――Bir kadın vardı, bir başına.
Eziliyordu; onu sevmesi gereken ailesi, klanı, ırkı tarafından. Hepsi tarafından küçümseniyor, hepsi onu dışlıyordu.
Doğmadan önce ona yüklenmiş beklentiler vardı. Maalesef doğumu onların gözünde bir haine dönmesine yol açmıştı.
Geriye kalan üzüntü ve hayal kırıklığıydı, ona bahşedilen şey yalnızca küçümseme ve alaydı. Sahip oldukları bundan ibaretti.
Klanının büyük bir arzusu vardı. Eski ihtişam ve refahlarının sembolünün geri dönüşü adına tanrı dedikleri kurucularının ikinci defa gelişi.
Kadın, onların kullandığı her türlü gizli sanatın, insanlık dışı vahşetin, akıl sır ermez şeylerin, ihlal edilen tabuların meyvesiydi.
Lakin kadının doğumu kıymetli arzularına ihanet etmiş ve klan, kadını hayal kırıklığı ve çaresizlikle birlikte terk etmişti.
Klan Üyeleri: “Bir yerlere git, orada yaşa ve öl. Günahının bedeli bu.”
Ailesi, ırkı tarafından terk edilen kadın, henüz bir çocukken ortalığa salınmıştı.
Hayatta kalmak için hiçbir yolu olmadan salınan çocuğun hayatta kalamaması gerekiyordu.
Fakat o yolların eksikliğine rağmen hayatta kalacak güce sahipti.
İronik bir şekilde bu, klanlarının kıymetli arzusuna, ihlal edilen tabulara ve suçlara ihanet eden şeyin başarısı, şöleniydi.
Kelimelere yabancı, bilgilerden yoksun halde yalnızca içgüdüleriyle hareket eden kadın, salındığı arazilerde uzun bir yaşam sürmeyi başarmıştı.
Yaratıkları öldürerek, yaşam kaynaklarını yudumlayarak, yerlerde sürünerek, çamurlu suların tadını alarak.
Çok vakit geçmeden çocukluktan genç kızlığa, genç kızlıktan kadınlığa geçmiş ve o arazilerde yaşamak zorlaşmıştı.
Bir yaratık gibi dağlarda bir başına yaşayan bir kadına dair söylentiler işiten erkekler o hayatı hedeflemiş ve kadın rehin alınmıştı.
Rehin alınan kadın güzel çıkınca da erkekler onun canını almaya kıyamamış ve kadın, yanlarında yaşamaya devam etmişti.
Erkeklerin şakşakçısı halini alırken kadının bilinci ağır ağır yaban hayatından insan doğasına kaymıştı.
Hayatta kalma mücadelesi mecburiyetini yitirmiş, erkeklerin arzularına maruz kalarak yalnızca yaşamaya başlamıştı.
En nihayetindeyse yatağın üzerinde erkeklerden bilmediği şeyleri öğrenir hale gelmişti.
Kelimeler, bilgelik, yaşam şekli ve duygular.
Derken gördüğü muamele değişmiş, vücudunu süsleyecek şeylerle birlikte kıymetli bir mücevher muamelesi görmüştü.
İşte o günlerde erkekler için tuhaf düşünceler benimsemişti.
Minnettarlık mı mecburiyet mi, o zamanlar bunu anlamasını sağlayacak bir şey yoktu.
Bu düşünceleri benimserken konuttaki tüm erkeklerin boyunlarını kırıvermişti.
Kolayca, tek nefeste, hiçbirine çile çektirmeden, ansızın hepsini bir araya getirmiş ve onları affedilmeye sevk etmişti.
Sonra da konuttan sıvışmış, yaban arazilere yönelmiş, en ufak bir şüphesi olmaksızın memleketine dönmüştü.
Orada ikamet eden, kendisiyle aynı kanı paylaşan, bedenleri kendisinden bir nebze daha iri olan insanlara yönelik tuhaf düşüncelere sahipti.
O hislerin nefret mi intikam arzusu mu olduğunun farkında değildi.
Yalnızca ağlayış ve inleyişleri, merhamet dilenen sesleri son derece heyecan vermişti. Kadın, hayatında ilk defa yürekten gülümsemişti.
Kadın: “Burada parçalanın ve nahoş bir şekilde ölün. ーーGünahınızın bedeli bu, anlarsınız ya.”
Bu mutluluğu tatmanın hatırına ırkının, akrabalarının ve klanının kıymetli arzularını tek tek başlarına yıkmıştı.
Kibarca ve cömertçe, geride tek bir tane bile bırakmadan, tek bir kişiyi bile bağışlamadan, bir bir, katiyetle vakit ayırmıştı.
Çok geçmeden, tüm ırkını öldürdüğü ve her şeyi sona erdirdiği vakit de erkeklerle birlikte yaşadığı konuta dönmüştü.
Irkının cesetlerini öylece bırakmış olmasına rağmen tüm erkeklerin cesetlerini nazikçe gömmüştü.
Ve konutta bir başına kaldığında derin, deriiin bir nefes almıştı.
Bu rahatlamaydı, huzurdu, kadın ilk defa mutlak bir mutluluğun tadına varmıştı.
Artık hiç kimse ona müdahale edemezdi. Düşünmek de harekete geçmek de boşunaydı, bundan böyle yalnızca uyuyacaktı.
――『Tembellik Cadısı』 böylece ebedi bir hareketsizliğe, sonu gelmez bir huzura düşkün olup gitmişti.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
―― 2. Kat『Electra’ya』uzanan merdivenlere görkemli görünüşünden ötürü Devasa Merdiven deniyordu.
6. kattan 5. Kata ve oradan 4.e kata sarmal merdivenler uzanırken Devasa Merdiven, çok çok daha geniş, çok çok daha uzundu.
Bütün bir oda kadar yer kapladığı için yaydığı göz korkutucu hava barizdi.
Boş bir oda olması gereken yer şu anda Devasa Merdivendi.
O merdivenin önündeki Subaru, kollarını önünde bağlayarak iç çekti. Sonra da――
Subaru: “Buraya son gelişimizin üzerinden çok vakit geçmiş gibi hissettiriyor.”
Emilia: “Eh? Merdiveni daha yeni bulduk. Ne oldu birdenbire?”
Subaru’nun beyanı karşısında Emilia’nın gözleri şaşkınlıkla irileşti.
Subaru kafasını sallayarak kendisiyle birlikte Kulenin yaratıcısının genel iğrençliğini tecrübe eden yoldaşlarına döndü.
Onların değişmeyen yüzlerini görmek birazcık huzur vericiydi.
Beatrice: “――? Subaru, neden parmaklarını Betty’nin etrafına kenetledin?”
Subaru: “Gerçekten buradaymış gibi hissetmek istedim herhalde… Öhöm, ben iyiyim. Pardon.”
Beatrice’in şüpheleri uyanan yüzüyle karşı karşıya kalan Subaru, zoraki bir şekilde gülümsese de hala elini eline almış durumdaydı.
Ardından olduğu yerde dönerek Devasa Merdiveni işaret etti.
Subaru: “Neyse, konumuza dönecek olursak… Devasa Merdiven başından beri buradaydı ama hiç kimse fark etmemişti gibi bir durum içerisinde değiliz, değil mi?”
Julius: “Böyle bariz bir manzarayı gözden kaçırmamız pek düşünülecek iş değil. ―― Ama yalnızca bu odayla sınırlıysa bu olasılığın varlığını inkar edemem.”
Subaru: “Ne diyorsun?”
Anastasia: “Keşfin ortasındaki belirsizlik, ha? Anlıyorum.”
Subaru’nun çabasını doğal karşılayan Efendi-Hizmetkar ikilisi Anastasia ve Julius, kafa sallayarak onay verdi. Bunu gören Subaru kafasını hafifçe eğerken Emilia el kaldırarak,
Emilia: “Subaru’nun uyuduğu sıralarda hepimiz 4. Katta toplanmıştık. Rem ve Patrasche Yeşil Odada dinleniyordu, biz de 3. Kattaki bilmeceyi çözmeye çalışıyorduk, ee, valizlerimizi koyabileceğimiz bir yer var mı diye de bir yürümüştük…”
Beatrice: “Hepimiz bilinçsizce bu odadan kaçınmıştık. Şimdi geri dönüp bakınca…”
Subaru: “Yani belki de dışarıdan bir şeyler bu odayı akıllarımızdan çıkarıp engellemiştir ya da o tarz bir şeydir?”
Emilia’nın konuşması Beatrice tarafından sürdürülürken bir sonuca bağlayan Subaru oldu. Emilia ile Beatrice de bu teoriye başlarıyla onay verirken Anastasia ve Julius da bu konuda hemfikirdi.
Devasa Merdivenin keşfiyle herkes odayı düşünmeye başlamış ve zihin engelinin farkına varmıştı―― Durum buysa belki de Devasa Merdiven başından beri bu odadaydı ve fark edilemesin diye kamufle olmasını sağlayan bir çeşit büyü mevcuttu.
Subaru: “Ehh, öyle değilse ve 3. Kattaki plaka bilmecesini çözdüğümüzde bu odada biri vardıysa merdivenlerin aniden belirişiyle dümdüz olmuştur herhalde.”
Julius: “Subaru, plaka değil, monolit olacak. Aynı şekilde bahsedelim. Kafa karışıklığından kaçınmak isterim.”
Subaru: “Monolit monolit monolit! Tatmin oldun mu? Hadi devam edelim.”
Julius Subaru’nun acınası karşılığından pek tatmin olmazken Subaru, bu işten usandığı için onu görmezden geldi. Ve şu ana dek konuşmanın bir parçası olmayan ikiliye döndü―― Merdivenlerin altında oynayan Shaula ve sırtındaki Meili’ye.
Shaula: “Mm? Bir şey mi var, Ustam? Ah! Acaba, işe yarama vaktim gelmiş olabilir mi!? Ustam için her şeyi yaparım! Cirona ortak bile olurum!”
Subaru: “Sen, sen ne dediğinin farkında değilsin, değil mi! Bu olman gereken bir şey değil, annen, baban, kardeşin, hatta arkadaşın sana bunu yapmanı söylese bile! Her ihtimale karşı soracağım, ee, bilmiyor muydun…”
Shaula: “Kesinlikle, birkaç yüz yıldır burada yaşıyorum ama bu merdivenleri ilk görüşüm!”
Subaru: “Meili, oyun oynamanda sakınca yok. O akrep kuyruğunu sertçe çekebilirsin.”
Meili: “Sen söylemesen de yapardım, onii-san.”
Shaula: “Acıdı acıdı acıdııııı!”
Shaula her zamanki gibi Kuleyi fethetme konusunda işe yaramamıştı. Onu uygun şekilde cezalandırma işini Meili’ye bırakan Subaru, bakışlarını yeniden Devasa Merdivene çevirdi.
4. Kata uzanan merdivenlerin aksine Devasa Merdiven spiral şekilli değildi. Normal şartlarda merdiven, bir sonraki kata uzanan tek bir yoldan ibaret olurdu. Fakat bu merdiven 3. Katı aşıp doğruca 2. Kata uzanıyordu ki şekli göz önüne alınınca bu, Kule için tuhaf bir şeydi. Bu yapının sonrasında Kulenin dışında bir çıkıntı yapacağı düşünülebilirdi――
Subaru: “Belki o gizemli gücü kullanarak bunu telafi ediyordur…”
Emilia: “Ya da belki de yalnızca 2. Kata açılıyor gibi görünüyor ama bambaşka bir yere açılıyordur… Bu da çok kaba olmaz mıydı?”
Subaru: “Emilia-tan’ın saflığının Kulenin yaratıcısının korkunç karakteri yüzünden lekelenmesinden korkuyorum. Burayı bir an önce fethetmek isterim.”
Emilia: “――?”
Emilia söyleneni pek anlayamayarak kafasını bir o yana bir bu yana çevirdi. Yine de Devasa Merdivenleri bulan Emilia’ydı ve 3. Katın gizeminin çözülmesinde de önemli bir ipucunu açığa çıkartmıştı.
Pleiades Gözcü Kulesi ya da diğer adıyla Büyük Pleiades Kütüphanesi denilen bina, yaratıcısının kişiliğini yansıtan çok sayıda iğrenç hileye sahipti.
Emilia engelleri ardı ardına çözme konusunda oldukça güvenilir hale gelirken onunla huzur içerisinde yaşayıp gitmek isteyen Subaru, bu mesele yüzünden karakteri kötüleşecek diye endişeleniyordu.
Subaru: “Lafı açılmışken, bu noktaya bayağı hızlı ulaştık. Ben 3. Katın『Sınavını』ilk denememde hallettim ve yalnızca üç gün içerisinde Kuleyi fethetme işinin 3te 1ini tamamladık bile.”
Beatrice: “Hiç ilerleme kaydedilmeyen 400 yılla kıyaslanınca büyük bir adım, sanırım.”
Subaru: “Böyle düşününce amma heyecan verici… Ama yüzlerce yıldır yerinde sayan tarihi ileri taşıyışımla ben de harika biri sayılırım. Tarihin yönünü değiştiren biri olarak kelime oyunlarında da güçlüyüm.”
Yakın geçmişte『Beyaz Balinaya』boyun eğdirme mücadelesinin katılımcılarını toplamış, Cadı Tarikatının『Tembellik』 Günahı Başpiskoposunu ezip geçmiş,『Beyaz Tavşanı』yok etmiş,『Yargılamanın』halledilmesi ve『Açgözlülük Cadısının』mezarı meselesinde kısmen yardımı dokunmuş,『Açgözlülük』Günah Başpiskoposunu mağlup etmiş ve nihayet daha önce hiç keşfedilmemiş olan Pleiades Gözcü Kulesine adım atmış, daha önce hiç meydan okunmamış 『Sınavların』birini geçmişti ve şimdi de o『Sınavların』ikincisine girmek üzereydi――
Subaru: “Tüm başarılarımı listelemekle yetinip süreci atlarsam yalnızca salak gibi görünürüm…”
Tüm bunları başarmak için defalarca ölmüştü, yani aynı zamanda pek de göğsünü kabartamayacağı şeylerdi. Buna rağmen son bir yılda tarih gerçekten de bir nebze ileri gitmişti.
Buna kendisi niyet etmiş olmasa da hiç değilse『Oburluk』ve『Şehvet』Başpiskoposlarıyla da işleri yoluna koymalıydı ve dünya buna hazırlıklı olsa iyi olurdu―― Bu konudaki hisleri bu şekildeydi.
Subaru: “N― ne? Ne oldu, Emilia-tan, bir anda elimi tuttun ya. Bir sorun mu var?”
Emilia: “…yo, yo. Sadece Subaru kendisine birazcık, azıcık daha iyi davranmalı diye düşünüyorum.”
Subaru: “Evet, yo, kendisine benim kadar iyi davranılan birini bulmakta zorlanırsın. Emilia-tan ve Beako da olunca yeterli, daha fazlasına gerek yok.”
Rem de uyandığı vakit bu listeye eklenecekti. Birazcık katı olabilirdi ama yine de kibardı.
Ve bir de Petra, Patrasche, Garfiel ve hatta Otto eklenince Subaru’nun kendisine iyi davranmasına gerek kalmıyordu.
Emilia: “――――”
Emilia’nın dudakları hafifçe titriyordu, Subaru’ya yanıt vermenin bir yolunu arıyor gibiydi fakat yalnızca ona bakmakla yetiniyordu.
Elleri daha da sıkı tutuşurken Subaru başını yana eğdi.
Fakat――
Anastasia: “Bu noktada bunun Natsuki-kun’un varlığının temeliyle ilişkili bir problem olduğunu düşünüyorum. Öyle birkaç günde iyiye gidecek bir şey değil. Sanırım Emilia-san’ın gidişatına da bağlı gerçi.”
Ellerini çırpışıyla konuşmaya dahil olan Anastasia, Emilia’ya bir bakış attı. Emilia ise ciddi bir ifadeyle ona karşılık verdi fakat niyetlendiği tepki bu değilmiş gibiydi, bu yüzden,
Anastasia: “――Amanın, çok az ümit varmış gibime geliyor. Sana uymayacağından değil.”
Emilia: “――? Anladığımı sanmıyorum ama nasıl yapacağımı gösterirsen elimden geleni yapıp bir deneyebilirim?”
Anastasia: “Korkarım ki reddetmek zorundayım… bir Yer Ejderi tarafından tekmelenmeye pek düşkün değilim.”
Subaru: “Bir Yer Ejderi tarafından tekmelenmek mi… Bir attan çifte yemekle aynı anlamda mı acaba?”
Garfiel’in tuhaf deyimleri bir yana Subaru, bu isekaide yaygın olan yeni bir tabir daha öğrenmişti.
Her halükarda bu, Subaru’nun Emilia ve Anastasia’nın konuşması sırasında kafa karışıklığına sevk edildiği son sefer değildi. Bir noktadaysa Subaru ve Emilia, Anastasia’ya iç çektirip Devasa Merdiveni işaret ettirecek derecede kafalarını iki yana eğmişti.
Anastasia: “Heey, ne zaman gevezeliği bırakıp yukarı çıkacağız? Orada bekleyen şey her neyse 3. Kattan zor olabilir… Ya da belki de Natsuki-kun anında icabına bakar.”
Subaru: “Açıkçası 3. Kattaki bilmece gibi kafa karıştırıcı bir şeyse pek sıcak baktığım söylenemez.”
Dürüst olmak gerekirse Subaru’nun 3. Kat『Taygeta’nın』『Sınavını』geçebilmesinin tek sebebi, bilmecenin çözülmesi için hayati önem taşıyan yıldız ve takımyıldızlarına dair bilgilere sahip olmasıydı.
Takımyıldızları―― Onlar da Subaru’nun orijinal dünyasına ait bilgilerdi ve bilmeceyi çözmek için gerekliydiler. Açıkçası Subaru, bu Kuleyi inşa eden kişinin de tıpkı kendisi gibi başka bir dünyadan ve modern zamanlardan geldiğine inanıyordu.
Bu bağlamda 2. Katın『Sınavının』da modern bilgiler gerektirme olasılığı hayli yüksekti ki Subaru’nun varlığı bu noktada işe yarayabilirdi ama――
Subaru: “İşler 3. Kattan farklı olabilir, yani, bilmediğim bir şey çıkarsa pek faydam dokunmaz. Flugel ismi Almanca ve ben Alman tarihiyle ilgili pek bir şey bilmiyorum.”
İçinde belli belirsiz bir gerginlik mevcuttu fakat insanların beklentilerini koruyabilmek adına bunu dile getiremezdi. Subaru, Emilia ve Beatrice’in gözünde güçsüzdü.
Bu nedenle Almanya ile ilgili azıcık bilgisini konuşturabilmek için mümkün olan her şeyi yapmak istiyordu.
Subaru: “Yapacak bir şey yok. Merdivenler resmen dibimizde. Şimdi geri adım atarsam kendime erkek adam diyemem. Şuraya dalıp hızlıca meydan okuyalım hadi.”
Julius: “Maalesef sen ve ben dışında buradakilerin hepsi kadın.”
Subaru: “Lafın gelişiydi, hemen zehir etmesene! Neyse, hadi gidelim, Beako!”
Beatrice: “Ngyah- doğrusu!”
Julius yumruğunu sıkmış olan Subaru’nun ruhundaki alevlere su dökse de Subaru, ona dil çıkartmakla yetinerek Beatrice’i kollarına aldığı gibi merdivenlere koşturdu.
Emilia: “Ah, Subaru, bekle!”
Onun hevesli sıçrayışını gören Emila arkasından tırmanırken Julius ve Anastasia da aynı anda omuzları çökerek peşlerine takıldı.
Meili: “Yarı çıplak Onee-san? Sen gitmiyor musun?”
Shaula: “Bu yarı çıplak deyişlerin yetti artık iki numaralı ufaklık. Gördüğün gibi gayet de giyiniğim. Baksana, bir ero-kawaii olayım var. Bunu benim için Ustam seçti, yani şikayet etmeyi bırak artık.”
Meili: “Aslında şikayet ettiğim yok, bilirsin ya~ Acele et hadi, hadi, hadi, yoksa geride kalacağız.”
Shaula: “Tepeme binmiş olmana rağmen epey otoritersin ha, ufaklık. Seni daha sonra Ustama söyleyeceğim! Aslında sana bizzat edep adap öğretmek de isterim~!”
Shaula kızarmış suratını sallayarak ve akrep kuyruğu savrularak merdivenlere adım attı. Sırtında birini taşıyan bir insanda benzeri görülmemiş bir dinçlikle Devasa Merdivenlerin ilk basamağından beşinciye atladı ve bu şekilde devam etti.
Shaula: “Dadadadadadadadada–!”
Bu sırada arkasında olanları duymazdan gelen Subaru, kollarında Beatrice’le merdivenlerde koşturuyordu. Beatrice ise bu koşu esnasında becerikli bir şekilde prenses şeklinde taşınmaya geçmiş ve mavi gözlerini Subaru’ya dikip kısmıştı.
Beatrice: “Düşündüğüm gibi burada boşluk hissiyle oynayan bir şey var, sanırım. Düz bir hatta bu kadar ilerlememize rağmen Kuleden çıkmadık, doğrusu.”
Subaru: “Belki de dışarıdan anlayamamışızdır ama Kule gerçekten de bu şekildedir.”
Beatrice: “Yalnızca bu kat çıkıntı yapıyordur, öyle mi? Öyle olsaydı Kuleyi kuleye benzeten bir şey olması gerekirdi. Aksi takdirde merdivenleri gizlemenin bir anlamı olmazdı, doğrusu.”
Subaru: “Sanırım öyle. Yalnızca yüksek sesle söylemek istedim.”
Subaru Beatrice’in mantığına hemfikir olmuş şekilde iç çekerek yukarı baktı.
Tuhaftır ki merdivenlerden yukarı doğru koşturuyor olmasına rağmen üst kat yakınlaşıyor gibi görünmüyordu. Ne kadar koşarsa koşsun aşağı inen bir yürüyen merdivenden çıkmaya çalışıyordu sanki.
Subaru: “Yok artık, Emilia’nın bahsettiği rahatsızlığın gerçek olması…”
Yalnızca bir merdiven hazırlanmıştı fakat 2. Kata bağlanmıyordu―― Tam da Subaru bu teoriye daha çok kafa yormaya başlarken üzerlerindeki alan açıldı.
Subaru: “Oh, oooh――!?”
Beatrice: “Hya”
Yetersiz aydınlatılmış merdivenlerde ani bir parlaklıkla karşılaşan Subaru ve Beatrice aynı saniyede bağırdı.
Bir noktada, mütemadiyen yukarı çıkarken merdivenler sonlanmış ve yeni bir kata adım atmışlardı.
Orası da――
Subaru: “Beyaz bir oda… yine, ha.”
Beatrice: “Sanırım.”
Adımlarını durduran Subaru, Beatrice’i dikkatlice kollarından indirdi.
Şaşırtıcı derecede uzun bir tırmanış olmuştu. Dayanıklılığı gelişmiş olmasına rağmen dizlerinin üzerine eğilip ağır ağır nefesler almaya bir son veremiyordu.
Bu sırada onun sırtını okşayan Beatrice, ayaklarının ucuyla yere vurarak odaya bakınmaya başladı. Yutkunan Subaru da aynısını yaptı.
Merdivenlerin tepesine ilk ulaşan ikiliyi karşılayan odanın sunduğu manzara, 3. Kat『Taygeta』『Sınavının』beyaz genişliğiydi. Zeminin de tavanın da gözün algılayamayacağı kadar yayıldığı ve temel mesafe algısının çarpıtıldığı gizemli bir yapıydı.
Kuşkusuz ki bu beyaz boşluğun bir oda olarak görülebilmesinin tek sebebi tıpkı 3. Katta olduğu gibi alt kata uzanan merdivenlerin bulunduğu ufak alandı.
Emilia: “Ah, yine mi bu oda?”
Ve aynı açık alandan çıkan Emilia ile diğerleri de beyaz manzara karşısında benzer tepkiler vermeye, omuzları üzüntüyle düşmeye başlamıştı.
Bu sunumla birlikte bir başka『Sınavın』başlamak üzere olduğu barizdi.
Subaru: “Kazara yeniden 3. Kata gelmiş olma ihtimalimiz var mı?”
Emilia: “Sanmıyorum. 4. Kat ile 3. Kat arasında 54 basamak vardı. Bu seferkindeyse 444 basamak. Buraya ulaşmak için neredeyse on kat daha fazla adım atmamız gerekti, haksız mıyım?”
Subaru: “Sen, sen basamakları mı sayıyordun, Emilia-tan?”
Emilia: “Fufu~, işin doğrusu, basamakları saymak son zamanlarda başlattığım gizli bir hobi… Neden başımı okşuyorsunuz?”
Subaru ve diğerleri sırayla hobisiyle böbürlenen Emilia’nın başını okşamaya başlamıştı. Kendilerini bunu yapmaktan alıkoyan Julius ve Meili’nin bakışlarında bile duyarlı bir acıma vardı.
Emilia: “Bilirsiniz ya, bu geeerçekten azıcık, garip hissettiriyor…”
Subaru: “Ya-yapmamak gerçekten elimizde değildi, Emilia-tan. Senin sayende 3. Kattan on kat yükseğe çıktığımızı biliyoruz. İnsana 1. Kata dek sıçradık mı diye düşündürüyor. Aslında buna inanmak isterdim ama şimdilik buranın 2. Kat olduğunu düşünmemiz gerekiyor sanırım…”
Beatrice: “『Sınavın』başlaması gerekiyor, doğrusu. Başlatma şeklimiz de şuradaki şeyle olmalı, sanırım.”
Emilia’nın şüphelerini sonraya bırakan Subaru, Beatrice’in işaret ettiği noktaya baktı―― Yani merdivenlerden çıktıktan hemen sonra insanın gözüne takılan manzaraya.
3. Kat『Taygeta’da』da odanın ortasında bir şey vardı. Ve ona dokununca『Sınav』başlıyordu. Eğer burada da durum böyleyse――
Julius: “Bu seferki bir Monolit değil――― Bir kılıç.”
Altın rengi gözlerini kısan Julius, yere saplanmış olan『Şeye』bakarak böyle söyledi.
Tam da ifade ettiği üzere beyaz genişliğin ortasında duran nesne 3. Kattaki gibi bir Monolit değildi, bir『Şeydi』.
――― O『Şey』de bir kılıçtı.
Kını olmadan, ucu beyaz zemine saplanmış halde dimdik duran bir kılıç.
Tamamen dik duruşu ve kabzasının yukarı bakışıyla Subaru’nun gözlerine korkunç bir güzellik yansıyordu.
Halbuki harikulade süslemeleri yoktu veya Subaru yüksek kalite bir materyalden yapılıp yapılmadığını da bilemiyordu.
Yalnızca o süssüz sadeliğinde, çeliğin minimal kullanımıyla yapılışında güzel bir şeyler vardı.
Subaru: “Bu görünüşüyle『Seçmen Kılıç』gibi çalışıyor olmalı herhalde...”
Julius: “―――”
Subaru: “Evet, evet, cidden sabırlı davrandın. Uslu çocuk, uslu çocuk.”
Julius, Subaru’nun kılıca fısıldadığı bu saçma sapan sahneyi fark ederek laflarını yuttu. Onu izleyen Julius’u sessizce öven Anastasia’yı bir kenara bırakan Subaru ise gözlerini Shaula’ya dikti. Göğsü kabarık şekilde kollarını önünde bağlamıştı ve suratı özgüvenle ışıldıyordu.
O suratta adeta, ‘Bana ne istersen sorabilirsin, hiçbir fikrim olmadığını söylemeye tamamen hazırım!’ yazıyordu. Dolayısıyla Subaru ona tek kelime bile etmeden kılıca doğru yaklaşmak zorunda kaldı.
Emilia: “Subaru.”
Subaru: “Sorun olacağını sanmıyorum. 3. Kattaki gibi bir şeyse dokunduğun anda ölürsün tarzı bir tuzak değildir.”
Endişelenen Emilia’ya başıyla onay veren Subaru, Seçmen Kılıca doğru bir adım attı. Tabii ki Emilia ve Beatrice de -doğal olarak- peşinden sürüklendi. Geri kalanlar ise herhangi bir şey olursa diye merdivenlerin başında beklemedeydi.
Subaru: “Anastasia’ya kaçabilsin diye yer açmaya dikkat etin. Aşağıya epey uzun bir yol var, ayağı takılacak olursa ölene dek yuvarlanır durur.”
Julius: “Aklımda tutacağım. Ama senin Emilia-sama ve Beatrice-sama’nın uyarılarına daha çok dikkat etmen lazım.”
Emilia: “Sorun yok. Ben Subaru’yu koruyacağım.”
Subaru: “Ahh, peki, ben de korunmama müsaade edeceğim.”
Subaru’nun son derece heyecanlanan Emilia’ya başparmağını kaldırdığını gören Julius iç çekti. Subaru da bunu gördükten sonra yüzünü Seçmen Kılıca döndü.
Elini uzatsa dokunabileceği mesafedeydi. Bu noktada kılıcın varlığı belirgin bir gerçeklik hissi yayıyordu. Tıpkı Monolit gibi kılıcın da gizemli bir hissiyatı yoktu.
Subaru: “Yani kulenin inşa edilişinden bu yana buraya saplanıp kalmış bir kılıç. Ama üzerinde bir zerre bile toz olmaması epey tuhaf.”
Subaru Seçmen Kılıcın önünde fısıldayarak hafifçe bir nefes aldı―― nefesi geri verdi―― sonra da elini kılıcın tutma yerine uzattı.
Parmaklarını düzgünce etrafına sardı, kılıcın kendisine hafifçe karşı koyduğunu hissetti fakat yine de onu yukarı çekecek gücü uyguladı.
Bir an için herkesin içine o şey gerçekten 『Seçmen Kılıç』ise Subaru kılıcı çekmeyi başarabilecek mi şüphesi yerleşti――fakat şüpheleri nafile çıktı.
“―――”
Azıcık bir güç uygulanması bile keskin ucun zeminden kolaylıkla çıkmasına yetti.
Sahiden de kınından yeni çıkmış bir kılıç gibi olabildiğince zarifti.
Tamı tamına o saniyede bir ses yankılandı.
『――Göksel Kılıca uzanan Aptalın eliyle, onun affını kazanın.』
“―――tch!”
Kulak zarlarını aşarak dosdoğru kafataslarının içerisinde yankılanan ses, onlara『Sınavın』detaylarını açıklamıştı.
Beklenmedik bir gidişat olsa da Subaru kılıcı düşürmek gibi tatsız bir şey yapmadı, yine de nahoş bir tecrübeydi.
Sonuçta kafasının içerisinde yankılanan ses『Kendisininkine』oldukça benzerdi.
Subaru: “Araba tutmuş gibi… Sanırım herkes öyle hissediyordur…”
Diğerleri de duymuş muydu yoksa yalnızca kılıcı çeken Subaru’yla mı sınırlıydı? Monolite dokunulduğunda çıkan sesi herkes işitmişti.
Yani bu sefer de―― diye düşünen Subaru, etrafında dönerek bir şeyi fark etti.
“―――”
――Herkesin nefesleri tutulmuş, bakışları tek bir noktaya çevrilmişti.
“――――”
Subaru da o bakışları takip etti. Hepsinin baktığı yer Seçmen Kılıcın ilerisinde bir noktaydı―― Tesadüfen kılıç ile merdivenler arasındaki mesafeyi eşitleyen bir nokta.
İşte o noktada, bir insanın gölgemsi silueti belirmişti.
Ses: “――Göksel Kılıca uzanan Aptalın eliyle, onun affını kazanın.”
Fısıldıyor olması gereken ses, ansızın Subaru’ya çok yüksek gelmişti.
Kılıcı çektiği anda işittiği kelimeleri birebir tekrarlayan bir sesti. Fakat zihninde yankılanan kendi sesi gibi değildi, şüphesiz ki bu sefer farklı bir sese sahip olan siluet tarafından söylenmişti.
Ses: “――Göksel Kılıca uzanan Aptalın eliyle, onun affını kazanın.”
Ses, yalnızca bir cümle ezberletilmiş bir geri zekalı gibi aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu.
Sesin mekanik mi, otomatik mi, hatta içgüdüsel mi olduğu anlaşılamıyordu.
Bu ürkütücü sözlerin tekrarında seste oluşan hafif titreme belirgindi. Bir kılıcın ucu siluetin kalbini gıdıklıyormuşçasına korkunç derecede doğrudandı.
“―――”
Titremenin korkudan mı, tutkudan mı, zevkten mi yoksa kederden mi olduğu da anlaşılamıyordu. Başkalarının duygularıyla da bu derece iyi oynayabilmesi, onunla canlı varlıklar arasında belirgin bir uçurum olduğunun kanıtıydı.
Bu mesafede yalnızca bir ses olarak bile hayatlarla oynuyordu.
“――Göksel Kılıca uzanan Aptalın eliyle, onun affını kazanın.”
――Basit ama uzun, kırmızı saçları sırtına dökülen bir adamdı.
Oldukça uzundu. Subaru’dan bir kafa boyu yukarıda olan adamın bedeni de boyuna uygun kalın kaslarla kaplıydı.
Üzerinde zırh yoktu, yalnızca hiçbir koruma sağlamayan sıradan, kan kırmızı bir cüppe vardı―― Sağ tarafından koluna dek göğsü görünüyordu ve beli beyaz bir kuşakla bağlanmıştı.
Alev kırmızısı saçları sırtının ortasına dek iniyordu ve sol gözü kalitesiz siyah bir göz bandıyla örtülüydü. Son olarak örtülmemiş haldeki sağ gözünde erişilemez göklerin mavi yansıması yer alıyordu.
Elbette ki her ama herkesin dönüp bir daha bakacağı düzenli, resmedilmeye uygun bir güzellikti ―― Ancak vahşi, delilikle dolu acımasız gülümsemesi her şeyi mahvediyordu.
Son derece güzel, vahşi bir canavardı.
Bu dünyada var olan en güzel canavardı―― Öyle ki Subaru, onun varlığında nefes almayı dahi unutmuştu.
Shaula: “Hii…”
Zamanın donduğu yanılsaması hafif bir fısıltıyla parçalandı.
Subaru, bir kızın “Kyaa-” sesiyle hızla ciyakladığını işitti. Ve göz ucuyla siyah saçları arka tarafına uzanan kızın―― Shaula’nın yere devrildiğini, Meili’ninse kafası karışık şekilde etrafa bakındığını gördü.
Shaula: “Hii, hiii….”
Shaula idrarını dahi tutamayacak derecede altüst olmuş durumdaydı.
Gözlerinin kocaman açılışı ve yüzünün onun gibi güzel bir kıza yakışmayacak şekilde çarpılışı, hissettiği korkunun ne derece delice olduğunu açıkça belli ediyordu.
Mümkün olsaydı içgüdülerini dinleyerek bu odayı terk etmiş olurdu.
Fakat titreyen bacakları buna müsaade etmiyordu.
――Korkudan kaskatı kesilen bu kadın, At Adamı öylece yok eden Shaula mıydı?
Adam: “――Göksel Kılıca uzanan Aptalın eliyle, onun affını kazanın.”
Dehşete düşen Shaula’ya rağmen ses, aynı kelimeleri tekrarlamaya devam ediyordu.
İlk bakışta ürkütücülük seviyesine yükselen bir durummuş gibi görünüyordu―― Fakat Subaru’nun fark ettiği bir şey daha vardı.
Adam tek bir adım dahi atmamıştı, yalnızca durduğu yerden baskı yayıyordu. ――Yo, adamın baskı yaymak gibi bir çabası da yoktu. Öylece, hareketsiz dikiliyordu.
Yalnızca orada olarak bile varlığıyla bir『Cadının』varlığında hissettirdiklerini hissettiriyordu.
Subaru: “―――tch.”
Nefesini tutan Subaru, kırpılmayı unutan gözkapaklarını zorla kapatarak sakinleşmek için bir saniyesini ayırdı.
Ve sonra da gözlerini adamdan bir an için ayırmadan bir adım geri çekildi. Sağ elinde Seçmen Kılıç, sol elinde Beatrice’in sımsıkı tuttuğu eliyle kaskatı kesilen kızı da geri çekti.
Subaru: “Eh, Emilia…”
Emilia: “Bi-biliyorum.”
Onu arkada bırakamayacak olan Subaru, taş kesilmiş haldeki Emilia’ya seslendi. Emilia ise bu haline rağmen başını sallayıp onay verdi ve Subaru’nun hareketleri Emilia’nın titreyen dizleriyle uyuşurken yavaşça küçüldü.
Adam: “――Göksel Kılıca uzanan Aptalın eliyle, onun affını kazanın.”
Aralarındaki mesafe genişlemişti. Adam buna rağmen hareketsizliğini sürdürüyordu. Yalnızca aynı kelimeleri tekrar ediyordu.
Adam: “――Göksel Kılıca uzanan Aptalın eliyle, onun affını kazanın.”
Sinirlerine her şeyini vererek nihayet Shaula’nın yattığı yere ulaştı. Kızın yüzü korkudan kaskatı kesilmişti ve Meili de kımıldayamaz halde kolunu kavramıştı.
Kızları al ve buradan uzaklaş. Peki böyle bir şey mümkün müydü ki? Subaru’nun biri kılıcı, diğeri Beatrice’in elini tutan elleri kaskatıydı, kımıldatabileceğine dair en ufak bir belirti yoktu. Saula ve Meili’yi kollarından tutarak zorla kaldırabilmeyi hayal dahi edemiyordu. Her şeyden önce, adam buna izin verecek miydi ki? Adamın amacı neydi? Bu sınav ne içindi, kılıcın amacı neydi――
Adam: “―――Göksel Kılıca uzanan Aptalın eliyle, onun affını kazanın.”
Tekrarlanan bu kelimeler, bu kelime grubu, 2. Kat『Electra’nın』『Sınavının』teklifiydi.
Adamın bu kelimeleri tekrar edişinin nasıl bir anlamı olabilirdi? Subaru’nun kılıcı çektiği anda işittiği 『Sınav』içeriği, bu kelimeleri tekrar eden adam, aptal, af, bunlar tam olarak――
Adam: “――göksel kılıç… aptal… affını…”
Subaru: “―――ha?”
Subaru’nun düşünceleri hızlanır ve korkunç bir şey yaşanmak üzere hissine kapılırken sesi dur durak bilmeksizin yankılanan adam ansızın duraksadı.
Subaru içgüdüsel olarak homurdandı ki bu düşüncesizce eylem Emilia ve Beatrice’i biraz daha gerdi fakat meydana gelen değişim üzerinde herhangi bir etkisi olmadı.
―――Bundan öte, adamın yaşadığı değişiklik daha belirgin hale geldi.
Adam: “Göksel kılıç, aptal… onun affı… o, ooh, oooh, oh―, oh―”
Subaru: “N-ne? Ne ne, ne olacak?”
Adam: “Ah, ah, aaaaahh――!!”
Shaula: “Pigyiii!”
Subaru: “Doaaa!?”
Durmaktan çok uzaktı.
Tam aksine, ayakta dikilen adamın sözlerinin sonunda tuhaf bir ses dizisi duyuldu ve adam bir elini saçlarına yerleştirip kaşımaya başladı ve şiddetle bağırdı.
Ayakta duramaz hale gelen Shaula bir domuz gibi ciyaklayarak Subaru’ya sıçradı. Doğal olarak Subaru da ayakta duramıyordu. Kızın kolları Subaru’yu tüm gücüyle sararken kaçamak bir harekette bulunamayan Subaru, onunla birlikte yere devrildi.
Subaru: “――――tch!”
Patlama anında gözlerinde kıvılcımlar uçuşurken hem adamın bağırışı hem de beline yapışıp kalan Shaula’nın aralıksız çığlıkları Subaru’nun kulak zarlarını dövüyordu.
Adam: “Aaaaaaaaa―――!!”
Shaula: “Hyaaaaa! Ustaustausta yardım eeeet! İstemiyoruuuuum! Bana yardım eeeeet!”
Subaru: “So-son birkaç dakikadır neler oluyor sana――”
Adam: “――Kapa çeneni artık!! Kafam beni öldürüyor zaten! Bağırmayı kes!”
Shaula: “Afuu….”
Tam da Subaru’nun teselli sözleri öncesi Shaula’nın ruhu un ufak oldu.
Bir sebepten ötürü dayak yemişe dönmüş olmasına rağmen sessizce Subaru’nun beline yığılan ve hareketi kesen Shaula, bilincini yitirerek yere yığıldı.
“Yok artık, sen….”
“Bukubukubuku….”
Böylece Shaula bayılarak hızlı ve zarif bir şekilde savaş alanından ayrılmış oldu. Kuleyi fethetme sürecinde ettiği yardım sıfıra yakın olsa da sınav sahibinin bakış açısıyla bile bu, tamamen beklenmedik bir hamle olmalıydı.
Başka hiçbir şey olmasa bile kaba kuvveti sertifikaya layık bir kadın――― bu adamdan bu kadar korkuyorsa gidişatın riskli olduğu kesindi.
Julius: “Hiçbir şekilde basit bir varlık olmadığınızı görüyorum.”
Adam: “Aahn?”
Bir adım sesi yankılanırken adam tatminsiz şekilde homurdandı.
Beyaz ayakkabılarının tıklayışıyla bir adım öne çıkan Mükemmel Şövalye―― Julius, dönerek Subaru’nun düşürmüş olduğu kılıcı yerden aldı.
Onu izleyen adamınsa dudakları aşağı kıvrıldı ve kaşları çatıldı.
Adam: “Hayırdır, sen. Ve buranın olayı ne? Burada ne halt yiyorsun, sen?”
Julius: “Yo, burada hiçbir şey yaptığımız yok. Bizim kafamız da aynı sizinki gibi karışık. Burada bir anda beliriverdiniz―― Gard almamak elimizde değildi, bunu belirtmek isterim.”
Adam: “Neyin nesisin, sen! Tuhaf konuşmasana, sen. Benim takipçimmiş gibi konuşmasana, sen. Sen benim takipçim misin? Diilsin, di mi? Diilsen öyleymiş gibi konuşma, tüm bu bokları karıştırma.” (Sokak ağzıyla konuşan ve cümlelerin sonuna sen kelimesi ekleyen bir abimiz.)
Julius’un beklenildiği üzere saygılı fakat dikkatli çizgisini koruyan ses tonuyla her konuşuşu adamın sinirini bozuyordu.
Adamın insan olduğu netleşmiş olsa da onunla iletişim kurulup kurulamayacağı bambaşka bir meseleydi.
Adam: “―― güzel kız, güzel kız, seksi parça, bücür, bücür, takipçi, velet.”
Julius: “Maalesef ben sizin takipçiniz değilim.”
Adam: “Kah! Konuşma şeklin tam da takipçimin konuşması gibi. Onu kopyalamayı kes.”
Adam, Julius’un itirazına geniş bir kahkahayla karşılık verdi.
Tuhaf bir yakışıklılıktaki yüzü ve alışılmadık beyazlıktaki dişleriyle sergilediği köpekbalığını andıran gülümseme delilik kokuyordu.
“――――”
Nihayet gülümseyen adamın içerisinde birazcık insanlık belirmişti. Ya da daha ziyade adamın iletişim kurulabilir zekada bir varlık olduğu keşfedilmişti demek daha uygun olurdu.
Adam: “Oi, sen. Burada neler döndüğünü açıkla, sen. Bana ne halt yaptın, sen. Benden bişiler gizlemeyin, sen. Sadede gel, sen.”
Subaru: “Hiç yoktan belirip bok gibi davranman… Bu neyin nesi oluyor asıl?”
Adam: “Aahn?”
Adam elini çıplak göğsünün açıkta kalan kısmına atarak kaygısızca kaşıdı. Nihayet doğrulan Subaru ise ağzından ne dökülebilirse dökerek adamın yüzüne çarptı.
Yerde yatmakta olan Subaru’ya sağ gözünü diken adam,
Adam: “Ne ayaksın sen. Niye uyuyorsun, sen. Cidden iyi bir yer diil mi, sen. Seksi bir kadını etten yatak yapmışsın, sen. Benimle yer değiş, sen.”
Subaru: “Maalesef o kadına duyduğum saygıdan ötürü reddedeceğim…”
Bir şekilde titreyen bacaklarını durduran Subaru ayağa kalktı. Aynı zamanda kendisine tutunan Shaula’yı bedeninden ayırdı. Kızın yüzüstü yere düşmesiyle sonuçlanan düşüncesizce bir eylemdi fakat buna kafa yoracak vakti yoktu.
Ama――
Adam: “Anh-, anh-, aahn? Ne, sen mi? Bunu mu yaptın? Dalga mı geçiyorsun, sen?”
Subaru: “…bu kabalık da ne halt oluyor, sen.”
Adam: “Kah!”
Adam, azıdişlerini sıkarak içten ama kuvvetli bir kahkaha patlattı.
Kafası bariz şekilde karışık Subaru’yu duymazdan gelen adam ise beyaz odaya bakınıp kendi kendine başını sallayıp, “Oh- ohh- tamam” diyerek devam etti.
Adam: “Anlaşıldı. ――Öyleyse, hadi başlayalım.”
Subaru: “Başlayalım mı… Bekle! Neden tek başına bir konuşma yürütüyorsun?! Cidden katlanılması çok zor!”
Adam: “Kapa çeneni, sen. Kafa şişirip duruyorsun, sayıklarken açıklamadım mı zaten? Söylediklerime dikkat etsene, sen.”
Subaru: “Son birkaç dakikadır olanlar…”
Adam: “Göksel Kılıca uzanan Aptalın eliyle, onun affını kazanın.”
Duruma ayak uyduramayan Subaru’nun gözleri etrafta dolanırken Emilia, cümleyi kelimesi kelimesine kendisine tekrarlayıp fısıldıyordu.
Kaskatı kesilmiş halinden yavaş yavaş çıkmaya başlıyordu. Julius ve Subaru’nun ardından Emila ve Beatrice de zamanın durgunluğundan sıyrılmış, Anastasia ve Meili de hemen arkalarından gelmişti.
Bilinçsiz halde kalmayı sürdüren tek kişi Shaula’ydı, buna rağmen―――
Adam: “Kah! Şuradaki güzellik buradaki velet gibi değil. Hayatta olsaydım seni bu gece yatağa atardım, sen…. Yakından bakıyorum da cidden tatlısın, sen. O surat da neyin nesi. Tam bir çıtırsın, sen.”
Emilia: “Çıt―…?”
Subaru: “Hey, sen! Sen o herifsin! Sınav sahibi sensin, değil mi?”
Adamın Emilia’ya çevrili bakışlarında bir şehvet uyanmıştı. Kendisini ikisinin arasına atan Subaru ise tamamen ayaklanarak adamı işaret etmeye başlamıştı.
Adam bu beyan karşısında köpekbalığı gibi gülümseyerek,
Adam: “――Hiçbir fikrim yok. İnsanların birbirlerine taktıkları unvanlarla ilgilenmem. Ben benim, sen sensin. Bundan ötesi yok. Benimle doğru düzgün konuşmak mı istiyorsun? Beni buradan bir adım olsun kımıldat öyleyse, sen.”
Julius: “――――”
Savunmasızca dikilen adamın ağzından sakince dökülen kelimeler bunlardı.
Neden gülüp geçmediğine gelince, sebep『Sınavı』geçmenin koşulunun tam da bu olmasıydı. Bu şekilde adlandırılmaya değer bir görevdi.
――Göksel Kılıca uzanan Aptalın eliyle, onun affını kazanın.
Önlerinde duran adam bahsi geçen『Göksel Kılıca uzanan Aptalsa』yöntem belliydi. Geriye kalan şey, bu yöntemin mümkün olup olmadığını görmekti.
Julius: “Lugnica Krallığı İmparatorluk Düzeni Şövalyesi, Julius Euculius.”
Savaş öncesi――― yo,『Sınav』öncesi Julius, nezaket icabı ismini söyledi.
Pozisyon ve cinsiyetten bağımsız olarak karşı tarafa denginmiş gibi yaklaşmak, olabilecek en büyük onur göstergesiydi.
Karşılığında adamın tek mavi gözü heyecanla kısıldı ve alışılmadık bir kılıç ruhu ortaya çıkararak,
Adam: “Dile getirmeye değecek bir isim değil, yalnızca bir『Stick Swinger』, ben buyum.”
Büyük Pleiades Kütüphanesinin 2. Katı『Electra』Sınavı:
Zaman Limiti『Koşul: Sınır Yok』
Teşebbüs Sayısı『Koşul: Sınır Yok』
Katılımcılar『Koşul: Sınır yok』
――Sınav, başlatıldı.
#Gelen adamın kim olduğu
anlaşılmıştır herhalde, Stick Swinger lakabını daha önce okumuştuk zaten. Bu
arada lakabını düzgün bir şekilde çevirebilmek için re:zero wikiden şöyle bir
okudum da silahlarından biri yemek çubuğuymuş, yani lakabını çubuk sallayarak
çarpışmasından almış sanırım. Şöyle kulağa hoş gelen bir çeviri öneriniz varsa
yazın, bir sonraki bölüm ‘Stick Swinger’ yerine onu kullanayım.
Bu arada bu cadıların hikayelerini okumayı çok sevdim, bir sonraki bölüme de
göz attım o da bir başka cadının hikayesiyle başlıyor. Bayağı sürükleyici
oluyor, keşke her bölüm bir karakterden kesitler okuyabilsek böyle. Her neyse,
bakalım 2. Sınav nasıl ilerleyecek, ne kadar sürecek ve başarıyla
tamamlanabilecek mi, bir sonraki bölümde görümek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..