Utakata: [Uu gördü. Maa bıçağı Taa’nın elleriyle kendine sapladı.]
Utakata’nın, yani Mariuli’nin her şeye tanık olmuş küçük kızının ifadesi belirleyici rol oynamıştı.
Mariuli Taritta’nın hançerine kurban gitmiş, Taritta bedenine bulanmış kanları silme teşebbüsünde bile bulanmamıştı. Bu korkunç manzara karşısında kim olsa Taritta’nın Mariuli’yi öldürdüğünü düşünürdü.
Fakat onca insan arasında Mariuli’nin kızı bunu inkar etmiş, Taritta’ya yakıştırılacak rezaletin önünü kesmişti.
――Bir soydaşının canını almak kişinin ruhuna kara çalar, atalarının ruhlarıyla aynı toprağa dönmesine mani olurdu.
Bu Shudraqların en hor gördüğü şeydi ve bunu yapan “Shudraqların Yüz Karası” olurdu.
Utakata’nın ifadesi ise şüpheleri ortadan kaldırmıştı. Ayrıca――
Mizelda: [Bıçaklanış şeklinden belli. Onu Taritta bıçaklamış olsaydı acı çekmeyeceği bir yeri hedef alırdı. Bu kardeşimin işi değil.]
Bıçağın Mariuli’nin bedenine saplanma şekli ve daha da önemlisi yaranın konumu.
İşte bu faktörleri ele alan Mizelda, tek bakışta Mariuli’nin kendi kendini bıçakladığında karar kılmıştı.
Aynı şey ortalamanın üzerinde algılara sahip olan diğer Shudraqlar tarafından da fark edilmiş, geri kalanlarsa Mizelda’nın hükmüne inanmıştı.
Hiç kimse Kabile Reisi Mizelda’nın biyolojik kardeşi Taritta’nın suçunu örtbas etmeye çalıştığını düşünmemişti.
Hatta düşünceleri tam aksi yöndeydi―― Mizelda ömründe bir kez olsun Taritta’yı savunmaya kalkmamıştı. Sebepse kardeşine duyduğu sevgisizlik değildi, Mizelda’nın her yönüyle bir Shudraq olmasıydı.
Hükmünün temeli de damarlarında akan güçlü Shudraq kanıydı.
Böylece Taritta’nın hatalı olmadığında, Mariuli’nin hançeri onun elinden alarak intihar ettiğinde karar kılınmıştı.
Bu belki hastalığının doğurduğu ıstıraptan kaçma teşebbüsüydü, belki de ölümünün hastalık illetindense kendi ellerinden olmasını istemesinin sonucuydu. Shudraqlara kalırsa ikinci seçenek daha makuldü.
Fakat――
Taritta: [Ben, Mariuli’nin ölmesine izin verdim……]
Olayı bu şekilde görmeyen tek bir kişi vardı, o da Taritta’ydı.
Taritta, Mariuli’nin çenesini kapatmak için hançerini çekmişti. Ondan duymak istemediği şeyleri söylemesin diye, ardında daha fazla lanet bırakmasın diye.
Yani Taritta’nın ihtiyatsızlığı olmasaydı Mariuli bu şekilde ölmüş olmayacaktı.
Ve hepsinden öte――
Taritta: [――Bir buyruk.]
Mariuli son nefesinde Taritta’ya kendisine bahşedilen buyruğu aktarmıştı.
O güne dek böyle bir buyruğun varlığından bahsetse de detayları hakkında en ufak bir bilgi vermemişti. Ancak ölüm döşeğindeyken Taritta’nın buyruğunu öğrenmesine müsaade etmişti.
Taritta: [――Büyük Felaket.]
Açıkladığı kadarıyla bu buyruk yıkımdan kaçınmaya yönelikti ki o yıkımın adı Büyük Felaketti.
Ve ona mani olmak için gerekli önlemi almak da Mariuli’ye bahşedilen buyruktu.
Taritta: [――Kara kaşlı, kara gözlü bir gezgin.]
Sahiden de bin gün sonra karşısına böyle bir gezgin çıkacak mıydı?
Peki bir gezginin ölümü Büyük Felaket olarak adlandırılacak kadar kapsamlı bir yıkımın önüne nasıl geçecekti ki?
Ne olursa olsun Mariuli son nefesine dek o buyruğa, Yıldız Gözlemcisine düşen o göreve inanmıştı.
Onu yerine getiremeden ölmekse hayatının anlamsız olduğunu hissettirmişti.
Taritta: [Hayatının anlamsız olması…]
Saçmalığın daniskasıydı, Taritta’nın buna dair en ufak bir şüphesi yoktu.
Mariuli’nin sözleri ve nezaketi kaç kez Taritta’nın kurtuluşu olmuştu?
Taritta’yı ablası karşısında yetersiz ve Shudraq adını taşıyamayacak kadar değersiz hissetmenin kahrından kurtaran şey Mariuli’nin varlığı olmuştu. Onun desteği olmasaydı bugünlere gelemezdi.
Evet, bu Mariuli’nin başarısıydı. Ve Taritta hiç kimsenin buna anlamsız demesine müsaade etmezdi.
Hepsinden öte Mariuli, acılı bir hamileliğin ardından dünyaya bir can getirmiş, Utakata’ya sahip olmuştu.
Taritta: [Hiç kimseye tüm bunlar anlamsızdı dedirtmem…]
Diyerek büyük bir güçle dişlerini sıkan Taritta, gözlerini gece göğüne dikmişti.
Yıldızlarla dolu gökyüzünde bir değişiklik olmamıştı. Taritta’ya hiçbir öğreti verilmemişti.
E tabii ki verilmezdi. Yıldızlar konuşmazdı ki. Mariuli’nin zihni bir yanılsamaya hapsolup kalmıştı, hepsi buydu.
Ama yine de… Kurtuluşu o yanılsamada aramış ve bir yemin etmiş olsa da…
Taritta: [Yıldızlarmış, bilmem neymiş, paramparça olursunuz umarım…!]
Diyerek gece göğüne nefretini kusmuş, duasını etmişti.
Mariuli’nin fısıldadığı üzere ormana bir gezgin gelecekti.
Mariuli’nin çaresizlik ve pişmanlığın hüküm sürdüğü ruhu atalarının ruhlarıyla bir olamayarak amaçsızca dolaşmaya devam edecekti.
O çaresizlik ve pişmanlığa bir son vermedikçe ruh ikizi selamete eremeyecekti.
Son anlarında yaşadıkları şey, henüz bir çocuk olan Utakata’nın anlayamayacağı bir sırdı.
Hem de akrabaların bile karışamayacağı, yalnızca ruh ikizlerinin müdahil olacağı bir sır.
Taritta: [Benim okum, mutlaka――]
O gezginin canını alacak, Mariuli’yi o bağdan kurtaracaktı.
İşte Taritta bu sonu yazmak için gezginin ziyaret edeceği günü beklemiş, beklemiş, beklemiiiş ve nihayet――
――Bir gün o çoktandır beklediği gezgin için yayını çekmişti.
Subaru: [――Rem!!]
Sıkıca gerdiği yaydan fırlayan ok hedefini ıskalamış, kara kaşlı, kara gözlü gezgin yanındaki kızı korumak için sıçramıştı.
Hedefini o gezginin kalbi belleyen ve azıdişlerini sıkan Taritta’nın kalbi küt küt atmıştı.
Sahiden de bin gecenin sonunda siyah saçlı bir gezgin ormanda görünmüştü.
Kalbinin buz tutmasına yakın bir şok yaşayan Taritta, okunu yayına yerleştirmiş ve bir avcıya dönüşmüştü.
Okunun ucunu sakince, soğukkanlılıkla sabitlemiş, hedefine kilitlenmişti.
Ama ruhu ateşli bir şekilde haykırmıştı. Haykırıyor, haykırıyor…
Haykırdıkça haykırıyordu.
△▼△▼△▼△
――Geyik kızın sıçradığı saniyede dünyadaki tüm sesler kesilmişti.
Hemen öncesinde Büyük Felaketi merkezine alarak yayılmış olan muazzam şok dalgası dünyayı gerçek anlamda sarsmıştı; Büyük Felaketi ortadan kaldıracak enerjiyi içinde tutan şiddetli bir patlama ile bizzat şehrin kendisini havaya uçuran bir güç açığa çıkmıştı.
Tüm bedenleri şokun doğurduğu şiddetli rüzgarlar tarafından yutulmuş, bu da bundan binlerce, on binlerce kat daha güçlü bir şok dalgası tarafından yutulan herhangi bir varlığın paramparça olacağına inanmaları için yeterli olmuştu.
Ancak Büyük Felaket, bu inanışı haksız çıkararak yıkımdan sağlam çıkmıştı.
Sapasağlam olduğu söylenemezdi tabii ama tek dizinin üzerine çökmüş halde titreyerek olup bitenleri izleyen Taritta, o duman öbeğinin ardındaki yıkımdan kaçmış olan Büyük Felaketin varlığını hissedebiliyordu.
Louis, Medium, Al ve şehir halkı da bu çaresizce direnişe tanık oluyordu.
Ne yapması gerektiğine karar veremeyen, sürekli olarak kontrolünde olduğu buyrukla yüzleşmeyi başaramayan ve Mariuli’nin kana bulanmış yüzünü zihninden silemeyen Taritta, Büyük Felaket karşısında kılını kımıldatamıyordu.
Değersiz Taritta geride kalırken herkes kendine düşen rolü oynuyordu.
Tıpkı şehrin hükümdarı olan Yorna Mishigure’ün biricik şehrini yitirme pahasına da olsa darbesini indirmesi gibi.
Tıpkı o darbenin yeterli gelmediğini gören geyik kızın saklandığı yerden sıçraması gibi.
Tanza: [――――]
Sağ gözünde bir alevle delice koşturan o kişi, bir mesaj iletmek için hana gelmiş olan kimonolu kızdı.
Kendisini Tanza olarak tanıtan kızın hedefiyse duman öbeklerinin ardındaki Büyük Felaketti. Taritta, o kızın ne halt yemeye çalıştığını anlayamıyordu.
Fakat――
Yorna: [――Yapma!]
Titreyen bacaklarını azarlayan Taritta, yanından koşarak geçen kızın ardından bağıran Yorna’nın tepkisini işitişiyle birlikte Tanza’nın amacını ve kararlılığını idrak etti.
Tanza, bir teknik aracılığıyla Büyük Felakete meydan okumak için kendi canını riske atıyordu.
Yorna da onun ne yaptığını tahmin ediyor ve ona duyduğu sevgiden ötürü onu durdurmaya çalışıyordu.
Ancak o kızı durdurmak demek, İblis Şehrini feda ederek indirilmiş bir darbeyle duraklatılmış olan Büyük Felaketi yok etmeye yönelik altın bir fırsatı kaçırmak demekti.
Gerçi Dokuz İlahi Generalden biri olan Yorna bu kadar istekliyse bir ihtimal Büyük Felaket sorununu başka bir şekilde çözebilir, onu püskürtebilirdi.
――Ama bu gerçekten doğru olabilir miydi ki?
Taritta: [――Hk.]
Böylesi umutlar beslemeye çalıştığı için kendisine lanetler okuyarak sessizce yutkundu.
Etrafına bakınan Taritta, hamle yapmak için bir fırsat, durumu değiştirmek için bir yol arıyordu. Ondan başka birinin harekete geçmesini bile umut ediyordu.
Ama havaya uçan yıkıntıların enkazında da etrafa saçılan insanlarda da bu durumla baş edecek güç kalmamıştı. ――Bu güç yalnızca Taritta’ya mahsustu.
Yalnızca fırtınanın gelip geçişini bekleyen, çılgınca saldırıların bir parçası olmaktan yana tereddüt eden Taritta’nın bir seçeneği vardı.
Derken――
Abel: [――Taritta.]
Taritta, bu belli belirsiz sesleniş karşısında kafasını çevirdi ve bir tepenin üzerinde dikilen adamı gördü.
Yani Abel’i. Oni maskesinden kanlar sızıyor, kara gözlerini Taritta’dan ayırmıyordu. Ardından konuşmak yerine sessizce gökyüzünü işaret etti.
Anlatmaya çalıştığı şey göğe bakması değildi.
İşaret ettiği şey gökyüzü, ya da daha doğrusu yıldızlardı. ――Yani buyruk.
Seçim yapması söylenen Taritta, artık bir karar vermek zorundaydı.
Tarrita: [――――]
Kana bulanmış Mariuli’nin son anları ve kara kaşlı, kara gözlü gezgini öldürme buyruğu zihninde tazeliğini koruyordu.
Buyruğu yerine getirdiği takdirde Büyük Felaketten kurtulurlardı. Ve Mariuli’nin ruhu prangalarından azat olurdu.
Dolayısıyla――
Taritta: [――――]
Taritta sessiz ve tereddütsüzce sadağından bir ok çekti, yayına yerleştirdi, hedef aldı.
Bu onun binlerce ama binlerce kez tekrarladığı bir avlanma prosedürüydü; onu görevini yerine getiremeyen korkak, ürkek, aptal bir kızdan bir avcıya çeviren şeydi.
Ona dünyayı kurtarmak için bir yöntem seçmesi gibi yüce ve kudretli bir şey söylenseydi, seçimi bu olurdu.
Taritta’nın göklerin önerisine, yıldızların fısıltısına vereceği yanıt çoktandır belliydi.
Başka bir deyişle――
Taritta: [――Buyruk nedir, onu bile bilmiyorum ki.]
Diyerek kirişi bıraktı, serbest kalan ok öfkeyle havayı yardı, rüzgarı aştı.
Ve ıskalamadan hedefine ulaştı; ayaklanıp koşmak üzere olan uzun boylu bir kadının bacağına saplandı.
Kadın, irkilerek attığı çığlık eşliğinde dengesini yitirerek öne devrildi.
Ve beyaz yüzüne işli sabırsızlık ve şaşkınlıkla birlikte keder içerisinde elini uzatarak sesini yükseltti.
Taritta, tüm seslerin yittiği o dünyada bile kadının dudaklarından dökülen o sesin, Büyük Felakete doğru atılan kızın ismini taşıdığının bilincindeydi.
Ama yine de o, kararını vermişti.
――Ruh ikizine bahşedilen buyruğu hiçe saymış, karşısındaki genç kızın canını ortaya koyarak en büyük arzusunu yerine getirmesine imkan tanımıştı.
Tanza: [――Yorna-sama.]
Böylelikle ayağını yere vurarak duman bulutunun ardına geçmesinin hemen öncesinde, o kızın dudaklarından sevgi dolu bir bağlılıkla bu isim çıktı.
Ve sonra da minyon bedeni o dumanların ardında kendisini bekleyen Büyük Felaket tarafından yutuldu――
――Hemen ardından gelen ikinci muazzam şok ile İblis Şehrinin patlamasıyla kıyaslanabilecek o ekstrem patlama da bu defa Büyük Felaketi gerçekten yok etti.
#Güzel bölümdü ya. Tanza’nın kendini feda edişi, Yorna’nın her şeye rağmen onu durdurmak isteyişi, Abel’in Taritta’ya resmen ‘hadi beni öldür artık’ mesajı verişi ama Taritta’nın yine de buyruğu yerine getirmek yerine başka bir yolu seçişi. Her yönüyle etkiledi beni. Bir sonraki bölüme de şöyle bir baktım, biraz geriye dönüp Tanza’nın bu kararı neden verdiğini okuyacağız sanırım. Sonra da nihayet bu felaketin sonlanışının ardından neler olacağını göreceğiz. Fakat pazardan itibaren misafirim olacağı için bir hafta çeviri yapamayacağım. Sonraki hafta kaldığımız yerden devam ederiz, yeniden görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..