasalar bile bu cevabın netleşeceğini düşünmediği söylenebilirdi.
Meili: “A~ma sonsuza dek düşünsek bile bir ilerleme kaydedemeyeceğiz, haksı~z mıyım? Çıplak Onee-san işbirliğine son de~rece açık olduğuna göre ona~ sorsak da olur bence.”
Hala Shaula’nın çıplak omuzlarına tutunmakta olan Meili, ne yapacakları konusunda bocalayan yetişkinlerin sohbetine daldı. Bir yandan bıkkın bir surat ifadesiyle Monolit grubuna bakıyor, bir yandan da Shaula’nın akrep kuyruğuyla oynuyordu.
Meili: “Ortada mi~nik Cadı Yaratıkçıkları yok, ile~rleme yok ve burası gerçekten hiç eğle~nceli değil. İşleri birazcık hızlandırın, Kö~şke geri dönmek istiyorum.”
Herkes: “――――”
Hiç kimse Meili’nin sözlerine ne cevap vereceğini bilememişti. Bunu takiben Meili, kafasına hafifçe vuran Subaru’ya dönerek “Ne va~r?” dedi.
Meili: “Ne oldu a~caba?”
Subaru: “Yok bir şey, ben de seninle aynı fikirdeyim. Haklısın. Burası cehennem gibi kumlu ve üstüne üstlük dışarıda bir sürü korkutucu Cadı Yaratığı dolanıyor. Bir an önce işlerimizi halledecek, problemlerimizi çözeceğiz….. Rem’i uyandıracak, ihtiyaç duyan insanları kurtarmanın bir yolunu bulacak ve buradan tüyeceğiz.”
Bir şeyleri denemeden önce endişeye kapılmak, değerli bir zamanın kaybıyla sonuçlanırdı. Subaru’ya kalırsa “Sınav” son derece kötü niyetli biri tarafından hazırlanmıştı ve şu anda doğrudan onun eline oynuyorlardı.
Shaula: “Ustam, Ustam. Şu ufaklığın hemen yanında kolay okşanır bir kafa olduğunu biliyorsun.”
Subaru: “Daha önce de söyledim ya. Sen de benim gibi şımartıldıkça bozulan tiplerdensin. Bu yüzden bundan sonra Spartalı yolu izleyeceğiz. Hadi lanet olasıca kafanı çalıştır da hatırla.”
Shaula: “Zorunda mıyııımm?”
Memnuniyetsizce yanaklarını şişiren Shaula’nın suratı tamamen asılmıştı. Fakat saniyeler sonra her şeyi unutmuşçasına bir ifadeyle mırıldanmaya başlayacağı için onunla baş etmek kolaydı.
Julius: “E öyleyse bizim genç leydimiz de aynı şeyi istiyor. Peki kararsızlık etmeden önümüzdeki olasılıkları test etmeyi deneyelim mi?”
Anastasia: “Mhm, bu muhtemelen iyi bir fikirdir. Defalarca başarısız olsak bile bir sorun olmayacağını bilmek rahatlatıcı. Hayatta çoğu kez tek seferde sonuca bağlanan şeylerle karşılaşılır…… Yani bu seferki bayağı cömert bir problem, sizce de öyle değil mi?”
Harekete geçme bahsini açan kişi Meili olsa da Julius ve Anastasia da onunla hemfikirdi. Yani bir kez daha “Shaula tarafından yok edilen ve unutulan Kahramanı” hatırlatma vakti gelmişti.
Subaru: “Şimdilik hatırladığın bir isimle başlayalım……Evet. Ah, Reid’e ne dersin? O herif ilk “Kılıç Aziziydi”; onu öldürmüşsündür, değil mi?”
Shaula: “AIIIIIIIIIIIIIEEEEEE!!”
Meili: “GYAAAA!”
Subaru: “Third Base Cleanup” (Beysbol referansıymış ama hiç bilgim olmadığı için yanlış çevirmek istemedim. Bilen varsa söylesin lütfen.)
Subaru’nun umursamazca bu ismi ortaya atışının hemen ardından Shaula tiz bir çığlık atarak geriye sıçradı. Subaru da momentuma dayanamayarak yere düşmekte olan Meili’yi yakalamak adına oraya atıldı.
Subaru’nun Meili’yi güvenle yere indirişinden sonra odanın uzak bir noktasına sıçramış olan Shaula, göze iyice küçülmüş göründü.
Subaru: “Hey! Affedersin! Neden böyle davrandığını gerçekten bilemiyorum ama geri dön hadi!”
Shaula: “Lü-lütfen böyle korkutucu şeyler söyleme. Ustam gerçekten kaba biri. Daha kötüsü yok. Genç bir kadının acısı. Bir sorumluluk meselesi.”
Anlamsızca şeyler geveliyor olsa da geri çekilirken sesi hafiften titriyordu. Sert davrandığı kesin olsa da aslında öyle biri değildi. Şüphesiz ki böyle davranmasına sebep olan şey hissettiği korku ve dehşetti.
Doğal olarak bu korkunun ardında tek bir sebep olabilirdi.
Subaru: “Hah, İlk “Kılıç Azizi” o kadar mı korkunç biriydi?”
Julius: “Ne aptalca. Reinhard, Wilhelm-sama ve diğerleri Astrea Ailesinin atasına layık saygıdeğer bireylerdir. O yalnızca kılıçta yetenekli değildi, karakteri de harika bir adamdı. Elbette sağda solda Reinhard ve diğerleriyle örtüşmeyecek şekilde inatçı olduğuyla ilgili bazı hikayeler dolanıyor ama…… Öyle değilse bu Astrea Ailesi tarihinin şu anki nesle dek çarpıtılarak geldiği anlamına gelmez mi?”
Subaru: “Hayır aslında, ama tarihi aydınlattıkça ve önde gelen devlet adamlarının bakış açısı değiştikçe Japon Tarihinin de yeterince acımasız olduğu görülüyor. Bununla kıyaslayınca burada bir kesinlik üzerine konuşmaya başlayamayız diye düşünüyorum…..”
Julius: “Ulu Tanrım, bu tarz bir konuşmaya girmeyelim lütfen. Peki. Canlı tanık olarak Shaula’yı konuşturabilirsek hikayeyi netleştirebiliriz. Hadi şimdi onu dinleyelim.”
Julius, Shaula’nın tepkisi doğrultusunda Reid’in mizacıyla ilgili bir tahminde bulunan Subaru’ya muazzam bir şevkle yanıt vermeye başlamıştı. Ve daha da kötüsü kendi fikrini savunmaya çalışan Subaru’yu bir kahkahayla baştan savarak işleri sonlandırmıştı.
Subaru çok uzun zaman üzerine bir kez daha ilk defa Kraliyet Seçiminde gördüğü o gösterişli, ukala şövalyeyi az da olsa görebilmişti. Artık o zamanki tavrının onun kötü adamı oynama şekli olduğunu biliyordu. Yine de onu bu şekilde her görüşünde hala o ilk karşılaşmalarında olduğu kişi olduğu izlenimine kapılıyordu.
Her halükarda,
Julius: “İlk “Kılıç Azizi”, Reid Astrea ile ilgili izlenimlerin. Bayan Shaula, bize onunla ilgili samimi izlenimlerini anlatmanı isteriz.”
Shaula: “Beş para etmezin tekiydi.”
Julius: “Onunla ilgili samimi izlenimlerini anlatmanı isteriz.”
Subaru: “Hiçbir şey söylememiş gibi davranmasana!!”
Subaru, bu uygunsuz haberi duymazdan gelmeye çalışan Julius’u omzundan dürterek gerçekleri kabullenmeye zorladı. Ve yüzünde sıkkın bir ifade olan Shaula’ya parmağını doğrultarak devam etti.
Subaru: “Hey, dinle. Geçmişle ilgili bilmek istediğin gerçekler burnunun ucunda. O kız tüm bunların canlı tanığı. Hadi devam et, kılıçta yetenekli ve asil ruhlu Reid Astrea hakkında dilediğince hikaye anlat.”
Julius: “……Olağanüstü bir yeteneğe sahip olanların özgüveni de öyle ya da böyle yüksek olur. Bu yerden yere vurulması değil, gururlanılması gereken bir şeydir. Tarihin kaydettiği en büyük kılıç ustasıysanız böyle davranmanız bile, eh, o zamanki durumu hesaba katınca uygun olacaktır――”
Subaru: “Seni ilk defa bu kadar çaresiz görüyorum.”
Julius da kendisinin kulağa hiç de ikna edici gelmediğini düşünürcesine heyecana kapılmış durumdaydı.
O ana dek delice sevdiği tarihin ihanetine uğrayan Julius’u bir kenara bırakırsak Shaula’nın ağzından dökülen “Reid Astrea’nın Gerçeklerinin” sonu yokmuş gibi görünüyordu.
Shaula: “Aman, neyse, iğrenç bir adamdı işte. Kural tanımaz, asi bir veledin yetişkin versiyonu gibiydi ve güçsüzlere zorbalık etmeyi severdi. Ya da o insan ziyanının bakış açısından bakacak olursak hemen hemen tüm rakipleri güçsüz olduğu için karşısında kimi bulursa bulsun zorbalık ederdi diyebiliriz. Bana da çooook yapmışlığı var.”
Emilia: “Ama bu kadar güçlü olmana rağmen sana bile defalarca zorbalık etmeye nasıl devam etti? Ah, gerçi tüm bunlar 400 yıl önce yaşandığına göre o zamanlar henüz küçüktün herhalde?”
Shaula: “Ben dooooğdum doğalı böyleyim. Yani şimdiyle o zaman arasında hiiiiiç değişim göstermedim ama….. O şey alışılmışın dışındaydı. Tam bir bok parçasıydı.”
İnsan ziyanı, bok parçası derken geçmişteki kahraman acımasızca değerlendiriliyordu.
Pek çok nefret dolu hatırası gün yüzüne çıkıyor olacaktı ki Shaula’nın tavrındaki karanlık kaybolmuyordu. Zamanında kendilerine zorbalık edenleri anımsayan herkesle aynı şeyi yaşıyordu.
Shaula: “O bok parçasını sürekli akılda tutmak gerek. Zorba unutsa bile zorbalığa uğrayan asla unutmaz ve bu herkesçe bilinen bir gerçektir…..”
Subaru: “Reinhard örneğinden sonra gerçekten pek şaşırmadım ama seni devirmek için bayağı canavar olmak gerek ve Reid Astrea da onlardan biriymiş demek ki.”
Shaula: “Cidden ondan kötüsü yoktu. Ama her on çarpışmamızdan birinde onu iki elini birden kullanmaya zorlamayı başarıyordum.”
Subaru: “……Anlıyorum.”
Subaru’nun verebileceği tek yanıt buydu. Her on çarpışmadan birinde rakibini iki elini kullanmaya zorlayıp galibiyet alamamakla çıtayı yüksek mi tutuyordu yoksa düşük mü acaba?
Subaru Reinhard’ı yüz seferden birinde bile iki elini birden kullanmaya zorlayamayacağını biliyordu, yani Shaula’nın böyle bir mücadele verebilmesinin bile yeterince sağlam bir başarı olduğunu kabul etmek zorundaydı.
Subaru: “Neyse, şimdi Reid’i sorgulamaya bir son verelim. Onu yok etmediysen bu sorgulamalar oldukça anlamsız.”
Julius: “――. ――――. Katılıyorum. Öncelik vermemiz gereken başka şeyler var.”
Subaru: “Şu yaptığınla vakit kaybetmedin mi?”
Subaru, bunun akademik bir ilgi mi yoksa basit bir hobiden kaynaklı bir merak mı olduğunu bilemese de şimdilik Julius’un bir işe yaramayabileceğine hükmetmişti.
Hayalleri paramparça olan Julius adına üzülse de maalesef ki şu anda Reinhard’ın atasını umursaması için herhangi bir sebep yoktu. Zaten daha en başta Reinhard, soyunun harikalığından bağımsız olarak fazlasıyla harika biriydi. Hiç değilse “Babasının” mizacını düşününce Reinhard’ın muazzamlığından emin olabiliyordu.
Subaru: “Öyleyse söz konusu kahramanın kim olduğuna dair tüm spekülasyonları onu en iyi tanıyan kişiye bırakalım.”
Julius: “Anlaşıldı. Tüm mütevazılığımla kabul ediyorum.”
Subaru: “Senden bahsetmiyordum ama olur tabii. Buyur bakalım. Beako, sen de yardım et.”
Beatrice: “Tamamdır, doğrusu.”
Gönüllü Julius olunca Subaru, işi ona bırakmıştı. Ve 400 yıllık bilgileriyle böbürlenen Beatrice’i de yardımcısı olarak atamak ideal olmuştu.
Emilia: “Öyleyse biz ne yapalım?”
Subaru: “Etrafa daha yakından bakınalım.”
#Bu bölümden çok keyif aldım ya, aralarda bayağı komik noktalar vardı bence. İlk Kılıç Azizinin bu kadar kötü tasvir edilmesi ve Shaula’nın 400 küsür yıl önce ‘doğdu doğalı aynı olması’ ilginçmiş. Bir de akrep kuyruğu detayı vardı zaten. Shaula nasıl bir canlı merak ediyorum doğrusu. Ama ben merak ediyorum diye hemen spoiler vermeyin lütfen. Sonra dayanamayıp bakıyorum tadı kaçıyor :D Hadi bakalım, yeni grup dağılımıyla birlikte problemleri çözmeye çalışmak için bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..